HABER MERKEZİ – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın Yeni Özgür Politika gazetesi için kaleme aldığı yazının ikinci bölümüne yer veriyoruz:
1639 Kasr-ı Şirin Osmanlı-İran anlaşması -ki bir savaş sonrası yapıldı. Savaşta İran yenilmişti. Fakat esas olarak çelişki ve çatışma içinde oldukça zayıf kaldıklarını, zarar ettiklerini gördüler. Doğu cephesi hep çatışmalı olunca Avrupa’daki gelişen kapitalizm Osmanlı İmparatorluğu’nu batıdan sıkıştırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nun onunla uğraşabilmek için doğu cephesinde biraz sükûnet yaratması gerekiyordu. İran’da da kuzeyden Rusya, doğudan Hindistan, Çin sıkıştırdı. Kendi doğusuyla uğraşabilmek için batı sınırının biraz istikrar kazanması gerekiyordu. Kürt beylikleri, Osmanlı-İran çelişkisi ve çatışması sürdükçe etkili hale geliyorlardı. Onları susturabilmek, daha fazla egemenlik altına alabilmek için kendi aralarında çelişkili ve çatışmalı değil de uzlaşmalı olmak iki tarafın da çıkarınaydı, böylece Kurdistan’ı ilk bölen, Zağros Dağları’nı sınır yaparak bölen bir durumu ortaya çıkardılar. Zağroslar’ın doğusu İran egemenliğinde kaldı. Batısı Osmanlı egemenliğinde kaldı.
Kurdistan dört parçaya bölündü
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu yenilgiye uğrayınca, Osmanlı İmparatorluk sınırları içerisindeki Kurdistan’ın ne olacağı tartışmalı oldu. Önemli bir mücadele sahası burasıydı. Önce İngiltere, Fransa arasında bir çatışmaya yol açtı. Belli bölümünü aldılar. Sevr’de dar bir alanda bir “Kurdistan Muhtariyeti” kurmayı öngördüler. Ardından Kemalistlerin savaşı ve o haritayı değiştirici askeri eylemleri ortaya çıkınca Lozan’da bunu değiştirdiler. Arap sahasında oluşturdukları yeni duruma göre, Suriye, Irak devletine göre Kurdistan’ın birer ucunu oralara bıraktılar. Geri kalan Kurdistan’ın daha büyük kuzey bölümünü TC. sınırları içerisine bıraktılar. Anlaşmaya vardılar. Böylece Osmanlı egemenliği altındaki Kurdistan üç parçaya bölünmüş oldu. Musul-Kerkük bölümü Irak sınırları içerisinde sayıldı. Amed-Urfa-Dersim-Serhat bölümü TC.’ye verildi. Sınırın güneydeki bazı uzantıları Suriye sınırları içerisinde kaldı. Qamişlo’dan Efrîn’e kadar olan saha oluyor. Böylece Osmanlı egemenliğindeki Kurdistan da üçe bölünmüş oldu. Daha önce Osmanlı-İran İmparatorlukları arasında bölünme olmuştu. Kurdistan’ın dört parçaya bölünmesi mevcut geliştirilen ulus-devletlerin egemenliği altına alınması böyle ortaya çıktı. Ondan önce böyle değildi. Aşiretler, topluluklar kendi toplumsal sistemleri içerisinde yaşıyorlardı. Kurdistan’ın birçok alanında gelişen Kürt Beylikleri siyasi-ekonomik birer otorite olarak aşiret sistemiyle de bağ içerisinde kendi egemenliklerini sürdürüyorlardı.
Mücadele sürdü
Kurdistan sürekli hegemon olmak isteyen imparatorlukların saldırı ve savaş alanı oldu diyoruz. İstila, ilhaklar, işgaller geliştirildi. Evet, iktidar ve devlet sistemi, Sümer sistemi olarak Aşağı Mezopotamya’da doğdu. Babil, Akad, Asur sistemi olarak Yukarı Mezopotamya’ya taştı. Yukarı Mezopotamya’yı da ele geçirerek Med sistemi haline geldi. Devletçi sistemin ortaya çıkışında Arap topluluklarıyla Kürt topluluklarının ilişkileri belirleyici rol oynadı. Aryen topluluklarıyla Semitik topluluklarının yarattığı gelişmeler ve birbirleriyle ilişki ortamında böyle bir devletçi sistem doğdu. Mezopotamya’daki birikime dayandı. Kadın devrimine, tarım-köy devrimine, neolitik devrimine; bu devrimlerin ortaya çıkardığı zenginliği ele geçirme savaşı oldu. Dolayısıyla iktidar ve devlet çetesi oluştukça bu zenginlik kaynaklarını ele geçirmek için saldırı yürüttü. Hem doğal zenginlikleri hem de toplumsal birikimi ele geçirmek için saldırdı. Bunun karşısında Kürtler de hep direndiler. Egemenlik altına alınan, kırılan kesimler olsa da Kürt kabile ve aşiret toplulukları daha çok dağa çekilerek bir de yarı göçebe, yarı hareketli toplum olma durumuna dayanarak bu saldırılar karşısında direndiler. Bir biçimde aşiretsel yapılarını, yarı özgür yaşamlarını korudular. İmparatorluklar geldi, imparatorlukların içinde yer aldılar ama kendileri imparatorluk olmadılar, devletleşmediler. İmparatorluklar da şimdiki ulus-devletler gibi doğanın ve toplumun her şeyine hakim değillerdi. Söz konusu imparatorluklar içerisinde kendi doğalarında yarı özgür yaşamlarını, kabile ve aşiret düzeninde hep sürdürdüler. Bu durum 19. yüzyılın başına kadar böyle geldi.
Osmanlı’nın egemenliği!
19. yüzyılın başından itibaren merkezi Osmanlı İmparatorluğu Avrupa karşısında sıkışınca Kurdistan’ı daha fazla ele geçirmek istedi. Bu da Kürt beylerinin otoritelerinin, egemenliklerinin, siyasi ve ekonomik güçlerinin zayıflatılması, Merkezi Osmanlı Yönetimi’nin eline geçirilmesi anlamına geliyordu. Bunun için 1806’dan itibaren Kurdistan’ın değişik bölgelerine, o bölgelerde gelişen Kürt Beylikleri’ni yıkmak, o beyliklerin mali ve askeri gücünü ele geçirmek için Osmanlı İmparatorluğu saldırılar yürüttü. Birçok beylik buna karşı direndi. Tehlikeyi görünce Bedirxan gibi devlet egemenliğini ilan edenler de oldu. Fakat tek tek, parça parça kaldılar. Merkezi Osmanlı İmparatorluğu’nun saldırılarını kıramadılar. Sonunda yenildiler, ezildiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kurdistan üzerindeki egemenliği gelişti.
Kürt Sorunu denen sorun, böyle bir savaş sürecinde Kurdistan’ın bu biçimde bölünmesi ve ulus-devletlerin egemenliği altına alınmasıyla ortaya çıkartıldı. O zamana kadar Kürtler devlet değildiler ama siyasi-ekonomik güçleri beyliklerdi. Güçlü aşiret düzenleri vardı. Feodal aşiret sistemine dayalı beylikler yarı devlet gibi egemenlik sürdürüyorlardı. Toplumsal yaşam başattı. Feodal aşiret beylerinin belli bir egemenlikleri vardı, ama devlet egemenliği gibi değildi. O kadar güçlü ve tahakkümcü değildirler. Dolayısıyla Kürtler toplum olarak kendi dil, kültür, tarihlerini yaşıyorlardı. Dağa dayalı, yarı göçebe, özgür aşiret toplulukları olarak, başka toplumlarla da iç içe varlıklarını sürdürüyorlardı. Yarı özgür bir yaşamları vardı. Toplumsallıkları vardı. Bütün bunları yok eden, yasaklayan, sona erdiren, Kürt’ü inkar ve imha etmek isteyen zihniyet ve siyaset Birinci Dünya Savaşı’yla ortaya çıktı. Birinci Dünya Savaşı ardından oluşturulan Kurdistan, Ortadoğu ve dünya sistemi Kürt Sorunu’nu ortaya çıkardı. Ondan önce Kürt’ün varlığını yasaklayan, dilini yasaklayan, kültürünü yasaklayan, tarihini yasaklayan; dolayısıyla onu yok etmek isteyen bir zihniyet ve siyaset bu dünyada yoktu. Hiçbir devlette de yoktu. Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde olumlu kavim, üstün kavim sayılıyorlardı. Kürtler ve Ermeniler, Osmanlı merkezine daha yakın tebaa olarak ifade ediliyorlardı. Dolayısıyla Kürt Beylikleri’nin otonomileri daha güçlüydü. Daha özel otonomi almışlardı. Yarı bağımsız özgür bir yaşam sistemleri vardı. İran sistemi içerisinde de öyleydiler. Şimdiki gibi inkâr ve imha denen bir zihniyet ve siyaset ortada yoktu. Bu, Birinci Dünya Savaşı’yla ortaya çıktı. Savaş İngiliz-Alman savaşıdır.
Yeni Ortadoğu’nun şekillenmesi
Kapitalist modernite sisteminin, iktidarcı-devletçi sistemin, küresel hegemonik hale getirmesi sürecinde ortaya çıktı. Savaşta İngiltere ve Fransa galip çıktılar. Yeni Ortadoğu’yu onlar şekillendirdiler. Alman-İngiliz savaşı, çelişkisi ve çatışması, İngiltere’nin Fransa ve Rusya ile müttefikliği, Almanya’nın Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu’yla ittifakı içerisinde bu savaş sürdü. Savaştan sonra sistemi kuran da İngiltere ve Fransa oldu. TC. ile de anlaştılar. Kürt Sorunu’nu bu güçler ortaya çıkardı. Tamamen Birinci Dünya Savaşı’nın ve savaş sonrasının ortaya çıkardığı bir sorundur.
Kurdistan Cumhuriyeti
Sonra İkinci Dünya Savaşı oldu. İkinci Dünya Savaşı’nda TC. savaşa girmeye çalıştı. Dolayısıyla Kurdistan’ın büyük parçası savaşın dışında kaldı. Ama İran savaşın içerisinde oldu. İngiltere, Amerika ve Rusya, İran’ı işgal ettiler. Hitler faşizminin Kafkasya üzerinden İran’a girip oradan Hindistan’a gitmesini engellemek istediler. Doğu Kurdistan bu nedenle savaş içerisinde kaldı. Savaş sonunda İran devletinin Şahlığın olmamasından yararlanarak Doğu Kurdistan’ın aydınları, beyleri bir araya geldiler, “Mahabad Kürt Cumhuriyeti” adıyla Doğu Kurdistan’da bir devletleşme çabası içerisine girdiler. İngiltere ve Amerika birleştiler, Sovyet Rusya ile de anlaştılar Şahlığı yeniden egemen kılarak Doğu Kurdistan’daki devletleşme çabalarını ezdiler. Nasıl ki, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kuzey Kurdistan’daki girişimleri Şex Sait İsyanı var denilerek Amed ve çevresinde ezdilerse, sonra Serhat’ta ve en son Dersim’de katliamlarla ezdiler. Yine Güney Kurdistan’da Mahmut Berzenci’nin devletleşme girişimlerini İngiltere’nin saldırıları temelinde ezdilerse; en son Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni de ortak anlaşmaları temelinde ezdiler. Kurdistan’ın mevcut ulus-devletlerin egemenliği altında inkâr ve imha sistemine dayalı olarak kalmasını öngördüler.
ABD’nin rolü
İkinci Dünya Savaşı’nda askeri ve mali olarak İngiltere geriledi, ABD’nin savaştan uzak kalması, daha fazla sömürü yapması nedeniyle daha çok ekonomik, askeri güç kazandı. Dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel sermaye sisteminin yeniden yapılanmasında birinci güç olarak ABD öne çıktı, merkez oldu. İngiltere ve Fransa, Birleşmiş Milletler onu Güvenlik Konseyi düzeyinde; Avrupa Birliği düzeyinde de birinci güç olmak, sistemin koruyucu gücü olmak durumunu ABD’ye devrettiler. ABD sistemin öncülüğünü devraldı. Fakat sistem bir İngiliz sistemidir. Siyaseti belirleyen İngiltere’dir. Sistem, bir sermaye sistemidir. Sermaye içerisinde Yahudi sermayesi belirleyen ve yönlendirendir. Dolayısıyla İsrail’i yarattılar. İsrail politikası, Yahudi sermayesi yine sistemi yöneten bir güç oldu. ABD de var olan mali ve askeri gücüne dayanarak bu sistemin pratik işlerini yürüttü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yürüyen sistem biraz ABD-İngiltere-İsrail ortaklığına dayalı sistem oldu. ABD önde görüldü, ama siyaset belirleyen İngiltere’dir, İsrail’dir. Mali sistemi yürüten Yahudi sermayesidir. ABD bunlarla ittifak içerisinde sistemin yürütücü gücü oldu. Onun imkanlarını devraldığı gibi sorunlarını da devraldı. Dolayısıyla Kürt Sorunu da bu sistemin yarattığı bir sorun olarak ABD’nin sorunu oldu. Kürt Sorunu’nu çözmeye çalışan her türlü girişim küresel sermaye sistemini tehdit etti. Küresel sermaye sisteminin öncüsü olan ABD kendisi için tehdit olarak gördü. Çözüm çabalarını bastıran, ona karşı savaş yürüten sistemin öncü gücü oldu. Sistem adına savaşı ABD yürüttü.
Uluslararası Komplo
12 Eylül 1980 faşist askeri darbesini yaptıran, TC.’nin bütün Kürt katliamlarına destek veren, gerillaya karşı savaşı destekleyen güç NATO ve NATO’yu yürüten güç olarak Amerika iken, yirmi yıl öncesinde Önderliğe dönük doğrudan Uluslararası Komplo saldırısını başlatan güç oldu. Bugün de o komployu güncellemeye çalışıyor. PKK’nin pratik olarak mevcut olan yönetimini etkisiz kılmak üzere karar alıyor. Demek ki ABD tarafından kararlaştırılan, planlanıp yürütülen komplo böyle ortaya çıkıyor. Zaten Kürt Sorunu küresel kapitalist hegemonik sistemin ortaya çıkardığı bir sorundur. Bunu Avrupa’daki Alman-İngiliz savaşı ortaya çıkardı. İngiltere-Fransa ittifakı şekillendirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Amerika’ya devrettiler. ABD de NATO kapsamında bu inkar ve imha sistemini, Kürt Sorunu’nu yürütüyor. Kürt Sorunu denen sorunu ayakta tutan, yürüten gücü oluyor. Bugün sorunu yaratan gücün temsilcisidir, merkezidir. Sorunu Kürtler yaratmadı. Ortadoğu halkları da yaratmadı.
ABD öncülüğü de çözüm çabalarına karşı çıkıyor ya da kendi çıkarlarının dışında herhangi bir gelişmenin Kurdistan’da olmasına karşı çıkıyor, engellemeye çalışıyor. Eskiye göre biraz zihniyet ve siyaset bakımından belli bir değişiklik yaşamış olsalar da fakat öz itibariyle hala Kürtlerin ulusal demokratik haklara sahip bir güç olmasını kabul etmiyorlar. Onu küresel kapitalist sistem için bir tehdit olarak görüyorlar. Küresel kapitalist sistem Kürt’ün yokluğu üzerine kurulmuştur. Sorunun esası budur. Var olması, sistemin değişmesini, yıkılmasını getiriyor. Onun için sistemin öncülüğü, sistemi yıkmayı, değiştirmeyi öngören hareketi kendi varlığı ve güvenliği için tehdit görüyor, savaş açıyor. Uluslararası Komplo bir savaştı.
Devlet Araplarda ortaya çıktı
Arap sahasında gelişen ulus-devletlerin durumu biraz daha farklıdır. Bağdat bir devlet merkezidir. Orada biraz devletçi bir sistem var. Ama esas olan Bağdat da Sümer’den aldığı misyonu sürdürüyor. Daha çok Mısır bir devletçi gelenektir. O geleneğe dayanarak Krallıklar kuruldu. Toplum, Krallıkları reddetti. Arap toplumuna hakaret saydılar. Araplar bölgenin düşünsel olarak etkili gücüdürler, toplumsallaşmada Kürtler gibi başat toplumdurlar. Toplumsallığı geliştiren, toplum olma özelliği taşıyorlar. Devlet Araplarda ortaya çıktı. İktidar ve devlet sisteminin yaratıcı gücüdürler. Petrol zenginliği üzerinde oturuyorlar. İdeolojik olarak peygamber çıkarmışlar. Böylece 72 milletten topluma ideoloji yaymış durumundalar. Böyle bir toplumu 22 parçaya böl, işbirlikçi yap, ikinci sınıf konumunda tut, Türklerin, Farsların baskısı altına koy, onların hor gördüğü bir duruma getir. Bunu Arap toplumu kabul etmedi. Arap kültürü bunu reddetti. Direnmek istedi, bu sefer de ona karşı ulus-devlet milliyetçiliğini öne çıkardılar. Askeri darbeci güçlere dayanarak, darbe yaptırdılar. Nasırcılık, Baascılık, Kahire’de, Şam’da, Bağdat’ta geliştirdiler. Bir dönemi de öyle götürdüler. Toplumun tepkilerini bu ırkçı şoven Arap milliyetçiliğini, Baascılığı ve Nasırcılığı geliştirerek denetim altına almaya çalıştılar. Onların da birer işbirlikçilik olduğu, aslında Arap toplumunun tarihsel kültürünü, misyonunu, özgür yaşam tutkusunu, toplumsallığını temsil etmeyen, tam tersine kapitalist modernitenin ulus-devletçiliğinin en pespaye birer ucu olduğu açığa çıkınca toplum onlara karşı da ayaklandı. “Arap Baharı” denen isyan süreci böyle gelişti.
Önderlik, “Suriye’de devlet yok aslında, devlet taslağı var” diyordu. Daha devlet olamamış bir prototip biçimindedir. Ama Şam, Emevilerden gelen önemli bir iktidar merkezidir. Şam siyasetçiliğini küçümsememek gerekiyor. Irak öyledir. Kahire öyledir. Bağdat-Basra Sümer’den gelen bir devlet geleneği var. Bu gerçekliği de görmek gerekiyor. İktidar ve devlet zihniyet ve siyasetin bir tarihsel kökü ve geçmişi var. Bunlar da mevcut Kürt Sorunu’nda rol oynuyor. Kürt Sorunu’nu yaratan bunlardır, bunlar arasındaki çıkar çelişki ve çatışmasıdır.
20. yüzyılda dayatılan sistem
Kürt Sorunu, küresel ve bölgesel çıkar çelişki ve çatışmasının yarattığı bir sorundur. Bunların hepsi bu sorunun içerisindedir. Peki sadece bunlar mı bundan sorumlu, Kürtler yok mudur? Evet, işin içerisinde Kürtler de var. Sevr’de tartışmalar olurken rol oynatılan, işbirlikçilik yaptırılan Kürtler var. Lozan’da Kurdistan üzerinde pazarlık yapılırken işbirlikçilik yaptırılan Kürtler vardı. TC.’nin temsilcisi olan İsmet Paşa “Ben Kürt’üm, Kürtlerin temsilciliğini yapıyorum. Türklerin adına gelmişim ama kendim Kürt’üm, siz ne konuşuyorsunuz” dedi. TC. böyle bir heyet gönderdi. İngiltere’nin koltuğunun dibinde Şerif Paşa diye biri vardı. Pazarlıklar öyle oldu.
Bu kadar saldırı olup Kürtler üzerinde böyle bir sistem kurulurken, evet bazı çevreler buna karşı direndiler ama direnişler parça parça oldu, bölge bölge oldu, birlik yaratamadılar. Ulusal bilinç, örgütlülük geliştirmediler, dar ve parçalı kaldılar, dolayısıyla ezildiler. 19. yüzyılın başında başladı. Botan Beyliği de öyle oldu. Garzan Beyliği, Soran Beyliği de öyle ezildiler. Birinci Dünya Savaşı ardından da aynı durum yaşandı. 19. yüzyılın tecrübesi varken 20. yüzyılda dayatılan bu sisteme karşı direnişlerde de birlik ve bütünlük yaratamadılar. İç bölünme, parçalanma, yerel, mahalli, aşiretsel ve bölgesel politikalar buna yol açan zihniyet Kürt Sorunu’nun ortaya çıkartılmasının bir parçası oldu. İç çelişki ve çatışmaları derinleştirerek sorunun bir parçası olarak sorunun bu biçimde oluşup kangren haline gelmesinin bir ucu oldu.
KDP de böyle oluştu
20. yüzyılda da Amed’deki direniş kendi başına kaldı. Serhat kendi başına kaldı. Dersim kendi başına kaldı. Süleymaniye kendi başına kaldı. Mahmut Berzenci, İsmail Ağa kendi başlarına kaldılar. Mahabad Cumhuriyeti kendi parçasıyla kaldı. En sonunda Barzani ve Talabani bir Kurdistan parçasında bile bir araya gelemediler. En çok birbiriyle savaşan oldular. KDP de böyle oluştu. Sorunun bir ucu ve bir parçası oldu. Sorunun bu biçimde ortaya çıkartılmasına karşı mücadele eden, dolayısıyla Kürt Sorunu’nu çözen güç olamadı. Kürt Sorunu’nu çözmek demek, birlik demekti, bağımsızlık demekti, özgürlük demekti, varlık demekti. Bu da ancak birlik ve ulusal düzeyde güç birleştirerek mücadele etmekle; bireysel, ailesel, aşiretsel çıkarlardan arınıp ülkenin ve toplumun çıkarlarını gözeten bir tutuma, mücadeleye girmekle mümkün olacaktı, onu gösteremedi. Bireysel, ailesel, aşiretsel, yöresel çıkarları öne aldı. Kürt Sorunu’nun gelişimini engelleyemedi. Kendisinin üzerine saldırı geldiğinde de başarılı olamadı, direnemedi.
Zihniyet ve siyasetleri
KDP’nin siyasetine bakılabilir. Kurdistan’ın bağımsızlığını ya da özgürlüğünü mü öngörüyor? Kürt toplumunun birliğini, demokratik yaşamını mı öngörüyor? Hayır! Bütün siyasetleri kendi ailesel ve partisel çıkarları içindir. Ondan öteye bir ulusal bilinci yoktur, özgürlük tutkusu yoktur. Ülke ve toplum düzeyinde bir yaklaşımı yoktur. Dolayısıyla Kürt işbirlikçiliği ve ihaneti dediğimiz zihniyet ve siyaset de Kürt Sorunu’nun bir parçasıdır. Kürt Sorunu’nun bu biçimde ortaya çıkartılmasından sorumlu bir güçtür. Kürt Sorunu’nun çözülmesini engelleyen bir güçtür. Sorunla bir olan güç, sorunu destekleyen güçtür. Kürt Sorunu’nu ayakta tutan güç oluyor. Bir de işin bu boyutu var. Dikkat edilirse önemli bir boyuttur. Öyle dar, sınırlı bir boyut değildir. Bu durumun tarihsel dayanakları da var ama günümüzde ulaştığı düzey tarihin hiçbir döneminde yaşanmamış düzeydir. Bugün Kurdistan’da işbirlikçi ihanet adına yapılanlar Kurdistan tarihinin hiçbir döneminde yapılmamıştır. Bu kadar satan, pazarlayan, dar maddi çıkar için her şeyi pazara çıkaran bir dönem, kişilik, örgüt hiç olmadı. Bugün var olan işbirlikçilik ve ihanet bu düzeyde, hiç basite alınmamalıdır. Öyle bilmem Kürt partisi, Kürt örgütü, Kürt lideri denilip geçilmemelidir. Evet, Kürt lideri de neyin lideridir? Kürt partisi de hangi rolü oynayan bir parti? Kürt’ün varlığı ve özgürlüğünden yana olan bir parti mi, yoksa Kürtler soykırıma tabi tutulurken Kürt’ün çırpınmasını, tepki göstermesini engellemek için zalime, soykırımcıya cellatlık yapan bir parti mi? İşe bu düzeyde bakmak gerekiyor. Zihniyet ve siyasetleri bu temelde ele almak, değerlendirmek, irdelemek, anlamak, anlamlandırmak gereklidir.
Önderliğimizi doğru anlamak
Demek ki, sorunu ortaya çıkartan tarihsel süreç, sorumlular, sorunun suçluları ortadadır. Sorunu çıkartanlar ve ayakta kalmasını sağlatan kesimler bizi suçlu ilan ediyorlar. Yürekleri yetiyorsa adil mahkemeler kurulsun yargılanalım. Biz ABD başkanlığına “Yüreğiniz yetiyordu da niye Önder Apo’nun Hollanda’ya gitmesini engellediniz” dedik. Önderlik “Lahey Adalet Divanı’nda dava açacağım” dedi. Niye fırsat vermediler? Niye Önder Apo ile bir mahkemede yargılanma sürecine giremediler. Şimdi karar alıyorlar. PKK’ye dair alınan kararların hepsi siyasi ve askeri temeldedir. Hiçbir hukuki karar yoktur. PKK’lilere dair hiçbir mahkeme karar veremiyor. Demek ki Kürt Sorunu’nun nasıl bir sorun olduğunu bilemezsek, Önderlik ve Parti gerçeğimizi doğru anlayamayız. Şehitler gerçeğimizi doğru anlayamaz, dolayısıyla doğru yaklaşamayız, doğru sonuçlar çıkartamayız. Bu çerçevede ele aldığımızda sorunun ortaya çıkışı, aslında nasıl bir sorun olduğunu, sorunun boyutlarının neler olduğunu bize gösteriyor. Tarihsel olarak iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı bir sorun olarak tanımladık. Demek ki, iktidar ve devlet sisteminin halkları, kabile ve aşiret topluluklarını, etnisiteyi, egemenlik altına alma saldırıları karşısında; etnisitenin, halk topluluklarının var olma mücadelesini içeren bir sorun oluyor. Sorunun kökünde iktidar ve devlet sisteminin her şeyi köleleştirme, baskı egemenlik altına alma zihniyet ve siyaseti var. İşin bir boyutu kesinlikle budur.
Yarın: Önder Apo’nun “Kurdistan Sömürgedir” tespiti ve paradigması…