HABER MERKEZİ – KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Stêrk Tv’ye verdiği röportajın ikinci bölümünde birçok önemli konuya yer verirken Kürdistan geliştirdiği eylemlere ilişkin önemli değerlendirmelere yer verdi. Cemil Bayık faşist TC devletinin zayıfladığını ve gençlerin TC faşizmine ağır darbeler vurmalarını gerektiğini belirterek “Gençlerin eylem çizgisi böyle olmamalı, başkaca eylemler yapmalılar, düşmana darbe vurmalılar. Onlardan istenen budur. Gerçekleşen eylemler, fakat dediğim gibi yeterli değil. Üstelik bu eylemler geri düzeyde. Halbuki bu rejim yıkılmaya doğru gidiyor, eskisi gibi hakimiyeti yok, kendi aralarında birçok sorunla boğuşuyorlar. İnsan kafa yorduğunda çok iyi eylemler yapabilir. ” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın Stêrk Tv’ye verdiği röportajın ikinci ve son bölümü şöyle:
Faşist rejimin tüm baskılarına rağmen Kürdistan’ın dört parçası ile dünyanın dört bir tarafında ‘Diriliş devrimi ve gerillanın bayramı’ olarak nitelendirdiğiniz 15 Ağustos, coşkuyla kutlandı. Ayrıca HDP de barış ve demokrasi talebiyle iki büyük kitlesel miting gerçekleştirdi. Demokrasi ve özgürlük direnişinin geldiği düzeyi nasıl buluyorsunuz?
Kürdistan’ın bütün parçalarında ve Kürdistan dışında Kürtlerin bulunduğu her yerde diriliş bayramı 15 Ağustos değişik birçok yöntemlerle kutlandı. Her yerde bulunan halkımıza bundan dolayı teşekkür ediyorum, onlara saygılarımı ve bağlılığımı belirtiyorum. Bu ruhla bizler her şeyi elde ettik ve bu ruhla da devam edeceğiz. Bu ruh sadece o dönem için gerekli değildi, Kürt halkı sürekli bu ruha ihtiyaç duyacaktır. Bu ruhla birçok devrim gerçekleştirildi, birçok değer yaratıldı ve Kürt halkı dünyada kendisini örnek hale getirdi, Rêber Apo da halkla arasında özgürlüğün önderi haline geldi. Şayet biz bu ruhla yürümeye devam edersek daha büyük atılımlar elde edeceğiz. Çünkü bu ruh, özgürlük, demokrasi ruhudur, karşısında çıkan engelleri tanımayan bir ruhtur. Zaten Kürt halkı ve insanlık için de bu ruh gereklidir. Ancak bu ruhla hedef ve hayallerini gerçekleştirebilir.
HDP Türkiye’de bazı mitingler düzenledi, iyi mitinglerdi. Çünkü Türkiye yeni bir atmosfere girmiş durumda. Herkes mitingler düzenliyor. Sadece HDP değil, AKP-MHP faşist rejimine karşı duran bütün demokrasi ve sosyalist güçlerin eylem ve etkinlerini daha da geliştirmeleri gerekiyor. Şu ana kadar bu güçlerin attıkları adımlar evet iyidir fakat yeterli değil. Daha çok atılım yapmaları gerekiyor. AKP-MHP’nin vaziyeti ortadadır, zayıf düşmüşler, herkes sonlarının geldiğini söylüyor. Sonlarını kim hazırladı? Rêber Apo, PKK ve gerillanın yürüttüğü mücadele onların sonunu getirdi. Bu mücadele sayesinde AKP-MHP bu hale düştü. Fakat ‘Altılı masa’ da halklar ve demokrasi güçleri için bir umut yaratmıyor. Neden? Çünkü öne sürdükleri AKP-MHP’nin hizmeti anlamına geliyor. Türkiye halkı AKP-MHP’den kurtulmak için protesto gösterileri düzenlemek istiyor, fakat ‘Altılı masa’ özellikle de CHP ‘sakın tuzağa düşmeyin, meydanlara çıkmayın, seçimle her şeyi çözeceğiz’ diyerek bunu engelliyor. Bu biçimde halk hareketini pasifize ediyorlar, tam da AKP-MHP’nin isteğini gerçekleştiriyorlar. Bakıyorsunuz, AKP-MHP’nin sıkıştığı anda CHP ve diğerleri yardıma koşuyor, onları bu sıkışmışlıktan kurtarıyor. Bu da onların gerçekliğini gözler öne sürüyor. Çünkü bunların hepsi Türk devletinin siyasetini kendilerine esas alıyorlar, bir ideolojileri var ve onlar bunu kendilerine esas alıyorlar. İster iktidar olsun, ister muhalefet, bunun dışında hiçbir adımı atmıyorlar, birbirlerine bu şekilde tamamlıyorlar. Şimdiye kadar bunu sürdürdüler ve bunda ısrar etmeye devam ediyorlar. Belki halkımız bunu anlamıştır, Türkiye cephesinde de her ne kadar az olsa da, bu durum her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Bundan dolayı artık devletin resmi siyasetini boşa çıkarmak gerekiyor. Demokrasi ve sosyalist akıldan istenen budur. Faşizmle mücadele adıyla, demokrasi ve sosyalistlik adına pasifizmi dayatıp, AKP-MHP’nin belirlediği sınırlar içerisinde hareket etmemeliler. Bu durum demokrasi ve sosyalist güçler, kadınlar, Kürtler ve Aleviler için büyük bir tehlikeyi arz ediyor. AKP-MHP bir çerçeve belirliyor ve “Herkes bu çerçevenin sınırları içinde hareket etmeli” diyor. Şayet bu çerçeve içerisinde hareket etmeyenleri töhmet altında bırakıp; “Bunlar teröristtir, Türkiye’yi parçalamak istiyorlar” diyor, bu töhmetlerle onları kendi hizmetlerine alıyor.
Şimdi AKP-MHP eskisi gibi güçlü değil. Daha önce korkutarak bazı gelişmeler elde ettiler, fakat rejimleri artık yıkılıyor. Bundan dolayı da artık kimse AKP-MHP’yi eskisi gibi görmesin. Doğrudur, zulümleri büyüktür, belki bu zulüm ve baskıları sürmeye devam edecek. Aslında zulüm ettikçe kendi sonlarını getiriyorlar. Fakat eskisi gibi güçleri yok, her konuda iktidarlarını devam ettiremiyorlar, halkı nasıl kandıracaklarını ve nasıl iktidarda kalacaklarının derdine düşmüşler. Çünkü sonlarının geldiğinin farkındalar. Herkesin bunu görüp daha cesaretli mücadele etmeleri gerekiyor. Faşizm karşıtı bütün güçler bir araya gelip bazı ilkeler temelinde güçlerini birleştirmeli. Öyle her konuda değil, faşizme karşı nasıl mücadele edileceği ve demokrasi için nasıl çalışma yürütülmesi temelinde bir araya gelmeliler. Eğer bu temelde adımlar atarlarsa demokrasi güçleri çok büyük bir güç ve Türkiye siyasetinde büyük bir etki yaratabilir. Belki şu ana kadar bunu gerçekleştiremezlerdi, fakat bugün artık bunun imkanları vardır. Rêber Apo, PKK ve gerilla büyük bedeller bunun yolunu açtı. Onlardan istenen, bu yolda yürümeleri. Şayet bunu yapsalar ve cesaretli adımlar atarlarsa en büyük güç olurlar. O zaman ne AKP iktidarda kalabilir ne de onlarına yerine ‘Altılı masa’ Türk devletinin resmi siyasetini yürütebilir. AKP-MHP, Türk devletinin resmi siyasetini yürütmede zirveye ulaştılar. Bu siyasette AKP-MHP artık yapacaklarını yaptılar, yeni ve ileri bir adım atacak durumda değiller.
Bunların düşüşleri herkes için esas konu olmalı, herkes AKP-MHP’nin düşüşü için mücadele etmeli ve şu ana kadar verdikleri bedelin, yürüttükleri mücadelenin başkalarının hizmetine, Türk devletinin resmi siyasetinin hizmetine girmesine de izin vermemeliler. Demokrasi güçleri cesaretli biçimde hareket ederse Türkiye’yi demokratikleşmeye doğru götürebilir, Türkiye’de demokratik bir cumhuriyeti yaratabilirler, Kürtler ve Aleviler dahil halkların sorununu çözebilir, bunun için çözüm yollarını geliştirebilir. Bunun imkanları şu anda oluşmuş durumda. Bundan dolayı bunu daha çok kim gerçekleştirebilir? HDP bunu yapabilir. Zaten herkes bunu dile getiriyor. HDP’nin buna öncülük etmesi gerektiğini belirtiyorlar. HDP de bu umut ve beklentileri gerçekleştirmeli, yani bu görevi üstlenmeli. HDP, faşizm karşıtı bütün demokrasi güçlerini biraraya getirip harekete geçirmeli, demokrasi mücadelesini geliştirmeli, faşizme karşı demokratik bir cumhuriyetin kurulmasını sağlamalı. Eğer bunu yapabilirse ağırlığını koyup Türkiye’de değişimler gerçekleşebilir.
Seçim sürecine girildikçe Kürtlerin rolünü artık göz ardı edemiyorlar. Kendisine muhalif diyen basın dahil milyonların aktığı Newroz’larda Kürt halkının irade ve talebini görmeyenler, şimdi sözüm ona halkın taleplerine dinlemek için Kürdistan’da mitingler/buluşmalar gerçekleştiriyor. HDP ise ‘çözüm gücü biziz’ diyerek tavrını ortaya koydu. Bu çelişkili durum için neler söyleyebilirsiniz?
HDP’nin tavrı yerindedir, kendisini çözüm gücü görmeli. “Türkiye’de var olan bütün sorunları biz çözmeliyiz” demeli. Bunun için programlarını açıklamalı ve buna göre siyaset yapmalı. Bu durum hem HDP’yi hem de sosyalist olan demokrasi ve özgürlük güçlerini de güçlendirir, Türkiye’nin tamamını güçlendirir. Doğru olan da budur. Görkemli Newroz kutlamaları gerçekleşmesine rağmen Türkiye’deki siyasetçiler ve basın bunu görmezlikten geldi. Bu durum görmedikleri anlamına gelmiyor, hatta çok iyi gördüler. Yaşadıkları korkunun nedeni de bundandır zaten. Çünkü “PKK’nin sonunu getirdik, HDP de artık meydanlara çıkamıyor, Kürt halkı artık hizmetimizde olacak” diyorlardı. Böyle düşünüyorlardı. Newroz’da böyle olmadığını hatta tam tersi bir durumun olduğunu gördüler. Bundan dolayı da ortaya çıkan tabloyu gizlemeye çalıştılar. Bununla bir sonuç elde edemeyecekler. Bu onların sonunu getirecek.
Kürt halkı eskisinden daha güçlü. Kürt halkını artık kimse kandıramaz. Eskiden herkes Kürtleri kandırıp kendi amaçları doğrultusunda onları çalıştırıyordu. Fakat Rêber Apo’nun çıkışı ve Rêber Apo’nun geliştirdiği mücadele Kürt halkını bu durumdan çıkardı, uyandı ve bilinçlendi. Kürt halkı artık değer sahibi ve özgürlük aşığı, özgürlük dışında hiçbir şeyi kabul etmiyor. ‘Ya özgür yaşayacağım, ya da yaşamayacağım’ diyor. Bundan dolayı çok güçlü bir irade, karar ve fedakarlığı kendi içerisinde yaratmış durumda. Artık sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da Kürtlersiz siyaset yürütülmüyor. Kürtler siyasetin merkezinde yer alıyor, herkesin kaderini belirleyen Kürtlerdir. Eğer Ortadoğu’da yeni dengeler, statüler ve sistemler kurulacak; bu, Kürtlersiz mümkün değil. Kürt düşmanlığını yapan kaybeder. Birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki süreç ile bugünkü farklı. Türkiye’de Kürt düşmanlığını yapan aslında kendisine düşmanlı yapmış olur, kendi sonunu hazırlıyordur. AKP-MHP herkesten daha çok Kürt düşmanlığı yaptı, fakat şimdi ölüm döşeğinde. Kendisini bu duruma soktu. Bundan herkesin ders çıkartması; inkar ve imha siyasetini terk etmesi lazım. Bununla başarı elde edebilirler. Türkiye’de inkar ve imha siyasetini kim sürdürürse sonuçta kaybedecektir. Bu siyaseti kimse yürütmemeli. Şimdi AKP-MHP Türk devletinin bu siyasetini en yüksek düzeyde açık biçimde yürüttü. Ancak sonuç elde edemediler. Tam tersine Kürtler; Türkiye, Ortadoğu ve hatta dünyada siyasetin merkezine girdi. NATO’da PKK ve Kürt sorunu tartışılıyor, kararlar alınıyor. Bu neyi gösteriyor? Bu durum Kürtlerin dünya siyasetinde rol oynadığını, ister yanında isterse karşıtı olsun Kürtsüz kimsenin siyaset yapamayacağını gösteriyor. Rêber Apo geçen yıllarda ne demişti; “PKK herkese kazandırır”. PKK düşmanlığı yapanlar düşmanlıkla, PKK ile dost olanlar ise dostlukla kazanır, bu ortada duran bir gerçektir. Yani Rêber Apo ve PKK herkese kazandırıyor. Fakat geçmişte düşmanlık yapanlar daha çok kazanıyorlardı, şimdi dostluk kuranlar daha çok kazanmaya başladı, diğerleri ise gittikçe kaybediyor.
Seçimler konusuna dönersek, herkes Kürtler seçimde kilit olduğunu söylüyor. Doğrudur. Ancak doğru söylemelerine doğru bir yaklaşım sergilemiyorlar. Yine eski akıl, eski siyasetle yaklaşıyorlar; Kürtleri nasıl kandıracaklarının hesabı içindeler. Kürt katliamını tamamlamak için seçimde Kürtlerin oyunu alacaklar. Kürt insanı artık bunu biliyor. Kürt insanı yıllardır mücadele veriyor, bedeller ödüyor. Hiç kimse öyle Kürtleri kandıramaz, artık o devir kapandı. Bundan dolayı herkes Kürtlere doğru yaklaşmalı. Kürtler herkesten bu soruların cevabını istiyor: Rêber Apo’ya yaklaşımınız ne olacak? Rêber Apo’nun uğradığı haksızlığı kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Kürt sorunu için ne yapmak istiyorsunuz? Kürt soykırımına devam edecek misiniz, yoksa bu siyaseti terk edip Kürtleri bir halk olarak kabul edip haklarını teslim edeceksiniz? Demokrasi konusunda neler yapacaksınız? Kürt halk bu soruların cevabını bekliyor. Eskisi gibi artık hiç kimse Kürtleri kabul edemez. Kürt ilkelidir, hedefleri var, değer sahibidir. Öyle parayla, kandırmayla, taktilerle ve yalanlarla hiç kimse Kürtlerden destek alamaz.
Türkiye’de bazı kesimler AKP-MHP döneminin bittiğini görüyor, onların yerine de ‘Altılı Masa’dan birilerini başa getirmek istiyorlar. ‘Altılı Masa’daki bazıları da iktidara geleceklerini ümit ediyorlar. Bundan dolayı ‘helalleşeceğiz’ diyorlar. Ancak bu helalleşmeyi nasıl gerçekleştireceklerini açıklamıyorlar. Kürtleri bununla kandıramazlar. O kadar katliam yapmışsın, vahşetler yaşatmışsın, Rêber Apo ve Kürt halkı üzerinde hala bunu sürdürüyorsun. Sen savaş kararının arkasında duruyorsun, tecride destek veriyorsun, sen Kürtleri imhayı destekliyorsun, sen bu durumda nasıl Kürtleri kandırabilirsin? “Olanları unutun, helalleşelim ve hizmetimize girin” demeye getiriyorlar. Böyle bir helalleşme mümkün değil. Yine Roboskî’ye giderek Kürtleri kandırabileceklerini sanıyorlar, sözümona Kürtlerin dostu olduklarını gösteriyorlar. Kürtlerle dost olanlar tecride karşı durmalı, savaşa karşı çıkmalı, Kürt’ü kabul etmeli, Kürtlerin hakkını vermeli. “Şimdiye kadar yürüttüğümüz siyaset yanlıştı, Kürt halkına düşmanlık yaptık, Kürt halkını kabul etmek ve Kürtlerin haklarını vermek istiyoruz” dediklerinde helalleşme gerçekleşir. Aksi taktirde kendilerini kandırmış olurlar fakat Kürtleri kandıramazlar. Kürtlerin de böyle propaganda yapanları açıktan söylemeli; “Sizler soykırım siyasetine karşı mısınız? Sizler Kürt sorununu nasıl çözmek istiyorsunuz? Tecridi nasıl ortadan kaldırmak istiyorsunuz? Zindanların kapısını nasıl açacaksınız? Böyle kararlarınız var mı yok? Bunları açıktan söyleyin.” Bu şekilde baskı oluşturmalı. Ya bunların adım atması gerekiyor, ya da soykırım siyasetini yürütmeye devam edecekler. Bizler de bunun anlaşılmasını istiyoruz, doğru olan da budur.
Son dönemlerde insanın içini acıtan bir başka durum da Kürdistan doğasına karşı devreye konulan yıkım ve talan siyasetidir. Her ne kadar bu konu özellikle sanal medya ağlarda gündem olduysa da doğa kıyımına karşı gösterilen tepki ve Kürdistan’ın doğası karşısında sergilenen ikiyüzlülük için neler söyleyebilirsiniz?
Bu sessizlik ve ikiyüzlülük, Türk devletinin siyasetinden kaynaklıdır. Çünkü Türkiye’de resmi bir siyaset var ve bu herkesin zihniyetine hakimdir. Bakıyorsunuz, diğer meselelerde demokrat, liberal, sosyalistler fakat Kürt meselesi karşılarına çıktığında hepsi Türk devletinin hizmetine giriyor, Türk devletine sahip çıkıyor. Türkiye’de bu zihniyet değişmediği sürece bu ikiyüzlülük ve sessizlik devam edecek, bu katliam ve talan devam edecek. Bundan dolayı herkesin Türkiye’deki devlet zihniyetinin değişmesi için çalışması gerekiyor. Rêber Apo da bu çalışmayı yürütüyordu. Türkiye’de devlet zihniyeti değişmediği sürece Türk devleti ırkçılıktan, katliamlardan, soykırımlardan, tutuklamalardan, öldürmekten ve zorla göç ettirmekten vazgeçmeyecektir. Bu durum onlarca kez ispatlanmıştır. Türk devletinin gerçekliği budur, lakin bu esas üzerinde kurulmuş ve varlığını sürdürüyor. Eğer Türkiye halkı; aydını, sanatçısı, yazarı, solcusu hedeflerinde başarılı olmak istiyorsa, bunun yolu Türk devlet zihniyetinin değişiminde geçer. Bu zihniyet değişmediği sürece yaşadıklarını yaşamaya devam edecekler, hatta belki daha fazlasını da yaşayabilirler. Gerçek olan budur.
Türk devleti Kürt düşmanıdır, Kürt ve Kürdistan adına ne varsa ortadan kaldırmak istiyor. Bunu gizlemiyor da, açıktan söylüyor, “hedefim budur” diyor. Kendisini bu hedefe kilitlemiş, kaderine buna bağlamış. “Ya ben Kürtleri yok ederek iktidarımı sürdürüyorum ya da yok olacağım” diyor. Türkiye’de iktidara gelenler de bu esas üzerinde iktidarda kalmışlar. Kürt soykırımının devam etmesinden yana olanlar iktidara gelmişler, bunda sonuçlar da iktidarda kalmışlar. Aksi taktirde iktidarda kalmaları mümkün değil. AKP-MHP soykırımı sürdürme sözü verdi ve ellerindeki bütün imkanları kullanmalarına rağmen sonuç elde edemediler ve bundan dolayı da bu iktidarın sonu geliyor. Sınır tanımadan sergilediği düşmanlığın nedeni budur. Ağaçları kesiyor, her yeri bombalıyor, baraj inşa ediyor, zorla göç ettiriyor, tutuklama ve işkence ediyor, zindanlarda ölümleri gerçekleştiriyor, elinden geleni yapıyor, her açıdan Kürtlerin yaşama olanaklarını ortadan kaldırıyor.
İşte Dersim ve Botan’da ağaçları kökünden kesmek sadece ağaçları satıp para elde etmekle açıklanamaz. Bu, soykırım siyasetinin sonucudur. Herkesin bunu böyle anlaması gerekiyor. Kürdistan doğasına saldırmalarının nedeni soykırım yapmak istedikleri içindir. Çünkü Kürt halkı doğasıyla yaşamını sürdürebilir. Tabiat, yaşamın kaynağıdır. Şayet bu kaynağı kurutursanız yaşam diye bir şey ortada kalmaz. Kürt halkının bugün zor durumlarda yaşaması ve engellerle karşılaşmasının bir nedeni de bundan dolayıdır. Çünkü her açıdan bir tahribat söz konusudur, ölüm ve ortadan kaldırma vardır. Böyle bir durumu yaşayan bir halk yaşamını tabii ki zorluklar içerisinde sürdürür. Halkımızın bu zorlukları aşması gerekiyor, bunun yolu da Türk devletinin Kürdistan’da sürdürdüğü siyaseti kabul etmemekten ve buna karşı cesaretli durmaktan geçer. Türk devleti öldürebilir, fakat zaten bunu her gün yapıyor. Kürt halkının yaşam temellerini ortadan kaldırıyor. Bu biçimde Kürt halkının tamamını öldürmek istiyor. Onların siyasetine karşı durmak ve bedel ödemek soykırımın önüne geçmektir. Bu, sana vatanını, toprağını, değerlerini, özgürlüğünü ve kimliğini kazandıracak. Bakıyorsunuz, kadınlar öldürülüyor sessiz kalınıyor, ormanlar kesiliyor sessiz kalınıyor, her yer bombalanıyor sessiz kalınıyor, barajlar yapılıyor sessiz kalınıyor, zindanlarda insanlar idam ediliyor sessiz kalınıyor, bu kabul edilemez. Bu sessizliğin sona ermesi gerekiyor, artık halkımızın “yeter” demesi gerekiyor. Her ağacın kesilmesi bir serhildan gerekçesidir, her kadının katledilmesi bir serhildan gerekçesidir, maden ocakları adı altında bir yeri talan etmeye kalkışmak bir serhildan gerekçesidir, arazilerin talan edilmesine izin verilmemeli. Şayet herkes bir araya gelip gücünü birleştirirse Türk devleti bunlardan hiçbirisini gerçekleştiremez. Eğer bunları yapıyorsa sessizlik yüzünden yapıyordur. Herkes birbirini bekliyor, bu yanlış. Hiç kimse birbirini beklememeli. Herkes talan edileni kendi malı-mülkü görmeli ve karşı çıkmalı. Öldürülen kadını kendi kızı ve eşi olarak görüp ona sahip çıkmalı. Tüm bu yaşananları serhildan gerekçesi yapmalı. Şayet bunu yaparsa düşman bu siyaseti sürdüremez.
Irak’ta bir kaos yaşanıyor. Tabii bu kaosun nedenlerinden biri Türk devletinin Zaxo’da gerçekleştirdiği katliam sonrası ortaya çıkan protesto gösterileriydi. Siz Irak’ın son durumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Perex’de katliamı yaşandığında Irak halkı içinde güçlü bir tepki ortaya çıktı, öyle görünüyor ki bu tepki daha da güçlenecek. Bu durum Kürt halkını, diğer bölgelerdeki Arap halkını etkileyecek ve Türkiye’ye karşı çok güçlü bir hareketi ortaya çıkaracak. Kürt halkının bu durumdan fayda sağlayacağını, Kürtler ve PKK’ye karşı yürütülen konseptin darbe alacağını gördüler. Bundan dolayı bu duruma müdahale ettiler ve gündemi değiştirdiler. Türk devletine karşı gelişen tepkiyi İran’a tepkiye dönüştürdüler, Türkiye’yi ve Perex katliamını gündemden çıkardılar. Irak ve Ortadoğu’da bambaşka bir gündem yarattılar. Halbuki Perex katliamı gündemden çıkartılacak bir konu değil, bu katliamın sürekli gündemde tutulması gerekiyor. Bu katliam öyle tesadüfü gerçekleşen bir katliam değildi. Bununla Türkiye’ye karşı kimsenin durmamasını sağlamak için Güney Kürdistan halkını, Türkiye’ye karşı duranları korkutmak istediler. Lakin Türkiye’nin hedefleri var; Misak-i Milli’yi; Musul ve Kerkük ile Güney Kürdistan’ı ele geçirmek istiyorlar. Buraları ele geçirmeleri Irak’ın siyasetinde iktidar olmak demektir, böylelikle Irak’ın tamamı Türk devletinin hizmetine girmiş olacak. Bunu elde etmek için halkı göç ettirmeleri gerekiyor. Zira işgali geliştirmek ve Irak’taki iktidarı ele geçirmek için karşılarında kimse olmamalı. Irak’ın da zayıf olduğunu görüyor, karşılarında duracak güce sahip değil. Barzani de onlardan yana, hatta Irak’ta da bazı kesimler onlarla birlikte hareket ediyor. NATO üyesi olduğu için NATO da onlara karşı çıkmıyor, hatta onlara destek veriyor.
Seçimler sonrası Barzani, Sadır ve diğerleriyle bir hükümet oluşturmak istediler. Hükümetin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı’nı da ele geçireceklerini sanıyorlardı, bu temelde de yeni adımlar atmayı planlıyorlardı. Erdoğan’ın kendisi bile “Seçimlerle Irak’ta yeni bir durum ortaya çıkacak” diyordu. Türkiye, Barzani ve yeni oluşan hükümet NATO’nun da desteğiyle PKK’nin kökünü kazıyacaklardı, ardından da Kürt soykırımını tamamlayacaklardı. Fakat bu plan tutmadı. Gerçekleşen ise başka bir plan oldu. İran’la dost olup hükümet kurmak isteyenler, onların planını bozdu. Kısacası Irak’ta ABD ile bağlantılı çelişkiler sürüyor. Seçimden sonra süreç planladıkları gibi yürümedi. Bu plan gerçekleşmediği için de gittikçe iç savaşa sürüklendi. İç savaşın ortaya çıkıp çıkmayacağı henüz belli değil. İç savaştan yana olmayanlar bazı isimler üzerinden bir hükümet kurma gayesi içindeler, bir dönem bu hükümetle yürüdükten sonra seçime gitmeyi planlıyorlar. Ancak bu da çok yürümeyecek. Çünkü geçen seçimde halkın yüzde 80’nin seçime katılmadığını gördük, bu bir gerçekliği ifade ediyor; halkın bu partilerden ve bu siyasetten memnuniyetsizliğini gösteriyor.
Halk, Irak’ta köklü değişimler istiyor, birçok kez de bunu dile getirdi. Bundan dolayı seçimlerin yenilenmesi de Irak’ın içinde bulunduğu sorunlara çözüm getirmeyecek. İç savaş ihtimali de vardır. Şayet Irak’ta böyle bir durum yaşanırsa bu Irak’ı parçalanmaya götürecek, büyük tehlikeleri beraberinde getirecek. Türkiye, Irak’ın istikrarsızlığından yana. Irak’ta istikrarın olmamasının en önemli nedeni Türkiye’nin kendisi. İşte Barzani ve bazı Sunni gruplarla ilişkisini kullanıyor, Irak da zaten zayıf ve Irak’ı baskı altına alıp çözümün gelişmesini engelliyor. Türkiye, Irak’ı çelişkilerle zayıf tutarak hedeflerini gerçekleştirmenin gayesi içinde, yani Musul ve Kerkük’ü ele geçirmek. Zaten oralarda da sonuç elde etmek için çalışmalar yürütüyorlar.
Hatta Irak iç savaş sarmalına sürüklenirse, Barzani ile birlikte Şengal ve Maxmur’a da saldırabilirler, Medya Savunma Alanları’na yönelik de daha kapsamlı saldırılar başlatabilirler. Tüm bunlar ihtimal dahilindedir, herkesin bu ihtimali gözeterek tedbirlerini alması gerekiyor. İç savaşın yaşanmaması bu tehlikenin ortadan kalktığı ve sorunlar çözüm yoluna girdiği anlamına gelmez. Yeni kurulacak hükümet de Türkiye, KDP ve Barzanilerin siyasetini sürdürecek. Bu durum yeni sorunlar yaratacak. Bundan dolayı Irak herkes için önemli bir sahadır, herkesin eli içindedir. Bu hem Irak hem Ortadoğu için yeni tehlikeleri beraberine getiriyor. Irak’ın parçalanmasının önüne geçilmesi, demokratik bir Irak’ın geliştirilmesi Ortadoğu’yu da etkileyecek. Her iki durumun nasıl gelişeceği tam olarak bilinmiyor. Şüphesiz demokrasi güçlerinin Irak’ın parçalanmışlığının önüne geçmelerini ve Irak’ı demokratikleşmeye doğru götürmelerini istiyoruz. Bu da ancak Rêber Apo’nun paradigmasıyla gerçekleşir, başka da mümkün değildir. Şu ana kadar devreye konulan Irak’ın sorunlarını çözmediği gibi sorunları daha da büyütüp, çelişkileri daha da derinleştirip parçalanmaya sürüklüyor. Herkesin bu gerçekliği anlamasını sağlamalıyız.
Irak’ın yanı sıra Suriye cephesinde de geçtiğimiz günlerde önemli gelişmeler yaşandı. Türk devleti Şam rejimiyle diyalog ve görüşmelere başlayacağını duyurdu ve bu adam çete gruplar tarafından sert biçimde tepki gördü. Rojava’daki Özerk Yönetim de Türkiye’nin saldırılarına karşı olağanüstü hal ilan etti. Suriye’deki bu yeni durum için neler söyleyeceksiniz?
Evet, Rojava yönetimi olağanüstü hal kararı aldı. Böyle bir kararı boşu boşuna almadılar. Çünkü bir ülkede hangi şartlarda olağanüstü hal kararının alındığı biliniyor. Büyük bir tehlikenin olduğunu gördüler ve bunun önüne geçmek, topraklarını ve kazanımlarını savunmak için olağanüstü hal ilan ettiler ve bu yerinde bir karardı. Çünkü onlar da bir siyaset ve planın yürütüldüğünü gördüler. Bu planın gerçekleşmemesi ve özgürlüklerini koruma altına almak için böyle bir karar aldılar. Fakat görüldüğü kadarıyla alınan karara göre hareket etmiyorlar. Örneğin Jiyan ve diğer arkadaşların şehadeti. Hem olağanüstü hal ilan etmişler hem hiçbir şey yokmuş gibi, sanki normal bir süreç içindelermiş gibi toplantılar, konferanslar düzenliyorlar. O arkadaş da geniş katılımlı, herkese açık bir toplantıya katılmış, orada konuşma yapmıştı, toplantıdan çıktıktan sonra da Türk devletinin SİHA’larının saldırısına uğradı.
Madem ki olağanüstü hal ilan etmişler, o zaman buna göre yaşamaları, tedbirlerini almaları gerekiyor. Böyle bir süreçte öyle kamuoyuna açık, geniş katılımlı bir toplantıya ihtiyaç yoktur. Eğer illaki toplantılar yapacaklarsa bunu başka şekilde yapmaları gerekir. İşte bu büyük bedellerin ödenmesine neden oluyor. Bundan ders çıkardıklarına inanıyorum. Tamamen gizli hareket etmeleri, çalışmaları gerekir. Çünkü ortada yönetici ve kadrolara yönelik bir ölüm kararı var. Bunu da yerine getiriyorlar ve buna devam edecekler. Bundan dolayı yöneticilerin, kadroların ve halk arasında sevilen yurtseverlerin eskisi gibi yaşamlarını sürdürmemeleri, hareket etmemeleri gerekiyor. Tamamen yeraltına çekilmeliler, yeraltında ve gizlilikle çalışmalarını yürütmeleri gerekiyor. Ayrıca devrimci halk savaşını iyi bilince çıkarmaları ve pratikte bunu gerçekleştirmeleri gerekir. Bunun için bütün hazırlıkları sürekli gözden geçirmeleri gerekir, bu şekilde hata ve eksiklikleri ortadan kaldırmalılar. Her açıdan kendilerini devrimci halk savaşına hazır durumuna getirmeliler. Onlara karşı teknolojiyi çok etkili biçimde kullanıyorlar, kullanmaya da devam edecekler. Zaten savaşı teknik üzerinden yürütüyorlar. Bu yüzden de tekniğe karşı kendilerini korumaları gerekir. Yeraltı faaliyetleri geliştirilmeli, şehirlerde, köylerde tamamen savunmayı, yeraltını esas almalılar. Yeraltından kendi aralarında bağlantılar kurabilecek düzeye gelmeliler. Sularını kesiyorlar, bunun için önlemler almalılar, kuyu kazmalılar. Erzak ve ilaç depolamalılar. Halkı silahlar konusunda savaş için eğitip hazır hale getirmeliler. Halk kendisini savunabilecek düzeye gelmeli, bunun için halkı eğitimlerden, tatbikatlardan geçirmeliler. Tek bir koordinasyonla hareket etmeliler. Efrîn pratiğinden ders çıkardıklarını tahmin ediyorum, o hatalar tekrarlanmamalı. Açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla devrimci halk savaşı için hazırlıklarını yapıyorlar, bunun için adımlar atıyorlar. Bu iyi bir gelişme, fakat eksik olan yanları da hızlıca tamamlamaları lazım. Tamamen kendinize güvenin, kendi öz dinamikleriniz ve imkanlarınızla mücadele edin, dışarıya kulak asmayın. Hepsi onları karşı devreye konulan planların içindeler, onları nasıl kandırıp teslim alma hesabı yapıyorlar. Bağlantı içinde olabilirler, fakat onların isteklerine göre hareket etmemeliler. Her zaman kendi kendinize kulak verin, özgürlüğünüzü sürdürebilmek için planları nasıl boşa çıkarabileceğinizi, devriminizi nasıl koruyabileceğinizi esas alın.
Şimdi Rusya ve İran bütün Suriye’ye hakim olmaya çalışıyor. Fakat Suriye artık Suriye olamaz. Türkiye, Kürtleri ortadan kaldırmak istiyor ve bu temelde Suriye ile ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Bu girişimler açıktan yürütülüyor ve zaten basında açıktan tartışılıyor. Ancak Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler öyle kolay geliştirilemez, sorunlar kolay ve erkenden çözülecek sorunlar değiller. Lakin ortada çok büyük sorunlar var. Türk devleti milyonlarca insanı Suriye’den çekip ülkesine getirdi, onların içinde örgütlendi. Şimdi bunları Suriye’ye yerleştirip Suriye’nin tamamını ele geçirmeye çalışıyor. İçlerinde çete örgütlemeler inşa edip, sahte ordular kurup bunları her yerde kullandılar. Suriye’ye karşı da kullanıyorlar. Yine Türk devletinin eliyle İdlib’de İslami bir hükümet kuruldu, Suriye’nin birçok bölgesini işgal etmiş durumdalar, demografiyi değiştirmişler. Bunlar büyük sorunlar ve öyle kolay da çözülemezler. Belki Rusya hem Türkiye hem Suriye’nin önüne bir şeyler koymuş olabilir ve bazı adımların atılmasını istiyor. Bu duruma ne kadar razı oldukları şüpheli. Türkiye’nin pratiği ve yürüttüğü siyaseti iyi biliyorlar. Türkiye her şeyden vazgeçip Suriye’ye dostluk kurmaya çalışacak ve Suriye de hiçbir şey olmamış gibi bunu kabul edecek, bu mümkün değil. Türkiye siyaset yapıyor, herkesi kandırmaya çalışıyor ama hedeflerine de ulaşmak istiyor. Tahminimce bunu herkes de, Suriye de biliyor. Suriye’nin Türkiye ile bir olup Kürt düşmanlığı yapacağını sanmıyorum. Şayet böyle bir şey yaparsa Suriye kaybeder, ortada Suriye diye bir ülke kalmaz. Eğer Suriye ülkesinin parçalanmasını istemiyorsa ve Suriye diye bir ülkenin var olmasını istiyorsa bunun yolu Kürtlerle dostluktan geçer. Kürt sorununu çözdüğünde bütün tehlikelerin önüne geçebilir. Suriye’deki hedeflerine ulaşma yolunda Türkiye bunu bildiği için Suriye ve Kürtler arasında düşmanlığı geliştirmeye çalışıyor. Suriye’yi koruyabilecek ve Türkiye’nin planlarını boşa çıkaracak yegane durum Kürtlerle dostluktur. Zaten Suriye de “Türkiye, işgal ettiği bölgelerden çekilirse ve çetelerden kurduğu örgütlenmeyi dağıtıp bu yapılara silah vermediğinde biz sorunlarımızı çözebiliriz” diyor. Suriye, öne sürdüğü bu şartların gerçekleşmemesi durumda Türkiye ile ilişki sürecini başlatmayacağını belirtmesi bizce de yerindedir.
Kısacası, Suriye’deki sorunlar sürecek ve bundan dolayı da halkımızın her açıdan kendisini savunabileceği savaş hazırlığını tamamlaması gerekir. İster Türkiye tek başına saldırsın, ister Türkiye Suriye ile birlikte saldırsın, halkımız savaşla kendisini koruyabilir. Başka bir yol yok, buna inanmalılar ve her açıdan kendilerini hazırlamalılar, bunu kendileri için bir yaşam tarzı haline getirmeliler. Yaşamlarını savaş içinde sürdürecekler, kendilerini savunabilecekler ve haklarını elde edecekler. Kimse onlara haklarını vermez, sadece onlar bunu alabilirler.
Bu arada Kürdistan ve Türkiye’de AKP-MHP faşizmine karşı mücadele etmek için değişik isimler adı altında gençlik örgütleri oraya çıktı ve bunlar soykırım siyasetine karşı eylemler gerçekleştiriyorlar. Siz bu örgütlenmeleri ve eylemleri nasıl görüyorsunuz?
Evet, bazı eylemler gerçekleşiyor. Bu eylemleri yapanları selamlıyor, onları kutluyorum. Daha güçlü eylemler yapmalılar, şu ana kadarkiler yeterli değil. Faşist bir iktidar var ve büyük bir baskı siyaseti yürütüyorlar, bu onlara karşı güçlü eylemler yapılmayacağı anlamına gelmiyor. Bir yerde ne kadar adaletsizlik, zulüm, işkence, talan, ölüm ve haksızlık varsa orada eylemler de güçlü olmalı. Doğru olan budur. Dünyada bunun örnekleri çoktur. Faşizm ne kadar güçlüyse ona karşı direniş de o kadar güçlü olmuş ve faşizmin sonunu getirmiştir. Demokratlardan, sosyalistlerden istenen de budur. Faşizme karşı duranlar bunu esas almalılar. Herkes kendi imkanları dahilinde faşizme karşı eylemler gerçekleştirebilir. Bu eylemler; yürüyüş ve protesto da olabilir, hükümet ile devletin kurumlarına, ajanlarına, polislerine karşı eylemler de olabilir.
Şimdi bu eylemleri sadece genç erkekler değil, genç kızlar da gerçekleştiriyor. Onları selamlayıp kutluyorum. Eylemlerini daha güçlü yapmaları gerekir, eylemler yeterli değil. Zap, Avaşîn ve Metîna’da arkadaşlarımız çok zor koşullar altında büyük bir kahramanlık sergiliyorlar. Ellerinde bulunan olanak ve şartlar Zap’taki arkadaşlardan daha iyi. Daha güçlü eylemler de gerçekleştirebilirler. Onlardan istenen budur. O kahramanları yalnız bırakmamalılar. Eylemleriyle faşist iktidarı sarsmalılar. Gerçekleşen eylemlerin çok büyük etkileri olmadı. Örneğin, “Hava fişeklerle eylem yaptık” diyorlar. Böyle eylem olmaz, bunu basına açıklamamalılar. “Biz eylem yaptık, basın da eylemlerimize yer vermek zorunda” diyorlar, fakat bu yanlış bir yaklaşım. Bunlar eylem değil. Gençlerin eylem çizgisi böyle olmamalı, başkaca eylemler yapmalılar, düşmana darbe vurmalılar. Onlardan istenen budur. Gerçekleşen eylemler, fakat dediğim gibi yeterli değil. Üstelik bu eylemler geri düzeyde. Halbuki bu rejim yıkılmaya doğru gidiyor, eskisi gibi hakimiyeti yok, kendi aralarında birçok sorunla boğuşuyorlar. İnsan kafa yorduğunda çok iyi eylemler yapabilir. Ayrıca eylemlerin hemen hepsi birbirine benziyor, insan çok daha farklı eylemler yapabilir, bunun imkan ve zemini var. Onlardan eylem yapmalarını istiyoruz, bunun için gerillaya ulaşabilirler, gerillaya ulaşamıyorlarsa kendilerini savunabilmeliler. Fakat eylemlerinin boyutunu daha da geliştirebilirler. Devlet ihbar ve ajanlığı çok geliştirmiş durumda, belki bundan dolayı da korkuyor olabilirler. Ancak bunun tedbirlerini almak mümkün; birbirlerini iyi tanıyanlar, birbirleriyle iyi arkadaş olanlar var, bu şekilde kendilerini ajan ve muhbirlerden koruyabilirler. Birbirlerini iyi tanıyanlar küçük hücreler halinde gizlice eylem geliştirebilirler. Halk içinde “bu eylemi biz yaptık” demelerine de gerek yok, kendilerini deşifre etmesinler, basına açıklamaları yeterlidir. Bu şekilde düşmana büyük darbeler vurabilirler, ajan-muhbirler de içine girip onları ihbar edemezler ve bu biçimde kendilerine koruyabilirler.