HABER MERKEZİ – Sınıflı-devletli sistem bir ur gibi insanlığın ruhunu ele geçirmiştir. İnsanca yaşayabilmek için, gerekli olan bütün maddi imkanlar mevcutken, insanlığın binlerce yıllık emeklerini, birikimlerini devlet iktidarına kurban etmek insanlık için en büyük yıkımı ifade eder. Maddi ve manevi olarak çok değer yaratıldı ama bunlar iktidarların kendi varlıklarını sürdürmesi için araçsallaştırıldı. Devletler-iktidarlar, hayatı kendi egemenlik sahaları haline getirip alabildiğince kirlettiler, yaşanılmaz hale getirdiler. Oysaki, insanlığın, insan topluluklarının ne devlete ne iktidara ve nede egemenliğe ihtiyacı vardı. Egemenlik kendi kendini tutsaklaştırmaktır. Sadece kaba maddiyatı hayatın önceliği haline getirmek ve ekonomik faaliyetleri hayatın merkezine koymak ve ekonomiyi-parayı-mülkiyeti kutsamak insanlığa vurulmuş en büyük darbedir. Devletin kutsanması ve tanrılaştırılması aslında mülkün-paranın kutsanmasıyla ilintilidir. Nihayetinde devlet mülkü-parayı muhafaza etme, koruma gücüdür.
Egemenlik ve iktidar mülkiyet üzerinde şekilleniyor kendisini var ediyor. Mülkiyetin hayatın merkezine konması en başta insanı mülkiyet konusu haline getirmiş, insandaki insani duyguları yok etmiş ve insanı kendisine düşman hale getirmiştir. Aksi durumda, binlerce yıldır var olan egemenlik ve iktidar savaşları neyi ifade ediyor? İnsanlık, bütün maddi-manevi değerlerini paylaşarak var olur. Ama devlet ve egemenlik anlayışı insanı nesne haline getirdiği için, bütün yaşamsal değerin hepsi devlete ve iktidara kurban ediliyor. Özellikle son yüzyıllarda ulus devletlerin oluşumuyla devleti kutsamayan bir ulus ve birey var mı? Yada ulus devletin siyasetinden etkilenmeyen var mı? Her toplum yaşadığı sistemin siyasetiniyle yoğrulur şekillenir ve bu şekillenme yüzlerce ve binlerce yıl hiç fazla değişmeden bile yoluna devam edebilir. İnsan toplumu kısa sürece değişebilen bir yapıda değildir. İnsanın değişimi çok uzun zamana sığabiliyor. Değişimlerin bazen geri gitmesi, değişimin öyle kısa sürede kolay olmadığını gösteriyor. Bazı sosyalist ülkelerde bunlar görüldü.
Canlılar içinde en zor değişebilen ve değişimi çok uzun sürebilen insandır. İnsan toplulukları aslında doğal yaşamdan kopup iktidarın egemenliğine girdikten sonra, sahip olduğu bütün var oluşsal özelliklerini kaybetti. İnsan toplumu, devletli ve sınıflı sistemler tarafından yönetilen, yönlendirilen, çalıştırılan, bir nesle haline getirilen, duygusuzlaştırılan, et ve kemikten ibaret olan bir canlı türüne dönüştürüldü. İnsan, kendi eliyle yarattığı canavarın esiri oldu. Devlet insanın egemenlik hırsının bir sonucudur. Sahip olmak, yönetmek, egemen olmak, birileri üzerinde güç oluşturmak insanın en büyük zaafıdır. Maddiyat, mülkiyet ve toplumu yönetmek üzerinde şekillenen devlet ve iktidar için sadece var olmak ve hükmetmek önceliktir ve bunun için her değeri harcamaktan çekinmezler. İşte savaşlar, işgaller bunun için yapılıyor ve burada, bütün insani değerler talan ediliyor ve yağmalanıyor. Bir devletin suç işlediği ve sanık sandalyesine oturduğu görülmüş müdür?
Sınıflı-devletli sistemlerde devlet her zaman haklıdır ve her şeyi yapmaya hakkı vardır ve her şeyin sahibidir. Bundan dolayı, devlet yeryüzündeki tanrı olarak kabul edilir. Devlet kendisini yasalarla, kanunlarla dokunulmaz kılmıştır. İşte bundan dolayı her şeyi yapmaya gücü var ve dokunulamaz. İnsanlık için en büyük kayıp, devletin varlığıdır. Çünkü devlet olursa özgürlük olmaz, esaret olur, zulüm olur. Devlet hizmet etmez, devlet yönetir, egemenlik altında tutar ve köle olarak kullanır. İnsanların, devletten kendilerine hizmet etmesini beklemeleri devletin insanların iliklerine kadar nüfuz ettiğini gösterir. Devlet olmadan biz yaşamımızı sağlayabiliriz diyen kaç kişi var dünyada? Sosyalist ülkelerde bile, devlet olmadan yaşanılamayacağı düşünülüyordu ve var güçleriyle devleti büyüttüler. Devlet büyüdükçe toplum küçüldü, insanlar kullaştı, dünya bir açık zindana dönüştü. Sınırlar, sömürü, savaşlar, sınıflar insanlığı boğdu. Her şeyi devletten beklemek kendini devlete ait görmenin ve devleti her şeyin sahibi olarak görmenin bir sonucudur.
Devlet karşısında küçülmek devletin toplumda ve bireyde yol açtığı iradesizleştirmeyle ilgilidir. İradesizleşen toplum ve birey üzerinde egemenlik kurmak daha kolay olur. Bundan dolayı, toplumun ve bireyin içinin çürütülmesi ve devlet anlayışının topluma ve bireye yedirilmesi gerekiyor. Burada, fiziki egemenlikten ziyade, ruhsal ve düşünsel bir ele geçirmenin gerçekleşmesi gerekiyor. Ruhu ve düşüncesi ele geçirilen toplum ve bireyi fiziki olarak kontrol altına almak hiç zor olmaz. Devletler en çokta toplumun beynine ve ruhuna, psikolojisine hükmederler. Bunun için bütün kültür kurumlarını, iletişim araçlarını, basını ve medyayı kullanırlar. Bu araçların yeterince etkili olmadığı yada etkili olmadığı durumlarda da, kaba zor, devlet şiddeti yani faşizm-zulüm devreye girer. Devletin en çok çirkinleştiği ve canavarlaştığı zamanlar faşizm ve zulüm zamanlarıdır. Bundan dolayı, devletin insan yaşamında yeri olmamalı. İnsan toplulukları kendi kendilerini yönetebilecekleri öz yönetimlerini kurmada başarı sağlayabilirlerse, devlet bir süre sonra toplum yaşamından yok olacaktır. Bu kendiliğinde olmaz. Toplumun doğrudan kendi öz yönetimini kurmasıyla ve devleti kendisinden uzak tutmasıyla devlet bir mum gibi sönecektir.
Kürdistan’da geliştirilen öz yönetimler, doğrudan demokrasinin ve özgürlüğün temelini oluşturacaktır. Dikkat edilirse, global emperyalist güçler ve bölgesel gerici statükocu güçler, PKK’yi Kürdistan’da ve Ortadoğu’da etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Çünkü PKK eliyle tarih ve yaşam yeniden elekten geçiriliyor, şekilleniyor. Çünkü, Kürtlerin şahsında yeni bir özgür halk-insan doğuyor Mezopotamya’da. Binlerce yıllık tarihi eleyen ve insanlığı devletli ve sınıflı sistemlerin bütün tortularından temizlemeyi hedefleyen Demokratik Uygarlık Manifestosu insanlığa yeni ve özgür bir yaşamın yolunu gösteriyor. Dünyada, Abdullah Öcalan dışında, sosyalist liderler içinde hiçbir lider devleti yeterince doğruca tahlil etmemiş ve toplum için gereksizliği üzerine değerlendirme yapmamıştır. Birçok sosyalist ülkede, devlet olmadan sosyalist rejimin korunamayacağı gibi yanlış bir düşünceye sahip olmuşlardır ve halkı sosyalist ideolojiyle eğiteceklerine devletin daha çok güçlenmesini sağladılar.
Sosyalist ülkelerde bile, devlet klasik ulus devlet olmaktan ve halkın tepesinde bir kılıç gibi sallanmaktan öteye geçememiştir. Demek ki devletin sosyalisti olmaz ama halkın sosyalisti olur ve halk sosyalize olmazsa devlet halk üzerinde egemenliğe devam eder. Devletin egemenliğinin olduğu yerde ne demokrasi olur nede özgürlük olur. Çünkü devletin varlığı egemenlik üzerine kuruludur. Devletin görevi hizmet değil, hükmetmektir, toplumsal değerleri gasp etmektir. Devlet aslında resmileşmiş bir haydutlar aygıtıdır. Başka türlü olsa, halktan vergi almak ve saraylarda şatafat içinde yaşamak ne anlama geliyor? Bundan dolayı, devletin neresine bakılırsa bakılsın bir kirlenme ve kötülük görülecektir. Devletli-sınıflı sistemlerin hepsi insanlık için bir kabustur ve mutlaka insan yaşamından, toplumsal yaşamdan çıkarılması gerekiyor. Sadece son yüz yılda bile, insanlığın ne kadar değer kaybettiği ve kirlendiği görülecektir. Özellikle son yüz yılda hem insanlık ve hem de gezegenimiz çok kirlendi. Nükleer bir felaketi yaşama tehlikesi bile var. İnsanoğlu, kendi eliyle kendisini bir cehenneme hapsetmiş durumdadır. Devlet, sınıflar, sınırlar, savaşlar, sömürü zindan demektir. Yoksa, bunca kötülük gökten zembille yeryüzüne inmiyor. İnsanın kendi içindeki hırsları insanı tanınmaz hale getirmiştir. İnsanın kendisini bütün bu tortulardan, kirlenmeden kurtarması ve yeni insan olması gerekiyor. Buda hümanize olmakla, gerçek anlamda sosyalize olmakla-sosyalleşmekle mümkündür. Çünkü insanın özü sosyaldir. Yani toplumsal değerler tekrardan yaşama hakim olursa, insan tekrar hayatın öznesi olur ve hak ettiği değeri görür ve yaşar…
Kemal Söbe