HABER MERKEZİ –
Olasılık, koşul, imkanların öne çıkması bu zaman için, özgürlük için fırsat yaratır, haliyle bu kadar temel sorunların dışa vuracağı bir kaosu binyıllardır beklediğimiz göz önünde bulundurulursa tabi ki oluşan durumun çok önemli olduğu anlaşılır. Ama ‘olasılık’ ‘olmuş’ bir durum değildir aynı zamanda. Marksizmin düz-çizgisel ilerlemeci yönteminin de etkisiyle şöyle bir sıkıntı yaşıyoruz; olasılıkları güçlü örgütleyerek kalıcılaştırmak yerine ya da bunu çok öncelemeden özgürlük talebinin ve sistemin krizde olmasının yüzde yüz özgürlük doğuracağı beklentisi girişimciliği, mücadeleyi, an’a hızla müdahale etmeyi yavaşlatıyor. Bu büyük bir risk tabi. Kadın özgürlük sorunu kendisini yüzyıl gerçeğinde, sistemin kaosuyla birlikte dışa vurmuştur ama bunu gören sadece özgürlük eğilimi değildir. İktidarcı ideoloji ve bunu temsil eden güçlerde bunu görmekte, hatta en büyük tehlike olarak değerlendirmektedir. Sistemin altından cinsiyetçiliği çekersek şiddetli deprem etkisi yaşar ve çöker. Sistemin kendi kendine müdahalesi 1990’lardan bu yana gelişen Ortadoğu’da sıcak savaş dönemiyle sınırlı değildir. Siyasal-sosyal, ekonomik ayaklar üzerinden bütünlüklü bir süreçtir. Sadece 1990’dan bu yana yaşanan süreci mercek altına alırsak görülecektir ki; iktidar merkezleri cins kimliğini muğlaklaştırma, sorunu bireyselleştirme, gündeminde tutarak çözüm geliştiriyormuş gibi yanıltma, sistem içileştirme, kadın özgürlük sorununu salt dar bir sosyal alana sıkıştırma, devlet ve iktidarla bağını görünmez kılma, faşizan siyasetle erkek saldırganlığını tölere etme, kadına yönelik ayırımcılığı teşvik edecek politikalar izleyerek kadınların özgürlük mücadelesi etrafında kenetlenmelerini, enerji biriktirmelerini engelleme, tecavüz-şiddet saldırılarının önünü açarak kadına yönelik suçu bireylerle ifade etme, sistemi, devleti, erkek egemen ideolojiyi bunun arkasında gizleme vb politikaları çok yoğunlaşmıştır. Savaşı bütünlüklü ele almak gerekiyor. Sistemin bunalımıyla daha fazla faşizan yapı kazanan devletlerin yeniden bir erkek miti oluşturmaya yönelmeleri kişisel değil, rastlantı değil. Erdoğan, Trump, Putin vb tiplerin kadın özgürlüğüne, aileye, sosyal yapının yeniden düzenlenmesine ilişkin konuşmaları ya da politika üretmeleri rastgele değil. Savaşlarla yaşanılmaz hale getirilen toplulukların göçe teşvik edilerek ülkelerinden, değerlerinden kopartılması ve ezilenlerin sığıntıya dönüşerek toplama kamplarına doldurulması ve her türlü çarpıtmaya maruz bırakılması rastlantı değil. Toplum her açıdan değersizleştirilmeye çalışılırken bir kez daha kadın erkeğe hakimiyet alanı olarak sunulmak isteniyor. Bu politikaların lokal olduğunu düşünmek gaflet bir durum olur. Ortada nötr bir uygarlık bunalımı ve gücü yoktur. Tersine 5000 yıldır başta kadınlar olmak üzere insanlığın özgürlüğünü gasp ederek, maddi ve manevi değerlerini mülkleştirerek kendisini var eden bir erkek egemenlikli, örgütlü iktidar gerçeği var. Bunalım yaşıyor diye ‘ben sömürmekten vazgeçtim, gelin barışalım, kardeş olalım’ demiyor. Nitekim Dünya kan gölüne dönüşmüş durumda. En fazla da bizim ülkemizde yaşanıyor bu savaş. O halde erkek egemenliği ve onun kurumlaşması yoluna devam etmek, bunun için açığa çıkan kadınların ve halkların özgürlük imkanını bizden çekip almak, hatta buna basarak yol almak istiyor. Kadın örgütleri olarak bunu bilmek durumundayız.
O halde stratejik yaklaşımımız sorunun tanımında ve çözümünde ortaklaşmak üzerinden gelişmek durumunda. Kadın hareketlerinin bu zamanda en büyük riski ve bu nedenle etkin-hızlı ortak strateji belirleyememesi bu duruma dayanmakta. Mevcut haliyle Dünya’nın bir çok yerinde dışa vuran eylemselliklerde erkek-devlet tabirleri birlikte kullanılarak protestolar buna yöneltiliyor ve bu sahipleneceğimiz bir tutum olsa da esasında sorunu ortak tanımlama sıkıntısı yaşanıyor. Kadın örgütleri olarak sorunun çözümünü güncele sıkıştıramayız, salt güncelle, haliyle sistemin rötuşlamalarıyla bir çözüm arayışı içine giremeyiz. Çünkü böyle olması demek kaos durumunu görmemek, bir biçimde yine sistemin koltuk değneklerine dönüşmek demek olacaktır. Öncelikli adımımız genel kurtuluşun kadınların kurtuluşu anlamına gelmeyeceği, diğer sorunlardan kopartılmış bir kadın kurtuluşçuluğun da aslında kadını kurtaramayacağı doğrusunda ortaklaşmak olmalı. Stratejik olarak ikinci yaklaşımımız tabi ki kurtuluşun olması için kimden-neden kurtulmamız gerektiği noktasında ortaklaşma ihtiyacıdır. Yani erkek egemenliğinin devletle-uygarlıkla bağı, bağdan öteye erkek egemenlikli-iktidarcı ideolojinin devlet olarak yapılaştığı, bunun sistem olarak sürme zamanının devletçi uygarlık olarak tanımlandığı doğrusunda ortaklaşmalıyız. Çünkü yüzyılın kadın özgürlük mücadelesi kimle, neyle mücadele ettiğini daha somut ortaya koymalıdır. Elit bir kadın mücadelesi olmaz, tek tek erkek bireylerinden yansıyan egemenlikle mücadele edilmesi gerektiğinin yanı sıra onu da kapsayan sistemle, devletle mücadele edilmelidir. Bu konuda Dünya kadın mücadelesinde bir hareketlenme, giderek sorunun kaynağına yönelik tanımlanma olmakla birlikte sistemin ve devletin tümden reddi henüz gelişmemiştir. Bir çok kadın hareketi de sorunu devletlerle mücadelenin dışında tutmaya özenle çabalamaktadır. Devlet iktidar kurumlaşmasıdır ve iktidar üretir, cinsiyetçiliğin derinleştirilmesiyle yaşatır kendini. Tüm cinsiyetçi politikaların korunup kollandığı, yasal olarak güvenceye alındığı, şiddetle korunduğu yerdir devlet. 3. Dünya savaşı sistemin yapısal bunalımına sistemin kendine müdahalesi olarak sürmektedir ama bu savaş kadın özgürlük hareketlerinin doğru müdahalesiyle özgürlük lehine örgütlendirilmezse tekrar egemenlikli sistemin yeni versiyonunu üretecek. Böyle olursa kadınlar ve halklar olarak kaybedeceğiz. Tüm özgürlük sorunlarının kaynağında bu sistem var. Buna rağmen, bunu dışında tutarak mücadele yürütemeyiz. O halde sorunun kaynağına odaklanmak, çözümün yönteminde de bu kaynağı aşmak esas olmalı.
Ortak Örgütlenme Ortadoğu’yu Özgürleştirmenin Gereğidir
Genel eylemsellikleri değerlendirince de dile getiririz ama eylemlere kaynaklık edecek daha ortak bir yöneliş mekanizmasına hızla ihtiyaç var. Yani örgütlenmeyi bir stratejik esas, henüz geliştirilemeyişini de yüzyılın kadın adına riski olarak görmek lazım. Ortadoğu’da yürütülen yoğun bir yıkım savaşı var. Kürt kadın hareketi olarak bu savaş bizim ülkemizde de yoğunluklu yürütülüyor ve bununla mücadelenin ilk elden muhattabıyız. Çürüyen, dökülen kadınlara, insanlığa, en çok da Ortadoğu’lu halklara ölmekle eş değer zamanlar yaşatan uygarlığın bunalımını büyük bir şansa dönüştürmek ve erkek egemenlikli sistemin bir kez daha bu topraklarda ayağa kalkışına izin vermemek ancak kadın öncülüklü bir mücadeleyle mümkün olabilir. Ortadoğu çapında örgütlenmiş bir kadın konfederalizmi kesinlikle Dünya kadınlarının ve halklarının geleceğini etkileyecek sonuçlar elde eder. Ortadoğu’da en örgütlü kadın hareketi olma şansını yakalamakla birlikte zamanında gerekli donanımla mücadele etmeyi ve kaosa, sisteme müdahaleyi bununla gerçekleştirmeyi yeterince sağladığımız belirtilemez. Oysa Ortadoğu’da ciddi bir halk muhalefeti gelişmiş durumda ve kadınlar bu sürecin sadece izleyeni değiller ama etkin örgütlü gücü de değiller. Bundan biz sorumluyuz. An’da kazanmak zamanın dayattığı ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte olmakla mümkündür. Ortadoğu’nun ve Dünya kadınlarının ortak mücadele için ortak örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Eylemin bilinçli bir yönelim içinde olması, hareketlenmenin örgütlenmesi için bu gerekiyor. Kadın özgürlük hareketleriyle ortak mekanizma oluşturmayı stratejik bir esas olarak görüyoruz.
Tabi ki diğer önemli bir konuda mücadele esasına ilişkindir. Kaos demek mücadele ihtiyacı demektir ki sıcak savaş neredeyse tüm Ortadoğu’yu kaplamış durumda, etkisi Dünya’nın genelindedir. Yıkım ve saldırılar Ortadoğu’da gelişmekle birlikte savaşı yürüten Dünya hegemonik güçleridir. Yanı sıra Dünya’da belirttiğimiz konularla ilgili kışkırtılan bir erkeklik, bununla bağlantılı olarak kadın cinayetleri, tecavüzlerin yaygınlaşması, şiddetin aile kurumu aracılığıyla koruma altına alınmaya çalışılması, siyasette erkek egemenlikli literatür ve argümanlarının çoğalmasıyla toplumsal cinsiyetçiliğin yine kadın kimliğinin karılaştırılmasıyla güncellenmesi gibi durumlar askeri-siyasal-sosyal savaş halidir, çatışma halidir. Bu ortamda kadın özgürlük eğilimini örgütlemek savaşın en aktif ve en saldırılan tarafı olmak anlamına da geliyor. Kaldı ki erkek egemenliği zihniyetiyle, davranış kalıplarıyla, devletiyle, kanunuyla, yasalarıyla, gelenekleriyle, dinleriyle, aile kurumuyla her alanda örgütlü ve saldırgan. Peki nasıl mücadele edecek ve kazanacağız? Bu soru kadın özgürlük hareketleri olarak mücadele yöntemimizin stratejik esas olarak belirlenmesi ve ortaklaşmasını gerektirir. Öz savunma etkin olarak gündeme alınmalı ve örgütlülüğe kavuşturulmalıdır. Kendimiz özgürlüğümüzü sağlıyorsak bu ancak erkek egemenlikli sistemi gerilettiğimiz oranda elde edilecek bir durumdur. Centilmenlik gerçek olsaydı 5000 yıllık uygarlık olmazdı. O halde gerçeği bileceğiz, ona göre örgütleneceğiz. Kendiliğinden gelişim olmaz, salt bazı protestolarla sınırlı, lokal, dönemsel kalkışlarda erkek egemenlikli sistemi geriletmez. O halde örgütlü bir öz savunma anlayışına ve mekanizmasına hızla ihtiyaç var. Tabi ki şiddetten, ölümlerden, tecavüzden devleti sorumlu tutmak, devletin güvence sağlamasını talep etmek tümden yanlış olmaz. Ama devlet erkek egemenliğinin kurumsal kimliği ve uygarlığın bunalımında en çok can çekişen bu nedenle faşizanlaşan, daha çok erkekleşen bir kurumken kadınlar olarak güvenlik beklentimizi devlete yöneltmek, ondan istemek bir anlamda başımızı bıçağın altına uzatmak anlamına geliyor. Reber APO savunmalarda “Savunma hakkı başka bir güce devredilemeyecek kadar önemlidir” diyor. Biz kadınlarda savunma hakkımızı nasıl tecavüzü teşvik eden, kadın ölümlerini reva gören, kadının ezilerek kontrol altında tutulacağına inandığından politikalarını buna göre şekillendiren, şiddetin gelişimine ortam hazırlayan devlete devredebilir, ondan bekleyebiliriz? Bu tehlikeli bir paradoks. O halde içinde bulunduğumuz zamanı doğru tanımlamak, bu tanımda ortaklaşmak ve bunun gerektirdiği mekanizmalara kendimizi kavuşturmak gerekiyor. Öz savunma tüm alanlarda olmazsa olmazımız olarak yer edinmeli ve bu örgütlülüğe ağırılık verilmeliydi ama Ortadoğu’da Rojava deneyimiyle atılan adım önemli olmakla birlikte koşulların yeterince değerlendirildiği ve kadın mücadele cephesinin oluşturulduğu belirtilemez. Kesinlikle Ortadoğu kadın örgütlülüğü sağlanmış olsaydı Türk devleti bu kadar rahat Rojava’yı işgale gelemez, ABD, Rusya kendilerinin olmayan ve zerre haklarının olmadığı topraklarımızı büyük bir ahlaksızlıkla Türklere peşkeş çekemez, çocuklarımızın, kadınların ölümü pahasına geliştirdikleri çıkar siyasetini uygulayamazlardı. Bu kesindir. O halde hem kadın özgürlüğü hem de ülkemizi, Ortadoğu’yu özgürleştirmenin gereğidir ortak örgütlenme.
Son bir nokta olarak şunu da belirtmek gerekiyor; tabi kadın özgürlük mücadelesi öncelenmeli. Genel kurtuluş aynı zamanda kadının kurtuluşu değil ama kadın özgürlüğü de genel sorunların çözümüyle direk ilişkilidir. Çünkü sorunun kaynağı ortaktır. Ulusal, sınıfsal, kültürel, vb farklılıklardan kaynaklı, yine doğa üzerinden gelişen sömürü düzenini de kadın özgürlük alanı kendi sorunu olarak görmek durumunda. Bu sorunlar iç içedir, ilk adımı kadın özgürlüğüdür ama diğer adımlar kopmaz halkalar olarak sürmektedir. Hiç bir sorun tek başına çözülerek genel kurtuluş ya da özgürlük elde edilemez. Halkların özgürlüğünü sağlayamazsak kadın özgürlüğünü kalıcılaştıramayız, doğadan kopuş felaketini önleyemezsek insanlar olarak yaşayacak bir mekana sahip olamayız. 21. Yüzyıl mücadelesi kadın öncülüklüdür, öncü devrim kadın devrimidir ama demokratik devrim, yapısal devrim yani devletin aşılarak yerel idari-özerk ama konfederal bütünlükle ortaklaşmış örgütlülüğün gelişimi sağlanmadan bizim devrimimiz özgürlüğü kalıcılaştıracak koşullara sahip olamaz. Stratejik bir esas olarak halkların özgürlük kalkışını sağlamalı, halk muhalefetini doğru noktalara kanalize etmeli ve devletçi sistemin aşılması için etkin hale getirmeliyiz.
Şafak Aryen’ı Kaleminden….