HABER MERKEZİ – Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
f- Kürtler tarihlerinde özgürlüğe en yakın bir dönemin içine girmiş bulunmaktadır. Tüm tarihlerini
bağlayan özgürlük-kölelik ikilemi, günümüzde de ihaneti bol ve haini çok olma özelliğini korumaktadır.
Güçlü bir zihniyetten yoksunluk kadar sağlam ittifaklardan da nasibini alamamak bir eksiklik ve tehlike
olarak varlığını sürdürmektedir. Ne özgürlük ne de köleliğin yeni biçimleri için önceden kesinleşmiş bir
hüküm vermek zordur. Đki eğilimin sürekli çekişme içinde geçeceği tarihin de bir gereğidir.
Kürt işbirlikçi üst tabakası, bölgede ve dünyada dar çıkarları için ve ilkel milliyetçi ideoloji ve
duygularının bir gereği olarak, dışa dayalı yaklaşımı tek yaşam şansı olarak görmeye devam
edecektir. Özellikle son olarak ABD, Đngiltere ve Đsrail’in önderlik ettiği Ortadoğu hamlesini bir bayram
sevinciyle karşılayacaktır. Geleneksel işbirlikçiliği tüm statükocu güçlerle sürdürmek için, elden ne
geliyorsa yapacaktır. Halk güçlerini ve demokratik yaklaşımı içten benimsemeyecektir; fırsat buldukça
vuracak ve etkisiz kılmak isteyecektir. Buna güç getirmez ve başka çaresi kalmazsa, halk güçleriyle
ittifaka ve demokratik uzlaşıya gelecektir.
Halk tabakası tarihlerinde ilk defa bu denli özgürlüğe açık bir ortamla yüz yüzedir. Özgürlüğünü
gerçekleştirmesi, önderliğinin zihniyet devrimine, ilkel milliyetçi ve klasik sol şemacılığından kurtulmuş
kurumlaşma çabalarına bağlıdır. Aynı zamanda komşu halklarla iç içe bir özgürlük çabasını
sergilenmesini de gerektirir. Kendine özgü demokratik kurumlaşmalarını -üst tabakanın kukla devlet
çabalarından farklı görerek- gerçekleştirmesi, bu dönemin yeni olan en hayati görevi olarak anlam
bulmalıdır. Ayrıntılarıyla izah etmeye çalışırsak:
1- Genelde tüm Kürtler, özelde Kürt halkı ve aydın güçleri, tarihin bir ürünü olan kültürel varlıkları
konusunda doğru ve yetkin bir bilinçlenmeyi sağlamalıdır. Zihniyet devrimi esas olarak bu
bilinçlenmenin gerçekleştirilmesidir.
Yaklaşık son buzul döneminin ardından M.Ö 20 binlerde başlayan, Zağros-Toros dağ sisteminde çıkan
suların kenarında, plato ve ovalarında, mezolitik çağın ardından M.Ö 10.000’lerden itibaren ‘neolitik
devrim’le biçimlenen kültürün ürünü olarak ortaya çıkan, çok çeşitli adlar altında varlık gösteren
bugünkü Kürtlerin tarihi, şüphesiz baş kurucu bir öğesi oldukları Sümer uygarlığıyla başlar. Tarihin
başlangıcı yazıya dayandırıldığı için bu başlangıç böyle kabul edilmekle birlikte, Kürtleri en eski toplum
olan neolitiğin kalıntı halinde de olsa halen sürüp giden özelliklerini yaratan güçlerinin başında gelen
Aryen kültürünün ‘kök hücre’ halkı ve toplumu olarak varsaymak, doğru bir tarih perspektifine
götürebilir. Kürt tarihi, neolitik kültürün sınıf uygarlığı karşısında sürekli direnme, daralma, işbirliğine
çekilme ve adeta ‘yere çakılma’ biçiminde bir trendi başından itibaren taşımaktadır. Sümerlerle
başlayan bu eğilim Babil, Asur, Urartu, Pers, Helen, Roma, Bizans, Đslam-Arap, Đran ve Türk
Đmparatorluklarınca hem köleci hem feodal sistem altında derinliğine ve çok sayıda kültürel halk
gruplarıyla iç içe yaşama biçiminde sürüp gelmiştir.
Kapitalist emperyalist dönemin son iki yüzyılında kendini ulus olarak devletleştiremeyen Kürtler, yaygın
isyanlarla daha da ezilmiş ve güçten düşmüş olarak, modern Đran, Arap ve Türk ulusal ağırlıklı devlet
biçimlerinin yönetimlerine girmişlerdir. Kanunen herhangi özgün bir hakka sahip olmadan, bir güç ve
ağırlık ifade etmeden, kültürel varlıklarını hiçbir bir biçimde geliştiremeden, neredeyse tarihten
silinmeyle yüz yüze gelmişlerdir. Bu sürece karşıt gelişen Kürt hareketleri, çağdaş bir burjuva sınıf ve
halk temelinden ve onun ideolojik-politik ifadesinden yoksunluk nedeniyle, ayrıca siyasi anlamda
talihsiz coğrafi yapının doğurduğu elverişsiz koşullardan dolayı bir ulus-devlet haline gelememişlerdir.
Eskinin aşiret, dini, feodal, aile ve hanedan toplum yapıları, bu dönemde daha da yozlaşıp Kürtlerin
konumunu zorlaştırmıştır. Eritme politikaları altında başkalaşıma uğratılarak özleriyle çelişir duruma
sokulan toplum, tam bir krizle karşı karşıya getirilmiştir. Kürt olgusundaki bu tarihsel gelişim özelliği
sorunun da özüne damgasını vurmuştur. Bu anlamıyla Kürt sorunu bir ulus sorunu olmanın ötesinde
dağılan neolitik ve feodal aşiretlerin bir halklaşma ve demokratikleşme sorunu biçimine bürünmüştür.
Kürt üst tabakasının ya hakim ulus devletler içinde erime ve işbirlikçilik ya da fırsat bulduklarında ayrı
devletleşme çabaları ile Kürt halk topluluklarının demokrasi arayışları arasındaki farkı derinliğine
kavramak büyük önem taşır. Irak Kürdistan’ında yoğunlaşan devletleşmeyle Türkiye Kürdistan’ında
gelişen demokratik kurumlaşma arasında özde ve biçimde temel farklar vardır. Irak Kürdistan’ındaki
devletleşme, esas olarak ABD, Đngiltere, Đsrail ve diğer AB ülkeleri tarafından desteklenmektedir.
Bundaki amaç, Ortadoğu’nun kontrolü ve Đsrail’e stratejik bir müttefik yaratma ihtiyacıdır. Devlet ister
federe ister bağımsız kurulsun, özünde kukla, işbirlikçi niteliğini mevcut haliyle aşamaz. Bunun için
gerekli ekonomik, sosyal ve entelektüel temelden yoksundur. Dış güçler olmadan bir gün ayakta
durabilecek yeteneği yoktur. Bununla birlikte gittikçe kökleşebilir, bir Kürt burjuva sınıfı Arap, Türk,
Acem benzeri ortaya çıkabilir. Emperyalizm ve Đsrail bunu sağlama olanaklarına sahiptir. Son Irak
operasyonu bunu amaçlamakta olup başarmaya çalışacaktır. Daha sonraki süreç Đran, Suriye ve
Türkiye Kürtlerini bu çekirdek etrafında Büyük Kürdistan biçiminde genişletmeyi programına alabilir.
Đlkel Kürt milliyetçiliği bu temelde davranmak zorundadır. Demokratik nitelikten uzaktır. Ya kendi kukla
devleti ya hakim devlet içinde erimiş işbirlikçilik, bu ideolojinin politik özüdür. Irak’ta kendini sürekli
devletleştirmeye çalışırken, Đran, Türkiye ve Suriye’de kendi işbirlikçi kollarını sıkı hakim ulus
devletçiliği içinde palazlandırıp, zamanı geldiğinde kendi içine çekmeye ve kendisiyle bütünleştirmeye
çalışacaktır. Bunun için emperyalizme ve bölge devletlerine her türlü tavizkarlığı en ince ve kaba
biçimleriyle gösterecektir. Zaman zaman bu taviz politikaları için şiddet öğelerini bir araç olarak
hissettirerek sürekli devrede tutacaktır. Halka ve halk özgürlük güçlerine karşı aynı sinsiliği ve kabalığı
iç içe politikayla gündemde tutacaktır. Halkın gerçek demokratik talepleri sanki yokmuş veya kendisi
temsil ediyormuş gibi davranacaktır. Kendi meclislerini, kongrelerini halkınkiymiş gibi yansıtacaktır.
Açık ki, üst tabakanın bu yeni ve tarihi olarak hızlanan gelişmesi karşısında, Kürdistan halk güçleri,
Kürtler ve azınlıkların tümü, kendi özgürlük alternatiflerini kapsamlı projeler olarak gündemleştirme
tarihi göreviyle karşı karşıyalar. Aksi halde birçok dünya örneğinde görüldüğü gibi milli hislerin etkisi
altında öz çıkarlarını doğmadan kaybedebilirler. Yüzlerce kez birçok alanda tekrarlanan bu oyunu
Kürdistan’da bozmak, Kürtlerin ve tüm Ortadoğu halklarının demokratikleşmeleri açısından kilit bir
anlama sahiptir. Kürt halk güçleri, ilke olarak üst tabakanın devletleşmesine karşı olamaz. Ama onun
daha doğarken antidemokratik yapısı, demokratik uzlaşıya yanaşmaması, sıkı işbirlikçi karakteri
bağrında birçok tehlikeyi taşımaktadır. Milli hisleri hem Kürt halkına hem de komşu uluslara karşı
sürekli kabartmak isteyecektir. Mücadelesini teslimiyetle milli boğazlaşma çizgisi arasında yürütecektir.
Tipik Đsrail-Filistin, Boşnak-Sırp olgusuna benzer tutumlara yol açabilecektir. Bu türlü bir çizgi on
yıllarca sürecek halkın enerjisini tüketme, ağır can kayıpları, yoksulluk, acılar, krizden kurtulamayan bir
toplumsal yaşam anlamına gelecektir. Emperyalizmin ‘böl-yönet’ veya ‘tavşana kaç, tazıya tut’
politikası da bu çizgiyi körükleyecektir. Bu çizgi ve uygulamanın panzehiri Kürdistan halkının
demokratikleşme projesidir.
Kürtlerin demokrasi seçeneği olarak da değerlendirebileceğimiz bu eğilim, 1970’ler sonrasında PKK ile
tarihi bir adım atarken, Kürt sorununu da farklı bir eksene taşıdı. Kürt Özgürlük Hareketini ısrarla kendi
denetimlerinde tutmak isteyen emperyalizm ve Đsrail bunda başarılı olamayınca, 1990’lar sonrasında
Türkiye’nin bu sorunda yaşadığı çözümsüzlüğü kullanmaya çalıştılar. Bir taşla birkaç kuş vurma
politikasıyla yaklaştılar. Güya PKK’yi sıkıştırmakla Türkiye’ye yardım etmiş iken, özde ise Kürt üst
tabakasına devlet olma yolunu açmakla tarihi bir sonuç elde etmiş oldular. Sıkışan Kürt ilkel milliyetçi
güçlerine altın tepside bir imkan sundular. Atina komplosu bu savunmada dile getirdiğim anlamıyla bu
girişimleri açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bu karşıt çabalara rağmen, Kürtlerin demokrasi hamlesi
hızından bir şey kaybetmedi. Tüm Kürdistan parçalarında ve yurtdışı Kürtlerinde ezici çoğunlukla hem
yığınsal kitle hareketleri, hem de kurumsal alanda açılımlar sağlandı. Kürtlerin komşu halklarla iç içe
demokratikleşme açılımlarını teorik ve pratik boyutlarında özenle çok kapsamlı olarak değerlendirmek
gerekir. Her şeyden önce Kürt Demokrasi Hareketi, içinde yer aldığı devletleri yıkmak gibi bir amacı
taşımamaktadır. Bu devletlere yönelik tavrı, kendine yönelik demokratik duyarlılıktır.
Demokratikleşmesini bölücülük, ayrımcılık gibi göstermemektedir. Tersine, özgür demokratik birliğe
dayanan güçlü ülke ve devlet bütünlüğünü amaçlamaktadır. Bu yaklaşıma hem Kürtler hem de komşu
ulus-devletler şiddetle muhtaçtır. Çünkü bu bir yandan çok tehlikeli milliyetçi eğilimlerin karşılıklı şiddet
yöntemleriyle muazzam güç kaybına yol açmasını önlüyor; diğer yandan kriz içindeki soruna kansız,
bütünlüğe hizmet eden bir çözüm yöntemi geliştirerek bir güç kaynağına dönüştürüyor. Büyük yaratıcı
değeri buradadır. Aslında bu çözümü kendi coğrafyalarında en çok geliştiren ABD, Đngiltere ve Đsviçre
gibi ülkeler, büyük gelişmelerini esasta bu demokratik tarza borçludurlar. Kürtlerin toplum yapıları da
bu çözüm tarzına şiddetle ihtiyaç göstermektedir. Tarih boyunca şiddet ve yoksulluktan epey zayıf
düşmüş ve hücrelerine kadar parçalanmış bir halk olarak, ancak demokrasi ruhu ve bilinci içinde
kendini toparlayabilir. Güç kazanıp kardeş halklar içinde bir güç kaynağı olabilir. Demokratikleşen Kürt
halkı, demokratikleşen Türk, Arap, Fars, Asuri, Ermeni, Rum, Çeçen, Abaza, Türkmen, Yahudi halklar
demektir. Demokratikleşen Kürdistan, demokratikleşen Ortadoğu’dur. Bu denli bir demokratik tetikleme
özelliğine sahip halktır. Filistinliler gibi her şeyini, hedefi her türlü yöntemle imha eden bir çözüm
stratejisine bağlama ancak güç tüketir. Er geç sonuç yine demokrasidir. Çünkü halkların çözümü ayrı
devlet olamaz. Ayrı devlet, sürekli üst tabaka ve burjuvazinin talebidir. Kaldı ki, halklar devletçi de
olamaz. Devletçilik teorik olarak da halk çıkarını karşılamaz. Devlet daha çok eşitsizlik ve
özgürlüksüzlük demektir. Anti-emperyalist ve sömürgecilikle oligarşiye karşıtlık dışında, tüm
devletleşmeler özgürlüğü ve eşitliği azaltır, çoğaltmaz. Yani devlet kurma yöntemlerine karşı olmak
ilkesel bir tutumdur. Burada karşı olunan, devlet kurma özel görevidir. Yoksa zorunlu bir devlet olma
durumu ortaya çıktığında, buna yönelik tavır, onu ele geçirip kendi devleti yapmak değil, onu
demokratik duyarlılığa bağlamak biçiminde olacaktır. Şahsen sosyal bilim teorisinde vardığım en
önemli sonuç, emekçi halkların devletçi yaklaşımları ve araçları esas alamayacakları biçimindedir.
Halklar için temel araç, toplumun ekolojik ve demokratik koordinasyon biçimleridir. Bunun için ‘ne
kadar ihtiyaç, o kadar sivil toplum kuruluşları’dır. Çağdaş demokrasinin de evrimi bu yönlüdür. Başta
AB’de olduğu gibi, klasik devlet modelini aşmak, bugünlerde bir Avrupa Konvansiyonu biçiminde varlık
kazanmaktadır. Klasik devletten uzaklaşmak, krizlerden kurtulmak için temel bir ilke haline gelmiş
bulunmaktadır. ‘Ne kadar az devlet, o kadar çözüm’ sıkça tekrarlanan bir formül halini almıştır.
Özcesi, hem tarihi ve toplumsal özellikleri hem de çağdaş gelişmeler, en önemlisi de komşu ulus
devletlerin halklarıyla çok parçaya bölünmüşlük ve iç içelik, Kürt halkı için demokratik çözüm projelerini
adeta vazgeçilmez bir araç haline getirmiştir. Ortadoğu’nun ekmek ve su kadar demokrasiye ihtiyacı,
bu eğilimi şiddetle teşvik eden diğer önemli bir faktördür. Kürtlerin başarılı demokrasi projeleri,
Ortadoğu’nun Đsrail’i de kapsamına alacak topyekün bir demokrasi hamlesine dönüşme imkanına
sahiptir. Özellikle Türklerle Kürtlerin tarihten gelen Ortadoğu’da birlikte hareket etme tarzları,
günümüzde birlikte muazzam ‘Ortadoğu demokrasi yürüyüşü’ne dönüştürülebilir. Bu yürüyüş en az
Ortadoğu’nun petrolü ve suyu kadar halklar için bir ihtiyaç ve zenginliktir. Bu temelde ‘Đkinci Đsrail’ olarak çok korkulan ‘milliyetçi ve devletçi Kürdistan projesi’ yerine, ‘Demokratik
Kürdistan Projesi’ Türk, Đran ve Arapların ulus olarak Kürtlere daha olumlu ve çözümleyici
yaklaşımlarını getirecektir. Kürtler bir korku kaynağı değil, uzlaşı için aranılan dost ve kardeş
muamelesi görecektir. Tüm bölge için ‘böl-yönet’ aracı olma yerine, gönüllü ve güçlü temelde özgürce
bütünleştirme ekseni rolünü oynayacaktır. Kürtler Ortadoğu’nun temel demokrasi güvencesi ve
dayanağı olacaktır. Dünyada hegemonyacı güçlerin aleti olarak değil, bölgenin büyük demokrasi
hamlesinin temel demokratik gücü olarak saygıyla anılma ve desteklenmeyi hak etmiş bir halk olarak
değerlendirilecektir. Zihniyet dönüşümünün halkta ve önder güçlerinde bu yönlü sağlayacağı
gelişmeler, şüphesiz ekonomik, sosyal, sanatsal ve bilimsel alanlar başta olmak üzere, her alanda bir
aydınlanma ve idrak gücü yaratacak; özgür yaşamı sürekli hayal edilmekten çıkarıp nesnel bir
gerçekliğe ve biçimlendirmeye kavuşturacaktır.
2- Kürtlerin demokratikleşme projesi için, sorunlar zihniyet ve vicdan devriminde çözümlense de, asıl
güçlük devlet kurumunun demokratik kurumları içine sindirememesi ve kendine yönelik bir tehdit gibi
algılamasıdır. Ortadoğu devlet geleneğinde halkın her yoğunlaşması kendi otoritesine yönelik
sayılmıştır. Adeta karıncalaşan bir halk istemektedirler. Batı uygarlığının üstünlüğü, bireyi ve bireylerle
kurumlaşan halkı esas almasındandır. Özgür kişilik de devlete karşı dik kafalılık olarak değerlendirilir;
tercih edilmez. Kul ne kadar uysal ise, o denli tercih edilir. Đyi tebaa olabilen halk esas alınır. Batı
demokrasileri ise bu geleneği yıkarak oluşmuştur.
Türkiye Ortadoğu’da çağdaşlığa en yakın devlet tarafından temsil edilmesine rağmen, demokrasi
sorununu bu nedenlerle tam çözememektedir. Demokratik kabarışı ve kurumlaşmayı kuşkuyla ve bir
gün otoritesine meydan okuyacak tehdit gibi algılamaktadır. Bununla birlikte 19. yüzyıl milliyetçiliği
temelinde gelişen ulus-devletin katı bir uygulanışı sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Aynı sorunları
Đran ve Arap devletleri de yaşamaktadır. Tüm devlet kurumlaşmalarında hakim ulusun ve dinin resmi
bir kolu da diyebileceğimiz kesim egemen kılınmaktadır. Diğer etnik ve dini gruplar olabildiğine
dışlanmaktadır. Bununla yetinilmemekte, ‘öteki’ denilenlerin kendi demokratik sivil toplum kurumlarının
önüne çok yönlü engeller dikilmektedir. Resmi ideoloji, resmi ulus anlayışı, resmi dil, kültür ve siyaset
anlayışına kadar her alana bir damga vurularak, bunun dışına çıkan suç ve suçlu kavramına alınır;
hatta vatan, ulus, devlet haini olarak ilanı da peşi sıra gelebilir. Demokratikleşme sorunsalı esas olarak
bu yarı-Doğu, yarı-Batı devlet karmasından ileri gelmektedir. Demokrasinin kurumlaşması bu devlet
yapılanmasının aşılmasını, en azından demokratik kurumlaşmaya duyarlı olmasını gerektirir. Genelde
tüm toplum sınıflarının, özelde halk sınıf ve tabakalarının öz örgütlenmeleri bir tehdit ve otoriteyi
kaybetmek değil de, çağın gerekli kıldığı ve sorunların çözümü için zorunlu olan örgütsel yapılar olarak
değerlendirilmelidir. Resmi ideoloji ve kurumsal dayatmaları terk etmelidir.
Türkiye için daha bilimsel bir ulus-devlet anlayışı kadar, dil ve kültür özgürlüğünü serbest bırakan bir
ortam, demokratikleşme için asgari koşuldur. Kendini Kürt veya Türk, başka etnik ve inanç yapısından
sayma, düşünsel özgürlük olarak anlaşılmalıdır. Đster eski çağlarda hakim dinin avantaj sağlaması,
ister hakim ulusun avantaj sağlaması olsun, aralarında fark yoktur. Özünde her iki anlayış aynıdır ve
demokrasi ile uyuşmaz. Kurumlaşmaya yaklaşımda, devlet anlayışında bu yönde değişimler
beklenirken, demokratik kurumlaşmaların da kendini devletle özdeşleştirmemesi büyük önem taşır.
Kurumlar devletle rekabet için değil, kendi fonksiyonları için vardırlar. Demokratik kurumlar
mensuplarının çıkarlarını devlete taşıyabilirler, ama bunu devletin fethi biçiminde algılayamazlar.
Devletten en çok isteyebilecekleri, iradelerine ve haklarına saygı ve duyarlılıktır.
Kürt sorununda geçmişte yaşanan acı deneyimleri bir yana bırakalım, kurumsal düzeyde, zihniyet ve
sanat düzeyinde bile halen sıradan ve doğal gelişmelere kuşku ile yaklaşılmakta ve takibi eksik
edilmemektedir. Kültürel varlık konusunda araştırma ve temsiller son derece kısıtlılık altında
yürütülmekte, çoğunlukla bölücülük damgası yemektedir. Her Kürtlük olgusu, bölücülüğe götürebilecek
bir olgu kapsamında şüpheli görülmektedir. Israrla vurguladığım bu hususlar karşılıklı aşılmadan,
demokratikleşme çakılı kalmaya devam eder. Demokrasi uçağı tek kanatla uçamaz.
Devlet PKK-KADEK’in tümüyle silahsızlanmasını isterken, demokrasi açısından haklı olabilir. Ancak
tam demokrasi yürürlükte ise bu doğru bir taleptir. Dolayısıyla her iki tarafın atması gereken adımlar
vardır. Bu adımları devlet açısından açıklığa kavuştururken, esas olarak tüm Kürtler açısından da
açıklığa kavuşması daha çok gereklidir. Çünkü hem zihniyet ve kültür, hem de kurumlaşma açısından
sınırlı bir tecrübe ve teorik çerçeve söz konusudur. Herkes demokrasiyi dört yılda bir seçim, koltuk ve
avanta sanmaktadır. Tam bir demagoji ve hastalık olan bu zihniyet ve uygulama aşılmadan,
demokratikleşmede mesafe alınamaz. Demokrasi, halkın özgürlüğüne inanç rejimi olarak, erdemlerine
anlam veren gerçek yurtseverlerin siyaset tarzıdır. Koltuk ve avanta ile alakası yoktur. Rant getirmez.
Halk için zorunlu olan ortak ihtiyaçların düzenli seçimlerle en iyilerin görevlendirilmeleri amacını taşır.
Özcesi, sıkı ve doğru bir eğitim demektir.
Kürt halkının dağıldığı tüm ülkelerde devlet otoritesiyle benzer sorunları yaşamaktadır. Tepeden
tırnağa kendini ortaçağ köleliğinden (ağalık, şeyhlik, beylik) kurtarmaya çalışırken, bunu hakim ulus
devletleri içinde erimek için yapamaz. Bunu istemek, ortaçağ köleliğinden daha beter bir duruma
düşürmek demektir. Bu yüzden de feodal ideoloji ve kurumlar aşılamıyor. Adeta ikili bir kapana
kısılmış gibidir. Demokratikleşme, bu iki kapandan acı çekmeden, kan dökmeden kurtulma imkanı
demektir. Bu imkan verilmezse sürekli kriz, isyan ve bastırmalar da gündemden eksik olmayacaktır.
Bu gerçekler temelinde daha somut bir Kürt demokratik kurumlar projesini öneri olarak geliştirmek
durumundayım. Proje ağırlıklı biçimde her alandaki halk olarak Kürtleri kapsamayı hedeflemektedir.
Üst tabakayı dışlamamakla birlikte, onları esas almamaktadır. Çünkü onların ilgisi devletçi
çözümleredir. Ayrıca her Kürdistan parçasındaki azınlıklara ve ulus devlet bireylerine de açıktır. Dar
milliyetçi bir perspektifi esas almamaktadır.
Tüm Kürdistan parçalarını içeren genel bir ‘Halk Kongresi’ gereklidir. Varolan Kürdistan Ulusal
Kongresi (KNK) içerik ve biçim olarak çözümlenen çerçeveyi kapsamamaktadır. Bunun dar ve yetersiz
kaldığı, kendini mevcut ihtiyaçlar bağlamında işlevsel kılamadığı görülmektedir. Ayrıca ulusal ifade
ediş milliyetçiliği ve devletçi çözümü çağrıştırmaktadır. Ulusal yerine halk’ın konulması gerçekliğe daha
uygun düşmektedir. Benzer adlı bazı kuruluşlar daha var. Önemli bir husus da KADEK’le benzer
olmasıdır. Đkisi de kongredir ve aynı tabana sahiptir. Birleşmeleri daha gerçekçi olmaktadır. Đkisinin
olağanüstü bir kongre ile bütünleşmeleri bir öneri olarak sunulabilir.
Düşünülen KHK (Kürdistan Halk Kongresi) amaç olarak devletleşmeyi içermeyen, mevcut ulusdevletler ile sorunları barış içinde ve demokratik siyaset esasları ile çözmek biçiminde kendini
tanımlayabilir. Bu tanım ciddi, doğru bir teorik çabanın ve pratik eylemliliğin sonucu olarak
geliştirilmektedir ve dikkatle kavranmaya çalışılmalıdır. KHK’nin üye sayısı parçaların nüfus oranına
göre 250-300 arası önerilebilir. Üyeler mevcut devletlerin yasalarını dikkate alarak uygun yöntemlerle
seçilir. Yıllık toplantı yapması ve 25-30 civarında bir yürütme konseyini seçmesi de görevlerindendir.
Halkın tüm demokratikleşme sorunlarında karar ve siyaset geliştirebilir. Kürtlerin yaşadığı devletlerin
içinde yasadışı değil, yasal partilerle çalışmayı esas almak durumundadır. Bu yasal partiler yalnızca
kendi iradesinde partiler olmayıp, bir dostluk konumu içindedir. Devletlerin yasa ve nizamname
düzenine uymaları esastır. KHK, ancak ulus-devletle halkın demokratikleşme kurumlarını doğru
değerlendirip kararlaştırmakla rolünü oynayabilir. Đzin verilmesi halinde, bizzat her ulus-devlet içinde
kendini yasal bir statü içine alabilir. Bunun mücadelesini vermelidir. Đcra konseyinin altında temel
ihtiyaca göre komiteleşmelere gidilir. Başlıca komiteler siyasi (iç ve dış), sosyal, ekonomik, bilim-sanat
ve basın-yayın biçiminde oluşturulabilir. Bu komitelerin ihtiyaca göre kol ve birlik örgütlemelerine
gitmesi ve kitle örgütlemesi amaçlaması önerilebilir. Taban örgütlenme olarak komün veya ocak tarzı
esas alınabilir. Bütün bu örgütlenmeler açıktır ve demokrasinin temel ölçütlerine göre işleyişlere
sahiptir.
Ana hatlarıyla çok kısa olarak şemalaştırmaya çalıştığım ve öneri olarak sunmak istediğim Kürt
halkının bu yönlü sorumlu bir muhataba kavuşması, ulus devletleri endişelendirmemelidir. Asıl
sakıncalı olan, ucu, yetkisi ve tarzı belli olmayan, her an her yola başvurabilecek sorumsuz ellerdeki
amatör, sıkça çeteleşen örgütlerin halk saflarını işgal etmesidir. Buna bir de şiddet öğesini kattık mı,
geçmişte yaşanan ve halen yaşanma tehlikesi olan kaos halindeki durumlar ortaya çıkar. Bu tür
yapılanmaların halk saflarında ve devlet için ne kadar sakıncalı durumlar yarattığı göz önüne
getirildiğinde, KHK tarzı en gerçekçi ve çözümleyici bir model oluşturmaktadır. Mesele tek bir
Kürdistan parçası olsaydı, bu tarz bir örgütlenme gerekmeyebilirdi. Ama parçalar ve ulus devletler
birbirini şiddetle etkilediği için, bu tarz bir örgütlenme ve siyaset temsilciliğine ihtiyaç olmaktadır.
Türkiye açısından geçmişle kıyaslandığından belki ürkütücü gelebilir. Fakat yanı başındaki Kürt
milliyetçiliğinin devletleşmeye açık yapılanması karşısında, üniter devleti esas alan ve iyi tanımlanmış
bir demokrasiyi amaçlayan bu tarz bir yapılanma en uygun çözüm aracı olarak görünmektedir. Aksi
halde halk milliyetçi ayrılıkçılığa dalgalar halinde kapılacaktır. Đlkel milliyetçiliğin vereceği güvence ne
olursa olsun, objektif olarak gelişenin bu gerçeklik olduğu son Irak operasyonunda yeterince netlik
kazanmıştır. Türkiye, Kürt sorununu kendi sorumluluğunda görürken, bu tür bir örgütlenmeyi kuşku
kaynağı gibi değil, teşvik ve destek görmesi gereken bir dost, bir uzlaşma muhatabı olarak kabul
etmelidir. Reddetme ve karşı tavır, bir yandan devletçi milliyetçiliği güçlendirirken, halk güçlerini de
hem silaha ve şiddete, hem de zorunlu ayrılıkçılığa teşvik etmiş olur. Dünyada çok sayıda örnekle
kıyaslandığında, bu modelin, yaklaşımın en yapıcısı olduğu görülecektir. Küçük bir Çeçenistan,
Kosova bile ayrı devletten aşağısını kabul etmiyor. Tabii bu tavırları da sorunları kangrenleştiriyor.
Eğer bu öneri taraflarca uygun görülürse, geriye bir PKK-KADEK ile KNK’nin birleşme sorunu
gündeme gelebilir. Bu temelde arayışlar ilkesel ve pratik yönde geliştirilir.
Bu genel proje dışında çözümleyici araçlar büyük önem taşır. Sivil toplum örgütleriyle (STÖ), KHK ve
yasal partileri birbirlerine alternatif olarak görmemek gerekir. Her birisini kendi alanı ve yapılanması
içinde ele almak daha doğrudur. Her yapılanmayı ihtiyaçlar belirler. Şematik, bürokratik örgütlenmeler
kesin amaca hizmet etmez ve sorunları çözümsüz bırakır. STÖ de çok yaygın olarak, merkezi ve
mahalli olarak geliştirilebilir; ekonomik içerikli olanından sosyal, kültürel, ekolojik, sanatsal, bilimsel,
sportif, eğitsel, sağlık, tarih, vb., ‘hangi alanda ihtiyaç, oraya bir STÖ’ esprisi ile yaklaşılmalıdır. Bu
amaca uygun kişilikler ve işlerlikleri asla ihmal edilemez.
Yasal demokratik partiler de Kürtler açısından çözümleyici ve büyük önem taşır. Salt Kürtler için parti
anlayışı yanlışlıklara yol açmakla birlikte, Kürtlerin yoğun bulunduğu ve kendilerine özgü sorunların
yaşandığı alanlarda Kürt demokratik partilerinin kurulması yasal olarak da mümkün ve işlevseldir. Bu
tür örgütlenmeler milliyetçi-ırkçı esaslardan uzak durmalı, milliyet ayırımı gözetmemelidir. Ama
çoğunluk alanlarında ister bağımsız ister seksiyon tarzında biçimlenmelere açık olmak, demokratik
tarzın işleyişi açısından çok önemlidir. Bu, Batıda ve dünyanın her yerinde yaygınca görülen bir
tarzdır. Doğal olarak bu partiler demokratik koalisyonlar halinde iktidar olabilir veya etkileyebilirler.
Yalnız başına hareket etmeleri etkilerini kesinlikle zayıflatır. Geniş demokratik ve ekolojik
koordinasyonlar biçiminde hareket en doğru tarzdır.
Kürtlerin özellikle bilim ve sanatla, eğitim ve medya alanlarındaki kurumlaşmalarının önemini ayrıca
belirtmek gerekir. Kültürel özgür ifade için bu kurumların başta gelen rol oynadığı açıktır. Ulus-devletin
bu yönlü kurumlardan çekinme yerine destekleme görevi vardır. Zaten resmi dilin yaygın eğitimi ve
işleyişi söz konusuyken, ilkokul seviyesinde bir Kürtçe eğitim ancak teşvik görebilir. Đki dilli olmak bir
toplum zenginliği olarak görülmelidir. Hindistan’da yüzlerce, Đsviçre’de dört temel dilin işlevselliği
devletin işleyişini engellemiyor, ulusal bütünlüğü bozmuyor. Demokratik kurumlaşmanın önemli bir
alanı da belediye, kent ve kırsal köylerdir. Coğrafi zeminle, dolayısıyla ekolojiyle yakından ilgili bu
alanlardaki demokratik kurumlaşmalar, demokratik rejimin temelidir. Köy ve kent
demokratikleşmedikçe, tüm toplumun üstünde istenildiği kadar merkezi kurumlar ve yönetimler
oluşturulsun, kendi başlarına demokratikleşmeleri olası değildir. Demokrasiler özü gereği halkın
tabanından kalkan, onun iradesini kolektif yönetime taşıyan bir mahiyet arz ederler. Önemi bu
mahiyetinden ileri gelir. Dolayısıyla kentlerde belediyeler, köylerde köy komün veya ocakları (ihtiyar
heyetleri dar ve fazla demokratik değildir) kavram ve kurum olarak üzerinde durulmayı gerektirir. Kendi
başına belediye ve köy yönetimleri demokratiktir denilemez. Demokratikleştirilmeleri başlı başına bir
sorundur. Bir yandan devletin bu alanlar üzerindeki ezici gücünün zorunlu haller ve ülke genelindeki
ihtiyacın dışında kaldırılması; diğer yandan adeta feodal toplumdan kalma belediye ve köy ağalığı
biçimindeki objektif uygulamanın, halkın özgür irade seçimi ve denetimiyle ‘komün’ ve ‘kent
meclisleri’nce oluşturulup denetlenmesi gerekir.
Daha genel bir anlayış olarak; dünya çapında gelişen yerelliğin, yerel kültür ve ekolojinin artan büyük
önemi nedeniyle bu alan kurumlaşmalarına entelektüel düzeyde yüksek ilgi göstermek ve örgütlemek
başta gelen demokratik siyaset konularıdır. Çerçeve tanımlanmasını böyle yapabileceğimiz köy ve
belediye kurumlaşmalarını Kürt toplumunun özelliklerine uyarladığımızda, daha somut olarak kentler
için ‘özgürlükçü belediye hareketi’, kırsal köy alanlarına ilişkin de ‘özgürlükçü komün hareketi’ olarak
adlandırmak uygundur. Halkı bir ağa, tarikat başı, muhtar ve korucu-bekçinin insafına bırakmak
demokrasinin inkarıdır. Feodal mahalli güçlerle, merkezi devletlerin yüzyıllarca halka dayattıkları bu
tüm antidemokratik yönetim anlayışları, uygulamaları ve kurumlaşmaları aşılmadan, genel
demokratikleşmenin de başarılmayacağı açıktır.
Hakim ulus-devlet parlamentoları ile Federe Kürt Parlamentosunun Kürt halkı açısından bazı
temsilcilerini ilgili yasalar çerçevesinde seçip bir ‘demokratik uzlaşı’sını aramak açısından önemi
vardır. Kendi varlığını ve özgürlüğünü tanımayan tüm parlamentoların, Kürt halkının özgünlüklerini
temsil etme diye bir sorunları yoktur. En basit insan hakları olan Kürt çocuklarına anadil eğitimi ve
kültürel geleneklerine göre adlanma ve yaşama olanaklarının sınırlandığı ortamlarda, ‘Kürt
parlamenterlerden’ bahsetmek olası değildir. Diline ve kültürüne sahip çıkmayanın halk temsilcisi
olarak adlandırılmasının hiçbir siyasi sözlükte yeri yoktur. Ama hakim ulus ve dinler adına tarihte
olduğu gibi kendilerini görevli görmeleri mümkündür ve Kürt kökenliler açısından da sosyolojik
gerçeklik budur. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte devlet geneli açısından olduğu kadar, ulusal temsil
kurumları açısından da yeni biçim arayışları önem taşımaktadır. Demokrasinin bu kıblegahları
açısından, özellikle Türk, Đran, Arap ve Kürt Federe Meclislerinde Kürt halkının gerçekçi temsili özde
ve biçimde önemli bir sorun olarak durmakta; demokratik uzlaşı açısından büyük önem arz etmektedir.
Demokrasinin kurumsal temsili açısından son bir önemli nokta da, temel toplum kategorileri olan
kadın, gençlik, etnik ve dini gruplaşmaların özgün kurumlaşmaları ve kitlesel örgütlenmelerinin
vazgeçilmez öneme sahip olduklarıdır. Sivil toplumun en önemli kesimleri olan bu alanları demokratik
kitlesel örgütlenmelere kavuşturmadan, tam özgür ve eşit bir demokrasiden bahsedilemez. Demokratik
kurumlar için genel yasaların uygunluğuyla, demokratik işleyişe cevap veren tüzük ve yönetmelikler de
önemle çözümlenmesi gereken konular ve sorun alanlarıdır.
Bir öneri olarak sunduğum demokratik kurumlaşmaya ilişkin bu görüşler gerekli olur ve fırsat düşerse
değiştirilip geliştirilebilir.
3- Demokrasiler halk eylemliliğiyle bağlantılı rejimlerdir. Halkın eyleminin olmadığı yerlerde
demokrasiler yeşeremez. Devletin halkın eylemliliğine saygısı kadar, halkın da devlete saygılı olması,
onun kendisine duyarlı olan düzenini bozmaması gerekir. Karşılıklı bir konsensüste buluşmaları
esastır. Her şeyin devlete bırakılması ne kadar demokrasiden uzaklaşmaya götürürse, her şeyin halk
eylemciliğine bırakılması da anarşiye götürür. Tarih boyunca çok denenen bu uç noktalara düşmemek
önem taşır. Son yüzyılda özellikle gerek ‘ulusal kurtuluş’, gerek ‘sosyalist kurtuluş’ adına yürütülen
ayaklanma ve savaşları da halk eylemliliği olarak kutsamak gerçekçi değildir. Son tahlilde ‘reel
sosyalizmin’ ve ‘ulus devletlerin’ aşılması gerçeği, bu iddiaların fazla bilimsel olmadığını yeterince
ortaya koymaktadır. Toptancı olan bunlar ve benzeri kavramlara daha ihtiyatlı ve gerçekçi yaklaşmak
son derece önemlidir. Bir nevi din, hanedan kavramlarına benzemektedirler. Artık halkın eylemliliği çok
zorunlu meşru savunma dışında zor içermemek kadar, devlet yıkma ve kurma amaçlı da olmamak
durumundadır. Aksi halde 70 yıl da geçse ve dünyanın 1/3’ünde egemen de olsa aşılmaktan
kurtulamaz. Doğrusu, halk eylemliliğinin esas amacı, devletin kendi demokratik kurumlaşmasına,
böylelikle özgürleşmesine rıza göstermesi ve bunun için sorumlu temsilcilerini kabul etmesi biçiminde
formüle edilmelidir. Ne devlete tapınmak, ne de yıkmak için halk adına savaşlar ve eylemler doğru ve
meşru olarak değerlendirilemez; değerlendirilirse bile, halkın özgürlüğüne en sonunda ters düşmekten
kurtulamaz.
Bu çerçevede devlet ve halkın demokratik kurum ve eylemliliklerinin birbirlerini tanımaları toplumsal
meşruiyetin özüdür. Türkiye’de, son 30-40 yılda sağda, solda, dini veya etnik temellerdeki eylemlilikler
ve devletin bu eylemliliklere karşı tavrı birçok noktada aşırıya kaçmış; karşılıklı meşruiyete hizmet
etmemiştir. Demokratik ve sosyalist geçinen güçlerin gizli silahlı duruma geçmeleriyle, devlet adına
sola karşı ‘ülkücü’, Kürtler ve PKKlilere karşı ‘Hizbullah’ tarzında yapılan eylemler demokratikleşmeye
büyük zarar vermiştir. Bunun meşru savunmalarla izahları güçtür. Karşılıklı bir özeleştiri ve
meşruiyetlerini tanıma süreci, tüm toplum ve öncü güçleri arasında hoşgörü ortamının yaratılması ve
demokrasinin insan haklarına ilişkin gelişmelerin işlerliği açısından önemlidir. Türkiye, geçmişi bir
tarafın diğerini suçladığı biçimiyle kalamaz. Gerçekçi yol; herkesin ve grubun demokratik kriterler
temelinde kendini gözden geçirmesi, gerekli özeleştiriyi yapması ve genel toplumsal meşruiyete karar
kılmasıdır. Buna devletten tutalım, kendini en masum gösteren tarikatlar ve aydınlara kadar herkes
girer.
Kürtler açısından demokratik eylemlilik büyük önem taşır. Kendi demokratik kurumlarını ve devlet
nezdinde meşruiyetlerini ancak kendi meşru eylemlilikleriyle sağlayabilirler. Bunun doğru biçimini
bulmaları gerekir. Tarihsel ve dünya çapında yol gösterici örnekler vardır. Ama bunların oldukları gibi
taklit edilemeyecekleri açıktır. Hindistan’da Gandi’nin pasif eylem tarzından Güney Afrika
Cumhuriyetinin getto hareketlerine; Filistin Đntifadası’ndan günümüz Arjantin’indeki sokak ve
mahallelerin komün ve özerk yönetim benzeri hareketlerine kadar birçok örnek incelenmeye değerdir.
Kürtlerin, oldukları devletlerin tümünde, bir ‘barış ve demokratik meşruiyet tanıma’ sloganı altında
yaygın ve sürekli hareketi demokratikleşmelerine hizmet edebilir. Çok zorunlu meşru savunmalar
dışında zor araçlarına başvurmadan, bu yönlü barış ve demokratik eylemliliklerini bir yasal hak olarak
da talep etmeleri gerekir. Burada iki önemli koşul, taleplerin şiddet içermeyen ve devletten ayrılığı
savunmayan nitelikte olmalarıdır. Bunun yanında ‘anadilde eğitim hakkı’, ‘yoksulluk ve işsizliğe çare’
eylemlilikleri büyük önem taşır. Buna benzer temel ihtiyaçlara dayanan eylemlilik, en az
demokratikleşmenin kurumlaşmaları kadar gereklidir. Devletlerin de bunların yasadışılığa taşmamaları
açısından, kontrol hakkını sürekli kısıtlama ve işlevsiz bırakma biçiminde demokrasinin özüne aykırı
kullanmaması önemlidir. Eylemliliklerin yasal meşruiyeti amaçlamaya dikkat etmeleri, bunları
aşmamak için yeterince örgütlü ve disiplinli olmayı bilmeleri gerekir. Toplumun genel hassasiyetlerine
dikkat etmek de karşılıklı vazgeçilmez bir husustur.
Önemli bir demokratikleşme ve barış problemi de PKK-KADEK’in silahlı konumudur. PKK-KADEK’in
siyasi olarak kendini meşrulaştırmasına ilişkin KHK çatısı altında birleşmeleri önerisinde bulunmuştum.
Silahtan arınmak için ise, ilgili devletin bazı yasal çerçeveler geliştirme ihtiyacı vardır. Türkiye
örneğinde düşünülen ‘pişmanlık yasası’ hem kapsam hem de biçim olarak sürecin özüne cevap
vermemektedir. Genel bir af için koşullar da uygun görülmediğinden, daha gerçekçi bir yol, genel bir
silah bırakılması karşılığında, katkı sunan herkese -yurtdışında, Avrupa’da kanun dışına düşenler
dahil-, cezaevinde ve dağ başında silahlı olanları da kapsayan, Cumhuriyetin demokratik, laik, sosyal
ve hukuki özelliklerine katılım halinde barış imkanı veren bir düzenlemedir. Böylelikle silahlı direnmede
kararlı olan ve Cumhuriyeti sayılan nitelikleriyle tanımak istemeyenlerin durumu göz önüne getirilirken,
daha onurlu ve Cumhuriyetin hedeflerine gönüllü katılıma da daha bütünleştirici ve güçlendirici rolünü
oynama imkanı verilmiş olur.
Bunun tarihi ve toplumsal temeli de vardır. Otuz yıl önce başlarken ‘Komünizm’, ‘Kürtlük’ vb. konular
yasak iken, bugün legal partiler haline gelebilmişlerdir. Yine birçok örgüt silah bırakmıştır veya
bırakarak demokratik bütünlüğü kabule hazırdır. O halde bu tarihi-toplumsal gelişmeyi konuyla ilgili
düşünülen bir yasada içermek ve dile getirmek son derece doğru, gerekli, önemli ve çözümleyicidir.
Aksi halde olacak olanı ne kadar arzu etmesek de, daha önce PKK-KADEK açısından belirttiğim gibi,
Irak’ta ABD’nin de dayatmasıyla yaklaşık on bin silahlı güçle, 15 Ağustos sürecinin (250 katılımla
başlamıştı) çok üstünde bir güçle zorluklara, acı ve kayıplara yol açabilecek yeni bir süreç kaçınılmaz
olur. Uzun süredir bu yönlü bir yolun açılmaması için çok sayıda öneriyi hem devlet hem de PKK
tarafına iletmiştim. Beş yıldır bir sakinlik dönemi bu girişimimin sonucudur. Nihai çözüm ve daha da
amansız yeni bir sürecin başlamaması için bir ‘barış ve demokratik kazanım yasasını’ geliştirmek
hayati bir konudur. Çözümleyici yaklaşmamaları ve ateşe körükle gitmeyi tercih etmeleri, onlarca
hükümetin sonunu getirmişti. Toplum kesinlikle huzur, iş ve hoşgörü istemektedir. Devleti işleten
hükümetin, bu temel taleplere yanıt olarak, ters anlama gelebilecek ‘pişmanlık yasası’ yerine,
‘demokratik bütünlük ve barışı’ köklü amaçlayan yasal formülü geliştirmesi mümkündür ve hayati
öneme haizdir. Aksi halde mevcut silahlı güçlerin uzun vadeli silahlı bir mücadele sürecine girmeleri
kaçınılmaz olur. Hükümete yazdığım son mektubumda bu amaçla bağlantılıydı. Türkiye’de Kürt
sorunundan kaynaklanan sendrom artık aşılmalıdır. Kürt Demokratik Hareketinin genel hedefi, tüm
Türkiye’de tam demokrasidir. Türkiye’nin AB kriterlerini hedeflemesi bu amacı karşılamaktadır. Kürd’ü
tarihe gömme geleneksel politikaları söz konusu olamayacağına, Kürtler için de her şart altında ‘Benim
de devletim olsun’ anlayışı hedef teşkil etmediğine göre, devletlerin gönüllü katılıma dayanan ‘Kürt
demokratik reformunu’ kabul ederek, hem iç bünyeleri için, hem de tüm bölgede köklü bir barış ve
demokratikleşme adımını atmaları tarihi görevleridir.
Özcesi Kürdistan halkının demokratik çözüm projesi heyecan veriyor. Kürtler nasıl ilk Sümer sınıflı ve
devletli toplum uygarlığının gelişmesinde ana (neolitik) kaynak rolünü oynayıp tarihe dev bir katkıda
bulundularsa, günümüzde de aynı alanda, gelişmiş son ‘ABD vahşi uygarlık’ güçleriyle kendi öz
demokrasi deneyimlerini ilişki ve çelişki içinde geliştirmeye çalışıyorlar. Yeni bir Helen sentezinde
Ortadoğu’nun kimliğini dokuyorlar. Kürt ‘Teji’si dönecek ve Ortadoğu’yu demokratik uygarlık çağına
ulaştıracaktır. Bize düşen, ‘Yeni Gılgamış ve İskenderlere’ kul olmadan, bu sefer uygarlığa halkların
efendisiz katılımlarının umut kaynağı olabilmektir. Evrensel özellikleri bağrında taşıyan, ‘halkların
demokratik ve ekolojik uygarlığının’ şafak vaktinde, aydınlığın ilk ışıklarını bu kez de ilk olarak
çakabilmektir.
Đmralı sürecinin bireysel olarak dönüşümümdeki etkilerinin bu savunmada çarpıcı olarak işlendiği
kanısındayım. Başta Kürt halkı ve yoldaşlar ile dostlar için muazzam derslerle yüklü olması kadar,
karşıtlarım için de derslerle doludur. Gereken sonuçları mutlaka çıkarmaları, ihtiyacı olan herkese
önemli yardım olarak anlaşılmalıdır. Đnsanlık için ilk acı duyan Eyüp’le bu yüce duyguyu insan idraki
haline getiren Đbrahim’in iyi bir hemşehrisi olduğumu kanıtladığıma inanıyorum. Bugünkü insanlığı
yaratan kültürün öyküsü bu nebi hikayelerinde gizlidir. Onları çağın diline çevirerek okunmasına
çalıştım. Başarı için tarih gerekli sözleri söylemeye devam edecektir. Asıl gelişim kaynağını bu
kültürde bulan Helen kültürü, Đskender’le bu topraklarda insanları karınca gibi ezerek bir sentez
oluşturdu. Bu kültürden benim payıma da düşen bu Atina komplosu oldu. Verdiğim yanıt, coğrafi
olmasa da, idrak ve vicdan düzeyinde tüm Helen ve Batı kültürüne karşı bir Anti-İskenderizm’dir. Diğer
adımın da Anti-İskender olacağına dair umutluyum.
Atina Karma Yeminli Mahkemesi ve Jüri Üyelerine, demokrasi ve insan hakları maskesi altında Atina
beşlisi oligarşisi tarafından Zeus tarzı İmralı kayalıklarına çakılmış halde, Prometheusvari ve ikinci bir
Sokrates gibi savunma yaptığım için ve kendilerinin çoktan verilmiş bir hüküm hakkında bir şey
yapamayacaklarına dair üzüntülerimi belirtir, saygılarımı sunarım.
20 Mayıs 2003
İmralı Tek Kişilik Tutukevi
Abdullah ÖCALAN