HABER MERKEZİ – Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan Besê Hozat, Bakurê Kurdistan’da yaşanan deprem ve iktidarın siyaseti konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Yıllardır halktan toplanan deprem vergilerinin Kürtlere karşı soykırım savaşına, Türkiye’ye karşı toplumkırım, doğakırım savaşına, ranta, AKP’nin Erdoğan’ın trollerine, çetelerine harcandığının altını çizen Hozat, “Halk bunun hesabını çok büyük soracak. Bunların yanına kar kalmayacak” dedi.
Devletin, AKP-MHP rejiminin bu alanları tamamen Kürtsüzleştirme, Alevisizleştirme temelinde bir soykırım planı olduğu konusunda uyaran Besê Hozat, “Bunu boşa çıkarmak için kesinlikle toprağını terk etmemeli ve toprağını, yerini, malını mülkünü devlete satmamalı. Bu dayanışma ve destek devam ederse köylerimizi, kasabalarımızı çok sağlam bir biçimde inşa edebiliriz. Dayanışarak, birlikte ortak bir ruhla, ortak bir maneviyatla ve maddi destekle biz yeniden buraları yaşam alanı haline getirebiliriz” dedi.
Hozat’ın, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen mutlak tecrit, deprem ve sonrası yaşanan gelişmeler ve seçim gündemi konusundaki değerlendirmeleri şöyle:
Öncelikle Önder Apo’yu saygı, sevgi ve özlemle selamlıyorum. Komplocuları büyük bir nefretle kınıyorum. Ayrıca Şubat ayı içerisinde Kurdistan merkezli; Pazarcık, Elbistan merkezli Suriye’yi de, Türkiye’yi de, Türkiye kentlerini de etkileyen büyük bir deprem yaşandı. Kurdistan, Türkiye ve Suriye halkları büyük bir acı yaşadı gerçekten;. Bütün dünyayı da bu etkiledi. Bu anlamda bu depremde yaşamını yitirenleri rahmetle anıyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum. Yine yaşamını yitirenlerin ailelerine, halkımıza, halklarımıza başsağlığı diliyorum.
ÖNDERLİK FİKİRLERİNİN ULUSLARARASI ALANA YANSIMASI GÜÇLÜ
Komplonun 25’inci yıl dönümü büyük bir depreme denk geldi. Bu anlamda komployu protesto temelinde yapılan birçok eylem planını etkiledi doğal olarak. Türkiye’de, Bakur’da büyük bir eylem olacaktı Gemlik’e doğru. Bu eylemi ertelemek zorunda kaldılar. Yine Avrupa’daki eylem planlaması etkilendi. Fakat bununla birlikte özellikle Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de çok görkemli protesto eylemleri gelişti. Aynı biçimde uzun zamandır sadece öyle Şubat ayıyla sınırlı değil, aylardır Bakur’da da çok ciddi protesto eylemleri var. İdeolojik, siyasi, diplomatik çalışmalar var komploya karşı. Kurdistan ve ülke dışında ciddi bir mücadele ve eylemlilik süreci var, ciddi bir çalışma var. Bu süreçte Avrupa’da da, Başur’da da ciddi protestolar gelişti. Halkımızın bu eylemlerini selamlıyorum, kutluyorum. Tabii dostlarımızın da bu konuda çok ciddi emekleri var, çabaları var. Tecridin uluslararası kamuoyunun gündeme girmesinde, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün evrensel çeşmesinde uluslararası bir gündem haline gelmesinde gerçekten dostlarımızın da çok büyük bir emeği oldu, büyük bir çalışması oldu. Önderlik fikirleri, Önderlik paradigması yayıldıkça bölgeye, dünyaya bunun yansımaları da çok güçlü oluyor. Gerçekten büyük bir sahiplenme oluyor kadınlar tarafından, halklar tarafından, demokratik kamuoyu tarafından, aydınlar, yazarlar, sanatçılar tarafından.
ÖZGÜR YAŞAM ÖNDERLİK PARADİGMASIYLA GERÇEĞE KAVUŞUYOR
Bu süreçte önemli konserler de oldu uluslararası düzeyde. Bu anlamda sanat camiasında da çok ciddi bir böyle sahiplenme düzeyi ortaya çıktı. Şunu çok net bir biçimde görüyoruz: Önderlik paradigması dünyaya, topluma taşırıldıkça çok güçlü bir sahiplenme düzeyi de ortaya çıkıyor. Çünkü herkes geleceğini, özgürlüğünü bu paradigmada görüyor. Özgür yaşam, demokratik, özgür, eşit sistem, bu paradigma ile gerçekleşiyor, gerçeğe kavuşuyor. Bunu herkes kavrıyor. Artık herkes görüyor. Bu anlamda önemlidir.
Bütün bu süreç, bu yıllar içerisinde gelişen mücadele de, komploya karşı verilen mücadele de şunu çok net bir biçimde ortaya koydu: Artık 21. Yüzyıl da, bundan sonraki yüzyıllar da demokratik ulus paradigmasının yaşam bulacağı, demokratik konfederal sistem projesinin hayat bulacağı, gerçek olacağı, hakikatleşeceği yüzyıl ve yüzyıllar olacak. Bugün dünyada bu birçok çevre tarafından tartışılıyor. Mevcut krizin temel çözüm alternatifi olarak demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü, demokratik konfederal sistem projesi, yaşam projesi tartışılıyor. Temel çözüm olarak insanlık sorunlarına, halkların, toplumların yaşadığı tüm sorunlara, kadınların yaşadığı tüm sorunlara, doğada yaşanan felaket düzeyine ulaşan bu ekolojik sorunlara temel bir çözüm projesi olarak, yaşam alternatifi olarak ele alınıyor, tartışılıyor. Ve giderek buna göre bir bilinç oluşuyor. Arayış gelişiyor. Bunun örgütlenmeleri gelişiyor. Bu çok önemlidir, çok değerlidir. Yakın süreçte de gördük; basından bir ekip Kenya’ya gitmişti. Önderlik Kenya’da MOSSAD ve CIA tarafından yakalandığı Türk MİT’ine teslim edildi Kenya Yunanistan Büyükelçiliği’nde. Şimdi Kenya’da Önderlik paradigması temelinde bu anlayışı, bu felsefeyi esas alarak çok ciddi bir toplumsal örgütlenme gelişiyor, hareketler gelişiyor Kenya’da. Bu da basına yansıdı. Gündemleşti, epey bir zamandır da gündemdedir.
ÖNÜMÜZDEKİ YÜZYILLAR DEMOKRATİK ULUS FELSEFESİNİN YÜZYILI OLACAK
Bu giderek yayılacak. Afrika’ya, Asya’ya, Ortadoğu’ya, dünyanın her bir tarafına toplumlar tarafından temel bir çözüm projesi olarak, yaşam alternatifi olarak yayılacak ve örgütlenecek. Ben buna yürekten inanıyorum. Bundan sonraki yüzyıllar gerçekten faşist ulus devlet sistemlerin yıkıldığı, özerk demokratik komünal yapılara dayalı demokratik konfederal sistemin gelişeceği, Önder Apo’nun demokratik ulus felsefesinin, ideolojisinin ve paradigmasının örgütleneceği, inşa edileceği yüzyıllar olacak. İnsanlık bununla kendisini sürdürecek, varlığını sürdürecek. Özgürce ve demokratikçe, adilce ve adaletli bir biçimde yaşayacak. Ben buna inanıyorum ve bunun şu anda zemini her bakımdan oluşmuş durumdadır.
Tabii Türkiye açısından da mevcut sistem krizi her boyutuyla, yani yaşanan sorunların aşılmasında da, Kürt sorunun çözülmesinde de, Türkiye’nin demokratikleşmesinde de, demokratik cumhuriyet inşasında da Önder Apo’nun bu projesi, demokratik ulus projesi, temel bir çözüm projesidir. Bugün hukuk devletini savunanlar İmralı’daki hukuksuzluğa son vermeden Türkiye’de bir hukuk, demokratik hukuk devletini inşa edemezler. Türkiye’de adaleti savunanlar, İmralı’daki adaletsizliğe son vermeden, buna karşı tutum almadan, karşı çıkmadan Türkiye’de adaletli bir sistemi inşa edemezler. Türkiye’de demokrasiyi, Türkiye’de eşitliği, Türkiye’de özgürlüğü savunanlar, İmralı’daki hukuksuzluğa, adaletsizliğe, vicdansızlığa, ahlaksızlığa karşı koymadan, İmralı üzerinde yürüyen bu politikaya karşı koymadan Türkiye’de demokratik, özgür, eşit bir yaşamı inşa edemezler. Bu bir gerçektir. Bu anlamda komploya karşı 2022 yılında çok güçlü bir mücadele sürdü. Önceki yıllarda da 24 yıldır da kapsamlı, görkemli bir mücadele var. Bu yıl da aynı biçimde bu devam etti. Önümüzdeki yıl da ve yıllarda da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama temelinde bu mücadele yükselecek ve biz mutlaka 2023’te Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayacağız. Bu temelde mücadeleyi büyüteceğiz.
ASRIN FELAKETİ AKP-MHP İKTİDARIDIR
Türkiye ve Kurdistan bir deprem bölgesidir. Yani bu bilinen bir gerçek. Fakat şimdiye kadar da hiçbir biçimde buna uygun bir yapılanmaya gidilmemiş. Buna göre tedbirler alınmamış. Şehir, köy inşaatları, yapılanmaları, yapıları buna göre geliştirilmemiş. Deprem için de 1999’dan 2023’e kadar alınan vergiler depreme karşı tedbirlere, yeni yapılara yatırılmamış. Bunlar önemli tabii.
Şimdi büyük bir deprem yaşandı, büyük bir felaket ortaya çıktı. Faşist iktidar da ifade ediyor. Asrın en büyük felaketi diyor. İktidar basını da bunu asrın felaketi olarak çok yoğun işliyor. Yani gerçekten asrın felaketi bu deprem midir, yoksa bu depreme neden olan bu zihniyet ve iktidar mıdır? Bu çok ciddi tartışma konusudur. Ve açık ve net olan da; aslında asrın felaketi AKP-MHP rejimi olduğudur, AKP-MHP iktidarıdır. Depremler, doğal afetlerdir. Dünyanın birçok yerinde bu depremleri çok çok aşan depremler oluyor. Sürekli Japonya örneği tartışılıyor. Japonya’da 9’un üzerinde şiddette depremler yaşanıyor ama Japonya’da ciddi kayıplar olmuyor. Japonya’daki binalar Türkiye’deki binalardan daha yüksek fakat herhangi bir zarar görmüyor. Dünyanın birçok yerinde öyledir. Peki Türkiye’de neden bu kadar yıkım yaşanıyor? Yüzbinlerce insan yaşamını yitiriyor. Milyonlarca insan mağdur oluyor. Yıllara, on yıllara dayanan büyük acılar yaşıyor, travmalar yaşıyor. Türkiye’deki bu faşist iktidarların yüzündendir. Esas felaketi bunlar yaşatıyor. Esas felaket bunlardır. Asrın bir felaketinden söz edeceksek, asrın felaketinin kendisi AKP-MHP faşist iktidarıdır, faşist rejimidir. Bu bir gerçektir.
İNSANLARI CAHİL TOPLULUĞU OLARAK GÖRÜYORLAR
Erdoğan diyor, “bu bir kaderdir, bunu bir kader planı olarak görmek lazım, değerlendirmek lazım”. Maden kazası oluyor, kader planıdır. Deprem oluyor, yüz binlerce insan yaşamını yitiriyor, kader planıdır. Seller basıyor, bir sürü yerleşim yeri selin altında kalıyor, binlerce insan yaşamını yitiriyor, on binlerce bina yıkılıyor, kader planıdır. Kazalar oluyor her gün bir yerde onlarca insan yaşamını yitiriyor, kader planıdır. Her şey kader planıdır. Yani adeta insanları böyle bir cahiller sürüsü olarak, bir cahiller topluluğu olarak görüyor ve ben ne dersem bu insanlar buna inanır, ben rahatlıkla aldatabilir, kandırabilirim, diyor. “Böyle büyük, kendi iktidarından kaynaklı yönetim biçiminden, yönetim politikalarından kaynaklı yaşanan bu büyük felaketleri Tanrı ile Tanrının çizdiği kader planı ile açıklarsak, herkesi ben buna inandırabilirim; çünkü bu insanlar cahiller topluluğudur. Bir şeyden anladıkları yok, akılları yok. Algı oluşturur, herkesi de bu algıya inandırırım” diye düşünüyor. İnsanları gerçekten aptallar, sürüler yerine koyuyor. Fakat artık bu dönem de aşıldı. Şimdiye kadar bunu çok yaptı. Belli düzeyde de sonuç aldı. Bu bir gerçek. Algı oluşturdu ve belli bir kesimi bu algıya da inandırdı. İnanmayan kesimleri de işte milliyetçilikle, dincilik ile, ırkçılıkla kendi etrafında topladı, hizaladı, muhalefeti de hizaladı “Vatan, millet, Sakarya edebiyatlarıyla. Şimdiye kadar bu biçimde götürdü. Fakat artık bu dönem bitti. Şimdi artık bu faşist diktatör Erdoğan kader planı diyerek bu toplumu kandıramaz. Tersi bir durum ortaya çıkmış bulunuyor. Artık Erdoğan’ın kader planını halk ve toplum çizecek, belirleyecek. Artık durum tersine döndü şimdi.
ARTIK TOPLUM ERDOĞAN’IN KADER PLANINI YAPIYOR
Süreç böyle bir sürece evrildi. Gerçekten artık halk ve toplum Erdoğan’ın kader planını yapıyor. Evet, böyle bir sürecin içindeyiz. Bu bir gerçek. Bunca kaybın nedeni, bu felaketin nedeni mevcut soykırımcı, sömürgeci, faşist iktidardır. Çok açık. Bu felaketin nedeni budur. Felaketin kendisi bu iktidardır.
Şimdi 99’dan bugüne topladığı paralar 100 milyarın üzerinde deniliyor. Bazıları 48 milyar diyor, bazıları 83 milyar diyor. Ama yüksek olasılık 100 milyarı da aşıyor. Bu paralar nereye gitti? Bırakalım bu paraları yani deprem vergilerini bırakalım. Her gün halktan bir sürü vergi toplanıyor, milyonlarca, milyarlarca vergi toplanıyor. Bu vergiler halka hizmet için toplanıyor. Bu devlet her yerde, dünyanın her yerinde bu vergileri bunun için topluyor. Hizmet olarak halka dönmesi gerekiyor. Peki bu vergiler nereye gidiyor? Deprem vergisinin yanı sıra bu vergiler nereye gidiyor? Bu vergiler, Kürtlere karşı soykırım savaşına gidiyor. Türkiye’ye karşı toplumkırım savaşına gidiyor. Doğakırım savaşına gidiyor, ranta gidiyor. AKP’nin Erdoğan’ın trollerine gidiyor. Erdoğan’ın Sadat’ına gidiyor, çetelere gidiyor. 11 yıldır neredeyse 10 binleri bulan bir çete ordusu kurulmuş. Bu çetelerin eğit donat bütün işlerini, lojistiği, cephanesini, eğitimini, bakımını, geçimini, barınmasını, savaşmasını, her şeyini, bu Türk devleti, bu faşist iktidar sağlıyor. Nereden gidiyor? Bu sermayeden gidiyor, bu halkın vergilerinden gidiyor. Kürtlere karşı soykırım savaşı bu halkın vergileriyle yapılıyor.
BÜTÜN COĞRAFYAYI RANTÇILARA AÇTILAR
Her gün Kurdistan dağlarına tonlarca bomba yağıyor. Her bir bombanın fiyatı kendileri itiraf etti, yüz binlerce dolardır. Bu deprem sürecinde de aralıksız on binlerce bomba yağmaya devam etti. Bu vergiler buna gidiyor, rantçılara gidiyor, kendi şakşakçılarına gidiyor, yandaşlarına gidiyor. Sarayın etrafında bir elit kesim oluştu, bir burjuva kesim oluştu ve bu burjuva kesim halkın vergileriyle her gün zenginleşiyor. Para üzerine para ekliyor. Dünyanın birçok bankasında milyarlarca parası var her birinin. Türkiye’nin, Kurdistan’ın bütün coğrafyasını rantçılara açmış. Her gün herkese, müteahhite, kendi müteahhitlerine bir sürü ihale çıkarıyor. Onlarca binalar her yerde inşa ediliyor. Çürük betonla, kumla. Şimdi depremde yıkılan binalar var. Muhabirler gösteriyor. Hepsi adeta böyle küle dönmüş, küldür. Bir kül yığınıdır, bir toz yığınıdır, bir kum yığınıdır. Kumdan yapılmış. Yani kumdan 25 30 kat bina yapmışlar. 20 kat 10 kat bina yapmışlar. Yani beton bile kaliteli, nitelikli beton bile, çimento bile kullanılmamış. Kaliteli bir demir bile kullanılmamış. Hepsi küle dönmüş, yıkıntıya dönmüş, yerle bir olmuş. Tüm coğrafyayı Türkiye’yi, Kurdistan’ı ranta açmış. Halkın vergilerini alıyorlar, ceplerini dolduruyor, kasalarını dolduruyorlar, bankalara yatırım yapıyorlar. Her yerde, her bir yerde herkes Erdoğan’ın taklidini yapıyor, kendisine saray yapıyor. Ülke içinde, ülke dışında her birinin bir sürü köşkü, sarayı var. Halka da kumdan binalar yapıyorlar. O binaların hepsi de insanların, halkın, toplumun mezarına dönüşüyor, mezarlıklarına dönüşüyor. Şu anda her bir bina büyük bir mezar haline gelmiş. Bu bir katliamdır. Bu bir soykırımdır. Bu bir toplumkırımdır.
TÜRKİYE’DE, KURDİSTAN’DA BİR TOPLUMKIRIM YAŞANIYOR
Şu anda Türkiye’de ve Kurdistan’da yaşanan kesinlikle bir toplumkırımdır. Ortadan kentler kayboldu. Hatay, Adıyaman, Antep, Malatya, Maraş. İskenderun, ilçeleri, köyleri haritadan silindi. Yani bir bölge komple yerle bir oldu. Şırnak Valisi diyordu, Kayıplar ifade edilenin 5 katıdır. O zaman 40 bin açıklamışlardı. 5’le çarp 200 bin civarı bir ölümden bahsediyordu. Öyle 5 katı da değil. 200 bini aşan kayıplar var. Halen insanlar enkaz altındadır. Cenazeler enkaz altındadır. Kepçelerle çıkarılıyor cenazeler. Paramparçadır, tanınmaz hale geliyor. Toplum adeta katliamdan geçirildi. Tam bir toplumkırım yaşatıldı. İnsanlar her yerde ölüme terk edildi. Biz hep diyoruz; bu devlet soykırımcı bir devlettir, bu soykırımcı bir iktidardır. İşte ortadadır; onlarca yıldır, 100 yıldır Kürtlere uyguluyor. Özellikle dolu dizgin bir biçimde son 7 yıldır Kürtler üzerinde soykırımcı bir saldırı yürütüyor. Şimdi aynı soykırımı, Türkiye toplumuna, Kurdistan toplumuna dünyanın gözü önünde 15-17 gün içerisinde yaşattı. Daha bunun çok ağır sonuçları olacak yani. Şimdi o imar affı dedikleri şey de odur. İmar affı Türkiye, Kurdistan coğrafyasını talana, gaspa, hırsızlığa açmaktır. Fırsatçılara, gaspçılara, hırsızlara meşru zemin sağlamaktır. İzin vermektir. Onaylamaktır, rantı onaylamaktır, gaspı onaylamaktır, hırsızlığı onaylamaktır. Onlara alan açmaktır, imkan tanımaktır. Bu anlama geliyor imar affı. Gasbın affır, rantın affıdır.
Her yerde, dere yatağında bina yapmışlar. Harfiyatın döküldüğü yerde bina yapmışlar. Bir sürü kentlerde neredeyse şehrin yarıdan fazlasını aşan gettolaşmalar gelişmiş. Yani bunların hepsi çok kalitesiz malzemelerle yapılıyor adeta. Gerçekten bu yerler insanların mezarı haline getirildi ve şu anda yaşanan öyledir. Bu coğrafyanın hepsi mezarlıklara dönüştü. Bu dehşet bir şeydir. Bu iktidar dehşet bir iktidardır.
BAHÇELİ VE AKAR İLE POZ VERİP HALKI TEHDİT EDİYOR
Zerre kadar bunun özeleştirisini de vermiyor. Utanmıyor yani. Öyle utanmaz ki! Utanan insanlar neden utanır? İnsanların ahlakı varsa, vicdanı varsa, bir parça duygusu varsa insan utanır. Bir suç işlediğinde, bir yanlış yaptığında yüzü kızarır, utanır, mahçup olur, özeleştiri verir. Bunlarda o yok. Dikkat edin, Erdoğan nereye gidiyorsa yanında ya zaten Bahçeli var ya da Akar var. Hep Bahçeli ve Akar’la Türkiye toplumunu tehdit ediyor, muhalefeti tehdit ediyor, demokrasi güçlerini tehdit ediyor, Kürtleri tehdit ediyor. Yani diyor ki, benim yanımda ordu var. Benim yanımda Bahçeli var. Yani ne var benim yanımda? Türkiye’deki en ırkçı, en kontra yapı. Güç benim yanımdadır diyor. Bak diyor, ona göre adımınızı atın. Bak, ben bunun yanındayım. Müttefikim bu ittifak, gücüm bu, dostum bu, sağ kolum bu. Deprem sürecinde de evinden, saraydan çıkmadı. Son çıktığında da Bahçeli ile çıktı. Ya Bahçeli ile görüntü veriyor, ya Akar’la görüntü veriyor. Görüntü verdiğinde de, dışarı çıktığında da ne yaptı? Tehdit etti herkesi.
Bir taraftan Bahçeli tehdit ediyor, bir taraftan o tehdit ediyor, küfrediyor, hakaret ediyor, her türlü hakareti yapıyor. Çünkü ahlakı yok ki, vicdanı yok ki, duygusu yok ki! Çünkü insan değil ki! İnsanlık kalmamış bunlarda. Yani insan müsveddesidir! Ruhu, beyni, içi kötülük dolu,canavarlık dolu. Canavardır. Böyle rezil bir bir kişi, bir iktidar gerçeği, bir zihniyet gerçeği suçunu kabul eder mi, suçunu itiraf eder mi, özeleştiri verir mi? Olsaydı bir nebze, bir parça insanlık olsaydı, bir parça vicdan ve ahlak olsaydı aynı gün istifa ederdi. Erdoğan da istifa ederdi. Soylu istifa ederdi. Hepsi istifa ederdi tek tek. Hükümet bir bütün iktidardan çekilirdi. El çekerdi görevden.
Ama bunu demesi için onurlu olması lazım. Vicdanlı olması, ahlaklı olması lazım. Yoktur bu. Faşist bir zihniyetten, faşist bir karakterden sen vicdan ve ahlak bekleyemezsin. Faşizmde ahlak, vicdan ne gezer? Yoktur. Bunu beklemek bile yanlıştır.
HALK BUNUN HESABINI SORACAK
Bu anlamda suçları büyüktür. Bu felaketin nedenleridir. Halk bunun hesabını çok büyük soracak. Bu topluma büyük bir toplumkırımı yaşattılar. Büyük bir katliam yaşattılar, acı yaşattılar. Toplumun yaşadığı bu acılar, bu travmalar öyle kısa sürede atlatılacak travmalar değil. Bu yılları, on yılları bulacak. Bunlar çok derin acılardır. Bunlar toplum toplumsal hafızalarda çok derinliğine yer alacak. Bunun hesabı sorulacak. Bunların yanına kar kalmayacak.
Bu depremin yaşandığı coğrafya, tarihsel olarak Kürtlerin ve Arap Alevilerin yaşadığı bir coğrafyadır. Şimdi bu coğrafyada deprem sonrası çok ciddi bir göçertme politikası uygulayacaklar. Şimdiden zaten uygulamaya başlamışlar ve giderek bu alanda demografi değişimi yaparak soykırım planını burada da sonuca götürmek isteyecekler, biliyoruz. Burası Şark Islahat Planı’nın ilk uygulandığı alanlardan biridir. Maraş Katliamı bu temelde yapıldı. Maraş Katliamında temel amaç, Kürt Alevileri tamamen Fırat’ın batısından söküp atmaktı. Olanları katletmek, diğerlerini de göç ettirmekti. Tamamen bu coğrafyayı Kürtsüzleştirmekti, Alevisizleştirmekti. Kürt Alevilerinin tamamını bu alandan temizlemekti. Aynı politika yıllar içinde Arap Aleviler üzerinde de geliştirildi. Şimdi bu çok derinlikli bir biçimde yürütülüyor. Bu depremle birlikte bunu daha ciddi bir biçimde uygulamaya koyacaklar. Şimdiden zaten bunun işaretleri görülüyor. Halk göçertiliyor, göçe zorlanıyor. Mesela dikkat edelim, özellikle Alevilerin yoğun yaşadığı kentlere, köylere hem Kürt Alevilerin hem Arap Alevilerin yaşadığı köylere, kentlere hiçbir biçimde yardım gitmedi. Tamamen ölümüne terk edildi. İnsanlar ölenler ölür, kalanlar da zaten mecbur kalıp göçer hesabıyla yaklaşıldı. Şimdi bu konuda ciddi bir politika uygulanıyor. Bu, devletin 100 yıllık politikasıdır. AKP-MHP iktidarı da bunu sonuca götürmek istiyor. Depremi de buna vesile yapmak istiyor. Bu çok açıktır. Bu açıdan şu önemlidir. Halkımız bunun farkındadır.
HALKIMIZ COĞRAFYASINI TERK ETMEMELİ
Biz onlarca yıldır bu soykırım politikalarına karşı büyük bir savaş, mücadele yürütüyoruz, direniş geliştiriyoruz. Bu konuda halkımızda da ciddi bir bilinçlenme var. Asla bu politikalara gelmemelidir. Bu konuda birçok defa çağrı da yaptık. Hem yazılı açıklamalar yaptık, hem programlara katılan arkadaşlarımız çağrılar yaptı. Halkımız coğrafyasını, yerini, yurdunu, toprağını terk etmemelidir. Zorluklar yaşayabilir, sıkıntılar yaşayabilir, acılar yaşayabilir. Fakat kesinlikle toprağını terk etmemeli. Savrulduğu alanlarda bundan on kat daha büyük acılarla karşı karşıya gelecek. Zorluklarla karşı karşıya gelecek, onurunu kaybedecek, tüm değerlerini kaybedecek, tarihini kaybederek hafızasını kaybedecek. Göç bütün bu ağır sonuçlara yol açacak. O açıdan bir dönem de olsa halkımız sıkıntılara katlanmayı, zorluklara katlanmayı, acılara katlanmayı coğrafyasına dayanmalı, coğrafyasından kopmamalıdır. Ülkedeki ve yurtdışındaki halkımız da, toplumumuz da, insanlarımıza çok ciddi destek sunarak, ciddi projeler geliştirerek baharla birlikte bütün bu alanlarda yeniden bir yapılaşmaya gitmelidir. Ciddi projeler geliştirmelidir. Mesela çok rahatlıkla Kürt, Alevi köyleri, Kürtlerin yaşadığı köyler, kasabalar inşa edilebilir yeniden. Çok rahatlıkla baharla birlikte bir iki katlı binalar yapılabilir. Rahatlıkla yapılabilir. Halkımızın desteğiyle, dayanışmasıyla ülke içinde, ülke dışında şimdiye kadar ciddi bir yardım, destek ortaya çıktı. Bütün bu birikimi bir araya getirirsek, bu dayanışma ve destek, yardımlaşma devam ederse gerçekten biz köylerimizi yeniden inşa edebiliriz. Kasabalarımızı yeniden inşa edebiliriz, çok sağlam bir biçimde inşa edebiliriz. Dayanışarak, birlikte ortak bir ruhla, ortak bir maneviyatla ve maddi destekle biz yeniden buraları yaşam alanı haline getirebiliriz. Bu açıdan ben halkımıza kendim de bu çağrıda bulunmak istiyorum. Bu faşist devletin, soykırımcı sömürgeci devletin, iktidarın, rejimin bu alanları tamamen Kürtsüzleştirme, Alevisizleştirme planı var. Bir soykırım planıdır bu. Soykırım planının bir parçasıdır. Asla buna gelinmemeli. Göçme, göçertme bir soykırımdır. Bunu boşa çıkarmak için de toprağını terk etmemeliler ve aynı zamanda toprağını, yerini, malını mülkünü de devlete satmamalılar. Böyle bir oyuna, tuzağa da düşmemeliler. Bu da çok önemlidir şu anda. Çünkü halk, insanlar çok mağdurdur, çaresizdir. Büyük sıkıntılar ve zorluklar acılar içerisindedir. Bu çaresizlikle çözümsüzlükle bir sürü oyun, hesap, tuzak, plan yapılıyor bu soykırımcı güçler tarafından, özel savaş merkezleri tarafından. Bu konuda herkes çok duyarlı, bilinçli, uyanık olmalı. Bu oyunlara da gelmemeli. Toprağını, yerini, yurdunu da satmamalıdır, yerinde kalmalıdır.
Ve giderek kış da bitiyor, bahara da giriyoruz, iklim koşulları da iyileşiyor. Yeniden buraları inşa etmeliyiz ve topraklarımızda yaşamımızı yeniden kurmalıyız. Bu önemlidir. Bu soykırım planları da bununla boşa çıkar. Bu da bir mücadeledir, bu da bir direniştir. Yani böyle yaklaşmak, böyle ele almak gerekiyor.
DİNİ İKTİDARLARINI KORUMAK İÇİN KULLANIYORLAR
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı açıklamalara ise dikkat edelim. Kurdistan’da yaşanan bütün katliamlardan ve soykırımlardan sonra Kürt çocukları alınmış, özel okullarda, subay evlerinde, asker evlerinde, ailelerinde, birçok özel savaş elemanının evinde, merkezinde özel eğitimlerden geçirilmiş, devşirilmiş, her birinden bir katil yaratılmış halkına karşı farklı bir biçimde bu soykırım, katliam saldırılarında birçoğu kullanılmış. Bir bu temelde kullanılmış, bir de hizmetçi yapılmış, ayak işlerine baktarılmış. Tüm angarya işler, her türlü pis işler bunlara yaptırılmış. Böyle bu temelde kullanılmış. O tarikat yerlerinde her türlü çirkin muameleye, asimilasyona tabi tutulmuş ve özünde de bu çocuklar devşirilmiş. Bu soykırımcı, sömürgeci, asimilasyoncu devlet tarafından bu devletin beslediği, bu devletin oluşturduğu tarikatlar tarafından devşirilmiş. Bu tarikatların da, bu AKP devletinin de, AKP rejiminin de zaten İslamla, İslamiyetle alakası yoktur. Bir bütün yaptığı da İslam düşmanlığıdır, din istismarcılığıdır, bu tarikatların yaptığı da odur. Her şey iktidar içindir. Her şey koltuğunu korumak içindir, iktidarını sürdürmek içindir. Din de bu temelde kullanılıyor. Bu çocuklar da böyle alınıyor. beyinleri yıkanıyor, devşiriliyor, asimile ediliyor. Her birinden gerçekten adeta katil yaratılıyor.
Bu tarikatların nereye çalıştığı bellidir. Mesela İHH… İHH yıllardır DAİŞ’i besliyor. Yıllardır on binlerce çeteyi besliyor. Onlara lojistik taşıyor. Cephane taşıyor. Çocuklarını eğitiyor. Savaşçı yetiştiriyor. Kurdistan’a özel savaş elemanı yetiştiriyor, kontra yetiştiriyor. Aynı şeyi tarikatlar yapıyor. Diyanet de yıllardır, on yıllardır bu işi yapıyor. Özellikle AKP sürecinde bütün işi gücü budur. Bir özel savaş merkezine dönüşmüş, bir katliam merkezine dönüşmüş.
Bu açıdan gerçekten Besê (Erzincan) arkadaş da geçen gün bir değerlendirme yapmıştı ANF’ye, çeşitli uyarılarda bulunmuştu. Önemliydi. Halkımız bu konuda çok duyarlı olmalıdır. Bu çocuklara sahip çıkmalıdır. Bazılarının annesi babası yaşamını yitirmiş, ortada kalmış. Bazıları da ailesi yaşıyor olsa bile bir biçimde kaçırılıyor, bu özel savaş merkezlerine tuzağına düşürülüyor. Bu yüzden halkımız, sivil toplum örgütleri, kurumlar, siyasi yapılar, demokratik siyaset bir bütüne bunlara sahip çıkmalıdır. Bu çocuklar kurtarılmalıdır. Buna karşı da çok etkili bir mücadele verilmelidir. Bu da bir soykırımdır, soykırımın bir parçasıdır. Böyle ele almamız lazım. Buna göre de mücadeleyi çok güçlü bir biçimde yürütmemiz gerekir.
TOPLUM DAYANIŞMAYLA AYAKTA KALDI
Gerçekten çok güçlü bir toplumsal dayanışma ortaya çıktı. Hem Bakurê Kurdistan’ın diğer kentlerinden, köylerinden, kasabalarından hem de Başûr’dan. Başûr halkımızı da KDP engelledi, Türk devleti engelledi fakat çok ciddi bir dayanışma örneği ortaya çıkardı. Rojava deprem yaşamasına rağmen, Kuzey ve Doğu Suriye halkları deprem yaşamasına rağmen, aynı acılarla onlar da karşı karşıya kalmasına rağmen, Bakur’a da, Türkiye’deki deprem bölgelerine de ciddi bir dayanışma, destek ortaya koydular. Yurtdışında, Avrupa’da yaşayan halkımız… Zaten bu deprem bölgesinde yaşayan halkımızın önemli bir kesimi Avrupa’da yaşıyor yıllardır. Burada çok ciddi bir dayanışma örneği ortaya çıktı. Dostlarımızın çok güçlü bir dayanışması ortaya çıktı. Türkiye’de HDP’nin HDK’nîn, DTK’nın, DBP’nin, diğer sivil toplum örgütlerinin, cemevlerinin, Demokratik İslam Hareketi’nin, kurumların çok güçlü, gıpta edilecek, takdir edilecek düzeyde dayanışmaları, destekleri ortaya çıktı. Bununla zaten halk biraz ayakta kaldı. Zaten bunların yardımıyla, desteğiyle birçok insanın canı kurtarıldı. İnsanlar enkaz altından çıkarıldı. Enkaz altından çıkanlar bir çadıra, ekmeğe, suya kavuştu. Bu konuda büyük bir dayanışma örneği ortaya çıktı. Uluslararası düzeyde de, ulusal çapta da Kürtlerde büyük bir ulusal bilinç, ulusal ruh, ulusal dayanışma ortaya çıktı.
Aynı şey kadın hareketi açısından da öyle. Hem Türkiye Kadın Hareketi hem Kurdistan Kadın Özgürlük Hareketi seferber oldu. Çok güçlü bir dayanışma örneği ortaya koydu. Bütün kentlerde harıl harıl bütün kadınlar çalıştı, bütün sivil toplum örgütleri çalıştı. Örgütlü, muhalif, demokratik siyasi yapılar çalıştı. Çok hızlı organize oldu bütün bu yapılar. Ve çok çabuk müdahale ettiler. Ve gerçekten büyük bir dayanışma örneği ortaya koydular.
BU DEPREM ÖZ ÖRGÜTLÜLÜĞÜN ÖNEMİNİ GÖSTERDİ
Bu anlamda deprem alanlarına müdahale eden edenler gerçekten halkımız oldu, sivil kurumlar oldu, demokratik örgütlü yapılar oldu. Devletin öyle müdahalesi falan değil, tam tersi devlet halkın dayanışmasına, sivil toplum kurumlarının dayanışmasına müdahale etti. Depreme müdahale etmedi. Bu faşist iktidarın, bu faşist devletin müdahalesi esas olarak toplumla dayanışan, büyük dayanışma içerisine giren bu yapılara karşı oldu. Dayanışmayla toplumun biraz yaraları sarıldı, toplum ayakta kaldı. Şimdi bunu sürdürmek önemli, sonrası önemlidir. Mutlaka bu kalıcı bir zemine, örgütlülüğe dönüştürülmelidir.
Bu deprem şunu da ortaya çıkardı: Öz örgütlülüğün ne kadar önemli olduğunu, öz yönetimin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu, ne kadar gerekli olduğunu, vazgeçilmez olduğunu ortaya koydu. Bu deprem bir bakıma aslında faşist ulus devlet sistemlerinin de çöküşü oldu. Gereksizliğini, bu merkeziyetçi faşist ulus devlet sistemlerinin ne kadar gereksiz olduğunu, ne kadar toplum karşıtı olduğunu, ne kadar insan karşıtı, halk karşıtı olduğunu ortaya koydu. Öz yönetimlerin de, demokratik özerk yapıların da, demokratik konfederal sistem yapılarının da, öz örgütlülüğün de ne kadar hayati olduğunu, ne kadar gerekli olduğunu ortaya çıkardı. Bir bakıma da bunun testi oldu, sınavı oldu. Bu anlamda aslında Önder Apo’nun demokratik ulus, demokratik özerk sistem ve demokratik konfederal sistem projelerinin de bir testi oldu. Türkiye toplumunda bu projelerin ne kadar karşılık bulduğunu, bunun ne kadar güçlü zemin olduğunu, bu toplumsal dayanışma ortaya koydu. Öyle bir dayanışma biçimi ortaya çıktı ki, gerçekten son derece komünal, son derece kollektif, her yerde bir bakıma komünal ekonomik birimler oluştu, öz örgütlülükler oluştu.
DAYANIŞMAYI KALICI ÖRGÜTLÜLÜĞE DÖNÜŞTÜRMEK LAZIM
İşte demokratik konfederal sistem ve öz yönetim bunun üzerinden gelişiyor, bunun üzerinden inşa ediliyor. Bu gerçek bunu da açığa çıkardı. Bu anlamda bunu sürdürmek lazım. Bunu kalıcı bir örgütlemeye dönüştürmek lazım. Şimdi toplum öncülerinin demokratik sivil toplum kurumlarının, demokratik siyasi yapıların yapması gereken budur. Bunu kalıcı öz örgütlülüklere dönüştürmektir. Toplumu bu temelde örgütlemek ve sistemini oluşturmaktır. Toplum giderek zaten bu temelde öz örgütlülüğünü geliştiriyor. Kolektif bir biçimde acılarını da paylaşıyor. İhtiyaçları da paylaşıyor. Bir çadırda 5 aile kalıyor, 10 aile kalıyor. Küçük bir kulübe inşa ediyor, 15-20 aile o kulübenin içine giriyor. Bu büyük bir dayanışma, büyük bir komünleşme, komünal temelde birimler ve örgütlenme örnekleridir. Bu çok muazzam bir şeydir gerçekten. Giderek bunu kalıcı örgütlenmelere dönüştürmek lazım. Çok güçlü bir dayanışma ortaya çıktı. Aynı gün müdahale etti. Tüm bu sivil toplum kurumları ve siyasi yapılar güçlü bir halk dayanışması, ulusal ve uluslararası düzeyde ortaya çıktı. Güçlü bir kadın dayanışması ortaya çıktı. Bunu öz örgütlülüğe, özyönetim inşasına dönüştürmek lazım.
Ve bu şunu da ortaya çıkarıyor; artık Türkiye de eski Türkiye olmayacak. Yani Türkiye böyle katı merkeziyetçi, faşist ulus devlet sistemi ve yönetimleri ile idare edilemez. Öz yönetimlere dayalı demokratik bir cumhuriyet inşası Türkiye’yi yaşatabilir, ayakta tutabilir. Bu, bütün dünya açısından da geçerli. Dünya da, gidişat da buna doğrudur. Türkiye’de bu gerçeklik olmazsa olmaz kabilinden kendisini dayatıyor. Bu temelde halkı da örgütlemek gerekiyor.
DEMOKRATİK ÇÖZÜM VE KÜRT SORUNU
Şimdi temel gündem depremdir, depremin yol açtığı sonuçlardır. Diğer yandan da bütün bu süreç tartışılırken kuşkusuz Türkiye’deki siyasi iklim de tartışılıyor. Türkiye’nin toplumsal yapısı da bundan sonraki süreç, toplumsal yapılanma, şekillenme nasıl olacak sorusu da tartışılıyor. İşte çok yoğun öz yönetim tartışmaları var. Deprem olmadan önce Demokratik Cumhuriyet Konferansı oldu. Öz yönetim, demokratik özerk sistem, Türkiye açısından bunun önemi, Türkiye’nin demokratikleşmesinin de Kürt sorunun çözümünün demokratik temelde çözümünün, öz yönetim temelinde çözümünün çok ciddi tartışmaları oldu. Ardından bu deprem ortaya çıktı. Bir bakıma aslında o konferansta yürütülen tartışmalar, geliştirilen tespitler bu deprem sürecinde gerçekten adeta doğrulandı. O teori ve pratikleşti, onun zemini, mayası oluştu. Çok önemlidir. Şimdi bu tartışmalar bundan sonra da daha yoğun bir biçimde devam eder. Devam da etmelidir.
Diğer yandan da tabii seçim sürecindeyiz. Seçimler tartışılıyor. AKP-MHP faşist rejimi, seçimleri uzatma gibi bazı tartışmalar da yapıyor. Bunu Bülent Arınç gibi kişiler üzerinden biraz kamuoyunun gündemine de koyuyor. Toplumun biraz nabzını da ölçmeye çalışıyor. Bu anlamda Bülent Arınç’ın o açıklamalarını ben şahsen bu faşist iktidardan, hükümetten bağımsız ele almıyorum. Biraz toplumun, kamuoyunun nabzını yoklama amaçlı, bilinçli, bunun üzerinden böyle gündeme giren konulardır bunlar. Sonra biraz baktılar, çok ciddi bir tepki var. Zamana yayıldıkça seçimler, bu tepki derinleşecek, çok daha beter bir biçimde bu rejim kaybedecek, bu iktidar kaybedecek, çok farklı durumlar ortaya çıkacak. Türkiye’de siyasi kriz, toplumsal kriz, toplumsal tepki derinleşecek, yoğunlaşacak, genelleşecek bir bütünen. Ekonomik kriz derinleşecek. Bunu gördüler, görüyorlar. O açıdan belli ki hükümet cenahında da bazı tartışmalar var. Seçimlerin 14 Mayıs olmasa bile 18 Haziran’da zamanında yapılması temelinde bazı tartışmalar var. Tabii sürekli onlar gizli gizli anketler de yapıyor. Durumu, nabzı ölçüyorlar. Erdoğan yıllardır, 20 yıldır, 21 yıldır anketlere dayalı siyaset yapıyor. Eskiden çok dillendiriyordu, sonra baktı aleyhine dönüyor. Şimdi fazla gündeme koymuyor, dillendirmiyor ama yapıyorlar. O anlamda şunu gördüler; çok ciddi bir toplumsal tepki var bu iktidara karşı. Yaşanan bu felaketin temel nedeni iktidardır, bu felaketin kendisi iktidardır diyor toplum. Artık bunu sadece Kürtler demiyor, Türkiye toplumu da diyor.
OLAĞANÜSTÜ HAL DE SÖKMEDİ
Olağanüstü hal ilan etti. Ben belki 3 ay içerisinde bu gerçekleri toplumdan gizlerim, dedi. Basın üzerinde olağanüstü gerekçe yaparak baskı uygularım, muhalefet üzerinde baskı uygularım, demokrasi güçleri üzerinde baskı uygularım; herkesi sustururum. Bu gerçeklerin toplum tarafından, geniş kamuoyu tarafından, dünya tarafından görülmesini engellerim. Hepsini baskılarım, bastırırım. Vallahi olağanüstü hal de sökmedi. Yetmedi yani başaramadı, başaramıyor. Tepkiler dalga dalga büyüyor, kendi gerçeğini gizleyemiyor. O yüzden onu fazla göze alamadılar. Uzarsa derinleşecek bu durum, çok daha fazla aleyhine dönüşecek. Çok böyle dramatik durumlarla, trajik durumlarla tamamen yüzyüze kalacak. Şimdi zamanında yapma tartışmaları var. Bakalım, tabii günlük nabız yokluyor, günlük tepki ölçüyorlar. Ona göre günlük de üslup değiştiriyorlar, politika belirliyorlar. Fakat şu bir gerçektir. Türkiye de bir seçim sürecindedir. Şunu ön görmemiz lazım. Bu faşist iktidar, bu süreçte ve bundan sonraki süreçte, özellikle de seçime kadar bu baskıları daha fazla yoğunlaştıracak, daha fazla artıracak. Kürtler üzerinde de bu soykırım politikalarını, savaşı, şiddeti daha fazla yoğunlaştıracak. Elinden geleni ardına koymayacak. Tüm imkanları, devletin imkanlarını buna seferber etti. Daha fazla seferber etmeye devam edecek. Aynı zamanda Türkiye toplumu üzerinde de demokrasi güçleri üzerinde, muhalefet üzerinde hem demokratik muhalefet üzerinde hem de sistem içi muhalefet üzerinde bu baskıları yoğunlaştırarak sürdürecek. Demokratik basın üzerindeki baskıları yoğunlaştırarak sürdürecek, kamuoyu üzerinde, toplum üzerinde. Böylelikle baskıyla, şiddetle, zorla, zorbalıkla seçimleri gasp etmeye çalışacak. İktidarını ayakta tutmaya çalışacak, sürdürmeye çalışacak ama artık bu da boştur. Bu iktidar dönemini tamamlamıştır. Zamanı geçmiştir bile. Şimdiye kadar etkili bir muhalefet yapılmadığı için, çok güçlü bir toplumsal direniş, mücadele gelişmediği için bu faşist soykırımcı iktidar ayakta kaldı. Fakat artık bundan sonra bu toplum buna da müsaade etmeyecek, muhalefet de buna müsaade etmeyecek.
TOPLUM ARTIK SARAY FELAKETİNİ KALDIRMIYOR
Mücadele daha güçlü bir biçimde devam ederse ki edecektir. Ben buna yürekten inanıyorum. Toplum artık bu felaketi kaldıramıyor. Bu Saray felaketini kaldıramıyor. Bu zulmü, baskıyı kaldıramıyor. Faşizmi kaldıramıyor. Artık bunu söküp atacak ve bu iktidar düşecektir. Bu faşist iktidar tarihin çöp sepetine atılacaktır, gidecektir. Ve Türkiye yeni bir sürece evrilecektir. Tabii bu süreç nasıl olacak, o önemlidir. Restorasyon yaparak, Türkiye demokratikleştirilemez. Restorasyon yaparak Türkiye’de demokratik bir hukuk devleti kurulamaz. Restorasyon yapılarak Türkiye’de demokratik, adil, adaletli bir sistem kurulamaz. Türkiye’de demokratik bir cumhuriyet restorasyonla kurulamaz, inşa edilemez.
Demokratik bir cumhuriyetin yolu, Kürt sorununun demokratik çözümünden geçiyor. Kürt sorunun demokratik çözümü de öz yönetime dayalı demokratik cumhuriyetin inşasıdır. Türkiye’nin öz yönetimlere dayalı demokratik temelde yeniden inşa edilmesidir. Bu anlamda bu faşist, inkarcı, imhacı ulus devlet zihniyetinin, inkar imha zihniyetinin köklü bir biçimde aşılmasıdır. Kürt sorununun, Alevi sorununun demokratik temelde çözümüyle demokratik bir cumhuriyetin yeniden inşa edilmesidir.
Türkiye buna gebedir. Bu süreç bunun zeminini ortaya çıkarmıştır. Bu konuda toplumda da ciddi bir bilinçlenme gelişmiştir. Bu deprem süreci de aslında Kürtlere karşı, Kürt Özgürlük Hareketine karşı, demokratik siyasete karşı, bu faşist iktidarın yarattığı tüm olumsuz algıları, ırkçılık, dincilik temelinde yarattığı, özel savaş temelinde yarattığı ve beslediği algıları belli oranda aşmıştır. Bu anlamda önemli bir zemin, demokratik mücadele zemini ortaya çıkmış, demokratik örgütleme zemini inşa zemini ortaya çıkmıştır. Bunu güçlü bir biçimde, gerçekten toplumun da, toplum öncülerinin de devrimci, demokratik siyasi öncülerinin de, yapılarının da, kurumlarının da bunu çok iyi değerlendirmesi gerekiyor. Bu anlamda böyle muhalefetin de ortak bir tutum ve yaklaşımla bu sürece ve seçime yaklaşması bu iktidarı götürecektir. Şimdi görünen odur. Böyle muhalefet içerisinde de hem demokratik muhalefet hem de bu millet ittifakı, muhalefeti, altılı masa muhalefeti açısından da böyle giderek bu faşist iktidarı düşürmeye dönük ortak bir konsept de, bir politika da şekilleniyor. Bu önemlidir. Fakat bunun içi, Kürt sorunun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde giderek doldurulmalıdır. Esas perspektif Türkiye’yi yeniden restore etme değil. Türkiye’yi gerçekten demokratik temelde inşa etmedir. Demokratik cumhuriyeti ortaya çıkarmaktır. Güçlendirilmiş parlamento sistemi de esas olarak bu perspektife, bu felsefeye, bu inşa anlayışına oturmalıdır. Yani güçlendirilmiş parlamento sistemi, AKP öncesi bir parlamento sistemi olmamalıdır. O da inkar imha zihniyetine dayanıyordu. Güçlendirilmiş parlamento sistemi esas olarak Kürt sorunun demokratik çözümü, öz yönetime dayalı demokratik cumhuriyet inşasına dayanmalıdır. Giderek bunun içi bu temelde doldurulmalıdır ve siyaset de bu eksende yürütülmelidir. Bu, kendisiyle birlikte Türkiye’yi demokratik, özgür, adil bir geleceğe taşıyacaktır. Ben buna inanıyorum.