HABER MERKEZİ – Kürdistan Özgürlük Hareketi çıkışı itibariyle de bir fedailik hareketi olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Her anı fedailikle geçen bu uzun soluklu mücadele tarihi fedai kişilikleri açığa çıkarmış ve bu kişilikler mücadelenin seyrini değiştirerek yeni aşamalar başlatmıştır. PKK hareketi içerisinde Şehit Zeynep Kınacı (Zilan) ise bu fedailiğin PKK’deki ilk sembol ismidir. Gerçekleştirdiği eylem ile faşist TC devletini şoka uğratmış ve PKK mücadelesine yeni bir aşama kazandırmıştır. Önder Apo Şehit Zilan üzerine çok yoğun değerlendirmelerde bulunmuş ve fedailiğin nasılını, ne içinini ortaya koymuştur. Zilan PKK hareketinde bir çizgidir. Ulaşılması gereken bir hakikattir, mertebedir, yoldur.
Şehit Zilan’ın ardından onlarca, yüzlerce kahraman fedai açığa çıkmış ve mücadelenin, savaşın en kritik olduğu süreçlerde gerçekleştirdiği eşsiz eylem ile Kürt halkı ve gençliğine mücadele yolunda tekrardan meşale olmuştur. Andoklar, Erişler, Doğalar, Zinarlar da bu hakikatin sırrına varabilen özgürlük militanları olmuşlardır.
Son dönemde ise Kürt halkına, gençlerine ve kadınlarına dönük faşist TC devleti ciddi politikalar yürüterek halkı zulüm cenderesine almış durumda. Özellikle son 7 yıllık süreç savaşın en çetin geçtiği ve mücadelenin en yoğun yaşandığı süreç olarak karşımıza çıkıyor. 17 Nisan tarihinden bu yana ise Medya Savunma Alanları’nda Kürdistan Özgürlük Gerillası’na karşı işgalci TC devleti her türlü teknik ve kimyasal silahı kullanarak yenilmez olanı yenmeye çalışıyor. Her ne kadar kimyasal silah kullanımı belgelense de uluslararası kamuoyu ve sözde buna karşı kurulan kurumlardan tık bile çıkmıyor.
Bütün bunlara karşı 26 Eylül 2022 tarihinde Mersin’in Mezitli ilçesinde Tece polisevinde iki kadın gerilla fedai eylem gerçekleştirerek eylemin faşist TC devletinin gerillaya dönük vahşi saldırıları ve zindanlarda gelişen işkenceye karşı gerçekleştirdiği belirtildi. PKK bitti diyen, ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz diyen savaş bakanı ise bu eylemle adeta yüzyılın şokunu yaşadı.
Mezitli eylemini gerçekleştiren ve Kürdistan özgürlük mücadelesine adını tanrıça olarak yazdıran Şehit Sara Tolhildan (Dilara Ürper)’ın abisi Mehdi Ürper Nuçe Ciwan Ajansı’na değerlendirmelerde bulundu. Mehdi Ürper Şehit Sara’nın daha çok küçük yaşlarda intikam ruhuyla dolu olduğunu ve devlete karşı öfkesinin hep çok büyük olduğunu ifade etti.
Mehdi Ürper ile söyleşimizin tamamı şu şekilde;
Adaletsizliği eleştiren, ataerkil sistemi yargılayan bir yapısı vardı
1981 Şırnak Uludere doğumluyum. 1994 yılına kadar köydeydik. Ortaokulu yarıda bıraktım. 1994 yılında zorunlu göçten dolayı metropollere göçmek zorunda kaldık. Evliyim, 6 çocuk sahibiyim ve 2014 yılından beri İsviçre’de yaşıyorum.
Şehit Sara 1992 yılında Şırnak Uludere’de doğdu. O daha 2 yaşındayken mecburi göçten dolayı köyünü, ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Her ne kadar memleketine, köyüne dair anıları fazla olmasa da her daim içinde memleket, köy, Kürdistan hasreti kalmıştı. Son mektuplarında ve günlüğünde de yazıyor ve çok vurguluyor. Kürdistan’a ve memlekete dair çok büyük bir özlemi vardı, çok büyük bir sevgi vardı. Tabi ilkokulunu İstanbul’da okuma fırsatı buldu ondan sonra ekonomik sebeplerden dolayı okumadı. Daha doğrusu kendisi istemedi. Daha çocuk diyebileceğimiz bir yaşta; 12-13 yaşlarında emekle tanıştı çalışmaya başladı. Ama kendisini geliştiren bir yapıya sahipti. Daha 13 yaşındayken günlük tutmaya başlayan toplumun içerisindeki adaletsizliği eleştiren, ataerkil sistemi yargılayan bir yapısı vardı.
Silahının yerde kalmaması gerekiyordu
Küçükken Kürdistan’a hasretin yanında bir de dağlara ve gerillaya özlem ve hasreti vardı. Yazılarında da ortaya çıkıyor. Bir gün dağa çıkacağını, gerillaya katılacağını daha küçük yaşta ifade ediyor. Üzerinde en çok etki yapan, şehadetler olmuştu. Teyzesi 1996 yılında Zap-Avaşin operasyonunda şehit düşmüştü. Ama en çok üzerinde etki yapan 1999 yılında şehadete ulaşan Rojhat Şiwêdî bizim amcaoğlumuz. İhanet sonucu şehit edildi. En çok üzerinde etki yapan oydu. Silahının yerde kalmaması gerekiyordu. Ailenin büyük ferdi olarak benden bir beklenti vardı. Tabi bu yol kahramanlık ve cesaret yoludur. Herkes bu cesareti kaldıramaz. Kendisi en son söz verdi. Hatta evdeyken alenen gideceğim katılacağım diyordu. Tabi annem ve babam oyalamak amaçlı ona daha küçüksün, yaşın erişsin biz sana destek veririz, gidebilirsin ama bu yaşta daha gitmeni tasvip etmiyoruz uygun değilsin gerekçeleriyle oyalamaya çalışılıyordu. Ama belli bir yaşa geldikten sonra kendi kararını verdi. Ve son mektubunda da yazıyordu gitmeden önce, eleştiriyordu tabi özellikle beni eleştiriyordu. O zaman Özgür Gündem çalışanıydım “Madem sen örgütlüydün, devrimciydin neden evlendin? Bir ayağın sistemde bir ayağın çalışmada olmaz. Bir tercih yapman gerekir. Ben senin gibi olmayacağım.” Aynı zamanda babası içinde bu eleştiriler geçerli. Babasında HADEP çalışanıydı, aktifti. Ona da bir eleştiri vardı. Bize karşı böyle bir eleştiri vardı ve kararını verdiğinde, gittiğinde 17 yaşındaydı.
Duygu yüklü bir insandı
Tabi çok duygusal bir kişiliği vardı. Duygu yüklü bir insandı. Bunun yanında çevreye çok duyarlıydı. Durumu iyi olmayan ve düşmüş insanlara( yaşlılara, engellilere) karşı çok duyarlıydı. Çocuklara çok ilgiliydi. Bu duygusal yoğunluğun yanında sisteme ve devletin sistemine, polise, askere karşı bir nefret ve kin vardı daha küçük yaşta. Bir kere cezaevine ziyarete gelmişti. O ziyaret sonrası bayağı bir kinlenmişti. Devletin açık çarpık yüzünü gördü orda. Sonuçta 16 yaşında bir kızdı ve çok ince bir aramaya tabi tutuldu. Ve bunu kendisine, gururuna yediremedi. Eve geldiğinde de anne ve babamla tartışmıştı. “Madem böyle olduğunu biliyordunuz beni neden götürdünüz?” diyordu. Sisteme karşı bir itirazı vardı her zaman. Kavgacıydı. Haksızlığa zulme, doğru olmadığını bildiği her şeye karşı bir karşı koyuşu vardı. Kavgacı ruhu vardı. Aynı zamanda kararlı ve disiplinliydi. Mesela bizim evde üniversite okumuş olanlar da var ama hiçbirimiz günlük tutmadık. O daha 13 yaşında günlük tutmaya başlamıştı. Ve kendini geliştirmişti hem Kürtçe iyi yazabiliyor ve konuşabiliyordu hem Tükçede kendini iyi ifade edebiliyordu.
Kesinlikle haksızlığa karşı çıkardı. Bir yerde bir haksızlık varsa aile içerisinde olsun, toplum içerisinde olsun bir karşı koyuşu vardı. Mesela feodal sistemi eleştirirken de öyleydi. Aile yurtseverdir, partinin çıkış itibari ile partiyi tanıyor. Ama yine de genellikle ev içerisinde işleri ağırlıkla kadınlar yapardı. Beni de eleştirirdi “keyfiyetçilik yapma kalk yardım et” derdi. Feodal sisteme çok tepkisel yaklaşıyordu, anlam veremiyordu. Toplum içerisindeki sınıf ayrımına da eleştirisi vardı. Biraz daha durumu iyi olan, biraz daha ekonomik olarak kendini belli bir seviyeye getirmiş insanların biraz daha üstten yaklaşımlarına, emrivaki yaklaşımlarına da karşıydı.
Çok başarılı ve disiplinliydi
Aslında çok çalışkandı mesela. Hangi işi yapsa dört dörtlük başarırdı. En son İstanbul’da iş hayatına başladığında 2003-2004 yılıydı büyük ablası vardı tekstilde çalışıyordu. 4-5 yıllık bir tekstil hayatı vardı. O girdiği ilk üç ayda ablasının bildiği, öğrendiği bütün meslekleri öğrendi mesela. Onun iki katı maaş almaya başladı. Girişkendi, hangi işi yapsa o işi dört dörtlük bitirirdi. Mesela işten gelirdi yorgundu ama anneme iş yaptırmazdı. Gelirdi tezgahta annemi alırdı dergi sen gel otur, sen yorgunsun. Annem diyordu “Sen işten gelmişsin, yorgunsun, sen yapma” O bırakmazdı. Emeğe çok yatkın bir duruşu vardı. Emeğe değer verirdi ve kendisi de çok emektardı. Gerekirse ailenin bütün yükünü kendisi kaldırır bir nitelikteydi.
İsyankardı. Haksızlığa karşı isyankardı, devletin Kürt toplumuna karşı girdiği tutma karşı çok isyankardı. Kültürel baskılar olsun, politik baskılar olsun bütün bunlara karşı çok sitemkar ve isyankardı. Bunu dile getirebileceği en iyi yerin dağ olabileceğine inanıyordu. En sonda kararını verdi ve gitti. Bunu hayatıyla pratiğe koydu.
Sara daha 14 yaşına girmeden katılacağını söylüyordu. Hatta Rojhat şehit düştüğünde babama söylediği bir söz vardı. Babama yaklaştı ve dedi ki “Sen üzülme baba, büyüyeceğim, silahımı alacağım ve gidip Rojhat’ı şehit düşürenleri öldüreceğim ve gerekirse orda kendimi de öldüreceğim.” Bunları söylediğinde daha 12-13 yaşlarındaydı. Bu kendisinden beklenmeyen bir tepkiydi. Gideceğini biz de biliyorduk, aile de biliyordu. Sadece belli bir zamana yaymaya çalışılıyordu. Belli bir yaşa, belli bir olgunluğa gelsin kendi kararını kendisi verir diye.
Düşmana karşı ancak silah alarak savaşılabileceğine inanıyordu
Yazılarında da çıkıyor mesela “dağ ve gerilla” diye. Bunu dağa gitmeden bir iki yıl önce yazmış. Kağıtları ve yazıları var. Böyle bir kararlılık vardı. Aile içerisinde de örgütten bir kopukluk yoktu. Mesela ben aktiftim, gazetenin içerisindeydim, gençlik yapılanmasının içindeydim. Kendisi bunları yetersiz görüyordu. Karşımızda çok amansız vahşi bir düşmanın olduğunu, düşmanla sadece siyasal yollardan, sadece legal yollardan bunların üstesinden gelinemeyeceğine inanıyordu. Bu konuda gerillada, dağda ısrar ediyordu. Biz bazen ona öneriyorduk; “İlla dağ olmayabilir, başka yöntemlere savaşabilirsin, başka yöntemler de var, kendini geliştirip başka alanlarda da mücadele edebilirsin” O buna katiyen inanmıştı. Çünkü düşman Kürt toplumunun üzerine silahla, baskıyla ve orantısız bir güçle geliyor. Bu orantısız gücün karşısında ancak direnerek, ancak silah alarak karşı çıkabilirsin. Belki en son etki yapan şey cezaevi ziyaretiydi ve düşmanın gerçek yüzünü orada gördü. Düşmanın zaten çok vahşi olduğunu, barbar olduğunu, gerilla güçlerine karşı her türlü silahı kullandığının bilincindeydi. Ama birebir sivillere karşı böyle bir yönelimin olabileceğini kendi gözleriyle gördü. Kararını zaten önceden vermişti ama bu olay daha erken gitmesine sebep olmuştur.
Toplum bir duygu yoğunlaşması yaşadı
Görebildiğim kadarıyla hem Maxmur’da hem Avrupa’da hem de Kürdistan’da taziyeleri yapıldı. Daha doğrusu Türkiye’de aile daha cenazeyi almamış. Aldıktan sonra kurma gibi bir niyetleri var. Ama büyük bir sahiplenme var. Biliyorsun Türkiye’de bir korku atmosferi var. Devletin toplum üzerinde yarattığı bir korku atmosferi var. Bu korku atmosferine rağmen 13-14 gündür insanlar sürekli olarak aileye gidip başsağlığı diliyorlar. Burada da bir taziye yaptık. Kaç yıldır buradayım, gördüğüm en büyük taziyelerdendi. Katılımı gerçekten çok yüksekti. Toplum bir duygu yoğunlaşması yaşadı. Şehadet haberini duyduğumuz günden beri dostlar, arkadaşlar sağ olsun gelip gidenler çok oldu. Gün yok ki bir kaç arkadaş, dost gelip gitmesin. Sahiplenme büyüktü ve gerilla üzerinde yaratılan bir etki var. Konsey düzeyinde sahiplenen, mesaj veren arkadaşlar oldu Cemal Arkadaştan, Duran arkadaşa kadar.
Kürt Özgürlük Gerillası’na karşı amansız ve acımasız bir savaş yürütülüyor
Büyük bir eylemdi. Tabi eylemin öncesine bakmak gerekir. Eyleme giden süreç nasıldı? Kürdistan dağlarında Kürt Özgürlük Gerillası’na karşı amansız ve acımasız bir savaş yürütülüyor Türk devleti tarafından. Bu savaş normal bir savaş değildir. Bu savaş barbar bir devletin yürüttüğü bir savaştır. Uluslararası sözleşmelerde yasaklanan kullanılmasından tut, gerillanın mezarlıklarının tahribatına kadar. Şehadete ulaşmış ve kemikleri kalmış gerillanın ya da gerilla arkadaşların kemikleriyle oynanana kadar. Görüyoruz kemikleri çuvallara koyup ailelere veriyor. Onursuzlaştırma ve hiçselleştirme var, psikolojik bir savaş var. Ağır psikolojik savaşın yanında bir de ağır bir teknik savaş var. Bu teknik savaş Dağlık Karabağ’da savaşı Ermenilere kaybettirip, Azerilere kazandıran teknolojiydi. Yine Rusya’yı Ukrayna’da gerileten bu teknolojiydi. Ama gerillalar, Kürt Özgürlük Gerillası 2 yıldır, 3 yıldır hatta yıllardır diyebiliriz. Çünkü bu teknoloji heronlarla başladı, yıllardır İsrail ve NATO teknolojisi kullanılıyor PKK’ye karşı ve en son teknolojik ürünler, kendilerinin dediği gibi milli teknik parçaları dışarıdan gelen teknolojiyi kullanıyorlar. Diyebiliriz ki İsrail ürünlerini İslam ülkelerine satabilmek içim millileştirip, İslamileştirip adına bayraktar koyup Pakistan’dan Arap Emirliklerine kadar ihraç sektörünü geliştirmek için…
Bu kadar imha ve soykırım saldırılarına karşı gecikmiş bir eylemdir
Gerilla böyle bir teknolojiye karşı savaşıyor. Büyük devletlerin bile birkaç ay dayanamadığı teknolojiye karşı gerillalar yıllardır savaşıyor, direniyor. Ve bu kimyasal silahlara karşı bir isyandı, başkaldırıydı ve itirazdı. Aynı zamanda bize karşı bir itirazdı. Halk olarak, sivil bir insan olarak kendimde de bu payı görüyorum. Gerilla üzerinde bu kadar amansız, imha amaçlı saldırılar olurken biz burada tepkisiz kalıyoruz. Efrin’de olduğu gibi, Serêkaniyê’de olduğu gibi tepki göstermemiz gerekirdi. Çünkü orantısız bir güç var. Aynı orantıda olmayan güce karşı savaşıyorsun ve bunu bırak yasaklanmış kimyasal silahlar, taktik nükleer bombalar kullanılıyor gerillaya karşı. Bu temelde yapılmış bir eylemdir. Bu eylem için geç kalmış bir eylem diyebilirim. Bu eylem daha önceden yapılması gereken bir eylem olması gerekirdi. Bu kadar imha ve soykırım saldırılarına karşı gecikmiş bir eylemdir. Bu eylemlerin Türkiye metropollerine taşırılması gerekir. Şimdi düşmanın, devletin istediği savaşı Kürdistan’da, Kürdistan dağlarında hapsetmek. Batı’nın, dünyanın, metropollerin bu savaştan haberinin olmasını istemiyor. Biz de bu taktikle savaşı düşmanın evine taşıyarak böyle bir cevap verebiliriz. Eylemin etkisi büyüktür, gençler arasında duygusal bir sahiplenme yaşanıyor. Ve bunun ilerletilmesi gerektiğine inanıyorum.
Biz vurdukça kazanacağız
Ben mesajını şöyle anlıyorum; meşru savunma hakkını kullandı sonuna kadar. Bütün canlıların bir meşru savunma mekanizması var. Bir gülün dikeni de onun meşru savunmasıdır. Sara yoldaşın, Kürdistan’dan kaçışların yoğunlaştığı, gençlik arasında Türk metropollerinden tut Kürdistan metropollerine kadar, Avrupa’ya yönelimin olduğu bir süreçte, düşmanın biz bitirdik, yok ettik, ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz dediği bir dönemde böyle cesaretli, kahramanca bir eylem yapmasının mesajı şudur; “biz ancak direnerek var olabiliriz, biz ancak vurarak, kendimizi savunarak var olabiliriz. Ki son mektubunda da “ Biz vurdukça kazanacağız” diyor. Ben de buna inanıyorum. Vurarak kazanacağız. Düşmana teslim olmadan, düşmanın soykırım politikalarından kaçarak değil ona karşı her alanda direnerek , başkaldırarak ve mücadele ederek kazanabileceğimize inanıyorum. Mesajı budur.
Şehit Sara Tolhildan’ın abisi Mehdi Ürper son olarak Şehit Sara’nın 2008 yılında yazdığı şiiri okuyor.
Evîna min welata min e
Evîna min gerîla ye
Evîna min APO ye
Ez bê welat, bê ax û serkeş jiyan nabim
Welatê min Kurdistan
Em hemû jê re canfeda
Lêxe gerîla lêxe
Roja me tu kes nikare tarî bike
NC// Seher Deniz