Bu dönem, özgürlüğe en çok yakınlaştığımız bir sürecin başlangıcını ifade ediyor. Sadece dağda bir diriliş değil, denilebilir ki, toplumsal düzeyde de bir dirilişin çok güçlü bir biçimde kendisini hissettirdiği, canlandığı bir aydayız. Öyle gerekçeler var ki, hatta öyle bir gerçeği yaşıyoruz ki, zincirleme bir reaksiyon gibi, ardı ardına her an patlayıp çoğalabilecek bir tohumlama gibi oluyor. Kürt gerçeği biraz böyledir. Bir anlamda kendimizde açıklığa kavuşturduğumuz gerçeklik, her gün yeni çözümlemeler ve açılımlar istiyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu bir yerde gerçeğin tabiatına da uygun ve zorunludur; fakat yoğun bir çaba ve yük kaldırmayı gerektiriyor; çok iyi anlayan, kavrayan bir düşünce gelişmesi kadar yürekli çıkışları, çok büyük ve yoğun çabayı gerekli kılıyor.
Bütün bunları iç içe göstermek kaçınılmazdır. Bu devrim öyle bir devrim ki, her şeyini iç içe ve birlikte yürüteceksiniz. Gerçekliğimiz sadece birisini öne alıp diğerini ihmal etmeye müsaade etmiyor. Bunun için hepinizden istediğimiz, bu işe yatkın kişiliğe bu temelde ulaşmanız ve bu gücü gösterebilmenizdir. Bu büyük tutarlılığı ve olgunluğu gösterebilmek için Kürt gerçeğini en tartışmalı gerçeklerden biri haline getirirken, halen en ağır yük de bizim omzumuzdadır. Meselenin sahibi biziz, açıklayıcısı da biziz. Fakat her zaman belirttiğimiz gibi zorluk, düşmanların yönelimlerinden ziyade kendimizi geliştirip dönüştürememekten kaynaklanıyor.
Kendi kimliğini en çok yitiren bir halk olduğumuz biliniyor. Kimlik yitirilişi, aynı zamanda birçok insani vasfı yitirmeyle iç içe oluyor. Bu, her türlü zayıflığın ve düşkünlüğün esasıdır. Neden şimdiye kadar kimse bu sorunların çözümüne cesaret etmemiştir? Hiçbir Kürt neden kendini bu işe vermemiştir? Şimdi çok iyi anlaşılıyor ki, Kürtlük olayında, onu muazzam bir şekilde yaşamakta çıkar görülmüyor. Bunun için cesaret, fedakarlık ve çabanın her türlüsü gerekiyor. Bu olmayınca militan çıkmıyor ve meselenin sahibi olacak çözümleyici güç olunamıyor. Çok fazla istismarcılar ve ucuz sahtekarlar var.
Yürüttüğümüz mücadele herhangi bir ulusal kurtuluş hareketi değildir; sıradan bir ulusal kurtuluş hareketinden ziyade, bir ulusal ordulaşma hareketidir. Çünkü yaşanılan her şey yabancıya aittir; bir anlamda ihanet, yabancılaştırma temelindedir. Esas itibariyle savaş özde buna karşıdır. Bizde rollerin çok az kavranıp çok kötü oynanmasının en önemli bir nedeni de budur. Kendi işlevini, kendi rolünü bilememenin böyle bir yabancılaşmayı, inkarı ve ihaneti yaşamakla ilişkisi vardır.
Dünyada eşine az rastlanır garip bir gerçekliğimiz söz konusudur. Aslında bu, bizdeki devrimin bazı özelliklerini de ortaya çıkarıyor. Bütün devrimler az çok ulusal ve sınıfsal gerçeklere dayanır. Bizde ise diğer devrimlerden farklı olarak gerçeğimiz böyle değildir. Veri kabul edebileceğimiz, objektif bir gerçek olarak saptayabileceğimiz diğer devrimlere benzer yanlarımız ve özelliklerimiz yoktur. Bu, özgün geliştirmeyi, özgün olabilmeyi gerektiriyor. Bu, aynı zamanda yeni bir devrimi gerektiriyor. Yeni derken kalıplaşmış bir üretimi değil de, yeni bir malzemeyi üretme gibi bir devrimle gerçekleşme söz konusudur. Yani icat etmek gibi, örneği bulunmayan bir şeyi yaratmayı sağlar gibi bir devrimi ortaya çıkarmamızı gerektiriyor. Yeni derken, örneği olan bir tekrarı değil, örneği olmayan bir oluşumu ifade ediyoruz.
Bizde gerek parti, gerek ulusal kurtuluş sürecindeki gelişmeler, hatta militandaki oluşum tereddütlü, ikircikli ve dalgalanmalı biçimde ise, bunun nedenleri günlük gelişmelerle açığa kavuşuyor. Bu sadece düşman cephesi açısından değil, halk cephesi içinde de benzer bir yaklaşımla ele alınıyor. Oligarşik rejim kimliğimizi kabul etmiyor, haklarımızı vermeyi düşünmüyor. Siyasi ve askeri oluşum, kültürel yaşam ve ruhi oluşum yaşanıyor. Dikkat edilirse, her şey oluşum halindedir. Hepsi böyle bir güncellik içinde gözlerimizin önündedir. Çok hassas olunması bundandır. Oluşumu, kötü şekillenmesi veya çok iyi ortaya çıkması da bize bağlıdır. Son yılların büyük hassasiyetinin gelişimi bu nedenledir.
Çok iyi biliyoruz ki, ciddiye alınabilecek ve saygı duyulabilecek bir oluşumun ana özellikleri oligarşik rejime de, halka da, dostlara da kabul ettirildi. Son günlerde etrafımızda tekrar yoğunlaşan bir tartışma var. Özellikle Önderlik konusunda büyük bir tartışma var. Bu tartışma içinde oligarşik rejim de var, işbirlikçisi de var, halk da var, bizler de varız. Oligarşik rejim en üst düzeyde bizi ağzına alarak “amaçları, hedefleri nedir, nereye gitmek istiyorlar, ne olmak istiyorlar?” biçiminde araştırıp soruşturuyor. İşbirlikçiler de böyledir. Onlara göre bir Kürt önderliği olmaz, yöntemlerimiz çok tehlikelidir, varlığımız bir bütün olarak onları en az düşman kadar korkutuyor. Halkımız ise geleneksel tarihi sezgisiyle bu konuda bizi daha iyi anlıyor.
Tartışma uluslararası düzeyde de var. Bu tartışma, “terör müdür, değil midir?” biçiminde sürüp gidiyor. Aslında sizler de hazmetme sorununu yaşıyorsunuz. Oysa öncü en hızlı hazmedici olmalıdır; hatta tartışmaların hazırlayıcısı ve lehte sonuç alanı olmalıdır. Biz bu konuda bağnaz ve dar ulusalcı yaklaşım içinde olmayacağız. Tartışmanın en kapsamlı bir insani devrime yol açması için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Devrimin gelişimine bu nitelikte değer verdiğimiz biliniyor. Şimdiye kadar yapılan daha çok buna hizmet eder niteliktedir.
Son Newroz olayları bu açıdan da değerlendirilebilir. Ortaya çıkan bu tartışmalı duruma kimlerin nasıl yanıt vermek istediği, oldukça dikkat çekici gelişmeler olarak daha şimdiden sadece ülkeye değil, uluslararası ortama da kendini tartışmalı bir biçimde hissettirdi. Özel savaş cephesinden gelen yanıt, oldukça derli toplu ve her türlü imhayı içeren bir acımasızlıkta oldu. Bu yanıt önüne ne çıkarsa ezip geçen geleneksel ve barbarca bir politika, bir saldırı biçimindeydi. Özel savaş cephesinin hiç yadırgamadığımız ve beklediğimiz bu yönelimini halk ve az çok insani anlayış ve tutumda olan dostlar görüp öğrenerek değerlendirsinler diye, bazı gerçekleri ortaya çıkarmaya özen gösterdik.
Egemen güçler çok utanmazca ve rezilce bir saldırı yürütmek istediler. Aylarca önce her türlü tank, top, görülmemiş yoğunlukta asker, her türlü birlikler ve uçaklar hazırlatıldı. Olası direnme odaklarının etrafına yerleştirildi. Kendi deyişleriyle çok açıkça bir korku dünyası yaratarak sonuç almak istediklerini herkese gösterdiler. Bizim de yaklaşımımız daha çok ne olduklarını ortaya çıkarmak, niyetleri ve uygulamalarının ne olduğunu halkımıza ve dünyaya göstermekti. Özel savaş rejimi kendini, “bir ayaklanma olacak, biz de buna çare olarak bastırırız” havasına kaptırmıştı. Biz de özgürlük yürüyüşümüzü kesintisiz sürdürerek egemenlerin durduramayacağı büyüklükte bir yanıtla karşılık vermiştik. Sonuçta her zaman olduğu gibi filin hareketlerine karınca hareketiyle karşılık verme gibi bir durumla yüz yüze bırakıldık. Belki de birkaç küçük karıncayı ayağı altında ezdi, ama kesinlikle yürüyüşe devam edildi.
Halk savaşının böyle genel bir rotası vardır. Bizde de sürekli yaşanan budur. Fakat özel savaş rejimi kendini ele verdi, kendi yandaşları ve müttefikleri içinde bile ne kadar barbar olduğunu gösterdi. Denilebilir ki, bu sistem içindeki en tehlikeli rejimin nitelikleri ortaya çıktı. Bunun kabul edilemeyeceği biraz olsun anlaşıldı, teşhiri ve hatta tecridi konusunda ciddi bir durum ortaya çıktı ve süreç içerisinde etkileri giderek daha fazla ortaya çıkacaktır. Halkın daha kapsamlı biçimde kendi gerçeklerini görmesi söz konusudur. Özellikle son yıllar ve hatta yüzyılların körleştirip duyarsızlaştırdığı Kürt gerçeğini, oldukça unutulduğu gafil bir durumdan yavaş yavaş sıyırarak kendini tanımaya başlamasıyla daha ciddi ve daha az korkuyla, “ölüm kader değildir, kurtuluş da mümkündür” biçiminde bir duygu ve düşünce arayışı içine çekti. Şu anda halkta en yoğun yaşanan olay budur. Bu iş, ilk defa bir gerçeğin ve şakası olmayan bir gelişmenin ağır basan yönüdür.
Önder Apo