HABER MERKEZİ – Devletli ve sınıflı sistemin insan toplumunda yol açtığı tahribatlar ve yaralar, korkunç denebilecek boyutlara ulaşmış bulunuyor. Maksimum kâr hırsı ve aç gözlülük, sadece insanı değil doğayı da doğal durumundan çıkarmış, kendisine yabancılaşmış bir noktaya getirmiştir. İnsan, var olmayı varlıklı olmak olarak algılıyor. Varlıklı olmamayı yaşamama ve var olmama olarak değerlendiriyor. Bu zihniyet, maddiyat ve eşyayı yaşamak için bir imkân ve araç olarak görmeyi değil var olmak için bir amaç haline getirmiştir. Maddi olarak varlıklı olmayan var olmuş sayılmıyor ve insan olarak bile kabul edilmiyor. Bu zihniyet, insanın maddiyat karşısında adeta ne kadar küçüldüğünü ve maddiyata kurban edildiğini gösteriyor.
İnsan sahip oldukça daha çok sahip olmak istiyor ve bu durum insanda korkunç ve gereksiz bir hırsa ve iştaha yol açıyor. İnsan ihtiyaçları sınırlıdır ama devletli ve sınıflı sistemin, insanda yol açtığı tahribatlar ve yaralar ise sınırsızdır. İşte hırs ve sahip olma anlayışı, benlik ve egoluk, burnu havada olmak, kibirlilik, karşıdakini hakir ve aşağı görmek, kendini yükseklerde görmek, maddiyata ve mevkiye/ makama tapmak devletin ve sınıflı sistemin insanda ve toplumda yarattığı derin tahribatlar ve yaralar olmaktadır. Ekolojik dengenin bozulması, İnsan denilen canlı varlığın doğal toplum olmaktan ne kadar çok uzaklaştığının bir sonucudur. İnsan bozuldukça, herşeyin doğallığı bozuldu.
İnsan toplumunda bozulma, sınıflaşma ve insanın insan üzerinde egemenlik kurmasıyla başladı. İktidar ve devlet olgusu, bu bozulmanın başlangıcı oldu. Sahip olmak, makam ve mevki sahibi olmak, egemenlik kurmak ve bunu toplumsal çağ ve zamana göre, inançsal, toplumsal, ulusal ve yaşamsal değerleri kullanarak yapmak, devletli ve sınıflı sistemin kendini var edip meşru hale getirmesinin en temel harcı olmuştur. Çünkü hiçbir sistem, kendi varlığını meşru hale getirmeden egemenlik kuramaz ve yaşayamaz. Devletli ve sınıflı sistem demek, insan toplumunun bütün değerleriyle yok olması yani tanınmaz hale gelmesi demektir. Devlet ve sınıflı sistem demek insanın, kendisine düşman olması demektir.
Günümüz kapitalist toplum ve birey yapısı/gerçeği, iktidar olmakla ve maddi olarak varlıklı olmakla var olabileceğini düşünen toplum ve birey gerçekliğidir. “Kendi hayatını kurtar, toplumsal sorunlardan sana ne. Gemisini kurtaran kaptandır. Sadece kendini düşün, başkasını boşver, devlet dairesinde bir memur ol hayatını kurtar ” zihniyeti, devletli sınıflı sistemin insanda yol açtığı tahribatlar ve yaralar olmaktadır. Kapitalizmde milliyetçilik, egemenlik kurmanın ve sistemin meşruluk kazanıp, toplum üzerinde egemenlik kurmanın argümanı olmaktadır. Aksi halde emperyalist/sömürgeci savaşlara kitle desteği sağlamanın imkânı yoktur.
Çünkü ulus devlet, sermayenin, şiddetli sömürü savaşını yani emperyalist yayılmacı savaşı ulusun savaşı ve varlık gerekçesi yapıyor. Son 100/150 yılda, milliyetçilik, sermaye tarafından korkunç bir şekilde kullanıldı ve toplumlar, farkına varmadan bu sömürü savaşlarına alet edildiler. Toplumların, milliyetçilik yapmaya ihtiyaçları yoktur. Ancak toplumlar, özellikle kapitalist sistemin her bakımdan kurbanı olup, korkunç bir kirlenme yaşadılar. Kürdistan’da PKK öncülüğünde gelişen demokratik ulus çizgisi ve komünal yaşam paradigması, kapitalizmin ve katı ulus devletin alternatifi olarak varlık gösteriyor. Yeni insan, yoldaşlık ilişkilerini derinden yaşayan ve toplumsal değerleri özümsemiş özgür insan ve birey olmaktadır. Komünal sistemi/sosyalizmi bir devlet sistemi haline getirenler, başarılı olamadılar.
Oysaki komünalizm/sosyalizm toplumsal yaşamın kendisidir. Komünal yaşamda parti bile yoktur, komün toplulukları vardır. Parti kavramı, bölüm/grup/ hizip demektir. Parti kavramı aslında kapitalist ve sınıflı sistemdeki siyasi grupları ifade eder. Yani parti, aslında sınıflı sistemin toplumda yarattığı siyasi dağınıklığı ve bölünmüş durumunu ifade eder. Komünalizmde parti-part/grup/hizip/kesim/ bölüm yoktur, saf haliyle toplum vardır ve çeşitli meslek grupları var ama toplum, bozulmamış haliyle vardır. Kimi sosyalist ülkelerde, komünist/sosyalist Parti’nin, bütün herşeyi kendi denetimine alması ve toplumu sistemin dışına itmesi, sosyalizmin ne kadar yanlış yaşanıldığını ortaya koydu ve aslında sosyalizmin devletle gelişmeyeceğini ve toplumun devletle özgür olmayacağını gösterdi.
Kapitalizminde insanlar arasında insani ilişkilerin olmasına imkan yoktur. Çünkü kapitalizmde, insanlar arasındaki ilişkilerin niteliğini ve tarzını maddi ilişkiler belirliyor. Benlik özel mülk sahibi olmakla ortaya çıktı. Ve özel mülk sistemi, liberalizm olduğu sürece, insanlar arasındaki ilişkilerin, maddiyata dayalı ilişkiler olmaktan çıkıp, tümden insani ilişkilere dönüşmesi zordur. Her bireyin fedakarlık yapmasıyla toplumsal değerler yaşanılır olur. Toplum, bireylerden oluştuğuna göre, özgür bireyler özgür toplumu oluşturur. Her bireyin, kendisinden fedakarlık yapması zorunlu olmaktadır. Bu sadece maddi yaşam için değil, yaşamın ulusal, inançsal ve her yönü için gereklidir.
Maddi paylaşımı bilen birey ve toplumun, farklı milli ve kimliksel, kültürel değerlerinde kaynaşmasını bilecek ve bizzat yaşayacak. Her türlü toplumsal, yaşamsal ve insani değerlerin paylaşımıyla, topluma dayalı komünal bir sistemle insanlık kendi özgür yaşamının sahibi olabilir. Kürdistan’da bu yaşamın yoğun çalışmaları yapılıyor. Tabiki bu sistemin kısa sürede kurulacağını düşünmek doğru değil. Toplumsal değişimler yüzlerce hatta binlerce yılı buluyor. Ama şimdiden bunun uğraşı içinde olmamız büyük önem taşıyor. Çünkü doğa alarm veriyor ve insanlık zor durumdadır. İnsan toplumu, kısa vadede, demokratik bir düzen kurabilecek birikim ve güce sahiptir. Doğru bir demokratik sistemle komünal sistemi kurabiliriz. Yeterki kapitalizmi ve her türlü kötülüğü ret edelim, insanlık yolunda yürüyelim.