HABER MERKEZİ – Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, tecridin komplonun yeni bir saldırı biçimi olduğunu ifade ederek, “Komplo, İmralı işkence ve tecrit sistemi olarak devam ediyor. Bu Önder Apo’ya saldırı sistemidir. Tecrit de onun imhacı yöntemi oluyor. O zaman tecridi de iyi kavrayalım, İmralı’yı da iyi kavrayalım. Eğer bunları iyi kavramaksak ne İmralı sistemine karşı mücadele edebiliriz ne de kendimizi doğru örgütleyip bu faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratacak, Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen sistemi yıkacak, değişime uğratacak bir mücadeleyi ortaya çıkarabiliriz. Bu mücadeleleri ancak bu gerçekliği iyi tanırsak yaparız” dedi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan röportajında şunları belirtti:
Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum.
Bu alanda yeni şeyler var ama nitelik olarak değişik değil. Aynı durum devam ediyor. İmralı üzerindeki işkence, baskı, ağırlaştırılmış tecrit İmralı soykırım sisteminde sürüyor. Bu konuda herhangi bir değişiklik, yenilik yok. Avukatlar yeni bir disiplin cezası verildiğini açıkladılar. Güya görüşmeler o temelde engelleniyor.
GÖRÜŞMELERİN ENGELLENMESİ UZUN VADELİ BİR PLANIN PARÇASI
Aslında hukuku bilen çevreler söylemişlerdi. Bu tür cezalar, örneğin avukat görüşü için geçerli olmuyor. Fakat zaten hiçbir görüşme olmuyor ki… Görüşme yaptırmıyorlar, kılıfına uyduruyorlar. İşin gerçeği o. Esas olarak da biz daha önce değindik. Şimdi kısa vadede görüşmelerin yasaklanması, engellenmesi amacını güdüyor. Öyle bir rol oynuyor. Fakat sadece bu değil. Esas olarak uzun vadeli planın bir parçası. Onun da 25’inci yıl için bir hazırlık olduğunu ifade ettik. Daha önce çeşitli hukuki çevreler de bunu doğruladılar. Şöyle bir durum yok tabii; ne Avrupa hukukunda ne de diğer hukuklarda şu kadar yıl olur, değişir diye bir kanun yok, karar yok. Fakat, mesela müebbetler on beş yıl sayılıyor. Onuncu yıldan itibaren Avrupa hukuku yeniden değerlendirmeye alıyor. Ağırlaştırılmış müebbet zaten Avrupa’da yok. Diyelim ki o da 15’inci yıldan itibaren alınıyor. Şimdi İmralı’daki durum 25’inci yılına girecek. Bir aydan daha az bir zaman kaldı. Böylece yani çeyrek asır oluyor. Dolayısıyla bu kim ne yaparsa yapsın, mutlaka yeni değerlendirme gerektiriyor. Bunun için uyduruyorlar işte.
Böyle bir hukuki değerlendirmede bunları birer etken olarak kullanmak istiyorlar, işte şu kadar cezası vardı, şu oldu, bu oldu diyerek aslında herhangi bir değerlendirme yapmanın önünü almak, olumlu diyebileceğimiz bir gelişmenin önünü almak istiyorlar. Bunu bilmemiz lazım. Bunu anlamak gerekli.
Aslında şunu yadırgadık; bu kadar hukuksuzluk var. Örneğin avukatlar içeriden dışarıdan görüşmek için başvuruda bulundular, milletvekilleri başvuruda bulunuyor; hiçbiri gerçekleşmiyor çoğu zaman. Daha iyi bir teşhir gerekli. Mesela avukatlar ve hukuk çevreleri daha iyi tartışabilirler; bu ne biçim iş diye. Kendi yasalarını bile dinlemeyen, zaten BM yasalarına, Avrupa hukukuna hiç uymayan bir uygulama sürüp gidiyor. Hiç kimse bir şey diyemiyor.
CPT HESABINA GELİNCE AÇIKLAMALAR YAPIYOR
İlginç olan bu işte. Mesela CPT ile herhalde çeşitli görüşmeler oldu. Bir açıklama yaptı. İki gündür düşünüyoruz, nasıl değerlendirelim diye. Bir bilgi vermeme açıklaması. Böyle açıklama olur mu? İki ay sonra her rapor hazır olacakmış. O da mevcut TC hükümetine sunulacak. Kabul ederse ondan dört ay sonra görüşmenin sonucu açıklanacak. Nesi açıklanacak? Birçok örnekte görülüyor ve biliyoruz ki hesabına gelirse hiç dinlemiyor, CPT açıklamalar yapıyor. Bu tür kanunları dinlemeyebiliyor. Ama sorun Kürt sorunu olunca, İmralı olunca, Önder Apo olunca, aslında başka olaylarda dinlenmeyen kanunlar burada geçerli sayılıyor. Dahası aslında yeni yeni kanunlar türetiliyor. Türetildi de. Önder Apo dedi ki; İmralı kanunları var artık. Bunlar herkese uygulanıyor. “Ben kendim için bir şey demiyorum ama bundan dolayı binlerce, yüzlerce insan mağdur olacak, zarar görecek. Ben ondan endişeliyim” dedi. Çünkü “benden dolayı çıkarıyorlar. Ve herkese uygulayacaklar” dedi.
Her şey siyaseten yürüyor, siyasi kararlar temelinde yürüyor, siyasi rehine sistemi devam ediyor. Ama mesela Avrupa’da daha iyi tartışabilir hukuk çevreleri. Görüşmek istediler, izin verilmedi. Sadece bir iki açıklamayla kaldı. Kalmamalı. Daha fazla üzerine gitmek lazım. Deniliyor ki işte “PKK terör örgütü deniliyor, yasaklı örgüt onun için gidemiyoruz.” Şimdi bu yasaklama bizden dolayı geldi. Ben de Düsseldorf’ta 6 sene hapis kaldım. Bize güya ceza verdiler ama ceza verenleri bu AİHM denen mahkeme mahkum etti. Ben de aklandım orada yani. Alman devleti suçlandı. Eğer bir yasaklı ya da baskı uygulamış güç varsa Alman devletidir. Şimdi onun için konmuş bir yasakların bir geçerliliği yoktur. İnceleyebilir birçok çevre. Öyle ucuz ve basit yaklaşmamak lazım.
YENİ EYLEM ÇEŞİTLERİ BULUNMALI
Eylemler gelişti, gelişiyor. Halkın direnişi iyidir. Milletvekillerinin direniş oldu. Geçen defa değerlendirmişti. Önemliydi. Gerçekten de belli bir gündem oluşturdu. Şu ortaya çıktı; demek ki gündem oluşturulabilir, yeni şeyler bulunabilir, yaratıcılık gösterilebilir çok değişik biçimlerde. Bu baskı, zulüm düzenine, İmralı soykırım sistemine karşı mücadele edilebilir. Bu teşhir edilebilir. Mesela işte milletvekillerinin çabaları bunu yarattı. Aslında istedikleri gündemi oluşturdular. Önemli bir sonuç ortaya çıktı. Yani demek ki çıkabilirmiş. Demek ki yeni eylem biçimleri bulunabilir, bulmalıyız da.
Hukuki açıdan da elbette yeni tartışmalar, toplantılar yapmalıyız. Bu baskı, zulüm düzenini, hukuksuzluğu teşhir etmeliyiz. Siyasi açıdan, ahlaki açıdan, ideolojik açıdan da mücadele etmeliyiz. Yapılanları açığa çıkarmalı, teşhir etmeliyiz. Benzeri yok, örneği yok İmralı’daki uygulamaların. Hiçbir hakkı, hukuku yok. Bu rahatlıkla daha fazla teşhir edilebilir. Bu kadar uzun süre hiçbir güç yani böyle yapamaz.
Hepsi el birliği etmişler, Türkiye’nin imkanlarını pazarlıyorlar. Birçok güç ekonomik ve siyasi kazanç sağlıyor. Anlaşmalıdır zaten. Uluslararası Komplo, 15 Şubat Komplosu bu tür anlaşmalar temelinde oldu. Bunu herkes biliyor. CIA nasıl denetim altına aldı Önder Apo’yu? Türkiye’ye nasıl teslim etti? Hangi anlaşmanın karşılığında? Herkes çok iyi biliyor ki, Saddam Hüseyin yönetimine yöneltilecek saldırının pazarlığı temelinde idi. Yani Türkiye’nin ABD’nin Bağdat’a müdahalesine destek vermesi karşılığındaydı. Ecevit hükümeti o zaman önce kabul etmek istemedi. Ama baktı ki ABD kararlı. Söz verdi. Onun üzerine “biz destek veririz” sözü verdi. Sonra da CIA teslim etti tabii.
TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ NOKTA İMRALI SİSTEMİNDE GÖRÜLÜYOR
Dikkat edilirse bir pazarlık söz konusudur. Aynı pazarlıklı durum devam ediyor. Bunu görüp anlamamız lazım. Bu bu kadar hukuksuzluk, baskı, ağırlaştırılmış tecrit, zulüm neyi gösteriyor? İmralı sisteminin gerçeğini gösteriyor aslında. İmralı bir soykırım sistemi. Baskı, fiziki-psikolojik işkence diyoruz, evet bunların hepsi var ama aslında bir soykırım sistemi. Dolayısıyla soykırımı gerçekleştirmek üzere gündeme getirilen uluslararası komplo saldırısı devam ediyor İmralı sistemi biçiminde yirmi dört yıldır. Bu komplonun imha saldırısı var diye ağırlaştırılmış tecrit oluyor. İmha amaçlı imhasını gerçekleştirmeyi ön gören bir saldırı oluyor aslında. İmha, saldırı İmralı koşullarında tecrit biçiminde sürüyor. Bunu böyle görmemiz, anlamamız lazım.
Şimdi AKP, MHP faşizminin Türkiye’yi getirdiği nokta İmralı sisteminde gelinen noktayla daha somut olarak görülüyor. Kurdistan’ı, Kürt toplumunu getirdiği nokta görülüyor.
Ne oldu geçtiğimiz hafta? İki Kürt yurtseveri kendisini yaktı. Mardin’de Veysi Taş, Amed’de Mehmet Akar. Birisi 65 yaşında, birisi henüz genç. İkisi de eylem yaptılar. Video bıraktı Veysi Taş. Herkes dinledi. Basına yansıdı. Mektup bıraktı Mehmet Akar. O da okundu. Basına yansıdı. Ne söylediler? Artık Önder Apo üzerindeki baskının dayanılırlığı kalmamıştır. Önder Apo bunlara şunu yapmış, bunu yapmış da değil. Aslında o baskıyı kendileri de hissediyorlar, yaşıyorlar. Yani İmralı’daki durum Kürt toplumuna uygulanandır. Kürt toplumunun varlığının ve özgürlüğünün ne kadar bu dünyada çeşitli siyasi çevreler tarafından kabul edildiğini anlamak istiyorsanız İmralı’ya bakacaksınız. İmralı’daki durum neyse Önder Apo’ya nasıl yaklaşıyorlarsa Kürt toplumuna da öyle yaklaşıyorlar. Bu yurtseverler bunu derinden hissettiler, gördüler ve artık dayanılmaz dediler. Tıpkı Viyan Soran yoldaş gibi. “Bu İmralı soykırım sistemiyle daha fazla yaşanmaz” dediler. Yaşanmalı diye çağrılar yaptılar. Bütün Kürt toplumunu, insanlığı, bu vahşet düzenine karşı, soykırıma karşı, İmralı deneyinde soykırıma atılmak istenen Kürt gerçekliği karşısında insanlığa çağırdılar, vicdana çağırdılar ve tutum almaya çağırdılar, mücadele etmeye çağırdılar. “Biz bugün yok ediliyoruz” dediler. Mevcut uygulamalar Kürtler için, Kürt yurtseverliği için bir imhacı saldırı olarak ortaya çıktı. Bu nettir.
TAŞ VE AKAR’IN EYLEMİ KOMPLOYA KARŞI EYLEMLERİ ÇAĞRIŞTIRIYOR
Dikkat edelim, 12 Eylül saldırıları karşısında insanlar böyleydiler. Zindanlarda direnişe geçtiler. Uluslararası Komplo saldırısı karşısında, 9 Ekim ’98 den sonra, 15 Şubat’tan sonra Kürt toplumu, devrimciler bu tür eylemlere kalktılar. Zindanlar öncülüğünde böyle benzer eylemler ortaya çıktı. Bu komplocu faşist saldırıya karşı şimdi de benzer durum vardır. Şimdi de iki Kürt yurtseverin tutumu, o zamanki tutumu, direnişi çağrıştırıyor. Onların bir devamı oluyor. Güneşimiz Karartamazsınız, fedai direnişçiliğinin bir devamıdır. Tamamen bunu ifade ediyor. Ne anlama geliyor? Demek ki AKP-MHP faşizminin bugün Türkiye’yi, Kurdistan’ı getirdiği nokta, 12 Eylül cuntasının yönetim tarzıdır. Uluslararası Komplo sürecinin saldırı tarzıdır. O noktaya getirdi sonunda. 21 yılda Tayyip Erdoğan iktidarının Türkiye’yi ve Kürtleri getirdiği nokta, işte bu noktadır. Soykırımı kültürel soykırımdan da öte fiziki soykırım olarak sürdürme durumudur. Ve insanlar buna karşı. Dikkat edelim kendilerini ateş topu ediyorlar, yakıyorlar. Bir insan kendini nasıl yakabilir? Sıradan bir insan yaksın, bakalım görelim. Kadınlar bu tür eylem yapıyorlar. Bu neyi gösteriyor? Erkek egemen baskı, zulüm, zihniyetin ve siyasetin kadının ruhu, yaşamı ve varlığı üzerinde nasıl bir zulüm, baskı oluşturuyor ki kendini yakacak noktaya geliyor. İşte şimdiki Kürt toplumunun durumu da bu. Kürt yurtseverliğinin durumu da bu. Bunun dışında bir yurtseverlik yok. Ölçü bu, çizgi bu. Buna çağırdılar.
TAŞ VE AKAR’IN EYLEMİ DOĞRU ANLAŞILMALI
Ben bu vesileyle şehit Veysi Taş ve şehit Mehmet Akar’ı saygı ve minnetle anıyorum, yakınlarının acılarını paylaşıyorum. Yani büyük bir eylem, çok anlamlı bir eylem, çok değerli bir eylem. Bunu net ifade etmeliyiz. Çok doğru anlaşılması gereken bir eylem. Aslında İmralı baskı, zulüm, soykırım düzeninde somutlaşan Kürtlere dayatılmış olan soykırımı derinden hissetmeyi ifade ediyor bu. Bu çok önemli, anlamlı. Ve bunu Önder Apo şahsında İmralı’daki uygulamalarda görüyorlar. Önderlik’te gerçekleştiğini, yaşam bulduğunu ve zafer kazanacağını da görüyorlar. Var olmak, özgürce yaşamak istiyorlar. Yani bu soykırımın her şeyine karşı insanın yapabileceği en ağır bir yöntemle, kendilerini kömür ederek, cayır cayır yakarak tutum alıyorlar. Buradaki anlayış, duygu, zihniyeti iyi anlayalım. Bu cesaret nereden geliyor? Öyle her durumda, her biçimde yapılamaz. Kimse yapamaz. Bu cesaret çok derin bir bilinçle, iradeyle, iddiayla, amaçla olur. Çok ağır bir durum buna yol açar. Demek ki İmralı işkence ve soykırım sistemi altında Kürt toplumuna dayatılan gerçekten de en ağır durumdur, yaşanılmaz durumdur ve insanları bu noktaya getiriyor.
İMRALI SADECE İMRALI DEĞİL, ULUSLARARASI KOMPLO’NUN DEVAMIDIR
Şimdi niye böyle oldu diye bazıları soracak. Bu insanlar bu hale nasıl getirildiler? Niye kendilerini bu dünyada benzin döküp cayır cayır yakmak zorunda bırakıldılar? Kim suçlu bundan? Bunu sormamız lazım tabii. Diyorlar ki PKK suçlu. Diyorlar ki Kürtler suçlu. Bak, böyle şeyler yapıyorlar. Sen sadece bu tür durumlar olduğunda Kürt’e Kürt diyorsun. Kürt’ün adından, kimliğinden söz ediyorsun. Onun dışında Kürt yok, varlık yok, özgürlük yok. Herhangi bir yaşam tanımıyorsun. Mezar yeri bile vermiyorsun. Kemiklerini bile ortada bırakıyorsun, hiçbir değer bırakmıyorsun. İnsanlar kendi varlıklarını ancak bu yöntemlerle açığa vurmak zorunda kalıyorlar. Bu zulüm düzeni görülmeli işte. İmralı deyip geçmemek lazım. Tecrit, işkence deyip geçmemek lazım. İmralı’daki uygulamalar bunlardır. İmralı sadece İmralı değil, Uluslararası Komplo’nun devamıdır. Uluslararası Komplo nedir? Paris’teki katliamdır, Van’daki tecavüzdür, Efrîn’deki işgaldir, Zap’taki kimyasal saldırıdır. Komplo bu. Dolayısıyla İmralı’da yürürlüğe konan, uygulanmaya çalışılan bu soykırım sisteminin pratik görüntüleri bunlardır. Bunları görüp anlamamız lazım.
CPT HİÇ AÇIKLAMA YAPMASAYDI DAHA İYİYDİ
Çok basite alıyor CPT. Gerçekten de yadırgadık CPT’nin tutumunu. Bir şey beklemiyoruz da kendilerinden ama hiç yapmasalardı öyle bir şey daha iyiydi. Bir halkın kaderi. Bu halk DAİŞ’e karşı savaştı. Bu halk kardeşlik içinde, farklılıklara dayalı, özgür, eşit yaşamak istiyor. Bunun için de her şeyini feda ediyor. Kimseden başka bir istemi yok. Sen böyle bir halkın varlık, özgürlük sorununa nasıl böyle yaklaşabilirsin? Bu biçimde olabilir mi? Bu nasıl bir basitlik? Gerçekten de böyle olmamalıydı. Bu duruma düşmemeli idi. Baskı olur, sömürü olur, egemenlik kurulur. Bunları anlıyoruz ama insanlık bu kadar ayaklar altına alınmamalı, insanlık değerleri bu kadar düşürülmemeli. Hem de bu demokrasi adına oluyor, hukuk adına, adalet adına oluyor. Bununla kimseyi ikna edemez. Bu kılıflardan da vazgeçmek lazım.
Bu bakımdan da mevcut durumda gerçekler daha iyi açığa çıktı. Avukatlar gitmek istiyordu, milletvekillerinin eylemi vardı, yurt dışında çeşitli aydınlar, yazarlar, hukuk çevreleri açıklamalar yapıyorlardı; İmralı’daki baskı, soykırım üzerine Önder Apo ile görüşme talebinde bulunuyorlardı. Kürt halkı Kurdistan’da yurt dışında dostlarıyla birlikte ayaktaydı, İmralı işkence ve tecrit sistemi protesto ediliyordu ama son haftada yaşadıklarımız bu gerçeği daha iyi açığa çıkardı. İşin düzeyinin onun çok ötesinde olduğunu, çok daha derin ve ağır olduğunu Veysi Taş ve Mehmet Akar’ın eylemleri ve tutumu gösterdi. Onlar Önderlik ile en ileri düzeyde buluştular, bütünleştiler.
Önder Apo, 14 Temmuz Ölüm Orucu için de öyle değerlendirdi. Zîlan yoldaşın direnişi için de onu ifade etti. Güneşimizi Karartamazsınız direnişçileri için de onu söyledi ve bunlar için şunu söyledi: ‘Tekrarı olmayan eylemler”… Yani yerinde, zamanında çok hayati sorunları ortaya koymak için gerçekleştirilen eylemlerdir ve sonuç alırlar. Diğerleri sonuç aldılar. Ben inanıyorum bu eylemler de sonuç alıcı oldu, uyardılar herkesi. Hakikati bir kere daha herkesin gözüne sokarcasına gösterdiler. Kürt toplumuna da gösterdiler, hepimize gösterdiler aslında. Dostlara da, tüm devrimci demokratik güçlere gösterdiler. Şimdi bunun için herkes yeniden değerlendirme yapıyor. Doğru hepimiz yeniden durumu değerlendiriyoruz.
EYLEMLER FARKLI YÖNTEMLERLE OLMALI
O halde önümüzdeki süreçte eylemlilik böyle bir çizgide gelişecek. Ama aynı yöntemlerle değil tabii. Çünkü aynı yöntem oldu mu, artık onun etkisi ortadan kalkar, rolü ortadan kalkar. Böyle olmamalı. Bu bakımdan da Önder Apo da eleştirdi, geçmişte değerlendirdi; “tekrarı olmasın” dedi.
Yönetimimiz de açıklama yaptı. Biz o açıklamalara da katılıyoruz. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini yıkmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak için dört parça Kurdistan’da dünyanın her tarafında eylem halinde olalım, topyekun direniş halinde olalım ama bu eylemlerimizi değişik yöntemlerle, yaratıcı yöntemlerle geliştirelim. Bu İmralı tecrit ve soykırım sistemini daha çok teşhir eden, onun sahiplerini daha çok mahkum eden, dolayısıyla da İmralı sistemini kırıp parçalayacak, sonuçlar veren eylemler geliştirelim.
KARŞIMIZDAKİ GÜÇLERLE ANLADIĞI DİLDEN MÜCADELE ETMEK LAZIM
Kürtler onu yöntem olarak denediler. Düşman olmak istemiyorlar kimseyle. Kürt Özgürlük Hareketi kimseye düşmanlık etmedi. Aslında kimseye vurmak da istemiyordu. Çoğu zaman kendine vurdu. Hep acıyı kendisi çekti, zararı kendisi gördü. Vicdanlara hitap etmek, beyinlere hitap etmek, gerçekleri göstermek için. Bunlar da birer yöntemdi, anlıyoruz. Şimdiki eylemler de bu anlamda aydınlatıcı oldu, gerçekleri gösterici oldu. Fakat bu her zaman olmaz. Karşımızdaki güçlerde vicdan diye bir şey yok ki onların vicdanına hitap edesin. Öyle bir şey yok. Onlar kaskatı, buz gibi, maddi çıkara bürünmüşler. Siyasi ve ekonomik çıkardan, paradan başka bir şey düşünmüyorlar. Dolayısıyla bunlara onların anladığı dillerle mücadele etmek lazım. Onları kendi yöntemleriyle de mücadele ederek yenilgiye uğratmak lazım ki başarılı olunabilsin. Yoksa bizim mücadele tarzlarımız da tutumumuzdan anlamıyorlar. Biz kendimiz anladık Kürt toplumu anladı bu eylemlerden ama diğeri anlamaz. Onda öyle bir vicdan yok. O halde hep kendimize zarar veren eylemlerle sonuç alamayız. Ne yapacağız? Faşizme vuracağız, soykırımcıya vuracağız. O nasıl bir saldırganlık içerisindeyse, kıracağız o saldırıları. Fırsat vermeyeceğiz. Saldıran elleri kıracağız, keseceğiz önünü. Etkili mücadele yürüteceğiz. Sadece vicdanen ve düşünsel olarak kalmayacağız. Biz de siyaset yapacağız, biz de askerlik yapacağız. Eylemlerimizi, mücadelemizi bu tür yöntemlerle zengin kılacağız kimkarşıt gücü faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratalım, İmralı sistemini parçalayalım ve Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini zafere taşıyalım.
15 ŞUBAT KOMPLOSUNA KARŞI İNSANLIK DİRENİYOR
Yeni bir 15 Şubat yıl dönümüne giriyoruz. 24’üncü yıl dönümü oluyor. 15 Şubat’ta komplo 25’inci yılına girecek. 9 Ekim komplosu zaten 25’inci yılında. 25 yıldır Önder Apo ve şahsında tüm Kürt halkı, Türkiye halkları, insanlık böyle bir saldırı altında. Bu saldırıya karşı da başta Önder Apo olmak üzere halk, kadınlar, gençler, insanlık direniyor aslında. Direnen bir insanlık var.
25’inci yıl çeyrek asır oluyor. Önemli bir dönemeç. Doğru anlamamız lazım komplonun ve komploya karşı mücadelenin 25’inci yıl gerçeğini. Dolayısıyla da buna karşı daha etkili, güçlü ve sonuç alıcı yol ve yöntemlerle mücadeleyi edebilmemiz gerekli. Bunun için de tabi komployu iyi anlamak lazım. Bu uluslararası komplo dediğimiz neydi, ne değildir? İmralı sistemi denen sistem nedir? Nasıl ortaya çıktı? Ne rol oynuyor, neleri gerçekleştiriyor? İmralı’da neler yaşanıyor? Nasıl bir mücadele sürüyor? 24 yıldır ne yapıldı, nasıl bir mücadele sürdü ve 25’inci yılda ne yapmak lazım? Bunları iyi bilmemiz gerekli. Bu bakımdan da uluslararası komployu daha derin.tartışmalıyız, daha iyi anlamaya çalışmalıyız, bilincine daha güçlü ve derin varmalıyız. Varlık ve özgürlük mücadelesini doğru anlamak, Kürt gerçeğini doğru anlamak, dolayısıyla başarılı mücadele etmek kesinlikle komplo gerçeğini doğru anlamaktan geçiyor. Başka türlü başarı kazanacak, zafer getirecek mücadele yol ve yöntemi bulamayız. Öyle pratik de yapamayız. En azından karşıtlarımızı, yani bize saldıranları, düşmanı tanımalıyız ki bunu yapabilelim. Şöyle bir ölçü diyebiliriz; ne kadar anlayabilirsek, bilincine varabilirsek bu komplo saldırısı gerçeğinin o kadar buna karşı yerinde, zamanında, doğru yol ve yöntemlerle etkili mücadele edebiliriz.
İMRALI KÜRT SOYKIRIM SİSTEMİNİN ODAKLANDIĞI NOKTA
Bunu böyle tanımlamak lazım. Onun için de komplo gerçeği üzerinde iyi durmak gerekli. Komployu basite almamak lazım. Görüşmeler oldu geçmişte, İmralı’da. Önder Apo ile de görüşmeler oldu Kürt sorunun çözülmesi için. Bunlar yanlış anlaşıldı. Yanlış algılar ortaya çıktı beyinlerde. Bizi de etkiledi. Ben başkalarında oldu da bizde olmadı demiyorum. Şöyle bir şey oldu; sanki İmralı sistemi var, varlığı altında özgür yaşam olacak, demokratik sistem olacak, Kürt sorunu çözülecek. Öyle bir şey yok. İmralı, Kürt soykırım sisteminin odaklandığı nokta. Kürtlük orada yok ediliyor. Soykırım orada tamamlanmak isteniyor. O var oldukça hangi çözümden, hangi demokrasiden, hangi insanlıktan söz edilebilir? Hiç birisinden edilemez. Doğru anlamalı, yanlış ve hatalı düşüncelerden kendimizi kurtarmalıyız. Bu bakımdan da tabii ki Uluslararası Komplo saldırısını basite almamak lazım. Önder Apo’ya yöneltilen saldırıyı 24 yıldır, 25 yıldır değerlendiriyoruz, tartışıyoruz. Anladık dememek lazım, yine tartışmak lazım. Daha çok anlamak gerekli. Bu nasıl bir saldırıydı? Niye böyle bir saldırı ortaya çıktı? Neden herkes böyle bir saldırıda birleşti? Bu saldırıda birleşenlerin amaçları nelerdi? Kimlerdi? Neden böyle bir birlik oluşturdular? Dünya bir oldu ve Önder Apo’ya dar edilmek istendi. Önder Apo, İmralı tabutluğuna bırakıldı. Bu nedir? Özgür Kürt’ün varlığının bırakıldığı yerdir. Onun dışında bir Kürtlük yok. Bazıları diyor Kürt kazanımları var, bilmem neler var, şunlar, bunlar, şurada burada kazanım. Ne kazanılmış, hangi Kürtlük kazanılmış? Kürt’ün özgür iradesi, varlık iradesi İmralı’da, orada ne ne kazanılmış ise hepsi odur. Böyle göremeyen, düşünemeyenler tabii ki sapma içindedir. Komployu, dolayısıyla Kürt soykırımını doğru anlamazlar.
Komplo, Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin planlı, örgütlü, küresel düzeydeki imha amaçlı saldırısı idi. Kim yaptı? ABD yaptı tabii. Şimdi ABD’li yöneticiler de birbirlerinin üzerine atıyorlar. Bill Clinton yaptı. Şimdi yönetimdedirler o zaman Clinton’a bu komplo kararnamesini imzalatanlar. Dış İşleri Bakanı’dır. Şu an mesela sorumluluğu var. Çıksın açıklama yapsın. Aradan çeyrek asır geçti, yani biraz bilgi versin. Ne yapmak istediler? Niye Kürt’e böyle yaklaştılar? Kürt kendilerine ne yapıyordu? Önder Apo ne yapmıştı? Niye böyle bir imha saldırısını kararlaştırdılar ve uygulamaya koydular? Bu önemli bir durum.
ABD sadece kendi adına yapmadı tabii. 5000 yıllık erkek egemen iktidar ve devlet sistemini ayakta tutmak için yaptı. Onların çıkarlarını korumak için yaptı. 500 yıllık kapitalist modernite düzenini ayakta tutmak için yaptı. Onun jandarmalığını yapıyor şimdi. Onun öncüsüdür. Kürt var olursa bunlar yok olur diyorlar. Peki şimdi onlar var olsun diye 40-50 milyonluk Kürt’ü yok mu edelim? O zaman el birliği etsinler, yok etsinler. Niye yok etmeyip de böyle çekiştirerek kendi çıkarları için kullanmaya çalışıyorlar şimdi?
KÜRT SOYKIRIMININ ARKASINDAKİ GÜCÜN KÜRESEL KAPİTALİST SİSTEM OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI
Uluslararası Komplo neyi açığa çıkardı? Kurdistan’ı bölüp parçalayan, Kürtleri soykırım altına alan gücün küresel kapitalist sistem olduğunu ortaya çıkardı. Çünkü ABD ile bir çelişkisi çatışması yoktu PKK’nin. Herhangi bir kavgası filan yoktu. PKK’ye, onun önderliğine, özgür Kürt iradesine herkesten önce niye ABD saldırma ihtiyacı duydu? Çünkü bu sistemin öncüsüdür. Sistemi ayakta tutuyor. Onun görevi o. Yani o zaman ayakta tutmak istediği sistem Kürt’e karşı, Önder Apo’ya karşı. Onun varlığını kabul etmiyor. Yani imha etmek istiyor onu.
Şimdi durum bu. Bu temelde saldırı oldu. Bu komplo, 9 Ekim Komplosu, Önder Apo’ya yöneltilmiş imha saldırısı idi. İmha edemeyince 15 Şubat planlamasıyla idam etmek istediler. Ve edemeyince, idamı kendi çıkarlarına görmeyince Türkiye işte bu İmralı işkence ve tecrit sistemini çıkardı. Orada çürütme politikasıyla Önder Apo’yu siyaseten düşünce olarak yok etmek, imha etmek, yenilgiye uğratmak istediler. Bunda da başarılı olmayınca, şimdi mutlak ilişkisizlik düzeni uyguluyorlar. Bu sistem ondan sonra gelişti. Şimdi bu tecrit denen şey de komplonun yeni bir saldırı yöntemi oluyor. Yani Önder Apo’yu imha etmek için bir yeni saldırı yöntemi.
Önder Apo’nun imhasıyla ne öngörülüyordu? PKK’nin tasfiyesi ve Önder Apo’suz ve PKK’siz kılarak Kürtleri soykırıma uğratmak, dört parça Kurdistan’da kültürel soykırımı başarıya götürmek. Dünyanın dört bir yanına dağıtarak Kürt soykırımını tamamlamak. Demek ki komplonun soykırımla bağı böyledir. Esas komplo, soykırımı hayata geçirme saldırısı.
Peki bu komplo 25 yıldır nasıl devam ediyor? Önder Apo’ya yöneltilen komplocu saldırı 24 yıldır nerede, hangi yöntemle sürüyor? İmralı’da sürüyor. Ve işte şimdi tecrit yöntemiyle sürüyor. Demek ki komplo, İmralı işkence ve tecrit sistemi olarak devam ediyor. Bu Önder Apo’ya saldırı sistemidir. Tecrit de onun imhacı yöntemi oluyor. O zaman tecridi de iyi kavrayalım, İmralı’yı da iyi kavrayalım. Eğer bunları iyi kavramazsak ne İmralı sistemine karşı mücadele edebiliriz ne kendimizi doğru örgütleyip bu faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratacak, Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen sistemi yıkacak, değişime uğratacak bir mücadeleyi ortaya çıkarabiliriz. Bu mücadeleleri ancak bu gerçekliği iyi tanırsak yaparız.
Bunu en iyi tanıdığı için Önder Apo 25 yıldır bir günde imha edilmek istenirken 25 yıldır boşa çıkarttı. Kürt halkı, kadınları, gençleri, devrimcileri, yurtseverleri bunu hissettiler. “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek fedai direnişine girdiler. Önder Apo’nun etrafında ateşten çember oluşturdular. Bu düzeyde sahiplendiler, savundular. Kürt halkı, Kürt gençliği, kadınıyla, erkeğiyle 25 yıldır binlerce, on binlerce şehit verdi. Hala her gün şehit veriyor, bu temelde mücadele ediyor Kürt gençliği, Kürt gerillası, kadınları, işçi ve emekçileri, Kürt dostları. Önder Apo’nun İmralı işkence ve tecrit sistemini parçalamak, komployu yenilgiye uğratmak, dolayısıyla Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini zafere taşımak için yürüttüğü mücadeleye katılmak, onu başarıya götürmek amacıyla.
Ancak böyle Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen soykırımcı zihniyet ve siyasetten insanlık kurtulabilir. Bu bütün insanlık için bir etken. Sadece Kürtlere bağlı da değil. Kürt halkını yok edersen başka halklar kalır mı? Başka bir halkı baskı altına alan halk özgür olamaz diyorlardı. Şimdi başka bir halkı yok eden bir insanlık nasıl özgürlükten ve demokrasiden söz edebilir? Milyonlara, on milyonlara ulaşmış bir toplumu, halkı tarihten silmek isteyen edemez. Demek ki bir insanlık meselesi.
SİSTEM İMHA SALDIRISINI TECRİT OLARAK ORTAYA KOYUYOR
Komplo nasıl devam ediyor? İfade ettik; İmralı sistemi olarak devam ediyor. Tecrit olarak saldırıyor. İmha saldırısını tecrit olarak ortaya koyuyor. Dolayısıyla tecride karşı mücadele Uluslararası Komplo’ya karşı mücadeledir. Yani İmralı sistemine karşı mücadele, uluslararası komploya karşı mücadeledir. Onun da esası, Kürt varlık ve özgürlüğünü kazanma mücadelesidir.
Önder Apo dedi; “Kürtler varlık ve özgürlük mücadelesini kazanırlarsa bana yöneltilen saldırı da ortadan kalkar, ben de özgür olurum, fiziki özgürlüğü elde ederim. Bu baskılar, saldırılar yok” dedi. “Bana yöneltilen saldırı, komplo, İmralı işkence sistemi Kürtlerin bu baskı ve kölelik düzeni altında tutumlarından kaynaklanıyor, onunla aynıdır” dedi. Onun için “ha İmralı ha dışarı” dedi. Kendinize bakın, İmralı’yı anlayın, İmralı’ya bakın, kendi yaşamınızı anlayın. Aslında size ne dayatılıyor onu görün, anlayın.
Şimdi gelinen nokta bu. Geçen 25 yıllık dönemde komplo ve birçok saldırı planı parçalandı, imha planı bozuldu, idam planı bozuldu, İmralı çürütme politikası planlaması bozuldu, yenilgiye uğratıldı. AKP ile İslam ümmetçiliği ile ortalığı karıştırarak komployu başarıya götürme yöntemi bozuldu. Şimdi tecritle sonuç almak istiyorlar. Önder Apo’yu bu yöntemle etkisiz kılmak, toplumdan halktan koparmak, düşüncelerinin sözlerinin Kürt kadınlarına, gençlerine, Kürt halkına, devrimci demokratlara, insanlığa ulaşmasını engellemek istiyorlar. Böylece Önder Apo’yu etkisiz kılmak istiyorlar. Ama İmralı’daki işkence, baskı, tecrit, soykırım sistemi aslında sadece İmralı’yla ölçülü değil, bütün zindanlara yayılıyor. Bütün Kurdistan’a, Türkiye’ye hatta AKP, MHP faşizmi elinde dikkat edilirse bütün dünyaya yayılıyor. Herkesi etkiliyor. Onun için kimse ses çıkarmıyor. Herkes AKP’nin ve AKP, MHP yönetiminin bu uygulamalarına destek veriyor.
25’İNCİ YIL BELKİ YÜZLERCE YILI BELİRLEYEBİLECEK BİR DÖNEMEÇ
Şimdi şu söylenebilir. Bu noktada 25’inci yıl önemli. Ona esas vurgu yapmamız lazım. Dikkat edilirse düşman saldırıları da çok yoğun, komplocuların saldırıları da çok yoğun, direniş de çok yoğun. Topyekun bir imha saldırısıyla yüz yüzeyiz. Topyekun direniş halindeyiz aslında. 25’inci yıla böyle giriyoruz. Siyasi olarak da aslında ciddi bir dönemeç. Çok yoğun ve etkili bir mücadele süreci. Bir değişim dönemi, bir dönemeç, bir şeyler olacak 25’inci yılda. Durum bu. Komployu kesin yenilgiye uğratacak sürecin başlangıcı. Önü de açılabilir, başlangıcı da yapılabilir; daha imhacı, baskıcı bir faşist zulüm düzeni, daha ağır bir soykırımcı saldırganlık da ortaya çıkabilir. Her ikisine de açık. İkisinin bir saldırısı var. Bunu görmemiz lazım. O halde bu 25’inci yıla çok daha dikkatli yaklaşalım, çok daha duyarlı yaklaşalım. Hareketimizin görüşleri bu.
Halkımız, yurtseverler dört parça Kurdistan’da, yurt dışında devrimci demokratik güçler, dostlarımız çok dikkatli yaklaşmalı. Çok önemli bir dönemeç. Burada zafer kazanabiliriz. 25’inci yıl mücadelesi, zafer mücadelesi olabilir. Zafere giden sürecin önünü açabilir. Bu kadar önemli, kritik. O halde topyekun mücadeleyi bu temelde yürütmemiz lazım. Yani herkes olduğu yerde daha fazla mücadele etmeli, daha yeni ve yaratıcı yöntemler geliştirmeli. Gerilla mücadelesinde daha etkili olabilmeli, gençlik mücadelesinde daha etkili olabilmeli, kadın mücadelesinde daha etkili olabilmeli. Demokratik siyaset daha etkili mücadele edebilmeli. Bakur’da olmalı, Başûr’da olmalı bu. Rojava’da, Rojhilat’ta hatta yurt dışında olmalı. Özellikle Türkiye’nin devrimci demokratik güçleriyle ittifak halinde bu dönemeci Kürt halkının varlık ve özgürlüğünü kazanan, Türkiye’yi demokratikleştiren, insanlığı bu faşist, soykırımcı zihniyet ve siyasetten kurtaran bir gelişme sürecinin başlangıcı yapabilmeliyiz. Bunun duyarlığı içinde olursak, bu bilinçle hareket edersek, süreç üzerinde böyle yoğun ulaşırsak nerede, ne zaman ne yapmamız gerektiğini buluruz. Hiç kimse bize bir şey densin diye beklemesin. Yeter ki derinden bunu anlayalım, duyarlı olalım, araştıralım, kafa yoralım. Neyi nasıl yaparsak sonuç alırız, nerede ne yapmalıyız bunu buluruz. Herkes bulur, hepimiz buluruz, bulamayız dememek lazım. Bakın nasıl buldu Veysi Taş ile Mehmet Akar. Onlar kendileri adına ön açtılar, bize yol gösterdiler.
Ama onların yaptığı gibi yaparsak sonuç alırız demek değil bu. O bilinç ve duyarlılıkla hareket edersek ve yönteminizi de komployu yenilgiye uğratacak faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratacak yol ve yöntemlerle komploya karşı mücadele edersek, işte o zaman kazanırız. O halde herkes kendi yolunu bulmalı, kendisi yaratıcı yöntemini bulmalı. Başkasından beklememeli. Bulunamaz diye bir şey yok, bulunur. Bize bunu gösterdiler.
O halde 25’inci yıl mücadelesini aslında aydınlatılmıştır. Görevler de belirgin. Amacımız, hedefimiz de belirgin. Yılın özellikleri de ortaya koymuştur. Geriye kalan hepimizin bunun gereklerine göre yoğunlaşmak, ne yapacağımızı bulup onun gerektirdiği bir mücadeleyi başarıyla hayata geçirmektir. Bu konuda büyük bir cesaretle fedakarlığın sahibi olmalıyız. Hiçbir tereddüt, kaygı, endişe yaşamamak lazım. Ne gerekiyorsa onu yapabilmek gerekli. Çünkü özgür gelecek, varlık burada, insanlık burada. Her şey biraz da böyle bir mücadeleyle kazanılacak. Çok büyük bir dönemeç. Tarihin böyle yüzlerce yılı değil hatta binlerce yılı belirleyen dönemeçleri var. Tabii gelecek için kehanette bulunamayız ama bu 25’inci yıl böyle çok önemli bir dönemeç. Onlarca yılda değil, belki yüzlerce yılı belirleyebilecek düzeyde bir dönemeç. O halde bu dönemeci özgürlük lehine, eşitlik lehine insanlık lehine geliştirebilmeliyiz. Bunun için de komployu yenilgiye uğratan, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini zafere taşıyan bir gelişmenin önünü açabilmeliyiz. Hedefimiz bu. 25’inci yılda bu temelde mücadele edeceğiz komploya karşı.
TÜRK ORDUSU KAÇTI
Özellikle geçen yılı Zap direnişi belirledi. Zap direnişini parti yönetimimiz adına bir kere daha selamlamak istiyorum. Bu yeni yılda şehitlerini, son ilan edilen Melsa Mûş yoldaş şahsında saygı ve minnetle anıyorum.
25’inci komploya karşı mücadele yılına giderken gerilla gerçekten de önemli bir durum ortaya çıkardı. 2020 yılının pratiği, 21 yılının pratiği, Garê, Heftanîn ve Xakurkê’deki durum, daha sonra Zap, Avaşîn ve Metîna’daki durum, 2022 yılında yoğunlaşan durum bize bunu gösterdi. Neyi gösterdi? Nasıl ki 25 yıldır Uluslararası Komplo bütün saldırılarına rağmen başarı elde edemedi, amacına ulaşamadı, PKK’nin, Kürt varlık ve özgürlük iradesini kıramadı, bu mücadeleyi yok edemediyse gerillaya yönelik saldırılar da aynı durumda oldu. Gerilla hiç birisine izin vermedi, boşa çıkardı, hepsini kırdı, zayıflattı. Büyük bir direniş, fedai bir çizgide, kahramanlık çizgisinde gösterdiği direnişle gerçekten de komplocuların da umudu olan el birliğiyle yürüttükleri bu faşist soykırımcı saldırıyı, Zap’ta, Avaşîn’de Metîna’da kırdı. Yani tümden yok etti demiyoruz tabii. Mücadele sürüyor ama kırdı. Planlarını boşa çıkardı, amaçlarını gerçekleşmez hale getirdi. Bu önemli yani. Bunu görmek lazım. 2022 yılından 2023’e yılına giderken bu alanlarda yaşanan durum bu. Bunu görmeliyiz.
Birçok yerden kaçtı Türk ordusu ve faşist soykırımcı saldırıyı yürüten çete güçleri.
Türk Genelkurmayı diyor ki amacımızı gerçekleştirdik. Yalan bu. Bununla bir alakası yok. Amaçları bütün bu alanları işgal etmekti. Tam tersine geri kaçmak zorunda kaldılar birçok alanda. Bazı çevreler diyorlar, geri çekilme yapmış, geri çekilmedi. Kaçtı, yenilgiye uğradı. Hakkari Tepesi’nde, Cûdî Tepesi’nde, Kurojahro’da en ağır darbeyi yedi ve gördü ki kış ortamında burnu daha da sürtülecek, ezilecek. Zaten bazı yerlerde ezildi de. Geri kalan yerlerden kendini kurtarmak için kaçtı. Nasıl ki 2008 Şubat sonunda kaçtılarsa öyle kaçtılar. Tayyip Erdoğan’la Devlet Bahçeli, tıpkı Yaşar Büyükanıt gibi kaçmıştır. Bunun böyle bilinmesi lazım. Böyle ortaya koymak, tanımlamak gerekli. Bir de bilançolar var. Bilançolar açıklandı. Ne kadar kayıp vermiş? 3 bin çatışma, 3 bin asker kaybı, yaralılar. Bu kadar saldırıya rağmen. 5 bin-10 bin helikopter saldırısı, uçak saldırısı, kimyasal saldırı, taktik nükleer saldırı. Ne varsa her şeyi kullanmış, her aracı kullanmış, en ağır saldırılar yapmış, bütün bunlara rağmen sonuç alamamış. Ağır bir darbe yemiş. Kaçmak zorunda kalmış. Hem de cenazelerini orada bırakarak… Hem de cenazelerini yakarak! Bunlar göz önünde. Bu kadar kimyasal silahı kullanmasına rağmen hem de.
GERİLLA BU DÖNEMECİN ZAFER KAZANAN ÖNCÜSÜ OLACAK
Şimdi bir de bu gerçeklik var. Savaş sürüyor. Sürecek tabii. Savaş sadece Zap’ta değil tüm Medya Savunma Alanlarında, Bakurê Kurdistan’da, Rojava’da, Başûr’da, her yerde var. Sadece dağda da değil, şehirlerde var; işte şehirlerde de eylemleri oluyor. HBDH milisleri her gün eylem yapıyorlar. Anında bir şehidin intikamını alıyorlar. YPS, YPS-JIN savaşçıları bu eylemleri yapıyorlar.
Yedinci yıl girişinde kutlama yaptılar. Çağrılar yaptılar, zafer hamlesi yürütüyoruz diye. Savaş her yerde aslında. Mücadele her yerde ve gittikçe daha çok yayılıyor. Belli ki yayılacak, gelişecek de. Bunların hepsi çok önemli, anlamlı. 25’inci yılda öncülük edecek uluslararası komployu nihai yenilgiye uğratan mücadele. Bu kesinlikle böyle.
Gerillanın böyle bir rolü var, misyonu var, böyle bir iddiası da var, inanıyoruz. Yapacak yani. Şimdi bunu engellemek için saldırılarını sürdürüyor mu? Sürdürüyor. Savaş devam ediyor. Biz o konuda bir şey diyemeyiz. Günlük bilançolar açıklanıyor. Kimyasal saldırılar yapıyor. Hala o ağır patlayıcı nükleer içerikli silahlar kullanıyor. Yapıyorlar bunları. Ayakta kalabilmek için bazı alanlardan kaçtılar. Bazı yerlerde yoğunlaşıp ayakta kalmak da istiyorlar. Böyle bir durum da var. Bu önümüzdeki süreçte derinleşerek sürecek. Yani bu dönemecin zafer kazanan öncüsü olacak gerilla. İddia bu. Amaç bu. Hedef bu. Buna göre de herkes hazırlıklarını yapıyor. Kürt toplumu böyle bir gerilla öncülüğünde direnip sonuç almak için kendisini daha iyi örgütlü kılıyor, bilinçli kılıyor. Mücadeleye daha çok katılıyor.
YEDİKLERİ DARBELERİ GİZLİYORLAR, ÖLÜLERİNE SAYGI GÖSTERMİYORLAR
Ben şunu söylemek istiyordum burada aslında. Burada önemli ve yeni olan… Hulusi Akar benzerlerinin yalan söylediğini bir daha vurgulamaktı. Çekilmediler kaçtılar, darbe yediler, geri çekilme değil. Diğeri de esas ağır darbeler yediler. Bu yedikleri darbeleri gizliyorlar. Merkez Karargahımız defalarca bu konuya vurgu yaptı. HPG BİM açıklamalarında belirtip yeni görüntüler yayınladılar. Cenazelerine sahip çıkmıyorlar. Ölülerine saygı göstermiyorlar. En son asker aileleri açıklama yaptılar. Geçen gün basında izledim. Yani onlar diyorlar ki 2012’de üç bin kişi böyleydi, hiç kimlikleri verilmedi. Ondan sonra da diyorlar liste tutulmuyor, bilanço tutulmuyor, bilinmiyor. Ya da ailelere veriyorlar, gizli tutuyorlar hepsini, onlardan da gizliyorlar. Her yıl ne kadar kayıp oluyor, feryat ediyorlardı. İntihar etti diyorlarmış işte. Bazen basına da veriyorlar ya; bilmem yılan soktu, bilmem kayadan düştü, şu oldu diye. Böyle şeyler söylüyorlarmış. Ve artık yani aileler isyan noktasındaydılar. Genelkurmay’ı sorumlu tutuyorlardı. Biz çocuklarımızı teslim ettik diye. Bu çok önemli bir gerçeğin itirafıdır. Aslında Türk Genelkurmayı’nın yalanlanmasıdır. Bu net bir biçimde ortada.
ASKER AİLELERİ KORKMAMALI
Gerçekleri ortaya koyuyorlar. Tabii biraz geç oldu. Bu söylenebilir. Ama bu düzeye gelmek ve böyle bir cesaret göstermek, öne çıkmak iyidir. Korkmamalı kimse. Asker aileleri korkmamalı. Türkiye’nin devrimci, demokratik çevreleri böyle. Gerçekten insanlıktan yana olan, demokrasiden yana olan herkes bu ailelere destek vermeli, bu savaşa karşı çıkmalıdır. Yani biz AKP, MHP’ye karşıyız, muhalefetiz diyen herkes çıkabilmeli. Bazıları diyor, ordumuzu, şunu destekliyoruz. Sen neyi destekliyorsun? Senin ordun İdlib’i işgal etti, Efrîn’i işgal etti, Serêkaniyê’yi işgal etti, Zap’ı işgal etti, Heftanîn’i işgal etti. Onlar bizim çocuklarımız diyor. Senin çocuğun başkasının toprağında ne geziyor? Diyelim ki bu Türkiye’de olsa anlaşılır bir durumdur. Aklı başında biraz Kemalist düşünen diyebilmeli ki sınırın dışında bizim askerimiz ne geziyor? Böyle diyemediler. CHP yöneticileri hala Kemalizmden, Atatürkçülükten söz ediyorlar. Ne kaldı? Sizin Atatürkçülükle ne alakanız kaldı? Ya diyin ki Atatürk’ün adına söylenen “Yurtta sulh, cihanda sulh” bir yalandı, hileydi; anlayalım. O zaman onun da bir anlaşılırlığı olur. Ya da deyin ki biz oradan koptuk. Çünkü maske düşüyor. Birisi diyemiyor ki aileler, çocuklarımızı istiyoruz diyor. Ölülerini istiyoruz, cenazelerini istiyoruz, kemiklerini istiyoruz. Bize bilgi verilsin. Bilgi verilmiyor. Sen şehidim diyorsun, ailem diyorsun ama kandırıyorsun onları. Türkiye toplumu görmeli. Bu AKP, MHP faşizmi Kürtlere karşı saldırıda Türkiye gençlerini ne tür kötülüklere bulaştırdılar, nasıl ağır durumlarla yüz yüze getirdiler, nasıl imha ettirdiler? Ailelerine bile haber vermiyorlar. Yani cayır cayır yaktılar. Bu açıkça görülen bir durum. Bu bakımdan aslında Türkiye’de daha fazla bu konular üzerinde durulması, Türkiye’de daha fazla bu savaşın sonuçlarının daha iyi propoganda edilmesi, Türkiye toplumuna, asker ailelerine, kadınlara, gençlere gerçekliğin daha iyi taşırılması gerekiyor. Öyle olsa biz gördük ki aslında sonuç alınacak. Önceden yapılabilseydi AKP-MHP bu kadar saldırma, bu kadar insanı kırdırma fırsatı bulamazdı. Önü kesilebilirdi. Hiç olmasa artık bu durdurulsun. Böyle bir gerçeklik de var. Umut ediyoruz bu tür şeyler bu saldırganlığın önüne geçebilir.
SAVAŞI GÖRMEDEN SİYASET OLMAZ
Bir seçim sürecinden söz ediliyor, girildi deniyor. 14 Mayıs’ı işaret etti AKP ile MHP. Fakat ben şunları belirtebilirim: Savaş var. Böyle bir seçim bu savaş ortamında nasıl yapılacak? Savaşın olduğu yerde savaşı görmeden siyaset yapma, seçim yapma, siyaseten sonuç alma diye bir şey söz konusu olamaz. Bu gerçeğin görülmesi lazım.
İki̇, seçim de bir yöntem olabilir. Şunu belirledik biz; Türkiye tarihinin en köklü değişim sürecinde. Çok önemli. On yıllar da değil, belki yüz yıllara yön verecek bir değişim, dönüşüm süreci yaşayacak. Böyle bir dönemeçte. Bu kadar köklü bir değişiklik olacak. Bunu böyle sadece seçimle yapmak mümkün değil. Savaş var, her türlü şeyi var Türkiye’de. Bunları görmek lazım. Bunlarla birlikte almak gerekiyor.
Diğer yandan bu değişimi, böyle geçmişi yeniden getirici, eski CHP ile AKP’yi monte edecek, restore edip birleştirecek, yani aslında değişimin önünü tıkayacak restorasyoncu yaklaşımlarla olmaz. Köklü bir değişime ihtiyacı var. Köklü bir zihniyet devrimine, siyasi devrime, toplumsal devrime ihtiyaç var. Yani köklü bir demokratikleşme gerekiyor. Bu demokratikleşmenin devrim düzeyinde olması lazım. O halde seçim bu demokratik devrimin seçimi olabilir. Bu demokratik devrime hizmet eden seçim olabilir. Bu devrime hizmet edecek, onun parçası olarak ele alınacaksa evet iyidir, öyle olabilmeli. Böylesi doğrudur. Bir yöntem olarak bunu da kullanmak gerekli. Ama tabii ki ifade etmek isterim; demokratik değişimin köklü olmasını öngörmek lazım. Bu, devrimci değişim düzeyinde demokratikleşme olacak. Yani böyle biraz cilalayıp eskiyi monte edecek yol yöntemlerle olmayacak. Faşizm yıkılacak ama faşizmin yerine onu restore eden bir biçimde onu değişik yöntemlerle sürdüren bir şey gelmeyecek. Onun alternatifi geçecek. Yani demokrasi olacak, demokratikleşme gelecek. Bu da ancak demokratik devrimle olur. Seçim bu demokratik devrimin bir yöntemidir. Bu demokratik devrime hizmet eden bir yöntem olarak tabii ki değerlendirilmeli. Buna herkes katılmalı, seferber olmalı. Ama böyle bir devrimci temelde demokratikleşmeyi sağlayacak şekilde olmalı. Onun dışındaki yaklaşımlar Türkiye’nin sorunlarını çözmez, Türkiye’yi kurtarmaz. HBDH yaklaşımı böyle. Zaten basına da yansıyor, görülüyor. HBDH büyük bir mücadele yürüttü. Bu süreçte de yürütecek. Yani direnişini sürdürüyor. Demokratik devrim mücadelesini sürdürüyor. Bunun için her türlü yöntemi kullanıyor. Her tarzda mücadele ediyor. Böyle bir dönemeçte daha fazla edecek. Hem direnişi geliştirecek hem de tabii ki de bu siyasi mücadeleye de yön verecek. Seçimin de buna hizmet etmesi için çalışacak, çalışıyor. Burada önemli olan HBDH’nin mücadelesini görmek. Bu duruma gelmesi için Türkiye’nin böyle bir dönemece ulaşması için 6-7 yıldır savaşıyor. Yani büyük mücadele etti, onlarca şehit verdi. En zor ortamlarda mücadele etti. Hala da böyle bir mücadele içerisinde. Yüzlerce, binlerce tutuklusu var, işkenceye karşı direniyor. Zulme karşı savaşıyor. Bu çok net.
Dolayısıyla HBDH gerçeğini iyi görmek lazım. HBDH açısından önemli bir sonuç alma süreci ortaya çıktı. Biz inanıyoruz. Yani yakın geçmişin tecrübelerinden çıkartılan derslerle bir mücadeleyi bu önümüzdeki aylarda çok yönlü, çok daha etkili, yeni ve yaratıcı yöntemlerle geliştireceğiz. Dolayısıyla halklarımızın bizden beklediklerini, sürecin bizden istediğini şehitlerimizin bize emrini yerine getireceğiz. Hedefimiz bu. Biz bu şehitlerimizi de bu temelde anacağız.
AHMET SOREŞ VE FIRAT NEWAL
Bu çerçevede son olarak Rojava’da şehit düştüğü açıklandı; MLKP’li yoldaşlar Ahmet Şoreş ve Fırat Newal yoldaşı saygı ve minnetle anıyorum. MLKP Merkez Komitesi’nin ve bütün mensuplarının acılarını paylaşıyorum. Ahmet yoldaşı tanıyorum da. Medya Savunma Alanlarında da mücadeleye katıldı belli bir dönem. Diğer alanlarda da mücadele etti. Nasıl bir devrimci olduğunu, yürüttüğü mücadeleyle ortaya çıkardı.
Böyle onlarca, yüzlerce şehidi var HBDH’nin. Dolayısıyla HBDH, bu şehitlerinin amaçlarını başarmak önümüzdeki süreci bu anlamda demokratik devrimin zafer süreci yapmak istiyor. Yani bunun için de elinden ne geliyorsa yapacak. Biz inanıyoruz. Yani bütün işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, süreci devrimci nitelikte demokratikleşme süreci haline getirmek için gerçekten de her türlü mücadeleye katılacaklar. Özellikle Türkiye’nin gençleri, kadınları böyle bir mücadelede daha çok rol oynayabilirler. İşçi ve emekçileri kesinlikle daha etkili rol oynayabilirler.
Yıllardır işçi sınıfı mücadele yürüttü. İşte şimdi tam da sonuç alma zamanı. O zaman haydi bu mücadelede sonuç alalım diyoruz. Demokratik siyasi çevreler bu konuda biraz daha etkili oldular, oluyorlar ve değerlendiriyoruz. Bakıyoruz, AKP-MHP faşizmi gerçekten de sıkışmış artık. Yani yolun sonunda bunlar için geri sayım başlamıştır. Ne yaparsa yapsın kendisini ayakta tutamaz. Çok umut bağladığı, destek aldığı dış çevreler de onu ayakta tutmaya yetmeyecek. Türkiye’yi umut ederiz daha derin bir iç savaşa, çatışmalara, felaketlere götürmez. Akıllı olur. Öyle yapmaya kalkarsa daha fazla kendisi zarar görür. O faşist çevreler akıllarını başlarına toplasın.
Bu muhalefet gerçekten bir demokratikleşme öngörebilmeli. Bu savaşa karşı çıkabilmeli. AKP MHP’nin faşist soykırımcı zihniyet ve siyasetine karşı çıkabilmeli. Kürt gerçeğini tanıyabilmeli. Kürt varlığı ve özgürlüğü temelinde bir Türkiye demokratikleşmesini ön görmeli. O zaman Kürtler elbirliğiyle kendileriyle olur. Yani bu AKP-MHP faşizminin yapabileceği hiç bir şey kalmaz. Ama ne yazık ki tam öyle bir şey göremiyoruz. Umut ediyoruz onlar da daha iyi tartışırlar, dersler çıkarırlar. Gerçekten demokrasiyi dil ucuyla söylemezler. Kendi çıkarlarını demokrasi olarak görmezler. Herkesin haklarını gözeten bir demokratik anlayışı, tutumu öngörürler.
DEMOKRATİK GÜÇLERİN ÖNÜ AÇIKTIR
Emek ve Özgürlük İttifakı, demokratik siyaset güçleri daha etkililer. Ben önce de söyledim, önleri açıktır. Bu dönemeçte daha ciddi, etkili rol oynayabilirler. Yani oynayabiliyorlar gerçekten. Bakın işte Kartal’da, İstanbul’da miting yaptılar. Çok önemli bir miting. Her gün yapabilirler aslında. Yani her hafta öyle mitingler yapabilirler, tutum ortaya koyabilirler. Topluma daha fazla gitseler, gerçekleri anlatsalar, özellikle işçi ve asker annelerinin taleplerini Türkiye toplumuna açsalar gerçekten de AKP, MHP faşizmine karşı Türkiye’yi ayağa kaldırırlar. Bu kadar açık bunu yapabilmelidir. Yaparlarsa önleri açıktır. Kimse onları tutamaz. Diğer güçler biraz aslında hep iktidarda olmuşlar, tanıyorlar. Toplumun güveni kalmamış onlara. Toplum yeni şeyler arıyor. Yeniliği verebilirler ve böyle çok daha etkili olabilirler. Üçüncü güç deniliyor da ikinci güç de olabilirler. Birinci güç haline de gelebilirler. Kendilerine daha çok rol biçsinler, biraz daha çalışsınlar. Bunu yapabilecek durumdalar. Ama bunun için tabii ki toplumcu olmaları lazım. Gerçekten demokratik olmalılar. Halka dayanmalılar. Mesela işte bir kapatma mı gündeme getiriyor. Kapatırsa kapatır yani. Parti kurmak, parti bulmak, siyasi mücadele yürütmek, seçime girmek zor bir iş midir? Değildir. Şimdi diyorlar bilmem devlet hazine yardımını kesmiş. Kesmesine ne gerek var? HDP zaten verseler de almamalıydı. Bu hazine nereden çıkıyor? Bu halkın sömürüsü değil midir? Sömürüye karşı değil midir? Sömürüyü bölüşmek mi isteyecek? Ona dayanarak mı demokratik siyasi mücadele yürütecek? Mümkün değil. O devlet niye o paraları dağıtıyor? Bana biat edeceksiniz, benim çıkarlarımı üreteceksiniz diye. O paraları alıp kullananlar eninde sonunda onu yaparlar. Onun için bu durum bir gerekçe olmamalı. “Bize para vermediler onun için yapamadık, yapamıyoruz” denmemeli. Sizin dayanağınız devlet olmamalı zaten; halk olmalı, toplum olmalı, işçiler, emekçiler, kadınlar olmalı. Onlara iyi dayanın. Yani devletin vereceğinin on katı değer ortaya çıkarırsınız. Halkın değeri güçlüdür, halk zengindir. Halka dayanmayı, onu bilinçlendirerek örgütlemeyi başaranlar en büyük değeri ortaya çıkarlar. Nihayet o devletin verdiği değerlerde bu halktan alınan vergi sömürü değil mi? Devlet nereden kazanıyor? Oradan aldığını veriyor yani. O halde demek ki toplumdan alınabilir. O nedenle o tür şeylerde hiç böyle bahaneler olmamalı.
2023 TÜRKİYE’DE BÜYÜK BİR DEVRİM YILI HALİNE GELEBİLİR
21’inci yüzyıl, Türkiye yüzyılı oluyor dediler. Türkiye yüzyılı ilan ettiler. Öyle değil de; 2023 yılı Türkiye’de demokratik devrim yılı. Dolayısıyla Türkiye’de büyük değişim yılı. Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Ortadoğu’ya, insanlığa öncülük eder hale gelmesi yılı olabilir. 2023 böyle olmaya adaydır. Kendisini böyle bir şeyi gerçekleştirme içinde görenler, aday görenler doğru anlasınlar, iyi bilsinler. Görev ve sorumluluklarının bilinciyle hareket etsinler. Kesinlikle 2023 Türkiye’de tarihte olmamış büyük bir devrim yılı haline gelebilir. Büyük değişim yılı haline gelebilir. Bizim diyeceğimiz bu. Hedefimiz bu. Biz de yılın böyle sonuçlar ortaya çıkarması için Hareket olarak, bütün Kürtler olarak elimizden gelen her türlü mücadeleyi yürüteceğiz. Böyle bir demokratik değişime yönelen ve gerçekleştirmek isteyen herkese her türlü desteği vereceğiz. Onlarla biriz, beraberiz.
Halkların devrim yılına girdik. Devrimin zaferine yürüyelim. Zaferimiz kutlu olsun demeyi şimdiden aklımıza getirelim diyor, herkese başarılar diliyorum.