HABER MERKEZİ – Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
Sümer uygarlığının oluşumuna kadar etnisite kültürünün ana merkezi Dicle-Fırat’ın dağlardan kopan eteklerinde büyük gelişme göstermiştir. En eski yerleşimlerin kalıntıları, halk kültürlerinde günümüzde bile yaşayan birçok öğe bu döneme tanıklık etmektedir. Özellikle M.Ö 6.000-4.000 dönemi kalıcı, kimlikli etnisiteye erişmek bakımından önemlidir. Kalkolitik “bakır taşı” çağlarla bütünleşen bu dönemde tarihin uygarlığın başlamasına yol açan tüm temel icatlar ve bilgiler üretilmiş gibidir. Temel sanat, din, hiyerarşi kurumları oluşmuştur. Aryenlerin en eski grubu olarak Hurriler kültürün doğuş merkezinde bugünkü Kürtlerin en eski ataları olarak belirmektedir. Bölgede aynı halk grubu olarak M.Ö 6.000’lerden beri faal bir yaşama sahip oldukları bilinmektedir. Kuruluş aşamasında Sümerlerle hem akraba hem de komşudurlar. Guti, Kassit, Lori, Nairi, Urartu, Med adları sırasıyla benzer kültürü paylaşan gruplara Sümer-Asur kaynaklı takılan adlardır.
Aryen kültür dalgası M.Ö 9.000’lerde Anadolu’ya, 6.000’lerde Kafkasya’ya, Kuzey Afrika ve İran’a; M.Ö 5.000-4.000’lerde Çin, Güney Sibirya ve Avrupa içlerine kadar yayılmıştır. Bu tarihler tarım kültürünün dünya çapında yayıldığını göstermektedir. Kısmen fiziki olarak da yayılan Aryen göçmenler, M.Ö 3.000-2.000’lerde kıta yarımadalarına, Hindistan, İngiltere, Yunanistan, İtalya, İberik yarımadası ve Kuzey Avrupa’ya kadar sızmışlardır… M.Ö 2.000’lerdeki büyük göç hareketleri etnisite tarihinin en kapsamlı yayılım dönemidir. Bu yayılmanın sonucunda Çin, Hint, Hellas, Anadolu, İran uygarlıklarının temeli atılır…. Yunanistan’da Dorlar, Anadolu’da Frigyalılar, Zağros-Toros düğümünde Medler, İtalya’da Etrüskler, bu hamlenin tanınan büyük etnik gruplarıdır.
Uygarlık üzerinde Grek katkısının sanat ve moral yapısı üzerindeki etkisi de büyük ve kalıcı olmuştur. Müzik alanında Sümer etkisi olmakla birlikte, bir özgünleşmeyi de yaşayabilmiştir. Duyguların eğitiminde ilerleme sağlanmıştır. Hem tapınak, hem bireysel şarkı türünde gelişme görülmektedir. Müzik, Phytagoras’da bir nevi evrenin dili olarak yorumlanmaktadır ki, Sümerlerde de aynı yaklaşım geçerlidir. Yaşamın sadece mitolojik, edebi ve filozof diliyle izahıyla yetinmiyor, müzik diliyle izahın vazgeçilmezliği iyice oturuyor. Mimarlıkta Mısır etkisi belirgindir. Belki de Mısır’dan sonra mimarlıkta ikinci önemli adım atmayı başarabilmişlerdir. Helen kültürünün yayıldığı her alanda mimari izler bıraktığı görülmektedir. Heykeldeki katkısı çok daha belirgin ve ekol niteliğindedir. Adeta doğadaki güzellikle bir yarış halinde canlı tasvire gidilebilmektedir. Bir bütün olarak Grek sanatındaki yerelleşmenin hızla evrenselleşme yeteneği kendini göstermektedir. Katkı üstün nitelikte bir sentezin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sanat ve bilimde Roma’nın uygarlık katkısı birkaç alanla sınırlıdır. Özellikle mimarlık sanatında Mısır’dan sonra en büyük ilerlemeye tanık olunmuştur. Bir mimarlık ve mühendislik sanatından bahsetmek mümkündür. Kaldı ki, bu alanda Mısır ve Grek tarzı esas alınarak bir görkemliliğe ulaştığını söylemek daha doğrudur. Gerçekleşmesini sınırsız köleci egemenliğine borçludur.
Şehir mimarisinin merkezinde yer alan tiyatro, arena, agora, tapınak ve önemli yöneticilerin sarayları ve diğer binalarının, yaşanılan tarihin canlı kanıtları olarak, adeta ulaşılamaz birer varlık gibi hislerimizi etki altına almalarını bu dönemin mimarlık sanatına borçluyuz. Herhangi bir şeyin kölelik döneminden kalma mimarlık şaheserleri kadar bir etkiye sahip olacağına inanmak zordur. Bu sihirli gerçeğin altında, sanıyorum köle emeğinin toplu ve sınırsız olduğu kadar, acımasız kullanılmasının payı belirleyicidir. İhtişamı ve ürpertiyi veren, emek ve onun kullanılış tarzıdır. Aynı görkemliliği köprü, kemer, mezarlık, kale ve sur yapımlarında da görmek mümkündür. Roma uygarlığı, kölelik döneminde gerçekleşen ne kadar mimari örnek varsa hepsini incelemeye dayanan ve güçlü bir senteze ulaşan kendi özgün mimarisini yaratırken, gerçekten doruk aşamasındadır. Köleliğe hakkını (köleliğe hak olmaz, ama onların diliyle) en layıkıyla veren ne varsa, Roma onun gereğini yapmıştır. Her kurumlaşmada olduğu gibi, mimarlıkta da bu husus en çarpıcı bir ifadeye sahiptir.
Heykel de Greklerin bir uzantısı gibidir. Farklı bir orijinaliteden bahsetmek güçtür. Müzikte, özellikle askeri alanda marşlar ve zafer şarkıları özgünleştirilmiştir. Roma’ya has bir giyim modelinden bahsetmek mümkündür. Roma asaleti, kendini giyim kuşamda da belli eder; fakat tüm bu alanlarda Doğudan devşirme yaptığı çok açıktır. Edebiyat sanatında Helenizmin etkisi belirgindir. Vergilius biraz da Homeros’un İlyada’sına özenerek, Roma kuruluş destanı olan Aieneas’ı büyük Augustus’un anısına yazmıştır. Ama yine de değerli bir edebi klasiktir. Tiyatro sanatı gelişmiştir. Hitabet olağanüstü önem kazanmış ve kurumsallaşmıştır. İtalya dilinin günümüzdeki çarpıcı, hakim ifade ediş tarzının da bu dönemin hitap gücüyle bağlantılı olduğu kanısındayım. Tabii bu hitabın da altında dünyaya hakim bir gücün iradesi yatmaktadır. En güçlü egemenler, en güçlü ve belagatle dile ulaşırken; kölelerin payına düşen, Ezop’un lanetli, anlaşılamaz dili olmuştur. Güç ve özgürlük ile dil hakimiyeti ve güzel konuşma arasında sıkı bir ilişki olduğunu düşünürken, aklıma hep Roma egemenlerinin hatipçe konuşmaları gelir. Araplar, İspanyollar, İranlılar bu sanatı ikinci derecede geliştiren kavimlerin başında gelir. Vergilius, hem karakter ve hem dil olarak bu görkemliliğin ve asaletin ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
Sümer ve Mısır’dan başlayıp Hitit, Medya, İran, Hint, Çin, Grek, Roma, Aztek ve daha alt düzeyde, zaman ve mekânda ortaya çıkan devletin ilkel köleci modeli, büyüyen ve çoğalan familya misali olgunluk aşamasına feodal formla varır. Bu aşamaya kadar doğal toplumun tüm zerrelerine sızmaya çalışmış, birçok yeni alan oluşturmuş, boyun eğdirme ve sömürmeyi görkemli bir sanat haline getirebilmiştir. ‘politika ve askerlik sanatı’ adı altında yapılan, aslında sistemli insan öldürme, bastırma ve her tür sömürü işlerinde kullanma sanatıdır. Bu sanatın meşruiyet temelini hazırlarken başvurulan temel sanatlar mitoloji, destanlar, kısmen kutsal kitapların içeriği, heykel, resim ve müzik başta olmak üzere çeşitli etkinliklerdir. Şüphesiz bu sanatların doğuşu köleci sınıfın yaratımı değildir. Ama çıkarlarına adapte etmede büyük maharet gösterdikleri de çok iyi bilinen bir gerçektir: İnsan zihniyetini temelden dönüştürme sanatı. Hem de insanlığın büyük emekleriyle binlerce yılda oluşturduğu bu temel maddi ve manevi yaşam araçlarını kullanarak. Köleci sistemin olumlu yaratıcı katkısı değil, saptırması, çarpıklaştırması söz konusudur. Ahlak ve sanatın sürekli kendilerini yüceltmesini, güzelleştirmesini temel kılmışlardır. Doğal çevreyle insan toplumunu canlı evren anlayışı yerine, cansız ve cezalandıran yeraltı ve gök tanrılarıyla doldurmuşlardır. Efendiler grubu için asla kıtlık düşünülmezken, diğer gruplar sürekli hastalık ve açlıktan kırılmışlardır. Eğlencelerinde bile insanların öldürülmesine dayalı törenleri, oyunları esas almışlardır…
İslamiyet ile Hıristiyanlığın önderliğinde geliştirilen Ortaçağ, Yeniçağdan bakıldığında “o da son dönemlerinden ötürü” belki karanlık görünebilir. Ama binlerce yıl süren köleci dünyaya göre büyük bir aydınlanma çağı olduğu da inkâr edilemez. Belki Hıristiyanlık klasik Grek-Roma kültürünün üstünü örttüğü için eleştirilebilir. Fakat köleci sistemin en son temsilcisi olan Roma İmparatorluğunun insanlığa dayattığı kölelikle karşılaştırıldığında, İsa ve Muhammed’in miraslarının Ortaçağa katkılarının payı küçümsenemez. Ortaçağın kendisi bu dünyaya göre ileridir. Belki görkemli kentler kuramamışlar, sanat eserleri yaptıramamışlardır. Ama insanlığın zihninden ve ruhundan köleliği sökmelerinin ve sınırlı da olsa insanı bir adım ilerde özgürleştirmelerinin bu maddi yetersizliklerden daha değerli kazanımlar olduğu inkâr edilemez. Ortaçağı Yeniçağın bir hazırlayıcı dönemi olarak değerlendirdiğimizde, ilerde en büyük kent kuruluşlarının ve sanat eserlerinin yapımında en büyük pay sahibi olduğu da görülecektir. Tarihsel gelişmeyi diyalektik bağ içinde anlamaya çalıştığımızda, Ortaçağın rolünün büyük önemi daha iyi ortaya çıkmaktadır.