HABER MERKEZİ – Kürdistan seferim sırasında Dersim’e gittiğimde hemen ruhumda heyecan ve romansı bir hava doğdu. Daha sonra soruyordum, “bu insanlar neden silikleşti?” diye. Bu romansı ülkeyi böyle alçakça terk ediyorlar ve kaçıyorlar diye düşünüyordum. Hem erkekleri, hem de kızları biraz romansı havadaydı. Ama ne kadar cüceleştiler, cüceleştiler, çirkinleştiler, çirkinleştiler…
Dersim’de insan kimdir? Nasıl düştü ve nasıl kalabilir? Bunlar benim sorularımdı.
Bakıyorumdum böyle, hayli ilgimi çekiyordu. Yüzyıllardan sonra bazı insan özellikleri ve yine düzenin tüketilişi ve hâlâ Dersim onu bırakmıyor.
Dersim nedir? Kimdir? Facia.
Bu ülkeye nasıl yaklaşmalı? Bu ülkenin daha düne kadar taze bir geçmişi vardı. Daha dün yaşayanlar, bugünkülere benzemiyorlardı. Bu “hayır!” diyenler büyük yalancılardır. Bu büyük yalancıları görmeden Dersim anlaşılamaz. Savaşçılar çok duygusal olmamak, duygusallıkları yüzünden düşmemek durumundadırlar.
Kürdistan seferi 1977 Mayısı’ndaydı, anlattım. 1 Mayıs Karakoçan toplantısı… Dersim toplantlarımız, dağ mahallesinde üç katlı bir ev vardı bodrumunda toplantı yaptık. O zaman bize rehberlik eden genç Hasan Kuş 1977’nin sonlarında, 1978 kışında şehit oldu.
Haydaran mıntıkası, Kutuderesi denilen yerlere iki üç sefer çıktık. O sırada o uğursuz Kamer Özkan’a da görev vermek istedik. Sabote etti, ajandı. Devletin Haydaran’a yerleştirdiği bir kontra olabilirdi. Ama çok ustalıklı birisiydi. Onun dışında Seyfi Cengiz vardı. Onun Ankara’da oynadığı oyunu, Kamer Özkan Dersim somutunda oynuyordu. Dersim’e dayalı gerilla projemizi hem işletmedi, hem de kendini bağladı. Onun Haydaran bölgesindeki evine gittik, programı, parti programını yazdık. Daha sonra “gerillacılık nasıl yapılır” diye imkanları oraya bağlamak istedik. Fakat çok sinsiydi. İbrahim Kaypakkaya’yı boşa çıkaran da oydu.
1978 baharında Elazığ’da toplantı oldu. Aytekin’in evine gitmiştim. Aytekin, anılması gereken değerli bir arkadaştı ve evini olduğu gibi açmıştı. Onun dışında iki katlı evimiz vardı. Birkaç hafta kaldık orada. Temel sorunumuz örgütü idare etmekti. Elazığ’da çeşitli komiteler oluşturulmuştu. Parti olarak mı ilan edeceğiz, gençlik örgütü olarak mı ilan edeceğiz? O dönem onun tartışması vardı. 1978 çok önemli bir yıldı. Yeni bir sürece giriyorduk. Diyarbakır’a geçi- yorum ve oradan Ankara’ya çıkıyoruz.
1978 Kasım’da parti ilanı yapıldı
1979’da Şahin yakalanmıştı. Şahin’le kaldığım apartman basıl- mıştı. Bu baskın erken uyanmamıza yol açtı. Çünkü Şahin’in çözül- düğünü biz 20 Mayıs’a doğru öğrendik. Yurt dışına çıkış kararımı ben onun üzerine verdim. Eğer o yakalanma durumu olmasaydı, biz bu yurt dışına çıkma kararını böyle vermezdik. Sanıyorum Ankara emniyetinden habersizce Elazığ emniyetinin erken geliştirdiği bir tutuklamaydı Şahin’inki. Şahin muhtemelen ya çok lümpen, kariyerist birisiydi, ya da düşmanla bağlantılıydı. Ama örgütün iplerini eline geçirmek için çok çabaladı. Hatta benden sonra, kendini ör- gütün başı olarak ayarlayan bir tip. Tıpkı Kamer Özkan gibi. O da muhtemelen PKK’yi içeriden ele geçirmek için çok hazırlanan bir tip olabilir. Çünkü Semir’de bunu gördüm. Dersim sahasına girişimizden sonra Kıymet olayı var. Devletle bağlantılı bir ailesi vardı. Dersim’deki yapıyı evine bağlamıştı. İlginç olan, 26 arkadaşı nişanlandırmıştı. Planlı ve bilinçliydi. Özel savaş ekipleri oldukça örgütlüydü. Kamer dağda, Kıymet şehir merkezinde, muhtemelen Şahin de içimizde. Yine Semir devreye giriyor. Fatma zaten Ankara’da girmiş. Dört koldan bağlanmış gibiyiz.
Bizi dış görünüşle ele alıp değerlendirdiler. Bizi kesin bu taktikle, daha 1980’e, hatta 1978’e ulaşmadan dağıtacaklarını umuyorlardı. TC’nin (ki bu ilerde daha iyi anlaşılacak) MİT’in sanırım o zamanki temel yönelimi buydu. Pilot’un da davranışlarında bu çok daha somuttur.
Hikaye değişik tabii, en olumlu-en olumsuz öğelerine de tanıklık eden bir savaş gerçeğimizdir. Dersim’de de kadın çok fazla güçlü katılacak, katıldı. Daha da gelişecekler, onu biliyorum. Ama önemli olan, biz de böyleyiz. İşte Fuat Dersimli bir arkadaşımız. Kendimizi bütün yönlerimizle ortaya koyduk. Anlamaya çalışmalısınız.
Hiçbirinizin hayalindekileri bozmak istemiyoruz, ama gerçeğe de saygılı olmak esastır.
Tutkularımız var, istemlerimiz var, arzularımız var. Bize hep nasıl kolay bağlanıldığını Dersim somutunda biraz gösterdik. Böyle tutku, böyle özlem, hani eski isyanda kanla bastırılan, katliamlarla bastırılanlar özlemler ve tutkular… Belki de bir anlamı vardı. Ama ya şimdi düzene böyle koşturmak, bireysel özlemlerin peşinden sürüklenip gitmek insana ne kadar tarihi inkar, ne kadar kötülük… Bunu anlamadan ben ona nasıl insan diyeceğim, onu nasıl kabul edeceğim. İşte bunu böyle görerek, benim de bir Dersim idealim oldu.
Mesela hâlâ Dersim’i hareketlendiren ve bugün oldukça Türkiye’yi, hatta neredeyse uluslararası alanı kucaklayan bir geliş- meye yol açabilmiştir. Bu benim idealimdir, tutkumdur, benim yüklenimimdir. Çoğuna kalsaydı mümkün değildi, kemküm ederdiniz. Ama işte mutlak düşman egemenliği altında daha da silinip gidecektiniz. Bu bir mekanizma. Hemen her yere böyle bir mekanizma kuruyorum. Bütün bunları düşünün ve bunların altından nasıl çıkacağımı anlayın.
İşte bu, belki sizi biraz derin düşünmeye götürebilir. Yaşamı ko- lay kaybetmezsiniz. Bizimle arkadaş olmanın önemini kavrarsınız. Varsa yüreğiniz, vicdanınız, kolay ölmemek gereğini de kabul ettiği- ğinizde, başarılı çalışmanın gerekliliğini düşüneceksiniz. Başarılı çalışma gereği sizi günlük pratiğe, çalışmaya mutlak doğru yüklenmeye götürür. Bu da çalışma tarzınızın başarılı gelişmesine yol açar. Tutarlılık, bağlılık dediğim olay biraz da budur.
…
Haki şehit olduğunda Ankara’dan yola çıkmıştık. Ankara’dan gelirken otobüste, gerçekten dünyamız karartılmıştı. Bundan sonra ne yapacağız? Aslında durum iyi gelişiyordu. İki aylık Kürdistan gezimizden sonra biz şu düşünceyi edinmiştik: “Kürdistan, aslında ideolojik tohumlanma anlamında düzelecek, Bundan sonra Kürdistan’ın her köşesinde yeşerecek olan bizlerin tarihi de belirlenecek” diyorduk. Ve ben kendimden çok emindim. Özellikle Hakiler ile son Antep toplantısını (ki 80’e yakın kişi katılmıştı) ba- şardıktan sonra, bu iş artık sağlam bir temele kavuşmuştu. Tam iki- üç gün geçmedi ardından, Haki’nin şahadet haberi geldi.
Bu olay yalnızca bir kişinin vurulması değildir. Aslında kapsamlıdır.
Olayı gerçekleştiren Beşparçacılar da güya Kürdistancıydı, oysa ilgisi yok. O Alaaddin denilen adamı ben tanıyordum ve sözetmiş- tim. Çok lümpen biriydi, bir gün Ankara’ya gelmişti. Çizme ve üs- tüne bir de parka giymişti, sanki dağdan yeni iniyordu. Kitleleri bir araya getiremeyen bir adamdı, geldi Siyasal Bilgiler’e. Dostlar, ar- kadaşlar da vardı. Soygun planları geliştiriyordu. ODTÜ’de Ankara yüksek öğrenim devrimci gençliğini güya örgütleyecekti. Böyle son derece provokatif tarzlarla hükmetmek, yakalamak, gençliği ele ge- çirmek istiyordu. Bu tip olayları gerçekleştirdi. Kürdistan’la hiç ilgisi yoktu. Gitti, birdenbire Kürdistancı, Beşparçacı kesildi. Bir lümpen, bir serseri, gerçekten hırsız biriydi. Her gün Antep’te, şura- da burada bankaları soyuyordu. Böylece sözümona partisinin yaşa- mını geliştiriyordu. Ahlaksızdı, çingeneydi. Gitti, Haki’nin vurul- ması olayını gerçekleştirdi. Fakat açıktı her ne kadar böyle biri de olsa, düşmanla bağlantılıydı. İlkel milliyetçilikle de bağlantılıydı. En azından vurulacağını biliyordu. Çünkü en zayıf noktaydı o.
Evet bunun gerçekleştirdiği Haki olayı gerçekten üzmüştü bizi. Fakat yolumuz biraz aydınlatılmıştı. Haki’nin başarılı bir grup pratiği vardı. Hızla sonuca doğru gidiliyordu.
Partileşeceğiz.
Önemli bir aşamanın tam sonuna gelmiştik. Aynı zamanda yeni bir aşamanın başlangıcındaydık. Kendimize güvenimiz oldukça gelişmişti. Bu tarihi atılımı yapıyorduk. Dediğim gibi cinayet, komplo ortaya çıktı.
Kemal Pirleri hatırlıyorum, o zaman “var olan kadromuzla gidelim, polisle şiddetli bir savaşıma girelim” diyordu. Biraz da duygusallık vardı. Sonra baktık doğru değil ve vazgeçtik. Yani bu olay partinin bütün varlığını bir şiddet gösterisi içine çekecekti. Acının şiddetle giderilmesi yönünde bir tutum da vardı. Biz bu duruma yönelmedik. Şehit anısına bağlılık kolay değildir dedik. Bizi sarsmaya ve yolumuzu karartmaya çalışıyorlardı. Atılacak adım bellidir. Atı- lan adımı sürdürmeliyiz.
Yine 3 Haziran darbe tezgahlanması, bunun ardından geldi. Bu Namık Kemal Ersun darbesiydi. Ve daha çok da bizim tasfiyemize yönelikti. Düşman o zaman bile tehlikeli olduğumuza ilişkin koku almış ve önemli birkaç katletme, tutuklama ve gerekirse darbeyle tasfiye etmeye yönelmişti. Zaten Ersun darbesi Türkeş’e bağlı, oldukça da faşist bir darbe ve kontrgerilanın ağır bastığı bir girişimdi.