Devrimlerin temeli kültür devrimidir. Her devrim, kendi kültürel devrimini gerçekleştiremeden hayatta kalamaz. Askeri ve siyasi devrim, kültür devrimi ile tamamlanmalıdır.
Kültür ve sanat bir toplum için çok önemli ve anlamlıdır. Kültürsüz kalmak, sosyalleşmekten kaçınmaktır. Bütün devletler, halkın özgün kültürüyle oynar ve onlara yeni bir kültürü empoze etmek ister. İşgalci devletler, halkların kültür ve sanatına yönelik faşist saldırılar gelişiyor. Kültürümüzü yok etmeden sonuca ulaşamayacaklarını biliyorlar.
Devletlerin ulusal kültürü tek renktir, tek tanrıcılıktır. Ulus-devlet ve milliyetçilik faşizmin temeli ve kaynağıdır. Toplumun ve kültürün yok edilmesidir. Türk devleti yüz yıldır Kürt halkına karşı eşi görülmemiş bu soykırımı gerçekleştiriyor.
Hegemonik egemen güçler kendilerini bu dünyanın tanrısı olarak görür. Sadece insanların kaderi hakkında değil, aynı zamanda ulusların kaderi hakkında da kararlar veriyorlar. 1916’da Mısır’da Sykes-Picot anlaşmasıyla, 1923’te Lozan’da Kürt halkının kaderini belirlemek istediler. Bu anlaşmalara göre ölüm Kürt halkının kaderine yazılmıştır. Kurdukları sistemde yani geleceklerinde Kürtlerin yeri yoktur. Kürdistan, Sykes Picot ve Lozan gibi anlaşmalar tarafından dört parçaya bölündü ve dört işgalci devlete dağıtıldı. Bir koyunu bölüp dört kurda dağıtır gibi Kürtleri böldüler. Bu kurtlar, bu kapitalist modernite sisteminin yaratıklarıdır.
Ararat Dağı’nda Kürt halkının rüyasının bu mezarda saklı olduğunu söylediklerinde Türk faşist Cumhuriyeti bu kararı ve hegemonik sistemin kararını uygulamıştır. Bu dört işgalci devlet, varlıklarını Kürt halkının soykırımı ve imhası üzerine kurmuştur. Bugün bile bu kararda ısrar ediyorlar. Pek çok hükümet ve diktatörleri değişiyor ama Kürt halkına yönelik kırmızı çizgi gibi olan politika ve stratejileri değişmiyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz siyaset ve saldırılar bu tarih ve zihniyetten bağımsız değil.
Bugün Erdoğan ve Bahçeli veya AKP/MHP Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşıyor gibi görünüyor. Ancak bu politikalar devletin kendisine aittir. Bir zamanlar ‘Şark Islahat Planı’ uygulandı. Daha sonra ‘Tunceli kanunu’ yürürlüğe konuldu. Şimdi de ‘Çöktürme planı’ devreye konuldu. Bu devletin zihniyeti ve siyaseti faşist ve öldürücüdür. Son yedi yıldır bu zihniyet ve anlayışa göre Özgürlük Hareketi’nin yıkımı ve Kürt halkının soykırımı önlerine konulmuştur. Bu konseptin başarısı için tüm imkan ve yetkileri kullanıldı.
Faşist Türk devleti varlığını Kürt halkının yokluğunda buluyor. Kürt halkının özgürlüğünde ölümlerini görüyorlar. Bu yüzden her türlü saldırıya geçiyor ve Kürt halkını statüsüz bırakmak istiyor. Kültürel soykırım yoluyla asimile etmeye çalışıyor. Bu da yetmiyor, özgür Kürtleri fiziki olarak ortadan kaldırmaya çalışıyor.
İşgalci devlet bu amaçları gerçekleştirmek için insanlığın hiçbir değerini tanımıyor. Ahlaksızca hareket ediyor. Katliamlar yapıyor. Dünyanın bütün ülkeleri bu durumu biliyor. Ama susup izliyorlar. Çünkü onlar bu soykırımcı politikaların ortağıdır. Onlar bu politika ve fikirlerin sahipleridir. Hatta bütün güçleriyle işgalci ve faşist devlete yardım etmektedirler.
Türk faşist devleti o kadar ahlaksız ki, özgürlük savaşçılarının mezarlarına saldırıyor. Böyle saldırılar hiçbir savaşta olmadı. Mezarlar tüm insanlar için kutsaldır. Mezara saygı, toplumsal bir kültür ve ahlaktır. Halk arasında korku yaratmak ve Kürt halkının Özgürlük Hareketi’ni zayıflatmak için bu saldırılar insanlık dışı şekilde gerçekleştiriliyor. Mezarlara yapılan saldırılar, işgalci devletin Kürt halkının yok edilmesini nasıl hedef aldığını gösteriyor.
İşgalci Türk devleti, hegemonyasını sadece Kürdistan’da değil, tüm Ortadoğu’da yaymak istiyor. Kendilerini Osmanlı mirasçısı olarak görüyorlar. Osmanlılar işgalci bir imparatorluktu. Kürdistan ve Arabistan topraklarını işgal etti. Şimdi bu ülkeleri fethetmek ve bu halklar üzerinde hegemonyalarını kurmak istiyorlar. Bu hegemonyayı iki şekilde geliştirirler. Biri saldırılarla, fiziki katliamlarla, askeri ve siyasi saldırılarla diğeri özel savaş yöntemleriyle yani kültürel hegemonyayladır. Kültürel hegemonya, tüm devletlerin otoritelerini korumaları için çok önemlidir. Bir toplum üzerinde, bir coğrafya üzerinde kültürel hegemonyasını yaratan, egemenliğini de o kadar genişletir.
Bugün Türk devleti yüzlerce oyun oynuyor. İletişim teknolojisi ve sosyal medya aracılığıyla kendi kültürünü insanlara empoze etmek istiyor. Yaptığı oyunlarla gerçekleri çarpıtıyor. Yüzünü kirli, adaletsiz, zalim, hain ve ahlaksız giysiler ve maskelerle gizler. Ezilen halkların kültürü geri ve küçük görülmekte ve öyle gösterilmektedir.
Özel savaş ideolojik bir savaştır. Bu bir kültür savaşıdır. Yöneticilerin çıkarlarına göre inşa edilen her toplum, önce kendini insanların zihninde inşa eder. Toplumun ve insanların zihninde yer edinmiş bir sistem, fiziki işini de kolaylıkla kurabilmektedir. Bugün Türk devleti de bunu yapıyor.
İşgalci devlet, hakikat ve özgürlük savaşçılarını “terörist” olarak adlandırıyor. Ayrıca kendisini de “terörizmle” savaşan olarak gösteriyor. Bu en büyük çelişkidir. En büyük terörist Türk işgalci devletidir. Bütün ulus-devletler toplum üzerindeki terörist güçlerdir. Varlıkları, felsefeleri faşizmdir. Kendilerini de “terör karşıtı” olarak gösteriyorlar. Türk devletinin bu çabalarının yanında “terör listeleri” oluşturan dünya ülkeleri Türk devletine en büyük desteği veriyor. Bu listeler devletlerin çıkarlarına göre hazırlanmıştır. AB, ABD, NATO vb. çıkarlarına göre hazırlanan bu listelerden Türk devleti de sonuna kadar yararlanıyor. Tüm insanlık dışı eylemlerini, cinayetlerini, haksızlıklarını “terörizme karşı savaşıyorum” diyerek haklı çıkarıyor.
Baas’ın zihniyeti ve anlayışı Türk devletininki gibidir, ikizdirler. Sonunu bilen, mazlumları kendi gibi görmeyeceğini bilen ve bu bağlamda çözüm aramayan bir iktidar ve milliyetçi zihniyettir. Şam rejiminin bugün yaptığı budur. Eğer katı milliyetçiliğinden vazgeçip Kürtlerle demokratik bir çözüm ararsa bütün sorunlarından kurtulacaktır. Ancak faşist ve işgalci zihniyet, onun böyle bir arayışa ve çabaya girmesine izin vermez.
Bu nedenle Kürt halkının herkesin hesaplarını buna göre yapması gereken bir güç haline gelmesi gerekmektedir. Ortadoğu bir kriz ve kaos içinde. Demokrasi, hukuk ve insan haklarını kimse umursamıyor. Herkes kendi çıkarının peşinde. Kendini iyi organize eden, güçlü politikalar geliştiren, güçlü bir güç haline gelen kazanır, diğerleri kaybeder.
Önder Apo, hegemonik güçlerin oluşturduğu kader tahtasını bölerek Kürt halkı ve tüm halklar için yeni bir kader yazdı. Bu yeni plakada özgürlük, eşitlik, onurlu bir yaşam, adalet vb. başarısı için bir direniş, mücadele kültürü ve bir başarı tarzı geliştirdi. Bu paradigma ile Kürt halkı bu seviyeye geldi. Görünen o ki Kürt halkı bu anlayış ve bilgiyle amaçlarına ulaşacaktır.
Demokratik Ulusal Kültür çok renklidir. Tüm kültürleri, dilleri, inançları içerir. Demokratik Ulusal Kültür eşitlik, özerklik, barış ve birliktir. Ortadoğu halkı, Demokratik Ulus kültürünü birlikte geliştirecek ve demokratik bir toplumun kurulmasıyla taçlandıracaktır. Özel savaşa ve kültürel soykırıma karşı tarihi kültür ve sanatlarında ısrar edeceklerdir. Tarihi köklerinden beslenen modern bir kültürle alternatif bir yaşam inşa edecekler.
Yurtseverlik, kişinin kültürüne ve sanatına saygı duymasıdır. Düşmanına göre kendi kültürüne ve sanatına göre yaşamak çok önemli, vatanını, toprağını zalim düşmanın ayakları altından kurtarmak çok önemli, kendini fiziksel ve kültürel saldırılara karşı korumak çok önemli. Kendini koruma, toplumun kendi kültürüdür. Bugün ülkenin dört bir yanındaki Kürt halkı işgalci devletlerin saldırılarına kültürüyle direniyor. Demokratik Ulus kültürü bilgisi ile komşu halklarla etkileşime girer. Bu dirençli kültürle ulus devlet çökecek, gelecek ve özgürlük halka ait olacaktır.
Orhan Kendal yazdı…..