BEHDİNAN – AKP-MHP faşizminin izlediği temel politik tutumları, TC-NATO ilişkisini ve Kürt soykırım savaşı karşısında NATO’nun durumunu irdeleyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Aslında Türkiye’yi mevcut devlet mi yönetiyor, yoksa NATO mu yönetiyor belli değildir. NATO’nun Türkiye masası, üst bir Türkiye yönetimi olarak rol oynamaktadır” dedi.
Küresel kapitalist modernite sisteminin beş bin yıllık iktidarcı-devletçi egemenliğin çözülüş ve çöküşünün en iyi TC Devleti’ne ve AKP-MHP faşizmine bakarak anlaşılabileceğini ifade eden Kalkan, Medya Savunma Alanlarında yürütülen savaşın merkezi tekelci uygarlığa karşı demokratik uygarlık güçlerinin savaşı olduğunu, çözümün de Kürdistan’da yürütülen özgürlük mücadelesinde olduğunu vurguladı.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın PKK sitesinde “Hitlercilik, Musollinicilik, Saddamcılık Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli şahsında yaşanıyor” başlıklı yazısı şöyle:
17 Nisan 2022 tarihinde Zap, Avaşin ve Metina’ya yöneltilen işgal ve soykırım saldırısının ana nedeni, TC Devleti’nin faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasete sahip olmasıdır. Yüz yıldır Kürtlere, Ermenilere, Asuri-Süryanilere ve Rumlara soykırım dayatıyor ve bu süreci, günümüzde Kürt soykırımını gerçekleştirerek sonuca götürmek istiyor. Bunu da Kürdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarını askeri olarak işgal ve siyasi olarak ilhak ederek, tıpkı Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi Kürt soykırımı kapsamına almak istemesinde göstermektedir.
Nitekim Tayyip Erdoğan yönetimi bu düşüncesini ve talebini Birleşmiş Miletler Genel Kurulu’nda gösterdiği haritayla ve ortaya koyduğu planla herkese duyurmuş ve bütün BM devletlerinden böyle bir projenin başarılması için destek istemiştir. Bu projenin Kürt soykırım projesi olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. AKP-MHP faşist yönetiminin böyle bir soykırım projesini başarıya götürerek ayakta kalmak ve iktidar ömrünü uzatmak istediği açıktır.
Orta Asya’dan günümüz Türkiye’sine kadar Türk egemenlik sisteminin gösterdiği iki temel karakter söz konusudur. Bunlardan birincisi, hep dünyanın en büyük gücünden yana olarak kendini yaşatma tutumudur ya da politikasıdır. İkincisi ise, var olan dengelerden yararlanıp güç devşirerek ve bunu toplumu ezmede kullanarak kendi egemenlik sistemini var etme ve sürdürmedir. Orta Asya’dan bu yana kurulan Türk devletleri denen siyasi gelişmeler incelendiğinde bu karakter net olarak görülecektir. Nitekim bu sürecin son halkası olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de tamamen bu iki karaktere dayalı olarak kurulduğu, günümüz AKP-MHP faşist yönetiminin böyle bir ikili özellik temelinde TC varlığını sürdürmeye çalıştığı açıktır.
19. yüzyılda Osmanlı sisteminin İngiliz-Fransız-Rus çelişkilerine dayanarak ayakta kaldığı, ömrünü bir süre daha uzattığı bilinmektedir. Yine Birinci Dünya Savaşı ardından yerkürenin ilk büyük imparatorluğu olduğu ifade edilen “Britanya İmparatorluğu’nun” çıkarları temelinde mevcut TC Devleti’nin ortaya çıkartılıp kurulduğu açık bir gerçektir.
Söz konusu bu devletin İkinci Dünya Savaşı ardından da 1952’de NATO’ya girerek ve ABD ile ikili ilişkilerini geliştirerek, kendisini dünyanın en büyük gücüne dayandırıp ayakta kalmayı öngörmüş olduğu açıktır. Bir yandan NATO’nun gücüne dayanarak, diğer yandan var olan dengelerden güç devşirmeye çalışarak kendi faşist-sömürgeci- soykırımcı zihniyet ve siyasetini sürdürmüş, günümüzde Kürt soykırımı temelinde yüz yıldır Kürt, Ermeni, Süryani ve Rum toplumlarına dayattığı soykırımı başarılı bir sonuca götürmek istemektedir. Günümüzde AKP-MHP faşist yönetiminin söz konusu politikaları çok yönlü ve etkili bir biçimde uygulamaya çalışmaktadır.
Tayyip Erdoğan öncülüğündeki AKP çıkışı başlangıçta son derece dikkatli ve pragmatist yöntemler kullanan bir çıkıştı. Necmettin Erbakan’ın milli görüşünden ayrılarak ABD onayıyla bir siyasi hareket haline gelmeye yöneldiğinde tamamen böyle bir karaktere sahipti. Uzun süre de böyle bir yapıyla ve daha çok da dengelere oynayarak oralardan güç devşirerek iktidarını güçlendirmeye ve ayakta kalmaya çalıştı. Fakat daha sonra, özellikle Tayyip Erdoğan kişiliği iktidar ömrünü uzatmanın, Kürt düşmanı sömürgeci-soykırımcı TC iktidar ve devlet sistemiyle tamamen uzlaşmakta ve bütünleşmekte olduğunu görerek, derin devlet denilen sistemle böyle bir ittifaka ve birliğe yöneldi. Birbiriyle çok karşıtmış gibi görünen AKP-MHP uzlaşması işte böyle bir temelde ortaya çıktı.
Erdoğan’ı belki de süper gladyo eğitmiştir
Tayyip Erdoğan’ın pragmatizmi ve kişisel hırsıyla Devlet Bahçeli’nin faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti birleşerek günümüz AKP-MHP faşist diktatörlüğünü ortaya çıkardı. Belki de Süper Gladio ve derin devlet denilen yapılar tarafından Tayyip Erdoğan kişiliği bunun için eğitilip hazırlanmıştı. Bu da zayıf görülmeyecek bir ihtimal konumundadır. Örneğin Necmettin Erbakan’ın milli görüş hareketi içerisinde kendisini gizleyerek belli bir güç ve formasyon kazandı. Diğer yandan AKP pragmatist çıkışıyla dengelere oynayarak birçok çevreyi harekete geçirip onlarda umut, beklenti yaratarak kendisini daha çok geliştirip güçlendirdi. Başkalarını yanıltan bir gizlilik temelinde kendisini var etti. Artık gizliliğe gerek kalmadığı, yeterli güce ulaştığı, dolayısıyla esas rolünü açık bir biçimde oynaması gerektiği zaman da Devlet Bahçeli’nin MHP’si ile birleşerek, son yedi yıllık faşist diktatörlüğü ortaya çıkardı. Bu da yabana atılır bir olasılık değildir.
Şimdi AKP-MHP faşist-soykırımcı iktidarının da gösterdiği iki temel karakter, tarihten beri Türk egemenlik sisteminin taşıdığı karakter olmaktadır. Birincisi, en büyük güce dayanmak, yani büyük gücün işbirlikçisi olarak var olmak, kendini etkili hale getirmek; İkincisi ise, dengelere oynayarak, oralardan güç devşirerek ve bu gücü yalanla, hileyle, demagojiyle toplumu aldatıp tüm ezilen toplumsal kesimler üzerinde, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, halklar üzerinde baskı, zulüm ve sömürü olarak hayata geçirerek kendi egemenlik sistemini var etmek ve sürdürmektir. Tayyip Erdoğan’ın izlediği politik çizgi araştırılırsa gerçeğin böyle olduğu rahatlıkla görülecektir.
Günümüzde de AKP-MHP faşizminin izlediği temel politik tutumlar tamamen böyle olmaktadır. Örneğin, bir yandan günümüz dünyasının en büyük gücü olan NATO’ya dayanmakta ve her türlü faşist-sömürgeci-soykırımcı uygulamalarını NATO’dan aldığı güçle gerçekleştirmektedir. Unutmayalım ki aslında Türkiye’yi mevcut devlet mi yönetiyor yoksa NATO mu yönetiyor belli değildir. NATO’nun Türkiye masası, üst bir Türkiye yönetimi olarak rol oynamaktadır. Biz bunu geçen mücadele süreci içerisinde, NATO çevrelerinin yaklaşımında, özellikle Almanya Devleti’nin tutumlarında net bir biçimde gördük. Bütün askeri darbelerin NATO’ya dayalı gerçekleştiği, 15 Ağustos 1984’te başlayan Kürt gerillasına karşı 1985 Haziran’ından bu yana savaşı bizzat NATO’nun örgütleyip yürüttüğü bilinen bir gerçektir.
PKK gerillası karşısında defalarca yenilmiş olmasına rağmen TC Devleti’nin hala ayakta kalması, AKP-MHP faşizminin ayak diretmesi, hatta PKK’yi ezeceği iddiasında bulunmasının temel dayanağının NATO olduğu ve oradan alınan destek ve güvenle bunların yapıldığı bilinen bir gerçektir. Nitekim defalarca yenilmiş olan Türk Ordusu ve TC Devleti, NATO tarafından yeniden destekler verilerek ayağa kaldırılmış, diriltilmiş, yaşar ve savaşır kılınmıştır. AKP’nin iktidara getirilişi de, AKP-MHP ittifakının sağlanması da, yedi yıldır Çöktürme Eylem Planı temelinde Kürt soykırımını gerçekleştirmek üzere stratejik topyekun bir faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırının yürütülmesi de böyle bir küresel NATO desteği temelinde olmaktadır. Günümüzde Tayyip Erdoğan yönetiminin NATO’dan ne tür destekler aldığı, Türk Ordusu’nun, TC Devleti’nin NATO’nun en modern silahlarını kullandığı, tehdit, şantaj ve ticaretle Türkiye’nin nasıl her türlü imkanı NATO’dan elde ettiği açıktır. En son İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma istemi karşısında sürdürülen pazarlık bu gerçeği çıplak bir biçimde gözler önüne sermiştir.
İnsanlık dışı uygulamalarını NATO’ya dayanarak uyguluyor
TC kimdir? AKP-MHP faşizmi nasıl bir politika izlemektedir? TC, NATO ilişkileri nasıl yürümektedir? Kürt soykırım savaşı karşısında NATO’nun durumu nedir? Bu soruların cevabı söz konusu pazarlıkla net bir biçimde açığa çıkmıştır. Çeşitli talepler bir liste biçiminde ortaya konsa da onların çoğu maskeleyici özellik taşıyor. Gerçek olan Kürt gerillasına karşı, PKK’ye karşı, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine karşı yürütülen soykırım savaşına, Kürdistan’ın diğer parçalarını işgal ve tüm Kürdistan’da yürütülen soykırım savaşına NATO’nun daha fazla destek vermesi, dahası böyle bir savaşı sahiplenip üslenerek yürütmesi, dayatmasıdır. Tayyip Erdoğan yönetimi tamamen böyle bir dayatma içerisindedir. Her türlü silahı buna dayanarak elde etmek istiyor. Hem de bunu İsveç’ten, Finlandiya’dan, NATO’dan almaya çalışıyor. Kendisine yönelik her türlü silah satım engelini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bütün NATO’yu AKP-MHP’nin faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetine getirmek istiyor.
Kürt’ün sesinin hiç çıkmaması, nefessiz kalması için her şeyi yapıyorlar. Her şey Türk’e göre, AKP-MHP faşizmine göre olsun istiyorlar. Tek konuşma, yaşama, söz söyleme hakkı faşist şeflerin, AKP-MHP’nin olsun diyorlar. Kürt’ün elinden bütün bunlar alınsın. İsteği ve çabası bu temeldedir. Kürt’e dair ne varsa ‘terörizm’ diyerek herkesin önüne suç olarak getiriyor. Soykırımcı zihniyet ve siyaset pratiğini “terörizme karşı mücadele” maskesi altında gizleyip sürdürmek istiyor.
Bu noktada bazı çevreler, “Gerekirse NATO’dan çıkılır, NATO’ya tavır konulur” gibi şeyler söyledi. Bunların hepsi gerçeği yansıtmayan görüşlerdir. Türkiye bir defa NATO’ya girmiştir. Çökmedikçe çıkmaz da. Onun tarihsel gerçeği budur, dünyanın en büyük gücü kimse ona dayanacaksın, ona işbirlikçilik yapacaksın. Türk egemenlik sisteminde, Türk egemenlerinin yönetim sanatında bu bir ilke gibidir. Günümüzde de en büyük siyasi-askeri güç NATO olduğuna göre ve NATO’ya bir kere girmiş bulunduğuna göre, ne yapılırsa yapılsın TC’nin NATO’dan çıkması gibi bir şey kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü kendisi NATO ile var. Her türlü faşist-sömürgeci-soykırımcı zulmü, insanlık dışı uygulamalarını NATO’ya dayanarak, oranın desteğiyle uyguluyor. Dikkat edelim, Ukrayna’da olanlardan dolayı dünya ayağa kalkıyor. Halbuki Kürdistan’daki bombardımanlar, AKP-MHP faşizminin Kürt gerillasına, halkına karşı yürüttüğü saldırılar, Kürt coğrafyasında yaşanılanlar Ukrayna’nın on katıdır. TC’nin Kürt halkını, Kürt gerillasını bombalaması, Kürdistan’da soykırım uygulaması olunca sessiz kalıyorlar. Örneğin Ukrayna Savaşı ortaya çıktığında hem Ukrayna hem de Rusya ile en çok ticaret ilişkilerine sahip olan devletlerden bir tanesi de TC devletiydi. AKP-MHP faşist yönetimi bunu yürütüyordu. Dolayısıyla savaş çıktığında başlangıçta en çok etkilenen, zarar gören, bu savaştan ürken, korkan AKP-MHP faşizmi oldu.
Gelinen aşamada bu dengeci tutumlardan elde ettiği imkanları Kürt soykırımında kullanmak istiyor. Türkiye halklarını faşist baskı, terör ve sömürü altına almakta kullanmak istiyor. Türk milliyetçiliğini, ırkçılığını, şovenizmini geliştirmekte kullanmak istiyor. MHP’nin İttihat ve Terakki’den gelen Türk İslam sentezciliğine dayalı Turancı, Kızıl Elmacı ideolojisini, zihniyetini eğitimle, propagandayla, sanatla, edebiyatla, siyasetle, ekonomiyle her yolla Türkiye toplumuna hakim kılmaya çalışıyor. Öyle ki ciddi bir beyin yıkama hareketi, ırkçı-şoven-milliyetçi şahlanışı Türkiye’de geliştirme çabası yürütülüyor. Buna girmeyen, AKP-MHP faşizmine teslim olmayan herkese karşı ağır bir baskı ve zulüm yürütüyor. Öyle ki Hitler diktatörlüğünün bile uygulamadığı faşist bir terörü ve zulmü uyguluyor. Diğer yandan Rusya ve İran’ı geliştirdiği ilişkiler nedeniyle susturmak istiyor. Yine NATO ilişkileriyle NATO’yu susturmak istiyor. Türkiye’de yaşanan bu baskı, zulüm ve katliamlara karşı adeta hiç kimseden ciddi biçimde ses çıkmayacak hale getirmek istiyor.
Bu noktada şu hususları belirtmek gereklidir: Küresel kapitalist modernite sisteminin beş bin yıllık iktidarcı-devletçi egemenliğin durumunu en iyi TC Devleti’ne ve AKP-MHP faşizmine bakarak insan anlayabilir. Gerçekten sistem nasıl bir çözülüş ve çöküş içerisinde? Nasıl derin bir kriz ve kaosu yaşıyor, nasıl çıkışsızdır, dolayısıyla ömrünü uzatmak için ne tür hile, oyun, baskı, terör, zulüm ve katliam geliştiriyor? Bunların hepsini AKP-MHP faşizmine ve TC Devleti’ne bakarak insan daha iyi görebilir. Sistemin en iyi örneği TC Devleti ve AKP-MHP faşizmidir. Bunu kapitalist modernite sistemi de görmekte ve bütün kurumlarıyla TC Devleti’ni, AKP-MHP faşizmini yaşatabilmek için çaba harcamaktadır. Bunlar gözle görünen gerçeklerdir.
Önder Apo’nun direnişini engelleyemedi
Fakat diğer yandan ise Kürt halkının gösterdiği direniş, Türkiye halklarının devrimci-demokratik güçlerinin direnişi, dünyanın devrimci-demokratik güçlerinin direnişi, aydınlarının ve sanatçılarının verdiği destek gerçekten AKP-MHP faşizmini, TC Devleti’ni iyice teşhir etmiştir. Tüm maskelerini düşürmüştür. Nasıl çıplak bir Hitlerciliğin, Musoliniciliğin, Saddamcılığın Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli şahsında yaşandığını açık bir biçimde ortaya koymuştur.
Şunu görmek lazım: AKP-MHP faşizminin geleneksel Türk egemen siyasetini yürütmesi, dengelerden yararlanmaya, her türlü imkanı kullanmaya, NATO’nun, ABD’nin desteğini en ileri bir biçimde almasına rağmen Kürt halkının ve dostlarının direnişi karşısında ömrünü uzatmakta, ayakta kalmakta, çöküşünü önlemekte, zafer kazanmakta zorlandığı açık bir gerçektir.
Hem ABD ve dış güçler hem KDP, işbirlikçi camia söz konusu planlı saldırılarla Türkiye’nin çok zorlanmadan sonuç alacağını, dolayısıyla PKK’nin ezilip imha edileceğini sanıyorlardı. Böylece 2015 Temmuz’undan bu yana Tayyip Erdoğan yönetimine güç ve destek verdiler. Onun başarılı olmasını beklediler. Fakat gerçek öyle olmadı. Hiçbir hukuk ve ahlak kuralı dinlemeden yürüttüğü işgal saldırılarına rağmen AKP-MHP faşizmi Kürt halkının iradesini kıramadı. Önder Apo’nun direnişini engelleyemedi. Gerillayı yenemedi. PKK’yi teslim alamadı. Bedeli ağır da olsa Önder Apo, gerilla, Kürt kadını ve genci, Kürt halkı ve dostları, söz konusu planlı saldırılara karşı kahramanca direndi, planları bozdu, saldırıları kırdı ve TC’nin zaferini önledi. AKP-MHP faşizminin tüm planlarını yenilgiye uğrattılar.
Bu temelde 2021 yılı bir sonuçtu. Şubat ortasında Gare’de AKP-MHP faşizmi yenilmiş ve iradesi kırılmıştı. Dolayısıyla 2008’de Zap’ta olduğu gibi AKP-MHP faşizminin yönetimden düşmesi gerekiyordu. Fakat dış güçler ve KDP işbirlikçiliği destek verip teşvik ederek Zap, Avaşin ve Metina’ya dönük işgal saldırılarını gerçekleştirmesini sağladılar. Böyle bir saldırıyla da kısa sürede sonuç alacaklarını umut ettiler. Her türlü desteği verdiler. 2021’in güzü geldi, plan zamanları geçti. Defalarca süreyi uzattılar. Sonuç olarak gerillanın kahramanca direnişi karşısında başarısız kaldılar. Gerillayı ezemediler, PKK’yi yenemediler. Kürt halkının dört parça Kürdistan ve yurtdışında gerilla öncülüğündeki “Dem Dema Azadiyeye” direniş hamlesini yürütmesini engelleyemediler. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen bu büyük devrimci mücadeleyi zayıflatamadılar, kıramadılar. Dolayısıyla derin bir yenilgi yaşadılar.
Gerilla direnişi tüm planlarını bozdu
AKP-MHP faşizmi iktidarını uzatmak için, dolayısıyla küresel kapitalist sistemi ayakta tutabilmek için bir çıkış bulmaya çalışıyor. Kendi iktidarını buna dayanarak sürdürebileceğini sandı. Çok yoğun bir güçle, dış ve işbirlikçi destekle saldırırsa gerillayı kaçırtabileceğini, ezebileceğini, belli alanları hızla işgal edebileceğini, dolayısıyla bunun oluşturduğu havayla seçim yaparak ya da seçim yaptı sayarak yeniden kendisini TC Devleti’nin yönetimi yapmayı hesapladı ve planladı. Böyle de bir saldırı yürüttüler. Zap Savaşı’nı tamamen bu temelde anlamak gerekiyor. Bu savaşın 5 bin yıllık iktidar ve devlet egemenliği ile ona karşı halkların direnişi içinde yeri var. Kapitalist modernite sisteminin saldırıları ve ona karşı direnişte yeri var. Bu savaşın TC Devleti’nin Rojava ve Başûr Kürdistan’ı işgal etme, Misak-ı Milli sınırlarını ele geçirme stratejik planıyla ilişkisi var. Bu saldırının AKP-MHP faşizminin ömrünü uzatma politikasıyla bağı vardır. Çok yönlü bir saldırıdır. Tarihi anlamı derin olan, siyasi anlamı çok boyutlu olan stratejik bir saldırıdır. AKP-MHP faşizmi ve onu saldırıya geçiren güçler kolaylıkla bu saldırıdan sonuç alacağını düşündü, hesapladı. Fakat hesapladıkları, umut ettikleri sonucu alamadılar. HPG ve YJA-Star gerillasının kahramanca direnişi, fedai çizgisindeki savaşlarıyla AKP-MHP çetelerine vurduğu ağır darbeler faşizmin tüm planlarını bozdu.
Dolayısıyla Zap’ta başarısız kalan, aradığı çıkışı yapamayan AKP-MHP faşizmi saldırılarını farklı alanlara yapmaya çalışıyor. Durmadan Rojava Kürdistan’ına, Şehba’ya, Kobanê’ye, Til Rifat’a saldırıyor. Rojava’ya dönük yeni işgal saldırı planlarını gündeme getiriyor. Rojava halklarını, oradaki siyasi güçleri tehdit ediyor. Oradan da istediği sonucu elde edemedi.
AKP-MHP faşizmi bir yandan bütün bunlarla Türkiye gündemini elinde tutmaya çalışıyor, gündem belirliyor. Gerçek yüzü açığa çıkmasın, toplumlar gerçeği görmesin, dolayısıyla yenilgisi tartışılmasın, maskesi düşmesin diye sürekli gündemi elde tutmaya çalışıyor. Diğer yandan ise çıkış arıyor. Gerçekten de Ukrayna Savaşı’nın sonuçlarından aldığı kısmi destekle Zap ve Avaşin’de kolay bir başarı kazanıp zafer ilan ederek kendisini yeni bir fatih haline getireceğini sanırken Zap’ta gerçek bir bataklığa saplandı. Tam bir çıkmaza girdi. Aslında kilitlendi. Kendisi kilit vuracağını sanırken, Zap kilidine düştü. Şimdi ne ileri gidebiliyor ne geri çıkabiliyor. Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli kaçsa 2008 sonrası Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ’un düştüğü duruma düşecekler. İleri gidemiyor ve her gün gerilla onlarca AKP-MHP çetesini vuruyor. Çünkü gerilla fedai çizgisinde savaşıyor. Kürdistan’ın özgürlüğü için inancı, amacı ve bilinci var, tecrübesi, askeri eğitimi ve hazırlığı var. AKP-MHP çeteleri tam bir faşist-ırkçı yönlendirmeyle, parayla satın alarak Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin talimatlarıyla buralara havadan helikopterlerle gerillanın üzerine atılıyor ve vuruluyorlar. Ağır darbeler yediler ve çıkmaza girdiler.
Kürt halkının kadınlar ve gençler öncülüğünde yürüttükleri özgürlük ve demokrasi mücadelesini doğru anlamak gereklidir
Bu savaş, merkezi tekelci uygarlığa karşı demokratik uygarlık güçlerinin savaşı oluyor. Tekelci uygarlık güçleriyle, demokratik uygarlık güçleri Kürdistan’da savaşıyor. Kapitalist modernite güçleriyle, demokratik modernite güçleri Kürdistan’da savaşıyor. Faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ile özgürlükçü, farklılıklara dayalı eşitlikçi, demokratik zihniyet Kürdistan’da savaşıyor. Kürdistan, 5 bin yıldır toplumsal gelişmeye ters düşen bir sapma olan iktidar ve devlet sistemine karşı halkların kadın özgürlüğüne ve toplumsal ekolojiye dayalı demokratik sistemini ve özgür yaşamını ortaya çıkartmayı, alternatif bir dünya yaratmayı hedefleyen bir savaşa sahne oluyor.
O halde 39’uncu 15 Ağustos Atılım yılında Kürdistan Özgürlük Mücadelesini daha doğru anlamak ve dar ele almamak gereklidir. Bu temelde Kürt halkının kadınlar ve gençler öncülüğünde dünyanın dört bir yanında, dostlarının da desteğiyle yürüttükleri özgürlük ve demokrasi mücadelesini doğru anlamak gereklidir.
Zap, Avaşin ve Metina merkez olmak üzere Kürdistan’ın kuzeyinde, güneyinde, batısında, Türkiye’nin metropollerinde Kürt gençlerinin gerilla ve öz savunma temelinde yürüttükleri kahramanca özgürlük savaşını doğru ele almak lazım. Evet, bu savaş bir özgürlük, bir demokrasi savaşı, eşitlik ve adalet savaşıdır. Ama yerel özellikleri olduğu kadar evrensel özellikleri de olan, ulusal boyutları olduğu kadar küresel boyutlara da sahip olunan bir savaştır.
Zap ve Avaşin’de HPG ve YJA-Star gerillaları öncülüğünde Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi kapsamında yürütülen savaş; AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratmak, Kürdistan’da Demokratik Özerklik çözümünü ortaya çıkartmak için yürütülen bir savaştır.
Bu savaş, TC’nin sahip olduğu faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratarak, Türkiye ve Kürdistan’da bir zihniyet devrimini gerçekleştirme savaşıdır.
Bu savaş, Kürt sorununu çözerek, Kürdistan’ı özgür hale getirerek, bu temelde başta Türkiye olmak üzere Arap sahasını ve İran’ı, dolayısıyla tüm Ortadoğu’yu demokratikleştirme savaşıdır.
Bu savaş, Kürt özgürlüğü ve Ortadoğu demokratikleşmesi temelinde 5 bin yıllık tekelci uygarlık sisteminin yaşadığı kriz ve kaostan insanlığı çıkarma, 3’üncü Dünya Savaşı’nı sona erdirme, dünyayı Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm temelinde özgürce yaşanır bir coğrafya haline getirme savaşıdır.
Bu savaş, Kürt savaşı olduğu kadar Türk, Arap ve Fars savaşıdır da. Kürtlerin ve bölge halklarının savaşı olduğu kadar tüm insanlığın özgürlük ve demokrasi savaşıdır.
O halde çözüm Kürdistan’da yürütülen özgürlük mücadelesindedir. Kürdistan’ın stratejik konumu, Kürt sorunundaki çözümün Ortadoğu’da demokratikleşmeye yapacağı katkılar, küresel düzeyde demokratikleşmeyi hedefliyor, geliştiriyor. Dolayısıyla kapitalist modernite sisteminin aşılması temelinde 3’üncü Dünya Savaşı’ndan insanlığın çıkışını hedefliyor.