HABER MERKEZİ – Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
Savcı’nın deyişiyle şahsıma yönelik Atina’dan ‘kovulma’ olayını bütün yönleriyle kavramak açısından,
Helen Cumhuriyeti’yle ilişki düzeyimizin doğru tespit edilmesi gerekir. Şimdiye kadar ki anlatımımla
olayın tarihsel, felsefi ve siyasi boyutlarını en genel çizgileriyle dile getirmem sağlıklı bir hukuki
değerlendirme için şarttır. Hukuk kendi başına bir gerçeklik değildir. Bir devletin, toplumun temel tarihi,
siyasi ve ahlaki düzeyini yansıtır. ‘Kovulma’ bir düşmanca fiildir. Bu durumda benim Helen
Cumhuriyeti’nin bir düşmanı olduğumu kanıtlamak durumundadır. Ayrıca sonucun idamdan bin beter
olduğu kanıtlandığına göre, bu ‘kovulma’ eyleminin en ağır bir ceza olarak hangi hukuki kıstaslara
dayandırıldığının açıklanması zorunludur. Öyle bir eylem ki, yüzlerce kişinin kendini yakmasına,
öldürülmesine ve tutuklanmasına yol açmıştır. Bu gerçekler göz ardı edilerek, yargılanma asla adil
yapılamaz. Soyut bir ‘dost ve müttefiklerle aradaki barışı bozma’ temelinde bir suçlamanın temelden
yoksun olduğu rahatlıkla açıklanabilir. Burada anlatmak istediğim olayın, savcının anlatmak istediği
biçimle alakasının özde olmadığıdır. Biçimsel olarak dediklerini kanıtlamasına hiç gerek yoktur.
Belirleyici olan özdür. O da, bambaşka bir içeriktedir. Hemen Đtalya örneğini vermek isterim. Đtalya’ya
da Atina’dan daha habersiz, ilişkisiz giriş yaptım. Ama Đtalya Başbakanı beni ‘kovmaya’ cesaret ve
yetkilerinin olmadığını görerek, devlet olarak en çok yaptıkları, hastane statüsündeki bir yerde on
günlük bir gözaltıyla bu girişimime hukuki bir yanıt vermek oldu. Aynı Avrupa ve ulusal hukuk
kriterlerine bağlı Helen devleti de bundan fazla yetkiye sahip değildi; azami yapabileceği, izinsiz
girişten beni tutuklamasıydı. Bu durumda, sözde çok korkulan Türkiye tehdidinin de bir anlamı
kalmazdı. Kaldı ki, tutuklanmadığım gibi, Helen Cumhuriyeti’nin ‘şeref sözü’ verilerek, ‘daha güvenlikli’
bir ortama taşındım. Bunu kanıtlayacak çok veri ve tanık vardır. Gerçek bu iken, Savcı’nın hiç oralı
olmaması düşündürücü olduğu kadar, ağır bir insanlık suçunu örtbas etmeyi amaçladığı açıktır. Eğer
hukuk bir devleti de bağlayan temel kurallar bütünü ise, onun adına hareket edenleri de bağlar.
“Devletimizin yüce çıkarları için her şeyi yapmakla mükellefiz” anlayışı, çağdaş hukuk devletinde
geçerli olmasını bir yana bırakalım, asgari aşiret geleneği ve hukukunda bile yeri olmayan bir
anlayıştır. Tüm insanlık tarihinde değil bir devlete, bir Bedevi çadırına sığınmak bile, eğer misafirin
üzerinde bir tehdit varsa, onu kovmak bir yana, ölümüne savunmak bir kuraldır. Kaldı ki, Helen
Cumhuriyeti bir NATO ve AB üyesidir. ABD’yle güçlü ikili ilişkileri vardır. Onurlu bir halkı da vardır.
Benim yüzümden ülkenin tehlikeye girmesi bu gerçekler ışığında objektif değildir. Varlığımı aylarca
gizleyebilirlerdi. Daha uygun bir müddet vererek, üçüncü bir ülkeye veya ülkeme gitmeme yardımcı
olabilirlerdi. Hiçbir şey yapmazlarsa tutuklayabilirlerdi. Demek ki, tehdide dayalı ‘kovma’ ne hukukla ne
de siyaset ve ahlakla bağdaşan sorumsuz bir değerlendirmedir ve gerçeği çarpıtma maskesidir. Olayın
gerçekleştiği objektif ve sübjektif koşulları daha derinlikli ele almaya, halklarımız arasında mutlaka
korunması gereken kardeşçe bağlar açısından ihtiyaç vardır. Burada şahsımı savunmak ve Helen
devlet yetkililerini güç duruma düşürmekten öteye, halklarımız arasındaki dostluğun sağlıklı
gelişmesini her şeyden daha fazla dikkate almak önem taşımaktadır.
a- Atina’ya yaptığım ilk girişimimde de, insan hakları ve demokrasisinin yerleşik olduğu, devlet ve
şahıslar düzeyinde dostluk ilişkilerinin mevcut bulunduğu bir ülkeye geldiğim anlayışını esas aldım.
Ayrıntılara girmeden, tarihsel bazı örneklerle karşılaştırmamanın daha anlaşılır olacağını
düşünüyorum: Saint Paul’un Damascus’tan çıkıp uzun süre Helen şehirlerinde kutsal çağrılarını
yayması, ikinci adımını Roma’ya atması ve orada katledilmesi Avrupa tarihinde büyük önem taşır.
Sokrates öyküsü daha trajik ve Atinaca bir olgudur. Daha da ilginç olan, Helen mitolojisinde Atina’nın
kurucu tanrıçası Athena’nın Troya kahramanı Hektor’u kardeşi Deiphopos’un kılığına girerek onu
ölüme götürecek bir çatışmaya girmesi için kandırmasıdır. Atina’yı uygarlık tarihinin önemli bir kenti
olarak karalamak gibi bir niyetim yok. Ama olup bitenin tarihsel bir çağrışım içerdiği çarpıcı bir
husustur. Eğer Athena’nın veya Atina’nın dostluk çağrıları ve ilişkileri olmasaydı, bu trajediyi tüm
halkımız ve dostlarımızla, hatta karşıtlarımızla yaşamayacağımız bir gerçekliktir. Atina’ya girişimi ve
sonuçlarını dar ve teknik boyutlarıyla ele almak en affedilmez bir tutum olacaktır; Sokrates’ten, hatta
Solon ve Perikles’ten beri yürütülen bilgelik, insan onuru ve demokrasinin özüne saygısızlık olacaktır.
Nereden bakılırsa bakılsın, bana yönelik tavrın tarihsel bir yanı vardır ve onu doğru tespit etmeliyiz.
Atina’nın bir büyüklüğü varsa, bu doğru tespitle bağı olduğundan kuşku duyulamaz. Damascus’un,
Moskova’nın, Roma’nın devlet yetkililerinin yapamadığını Atina’daki bir oligarşi neden komplo tarzında
yaptı? Yargının en temel görevi, bu soruya doğru yanıt bulmak olmalıdır. Yoksa “Sokrates, Atinalı
gençlerin kafasına yeni tanrılar koydu, o halde ölmelidir” demekten hiçbir farkımız kalmaz.
b- Atina’ya gelişim, temsilcimiz Ayfer Kaya’nın milletvekili ve eski PASOK Bakanı Baduvas’la kurduğu
ilişki sonucu anlam kazanmıştır. Geliş için durum gerçekten uygun mu diye on defa sordum, her
seferinde olumlu cevap aldıktan sonra, karar vermekte sakınca görmedim. Hem partisi iktidardadır
hem de milletvekili ve eski bakandır, mutlaka izin almıştır inancını taşıyordum. Havaalanına indiğimde
karşıma Savas Kalenderis ve istihbarat üst düzey yetkilisi Stavrakis çıktı. Büyük bir telaş ve tehditle,
aynı gün saat beşe kadar çıkmam gerektiği, aksi halde zorlanacağım biçiminde bir tavırla karşılaştım.
Bu hiç beklemediğim ve hazır olmadığım bir durumdu. Baduvas ortalıkta hiç gözükmedi. Ben esas
olarak bu gidişte bir ayak kaydırmanın yapılmak istendiğinin ciddi olarak araştırılması gerektiği inancını
halen taşıyorum. Davet olmasaydı, daha sonraki olayların hiçbiri gerçekleşmezdi. Damuscus’ta kalma
imkanı olmadığında, Ortadoğu’yu zorlayacak da olsa, ülkenin dağlık alanlarına gidebilirdim. Đkinci
gelişimde Nagzakis’in yardımları belirleyici olmuştur. Bana göre dostça büyük bir fedakarlıkta
bulunmuştur. Ama olup bitene baktığımızda, devletle o kadar ilişkisi olan emekli bir subay bir dostluk
ilişkisine neden bu kadar ihanet edebilir? Bu soruya da halen cevap arıyorum. Yunan istihbaratının
kontrolüne verilirken, Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos’la sözde görüşmeye gidiyordum.
Pangalos’un ihanet içinde olduğunu, daha sonraki bir cümlesinde net anladım: “Pencereden gireni,
bacadan atarlar.” Đmhalık bir duruma sokulduğumda da şu cümlesi dikkat çekiciydi: “Apo Mesih’in
yanında, bir melek gibi yaşamaktadır.” Stavrakis’in tutumu da düşmanca ve hainceydi. Direkt ABD’nin
kararlarını uygulamıştır. Ne kadar kendi yetkisini, ne kadar hükümet yetkisini kullandığını bilebilecek
durumda değilim. Başbakan Simitis’in, hangi etkenler altında ‘kovulma’ ve Kenya’ya sürülüşümün
kararını verdiğini iyi açıklaması gerekir. Bu yetkililerin en üst karar sahipleri olarak, detaylı ifadelerine
ihtiyaç vardır. Đtalya Başbakanı Massimo D’Alema’nın Roma girişimimdeki tavrı örnek alınabilir.
Benimsemese de, zorla veya komployla çıkaramayacağına, bunun ancak gönüllülük temelinde
olabileceğine sonuna kadar bağlı kaldı. Üç ay kaldım. Đltica işlemi başlatıldı. Sonra bu hak verildi. 15
Ocak 1999 çıkışımda da yazılı mektup bırakma şartını ısrarla getirdi. Başka türlü Đtalya’dan çıkışımın
kanunsuz olacağını çok iyi bilerek bu tavrı sergiledi. Helen Cumhuriyeti’nde bu prosedüre hiç bağlı
kalınmamıştır. Atina’ya girdikten sonra bir iltica hakkım vardır. Bunu hiç kimse engelleyemez. Sonucu
ancak mahkeme belirleyebilir. Suç teşkil eden bir konumum varsa, o da gözaltı ve tutuklanmayla
değerlendirilir. Bu araçlar ki, en meşru araçlardır ve tüm AB ülkelerinde geçerlidir. Bu prosedüre
başvurulmadığı gibi, dostluk ilişkilerini kullanarak, önce Nagzakis’i aldatarak istihbaratın kontrolüne
verilmem, ikinci adımda da ‘Devlet sözü veriyoruz’ aldatmacasıyla Kenya’ya yollanmam
gerçekleştirilmiştir. Eğer bana fanatik dostluk bağıyla bağlı olduğunu araç olarak kullanmasaydı, Savas
Kalenderis’in vaatlerine inanmazdım. Burada suç teşkil eden, iradeyi ifsat vardır. Bunun için hem
kendisinin hem de istenirse diğer tanıkların ifadesine başvurulabilir.
Baştan itibaren Kenya’ya yollanmam açıkça komployla bağlantılıdır. Neden direkt Güney Afrika
Cumhuriyeti değil de Kenya? Çünkü burada ABD’nin tam kuklası bir rejim vardır. Teslim planı için en
uygun olan yerdir. Bir Mandela ve Güney Afrika Cumhuriyeti böylesi komplolara düşmezdi. Türkiye’ye
teslim edişte de aynı ihanet sergilenmiştir. Elçi Kostulas, pek rahat olmasa da, bu görevi başarıyla
yürütmüştür. Planın tamamen farkındaydı. Đltica dilekçemin kabul edildiğini söyleyerek beni
uyutabilmişti. En son Kalenderis, “Pangalos’un özel emriyle Hollanda’ya gidiyoruz” diyerek, beni
Kenyalı hainlere teslim etmede en açık ihanet görevini yerine getirmiştir. Burada benim sınırsız dostluk
güvenimin kullanıldığı da çok açıktır. Kuşku duymam için en ufak bir açık vermemişlerdir. Bir ihanetin
bu kadar ustalıkla oynanmasına ancak şapka çıkarılır. Bu bilgilerin detaylarını, eğer istenirse,
avukatlarım gösterecekleri tanıklar ve belgeleriyle verebilirler. Dinlenmeleri talebimdir.
Tüm hareketlerim baştan sona, Yunan istihbaratının kontrolü, bilgisi ve yardımıyla gerçekleşmiştir.
Benim devlet güçlerinin bir yardımı olmadan bu hareketleri başarmam maddeten imkansızdır. Kaldı ki,
Atina girişimim dışında da, Helen devletinin Atina Temsilciliğimiz kanalıyla önemli oranda maddi ve
manevi desteği olmuştur. Bunlarla ilgili olarak da, avukatlar, dost tanıklar ve ilişki kurulan devlet
yetkililerinin ifadelerine başvurabilirler. Bütün bu hususlar göz önüne getirildiğinde, teslim edilmem
olayının içyüzünü nasıl kavrayabiliriz? Đnanılması güç bu çelişkiler hangi etkenler altında ortaya çıktı?
Somut bilgilerden yeterince haberdar olmasak da, sınırlı bilgi ve gelişmelerden bazı sonuçlar
çıkarabiliriz. Baştan itibaren inisiyatifin ABD ve Đngiltere istihbaratının elinde olduğu, bunun da Türkiye
MĐT’i ve Đsrail MOSSAD teşkilatıyla işbirliği halinde yürütüldüğü birçok yazı dizisi ve kitaba konu
olmuştur. Bunları uzun anlatmayacağım, belge olarak sunulabilir. Daha Atina’ya henüz geldiğim şubat
ayında Ankara’ya hemen haber verildiği, Sabah gazetesinde yazı serisi olarak işlenmiştir. Çok sayıda
kanıt ve tanık, teslim edilme olayımın koordineli yürütüldüğünü göstermektedir. Özel olarak Đsviçre’den
getirilen uçakla Kenya’ya kaçırılmamın içinde, NATO gizli operasyon bölümünün de rolünün kuvvetle
muhtemel olduğunu göstermektedir. NATO’nun müşterek bir kararı olma ihtimali vardır. Fakat bu
husus kanun dışı olduğu için, NATO özel kuvveti olan Gladio ile yürütülmüştür. Tıpkı Đtalya benzeri
birçok ülkedeki operasyonlar gibi. ABD’nin bu politikalarının AB zemininde ne kadar derin çatlaklara
yol açtığı günümüzde daha iyi görülmektedir. Bütün bu hususları en iyi bilebilecek kişi Başbakan
Simitis’tir. Ayrıca Stavrakis’in direkt ABD’nin emriyle hareket ettiği, Đngiliz avukatlarımın hazırladığı
savunmada gösterilmiştir. Gerek ABD, gerekse Türk yetkililer işbirliği yaptıklarını en üst düzeyde ifade
etmişlerdir. Geriye şu sorulara yanıt vermek kalıyor: Tüm tarafların bu işte, komploda çıkarları nedir?
Birincisi, ABD kendisi için stratejik müttefik olarak gördüğü Türkiye’yi kendisine bağlamak için bu
yardımı mükemmel bir fırsat olarak görmüştür. Bütün Ortadoğu, Orta Asya ve Balkan faaliyetlerinde
Türkiye’den yararlanmayı bu teslim edişle zirveye çıkarmıştır. Aynı hususlar Đngiltere için de geçerlidir.
Đsrail de Türkiye’yle geliştirdiği stratejik ilişkisinin bu olaydaki rolüyle ne kadar önemli olduğunu
kanıtlamıştır. Đsrail’in beyin rolü, diğer alanlarda ve özellikle Kenya’da sonuç alıcı olmuştur. Peki, Helen
Cumhuriyeti’nin menfaati nedir? Bir defa çok bağımlısı olduğu ABD’nin emrini yerine getirmiştir.
Sonrasında Kıbrıs ve Ege sorunlarında ABD’nin tam desteğini alarak, karşılığını fazlasıyla alacağını
hesaplamaktadır. Diğer aşağılık bir yaklaşım Pangalos’un sözünde gizlidir: “Mesih’in yanındaki melek”
demekle imhadan başka bir sonucun beni beklemediğini çok iyi bilmektedir. Benim Türkiye’nin elinde
ölmem, tam bir ‘iti ite kırdırma’ politikası olarak mükemmel işlerlik kazanacaktır. Đtler ne kadar
birbirlerini kırarsa, sonuçta kendi politikası kazanmış olacaktır. Bu yaklaşım, verilen desteğin tamamen
taktik çıkar amaçlı olduğunu açıkça ortaya koymakta, en ufak bir insani yönünün olmadığını
göstermektedir. Bütün hesaplar benim kör bir direniş içine girerek öleceğim üzerine yapıldı. Ölmem
üzerine gün sayıldığı, Atina gazetelerinde bile işlendi. Şahsımın klasik milliyetçi yaklaşımdan uzak
olması ve kör şiddete açık olmaması, ilkel Kürt milliyetçiliğinin önünü açarak diledikleri gibi Kürt sorunu
ile oynama hesapları bunda belirleyici olmuştur. Teslim edildiğim gün bazı Kürt milliyetçi önderlerin
hemen Atina’ya geldikleri bilinmektedir. Bütün hesaplar, komplo ve ihanetin ölümümle sonuçlanacağı
temelinde yürütülmüştür. Hukuki yanını bir yana bırakalım, bu yaklaşımda insani hiçbir yanın göz
önüne alınmadığı açıktır.
c- Savcı’nın iddianamesindeki yaklaşımın AĐHS ve Helen pozitif ulusal hukukuna aykırı olduğu
yaptığım kısa değerlendirmeden de rahatlıkla anlaşılabilir. Hiçbir makam tehdit altındaki bir
vatandaşını veya siyasi iltica başvurusunda bulunanı ‘kovma’ yetkisinde olamaz. Özellikle benim Đtalya
sürecim, bunun için en iyi örnektir. Sadece pozitif hukukun gerekleri yerine getirilse bile, bu olaydaki
sorumluluğun hükümete düştüğü açıkça görülecektir. Zaten olay sırasında hükümetin büyük telaşı ve
bakan istifaları bunu göstermektedir. En ucuz kayıpla suçlarını örtbas etmek istemişlerdir. Neden,
hemen başlangıçta hakkımda soruşturma yürütülmedi? Suçluysam, ilk anda suçluydum. Her şey
bilgileri dahilindeydi. Olay umdukları gibi gelişmeyip benim kim vurduya gitmem gerçekleşmeyince,
yani nedeni belirsiz, sadece Türk yönetimini sorumluluk altına sokan bir mecrada gelişmeyince
yargılama yoluna gidilmiştir. Tasfiye olsaydım, kesinlikle bu yargılanma gerçekleşmeyecekti.
Atina Karma Yeminli Mahkemesinin lehimde vereceği karar, AĐHM’de Đmralı kararına ilişkin verilen
hükümler açısından önem taşımaktadır. AĐHM tüm itiraz maddelerimizi kabul etmesine rağmen,
kaçırılmayı göz önüne getirmemiştir. Nasıl tehlikeli bir komplo içinde kaçırıldığıma değinme gereği
duymamıştır. Sanki teslim edilmem öncesi olup bitenler hukuku ilgilendirmiyormuş gibi, dar hukuki
kıstaslar içinde kalmıştır. Halbuki bana ilişkin AĐHS’nin en temel maddesi; can güvenliği ve hukuki bir
yönteme dayanmadan, keyfi olarak gözaltına alınamayacağı biçimindedir. Benim durumum sadece
keyfi gözaltı değil, ucu her türlü imhaya açık bir kaçırılmadır. Çok sayıda devlet güçlerinin rol oynadığı
planlı, gizli, tamamen uluslararası hukuku çiğneyen bir kaçırılmadır. AĐHS 5/2 maddesi çiğnenmiştir.
Ulusal hukukun da devre dışı bırakıldığı açıktır. Hep vurguladığım gibi, Helen Cumhuriyeti sınırları
içinde verilecek karar en çok tutuklanmadır. Bunun dışında tüm muameleler hukuk dışıdır.
Mahkemenin bu hukuk dışılığı bir yolla telafi etmesi gerekir. Đmralı yargılamasını ve AHĐM yaklaşımını
geçersiz sayabilir. Çünkü ilk yargılanacağım ve dolayısıyla güvencesi altında olmam gereken
mahkeme, Atina Karma Yeminli Mahkemesidir. Bu mahkemenin kararı öncelik taşır. Diğer
mahkemelerin kararlarının hüküm ifade edebilmesi için, Atina yargılanmasının sonucu gerekmektedir.
Hukuksuzluk üzerine, hukuk inşa edilemez. Bu açıdan Atina Karma Yeminli Mahkemesinin kararı hem
bir ilk örnek teşkil etmesi, hem de diğer yargılamalara zemin teşkil etmesi açısından önem arz
etmektedir. Pratik sonucu pek önemli olmasa da, AĐHS 5/2 maddesinin işletilmesi açısından da sonuç
doğurabilir. Đtalyan Roma Đstinaf Mahkemesinin ilticamın kabulüne ilişkin verdiği karar da göz önüne
getirilmelidir. Mahkeme esas olarak halen Helen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğumu göz önünde
bulundurarak, Đmralı’daki tutuklu olmamı da gayri kanuni olarak değerlendirmek durumundadır. Teorik
olarak Helen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğum kabul edilerek yargı yürütülmelidir. Bunun gereklerini
ortadan kaldıranların suç teşkil ettikleri açıktır. Böylelikle örneğine az rastlanır bir hukuki kalpazanlığın
önüne geçilmiş olur; hukuk devletinin gerekleri yerine getirilmiş olur.
Sonuç olarak, insanlık ve halklarımızın dostluk tarihinde bir kara leke olan bu komplo olayında
mahkemenin kararı, adil bir hakem olarak dindirici bir etki yaratabilir. Kendim bunu bir intikam sorunu
olarak değerlendirmeyi karakterime uygun bulmamaktayım. Siyasi ve ahlaki savunmamda yaptığım
gibi, yine de dostluk ve barış için bir köprü rolünü sürdürmekte kararlıyım. Türk-Helen ilişkilerinin,
benim üzerimde oynanan bu oyunla, özellikle ABD’nin isteğiyle düzeltilmesine fazla güvenilemez.
Kalıcı dostluklar, ancak halkların demokratik dayanışmalarıyla kurulabilir. Benim de yapabileceğim,
artık tarih boyunca kanlı uygarlık güçlerinin politik yöntemlerinden köklü bir biçimde kopmak, siyasi
mücadelenin temeline halklarımızın demokratikleşme mücadelelerini oturtmak ve başarı kazandırmak
olacaktır. Şuna derinden inanıyorum ki, Kürt-Türk ilişkilerinde sağlayacağımız köklü bir demokratik
uzlaşı ve barış ortamı, Helen halkının da yüzyıllardan beri derin umudu olan barış ve dostluğun en
güçlü güvencesi ve gerçekleştirici gücü olacaktır.