HABER MERKEZİ –
Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
– PKK’nin bağlılık olarak sunduğu değerler kesinlikle çok önemlidir. Ben size ölüm pahasına bağlı olacağınız değerlerden; vatanseverlik, özgürlüğe bağlılık, PKK’nin önderlik gerçeğine bağlılık, partiye bağlılıktan bahsettim. Eğer bu değerler her şeyin temelinde yatmıyorsa, Müslüman diliyle söylersek münafık, bilimsel dil kullanırsak oportünist, devrimcilik açısından söylersek karşıdevrimci, gerici, döküntü, kendini bilmezsiniz. Bunlar da kabul edilecek olgular değildir. Kendimizi temel değerlere bağlamayı bileceğiz. Sanmıyorum gençliğiniz engel olsun, düzenden almış olduğunuz şu veya bu özelliğiniz engel değildir. Hayır! Bu kadar kendini basit gören biri yaşamdan umudunu kesmelidir. Temel değerlere neden bağlı olmayacaksınız, ne derdiniz var, kim sizi bu dünyada besleyecek? Yaşayacağınız bir karış namuslu yeriniz yok, şerefli bir sözünüzü geçirecek yeriniz yok. Nerede kaldı sizin onurunuz veya şerefli yaşamınız? Biraz yaşamaya çalışıyorsunuz, nerede kaldı bunun anlamı? Biz deli değiliz. Kendimizi bu davaya müthiş adarken, insanlığımızı kurtarmak istedik. Bir insanlık davasında alçaklar ordusuna dahil olmak istemedik. Unutmayın ki, maharetli bir halkız.
Biz bu işe ilk iki kelimeyle başladığımızda, Hakilere, Kemallere bir iki doğru söz söylemeye cesaret edememiştim. Kişiliğimize bakıyorlardı, ölümüne bağlanıyorlardı. Hem de çok az çalışma, umut ve imkan varken nasıl bağlandılar? Biz böyleyiz, geldiniz ve bağlanmayı böyle bileceksiniz. “Biz genciz, böyle baştan çıkarılmışız” diyemezsiniz, bunu kabul edemeyiz. Mutlak anlamda değerlere bağlanacaksınız. İlk şartımız budur. Ondan sonra askeri taktikler, örgütsel taktikler ikinci planda gelir. Biz çocuk değiliz, bunu ısrarla vurguluyorum; yarın yaşamı pahalıya ödeyebilirsiniz.
İnkardan, zulümden, her türlü alçaklıktan kaçıp buraya geliyorsunuz. Bu ne anlama gelir? Şerefli insan olmaya geldik. Bunun da şartları var, bunları değerlendirdik; dine, felsefeye ve sosyalizme göre kapsamlı izah ettik. Bunu boşuna yapmadık. Başka türlü birbirimizin yüzüne bakamayız. Biz her şeye hakimiz. Müslümanlıkta kontrol yapan kaç melek var? “Tanrı kaşınızdan daha yakın” derler. Bu şunu gösterir; ciddi devrimci hareketlerde kontrol, sizin size yakınlığınızdan daha yakındır. Parti gerçeği sizin kendi kişiliğinize olan yakınlığınızdan daha yakındır; sizi ölçer, biçer ve tartar. Bütün bunlar anlaşılıyor mu? Buna gücünüz yetiyor mu?
Şüphe değil, bir noksanlık görüyorsanız, hepiniz açısından yerine getiremiyorsam söyleyin. Yersiz korkular taşımanın da anlamı yoktur, biz tartışmasını biliriz. Biz kendimizi savunmasını da biliriz. Şimdiye kadar tek sert bir yaklaşım da göstermedim, varsa eksiklik söyleyebilirsiniz. Tartışabiliriz, yeter ki siz söze sadakatle bağlı olmayı bilin. Kusurumuz giderilir, biz kendimize güveniyoruz, hazırız. Ben bütün halkıma, insanlığa her şeyi verebilecek durumdayım. Ne isterseniz size verebilirim, kendimi o denli hazırlamışım. Bağlılıktan, sadakatten bahsediyorum.
Kemal Pir, bir Kürdistanlı da değildi, fakat bir yoldaştı. İki kelime söylemeden, bir bakış açısıyla harekete geçiyordu. Ya siz? Ben dün bazı örnekler verdim. Durum buna gelmiş dayanmış. Bizim yoldaşlığımız böyle değildir. Bunu size ölçü olarak veriyorum. Gençsiniz, hem de çok gelişmiş aşamalarda katılıyorsunuz, ölçü almanız için söylüyorum. Önderlik nedir, bağlılık nedir? Onu size kavratmak için söylüyorum. Belirleyici bu olursa kimse bizi yenemez, bu ölçüyü tutturmazsak, iç cepheyi böyle çürük bırakırsak vaziyeti kurtaramayız. Ben günlerdir aynı konuları tekrarlıyorum. Tekrarlamamın nedeni şu; özeleştirilerde ortaya çıktı ki, bazıları haksız ve yoldaşlıkla bağdaşmayacak pozisyonları sürdürüyorlar. Bunu kabul etmiyorum, sürdürülmemesi için önemle üzerinde duruyorum. Bunu yaşam tarzı olarak kabul edin! Kaldıramayacağınız yükü omzunuza yüklemek istemiyoruz, omzunuza şerefli, onurlu bir iş bindireceğiz. Halka bakın, hala halkın içine girmedim, ama nasıl bağlıdırlar. Onlar kitledir, siz yoldaşsınız; onlardan daha çok bağlı olmanız gerekir. En önemli ders budur. Bunları öğrenmişseniz bu işleri yürütürsünüz.
Evet Melle, sen bizden bir şey istiyor musun?
Melle Abdurrahman: Önderlik istiyoruz, önderliğimizden memnunuz.
– Hizmetimiz iyi mi?
Melle Abdurrahman: Çok iyi, çok memnunuz. Eğer memnun olmasaydık dürüstçe söylerdik.
– Öyle olması gerekir. Söylemezseniz kusur sizindir. Biz sürekli hizmet için hazırız, memnun olmayanlar söyleyebilirler.
Melle Abdurrahman: Başımız Önderlikle göğe kadar yükseldi. Halk için çalışıyorsunuz. Halk için olmayan hiçbir şey yapmıyorsunuz ki. Söylediklerinizde bir halkın kurtuluşu var. Eğer yapsalar yaparlar, yapmazlarsa artık sen sorumlu değilsin ki. Sen hizmetini, görevini fazladan da yapıyorsun. Sonuç çıkarmaları gerekir. Çıkarmazlarsa sen onlara ne yapacaksın?
– Başlarını boş bırakmayız. Cahillikten kurtulun diyoruz. Yapmazlarsa onları geri çekeceğiz, münafıklık yapanların derslerini vereceğiz. Devrimcilikte münafıklık olur mu?
Melle Abdurrahman: Parti Önderliği elli milyon insanın önderidir. Biz sana iman ettiğimizde, eğer halkı sandalye yapıp altına koysaydın, o zaman sana inancımız olmazdı.
– Hizmet etmeseydik bu halk her şeyini verir miydi? Önemlidir, hizmetimiz yaşamımızdır. Biz bundan çıkamayız, doğrusu da budur.
Melle Abdurrahman: Parti denize giren insan gibidir. Güçlü kuvvetli bir şekilde hizmetini yaparsa kurtulur, gevşek tutarsa boğulur.
– Bunun için size değer veriyorum. Sen doksan sekiz yaşındasın, sen de yapmazsan boğulursun.
Melle Abdurrahman: Bu yaşama tahammül edilemiyor.
– Düşmanın size verdiği bu yaşama tahammül edilemez. Din adamıdır, ama tahammül edemez. Onlardan zor olan, güçlerini aşan, yapamayacakları işleri istemiyoruz; yapabilecekleri işleri bekliyoruz. Önemli olan budur. Biz yaşamımızlayız. Şimdiki gençlerin havasından geçilmiyor. Buraya geliyorlar, rahatlığın peşine düşüyorlar. Bizimle olsalar imanı yerindedir. Bu kadar yıl, bu kadar gericiliğe yeter dedim. Bir ekmek, bir soğan yeterdir, başka türlü yaşamı istemeyin, tenezzül etmeyin. Melle doksan sekiz yaşındadır, ben de onun yarısıyım, yine de tenezzül edemiyoruz. Bizde namuslu, şerefli insanların yeri vardır. Zannedersem bu anlaşılıyor. Tahminimizce aranızda münafıklar, köleler kalmamıştır. Eğer varsa kafalarını kaldırsınlar. Düşkün ve kendini bilmezler varsa kalkıp söyleyebilirler.
Biz hizmet için sonuna kadar çalışırız. Biz büyük şehitlerin yoldaşıyız. Biz sözümüzü yerine getiririz! Ben söz vermişim, sözümün amansız takipçisiyim ve yerine de getiririm! İspatlıdır! Çok görkemli bir biçimde yerine getiriyorum. Bu açıdan bizimle yoldaş olmayı doğru bileceksiniz.
Biz basit değerler değiliz, oynanabilecek insanlar değiliz. Doğru esaslar dahilinde yürüyoruz ve sonuna kadar büyük bir sorumlulukla böyle yürüyenler kazanır. Dediğim gibi bize kazanmaktan başka ne bir şey yaraşır, ne de başka bir şey bizi kurtarır. Kazanmaktan başka bir şey kabul edemeyiz! Daha da ötesi bütün bu dünyanın girdisi-çıktısında, insanlık tarihinin tek bir sonucu vardır; siz kazanmaktan başka hiçbir şeye yaramazsınız veya siz kazanmaya mahkumsunuz. Düşünüp taşınıyorum; kazanmaya mahkumiyetten başka bir sonuç yoktur.
Herhalde sözler doğru verilmiştir. Sert konuştuk, fakat iyi hizmet verilmiştir sanıyorum. Bundan sonra herhalde yüksek şahsiyetler ortaya çıkabilir. Büyük bir hizmet verilmiştir, çok sayıda yoldaş yorulmuştur. Halkımız yakında gelecektir, şükran duygularıyla dolu olduğunu göreceksiniz. Halkımıza daha az hizmet ettik, ona en iyi karşılığı vermek, ona yaraşan bir emektar olabilmektir, buna da yaklaşmışız. Bütün bunlar yaşamın acılarını, sıkıntılarını giderir, bundan daha başka da ne siz bir şeye layık olabilirsiniz, ne de biz sizi layık görmeliyiz. Bu böyle olduktan sonra ölüm nereden gelirse gelsin, artık bu noktada var olup olmamak o kadar önemli değildir.
Biz kendimizi halkımızın içinde erittik, bütün bir öncü içinde erittik. Halk da gelecek, “bize gereklisin” demelerini de yerinde bulmuyorum. Biz yine görevimizi kat be kat yerine getiririz, ama hepinizin de bizden daha fazla iş göreceginize haklı olarak inanmak isteriz ve yapabilecek durumdasınız da. Bu öyle mütevazi bir yaklaşım değil, yerinde bir yaklaşımdır, yerinde bir taleptir. Hepiniz gittiğiniz yerde bizden daha fazla başarabilirsiniz. Bundan sonraki yaşama bizden daha fazla hükmedebilirsiniz.
Ulusal Kurtuluş Savaşının yedinci yılı kendi içinde bir zafer olmak zorundadır. Eğer bu doğruysa, savaşımda üzerine düşeni yapmışsa, bu bir zaferdir. Biz bunun zafer oldugunu söylerken boşuna söylemedik. Bir zafer olduğunu ve bunu çalışarak elde ettiğimize inanıyorum. Belki devlet olamadık, ama bana göre taktik uygulansaydı devlet olunabilirdi. Belirttiğim tempo ve tarz tutturulsaydı devlet de olabilirdik, fakat kendi zayıflıklarınız bunu önledi. Ben zayıflıklara fazla yüklenmedim. Dikkat ederseniz, zayıflıkları bir yerde normal görüp çok büyük çabayla sizi güçlendirmek için destek olmaya çalıştım. Ama bir kişinin bile kendini sürekli zayıf, kötürüm kılmasına da aklım yatmıyor, artık kesin sonucu alabiliriz diyorum.
Bundan sonraki yürüyüş, tamamen zaferi kestirme yürüyüşüdür. Mevcut düşmanla bile çok insani bir hal etme yoluna girmek istiyoruz. Bu dayattığı hiçbir insanlıkla bağdaşmayan bir dayatmadır ve iğreniyoruz. Çok ısrar ederse şiddeti geliştireceğiz ve gerek siyasal, gerek askeri şiddeti müthiş geliştirecek bir durumla da karşı karşıyasınız. Artık bu düşmanın bileceği bir iştir, gerekirse kıyameti koparacağız. Bu kadar yaşamla oynamaya müsaade etmeyecek, bunu affetmeyecek durumdayız. Bütün bunlar önemlidir. Dava adamları için bunlar kesinlikle gereklidir. Yaşama bir değer biçmeniz, bu devreye bir değer biçmeniz böyledir. Büyük bir şevkle geldiniz ve biz de sizi karşıladık, cevabımız budur ve bunda da endişe yoktur. Madem her şey iyi yapılmıştır, o zaman layık olacağız.