HABER MERKEZİ – Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel programda konuşan Duran Kalkan, Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve buna karşı mücadele, Şehitler Ayı ve Türkiye’deki seçimler konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’deki faşizmin herkes için tehlike yaratacağını belirten Kalkan, bu nedenle mücadelenin daha çok yönlü ve daha yaratıcı olarak sürdürülmesi gerektiğini belirtti. Herkesin bu mücadeleye katılması gerektiğini belirten Kalkan “Faşizm topyekun saldırıdır. O halde antifaşist direniş de demokratik direniş de topyekun olmak durumunda. Bazı çevreler katıldılar, bazıları katılmadılar. Katılmayanlar şimdi en büyük zararı görüyorlar. O halde herkes gerçekleri görüp doğru görmeli, doğru anlamalı ve antifaşist demokrasi mücadelesinde tam bir birlik halinde, yaratıcı yöntemlerle, bu ırkçı, şoven, faşist, soykırımcı zihniyeti, zihniyet ve siyaseti Türkiye’den silip atacak, Türkiye toplumunu, gençlerini, kadınlarını, halklarını zehir olan bu zihniyet ve siyasetten kurtaracak topyekun bir mücadeleyi gerçekleştirebilmeliyiz ve başarılı olmalıyız” şeklinde konuştu.
Kalkan’ın açıklamaları şöyle:
Öncelikle tarihi, İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Tecrit sürüyor, bir değişiklik yok. Bu konuyu değerlendirdik. Hukukçular da değerlendirdiler aslında. Verilen sözlerin yerine getirilmediği ifade edildi. Onun ötesinde İmralı’ya dair herhangi bir bilgi yok. 26 aydır hiçbir bilgi alınamadı. Bundan dolayı kuşkusuz endişeler, kaygılar çok fazla. Kürt toplumunda tedirginlik, öfke çoktur. Onu ifade edebiliriz.
Bir seçim süreci yaşandı. Bu kadar mutlak tecridin, ağır tecridin olduğu bir ortamda Önder Apo’yu, seçim tartışmalarını da gündeme getirdiler. Kendilerine göre Türkiye’deki seçimi, seçim tartışmalarını bunun üzerine oturtmak istediler. Bir yönüyle anlaşılırdı tabii. Türkiye’nin en temel sorunu Kürt sorunudur. Kürt özgürlük iradesi olarak da Önder Apo İmralı’da tutuluyor. Bunu dünya alem biliyor. İmralı’da tutanlar, Türkiye’nin iktidarı muhalefeti denen çevreler de iyi biliyorlar.
SEÇİM TARTIŞMASINDA KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ GÜNDEME GELMEDİ
Bu bakımdan bir yoğunlaşmış siyasi mücadele süreciydi. Dolayısıyla Önder Apo gündeme kuşkusuz gelebilirdi denebilir. Çünkü Kürt sorunu tartışılacaktı. Kürt sorunu tartışıldığı zaman da Önder Apo gündeme gelmeden bir tartışma olamazdı. Fakat durum böyle olmadı. Kürt sorunu, Kürt sorunun nedenleri, Kürt sorununa çözüm yol yöntemleri tartışılıp da bu nedenle Önder Apo gündeme getirilmedi. Tersine, en büyük terörü 100 yıldır soykırım düzeyinde Kürt halkı üzerinde uygulayanlar Önder Apo’yu, Kürtleri, Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni, partimizi terörle, teröristlikle suçlamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Derler ya, dilin kemiği yok. Ucuz bir biçimde bunu iç ve dış kamuoyuna da böyle kabul ettirmeye çalıştılar. Yine öyle yapmaya çaba harcıyorlar. Öyle yapacaklarını, Türkiye’deki sürecin böyle devam edeceğini sanıyorlar.
Bu tabii üzerinde durulması, eleştirilmesi gereken önemli bir durum. Dikkat edilirse bir seçim tartışması oldu. Kürt sorunu ve nasıl çözüleceği hiç gündeme gelmedi. Kürtleri terör ve teröristlikle gündeme getiriyorlar. Ondan sonra da Kürt halkından, Kürt toplumundan kendi istediklerini yapmasını bekliyorlar, istiyorlar. Buna boyun eğeceklerini sanıyorlar. Kürtleri bölecek, parçalayabileceklerini sanıyorlardı. Özel savaş kapsamında hile, oyun peşindeler. Bu ortaya çıktı. Çok basit ve ahlaksızca bir tutumdur. Bunu üzerine basarak yeniden vurgulamak lazım.
ÖNDER APO ÇÖZÜM İRADESİ OLDUĞU İÇİN GÜNDEME GELDİ
Bol keseden vaatte bulunmasının ötesinde Türkiye’nin temel sorunlarını ortaya koyarak, onlara çözüm öneren hiç kimse olmadı. Bir de bu noktada çözüm gücü, çözüm iradesi olduğu için Önder Apo gündeme geldi. Tabii bu da anlaşılır bir durumdu. Gerçekten de Türkiye toplumuna özgür ve demokratik gelecek vadedecek herhangi bir politik güç, çevre yok. Politik zihniyet, tavır, tutum söz konusu değil. Tam tersine Kürtlere soykırımı, Türkiye’ye de faşist baskı ve terörü layık görüyorlar ve esas alıyorlar. Yüzyıllık devlet sistemi bu temelde işliyor. Son dönemin politikası da iktidarı ve muhalefetiyle tümüyle bu ucuz yaklaşıma oturmuş durumda. Bunu aşacak bir şey görülmedi.
Demirel hep derdi, “meyve veren ağacı taşlarlar” diye. Önder Apo’ya dönük söylemlerin, saldırıların bu boyutu da var tabii. Çok öfkeliler. Niye Kürt sorununu açığa çıkartıyor? Niye Kürt sorununun özgürlükçü, demokratik çözüm yol ve yöntemlerini geliştiriyor? Niye kardeşçe çözümü ve yaşamı öneriyor? Böylece Türkiye’de mevcut siyasetin tersine alternatifi olan bir siyaset ve zihniyet öneriyor diye çok öfkeliler, çok kızgınlar. Çünkü maskelerini düşürüyor, gerçek yüzlerini açığa çıkarıyor. Söylemlerinin ne kadar yalan ve sahte olduğunu, gerçek yüzlerinin ise faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyaseti içerdiğini net bir biçimde herkese gösteriyor. Bir aydınlatıcılıktır İmralı gerçeği, Önder Apo’nun İmralı’daki duruşu, direnişi.
İmralı direnişi ne anlama geliyor, ne kadar anlaşılıyor diye soruluyor ya, ona cevap vermeye çalışıyorum. Böyle davrandıklarına göre anlıyorlar. Aslında anlıyorlar da doğru yaklaşmıyorlar, insanca yaklaşmıyorlar, özgürlükçü ve demokratik yaklaşmıyorlar. Faşist, sömürgeci, soykırımcı, çıkarcı, katliamcı, savaşçı yaklaşıyorlar. Kürt düşmanı, halklar düşmanı, kadın düşmanı bir zihniyet ve siyasete sahipler. Dolayısıyla tersini yapıyorlar. Tabii bilmediklerinden değil, iyi bildikleri için yapıyorlar. Bile bile yapıyorlar. Bunun anlaşılmayacak bir yanı yoktur.
Diğer yandan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele devam ediyor. İçte ve dışta kadınlar, gençler, halkımız dünyanın dört bir yanında dostlarımızla birlikte kesintisiz bir mücadele yürütüyorlar. Geçen dönemde de bu mücadele sürdü. Ve tekrar hepsini selamlıyorum. Başarı dileklerimi ifade ediyorum. Bu mücadelelerin çok önemli olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum.
HEM İMRALI SİSTEMİ TEŞHİR EDİLMELİ HEM ÖNDER APO’NUN DÜŞÜNCELERİ DAHA ÇOK YAYILMALI
Bu konuda dış çevrelerin de büyük destekleri var. Dostların, akademisyenlerin, sendikaların, işçi emekçilerin, aydınların mücadeleleri önemli. Daha çok arttırmamız gerekli. Hem Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele yayılıyor hem de bu mücadeleye katılım dost çevrelerde daha çok güçleniyor. Çünkü Önder Apo’nun düşünceleri yayıldıkça, insanlar bu düşüncelerin sahibinin İmralı gibi bir işkence ve soykırım sisteminde yaşamaması gerektiğini, mutlaka fiziki özgürlüğüne sahip olması ve o düşüncelerini geliştirerek insanlığın hizmetine sunması gerektiğini düşünüyor, ifade ediyor ve talep ediyorlar. Herkesin buna ihtiyacı var. Bir ihtiyaç olarak görüyorlar. Önder Apo insanlığın sorunlarına çözüm öneren, çözüm getiren en kapsamlı ve sistemli düşünce gücüne sahip. Yeni paradigma ile birlikte böyle bir sistemli düşünceyi ortaya koymuş durumda. Dolayısıyla bunu yaydıkça mücadele daha çok artıyor, insanlar sorumluluklarını bu temelde daha fazla hissediyorlar. Dolayısıyla da mücadeleye daha çok sahip çıkıyorlar.
ULUSLARARASI GÜÇLER VE KURUMLAR DA TECRİTTEN SORUMLU
Demek ki hem İmralı işkence ve tecrit sistemini, soykırım sistemini teşhir etmemiz lazım hem de Önder Apo’nun düşüncelerini daha çok yaymamız gerekli. Bunları yaptıkça İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde mücadele gelişecek, büyüyecek. Bundan kuşku duyulmaz. Bu çerçevede yeni birçok heyet var, kurum var. En son Uluslararası İmralı Barış Delegasyonu diye bir heyet geldi, muhatap kurumları ziyaret etti, görüş alışverişinde, tartışmalarda bulundular, kendi görüşlerini ifade ettiler. Aldıkları görüşler temelinde yurt dışı alanında İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı mücadeleyi daha çok geliştireceklerini, güçlendireceklerini söylediler. Oldukça fedakar, tutarlı bir durum. Önemli çalışmalar bekliyoruz.
İmralı işkence ve tecrit sisteminin 25’inci yılında bulunuyoruz. Önder Apo 25 yıldır İmralı işkence ve tecrit sisteminde tutuluyor, soykırım sisteminde tutuluyor. Bu 25’inci yıl hukuki olarak Önder Apo’nun durumunun değerlendirilmesi gereken bir yıldır. Bunu hiç kimse görmezlikten gelemez, göz ardı edemez. TC devleti bunun için ilgili yasal düzenlemeleri yapmadı diyerek geçiştiremez. Evet, İmralı sisteminin oluşturulması ve yürütülmesinden TC devleti sorumlu. Ama örneğin NATO da sorumlu, Avrupa Birliği de sorumlu. Onun bütün kurumları Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İşkenceyi Önleme Kurumu sorumlu. Siyasi olarak devletler de sorumlu. ABD yönetimi başta olmak üzere İngiltere, İsrail ve bütün Avrupa devletleri uluslararası komplodan, dolayısıyla Önder Apo’nun kaçırılıp 25 yıldır İmralı işkence ve tecrit sisteminde tutulmasından sorumlular. Hiç kimse bu sorumluluktan kaçamaz. Kendisini sorumluluk dışı göremez. 25’inci yılındadır İmralı işkence ve tecrit sistemi, o halde tüm bu güçler değerlendirme yapmak zorundalar. 25’inci yılın gerekleri budur. Hukuki gerekleri bu. Hukuktan, demokrasiden, demokratik hukuktan, insan haklarından ve bunun hukukun eşit uygulanmasından söz ediliyorsa, bunlar insanlığı aldatma değil de gerçekse, o zaman bu durumu değerlendirmek zorundalar. Ama bu yönlü hiç kimsede herhangi bir kıpırdanma görülmüyor, herhangi bir hareketlenme görünmüyor. 15 Şubat’tan beri üç ay geçti; yani yılın dörtte biri geçti fakat dikkat edilirse herhangi bir girişim yoktur, duyarlık yoktur. Böyle bir gündem oluşturma yok. Bu kabul edilebilir bir durum değildir.
TECRİT GÜNDEMLEŞMELİ
Bu konuda Önder Apo’nun savunmasıyla ilgili olan hukuk çevreleri daha fazla duyarlı olmalılar. Daha çok çaba harcamalılar, daha çok araştırmak gerekli. Böyle durdurulamaz, bu biçimde kabul edilemez. İmralı işkence ve tecrit sistemini teşhir eden mücadelelerle bu durumu daha çok gündeme getirmek gerekiyor. 25’inci yılda mevcut durumun değişmesi lazım. Eşi görülmemiş bir tecrit uygulanıyor. Önder Apo’nun hakkında bir bilgi bile dışarıya çıkartılmıyor. Avukat görüşü yok, aile görüşü yok, dışarıyla hiçbir irtibat yok. Kimse bilemiyor ne durumda olduğunu, nasıl yaşadığını. Halbuki gerçekte bunun tam tersi olması gerekiyor. Şimdi, en azından ideolojik, siyasi olarak Önder Apo’nun düşünceleri temelinde Kürt sorununa, onun çözümüne benzer şeylere yaklaşmıyorlarsa bile hukuki olarak Önder Apo’nun İmralı’da tutulma durumuna dönük girişimlerinin olması lazım. Eğer gerçekten hukuk denen bir şey varsa ve bunu koyanlar buna inanıyorlarsa, herkes için geçerlidir uyguluyoruz diyorlarsa, o zaman Önder Apo için de uygulamalılar, derhal girişim başlatmalılar. Böyle bir duruşu kabul edemeyiz. Böyle sessizliği, sessizce geçiştirmeyi kabul edemeyiz. Hiç kimse kabul edemez. Halkımız, insanlık, ezilenler kabul etmezler. Etmiyorlar da zaten. Sürekli karşı çıkıyorlar. O bakımdan bu çok önemli. Bunun da yeterince güçlü bir biçimde gündemleşmesi lazım.
Mücadelede en önemli şey, tabii ki Önder Apo’nun 25’inci yılda durumunun gözden geçirilmesi. Aslında büyük değişikliklerin olması gerekiyor. İster müebbet, ister ağırlaştırılmış, ne denirse densin bunu gerektiriyor. Herkese böyle uygulanıyor; o halde İmralı’da da, Önder Apo’ya dönük de uygulanmalı. Biz bir de bunu böyle gündeme getirmeliyiz.
Önder Apo İmralı mevzisindedir. Direniş nasıl anlaşılıyor denilirse; dikkate dikkat edelim, hiçbir şey etkilemiyor onu. Baskı, tecrit, tehdit, psikolojik baskı, hiçbir şey… Davaya kilitlenmiş, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümüne, Kürt varlığının ve özgürlüğünün sağlanmasına kilitlenmiş, bunun Türkiye’nin demokratikleşmesi, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, insanlığın özgür ve demokratik yaşamının ilerletilmesi temelinde olacağına inanmış, bunun için fedai çizgisinde en küçük bir tereddüt ya da başka şey olmadan sürekli etkili, her türlü zorluğu göğüsleyen bir direniş var. İmralı direnişini doğru anlamak demek; Kürt sorununu doğru anlamak demek, Kürt gerçeğini doğru anlamak demek. Dolayısıyla Türkiye gerçeğini, TC devlet sistemini, bu devleti yaratan küresel kapitalist modernite sistemini, iktidar ve devlet sistemini doğru anlamak demek; günümüz Ortadoğusu ile insanlığına dayatılanları doğru anlamak demek. Bunlar birbiriyle etle tırnak gibi bu kadar bağlı. Bu anlamda da her türlü baskıya, sömürüye, zulme, faşizme ve katliama karşı bilinçli, örgütlü, başarılı bir mücadele etmek demek. Ancak böyle bir mücadele geliştirilirse ve başarı çizgisinde ile üretilirse işte o zaman İmralı gerçeği, İmralı direnişi, Önder Apo, Önderlik gerçeği, Önder Apo’nun düşünceleri doğru anlaşılmış olur, gerekleri yerine getirilmiş olur. Bu anlamda önemli gelişmeler oluyor tabii ki. Tartışmalar var. Hareket ve halk olarak biz de sürekli bir yoğunlaşma ve mücadele içerisindeyiz. Önümüzdeki süreçte daha çok da derinleştirecek .
HAKİ KARER’İN ANISINA PKK KURULUŞ SÜRECİ GELİŞTİRİLDİ
Şehadetinin 46’ncı yıl dönümünde büyük şehidimiz Haki Karer yoldaşı saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 46 yıldır anısını yaşatmak ve amacını başarmak için hareket ve halk olarak tarihin en anlamlı ve önemli bir mücadelelerinden birisini yürüttük. 47’nci yılda bu mücadeleyi başarı çizgisinde, zafer çizgisinde, Önderlik ve şehitlerin izinde daha güçlü yürüteceğiz. İnanıyoruz, daha doğru yürüteceğiz ve daha başarılı olacağız.
Haki Karer yoldaş, 18 Mayıs 1977 günü Antep’te TC’nin kontrgerillası tarafından bir hileyle, oyunla pusu kurularak katledildi. Bu Apocu gurubun ilk büyük şehidiydi. Önder Apo “başımızdan kaynar sular dökülmüş gibi hissettik” dedi. “Böyle bir şehidin anısına doğru cevap nasıl verebiliriz diye düşündük ve bir yandan partileşme sürecini geliştirdik, PKK’nin kuruluşunu sağladık. Diğer yandan şehidin anısını yaşatmak için öz savunma direnişini geliştirdik. Meşru savunma temelinde halkın varlık ve özgürlük mücadelesini başlattık. Haki Karer yoldaş bu biçimde katledilmesiydi. PKK’nin gidişi nasıl olurdu belli değildi” dedi. “Aslında böyle bir yönü geliştirmemize tamamen bu katliam yol açtı. Dolayısıyla PKK ve Kürt özgürlük direnişi, Haki Karer’in anısının örgütlü ve eylemli kılınmasıdır” dedi. Bu büyük direniş, 46 yıldır bu kahramanca yürüyüş, şehadet çizgisindeki fedai yürüyüşü, her türlü zorluğa ve engele karşı Haki Karer yoldaşın anısına sahip çıkmak, o anıyı yaşatmak, amacını başarmak için geliştirildi.
PKK böyle bir partidir. Kürt Özgürlük Hareketi böyle bir direniş hareketidir. Bunun bilinmesi lazım. Tabii böyle bir hareketi geliştiren önderliksel çıkış da, şehitlerin anısını doğru sahiplenme ve yaşatma amacı temelindeki bir çıkıştı. Önder Apo’nun devrimci çıkışı da 12 Mart 1971 faşist askeri darbesinin saldırılarına karşı direniş içerisinde şehit düşen Türkiyeli devrimci önderlerin anılarına sahip çıkmak ve onları yaşatmak için oldu. Bu şehadetlerin büyük kısmı da Mayıs ayındaydı. Örneğin 6 Mayıs’ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Ankara’da idam edildiler. Önder Apo da onlar idam edildiğinde aynı cezaevinde, bir ay önce tutuklanmış bir tutsak konumundaydı. Yine 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır Emniyeti’nde işkencede İbrahim Kaypakkaya katledildi. O zaman Önder Apo, Apocu grubun temellerini atma, bu anıları anlama ve onlara doğru sahip çıkmak için ilk adımları atma gücünü, cesaretini gösterme, onun kararlılığını ve bilincini geliştirme çabası içerisindeydi.
Mayıs ayı, Türkiye devrimci hareketi açısından da önemli bir ay. Deniz Gezmişler, İbrahim Kaypakkaya şahsında Türkiye devrimci hareketinin sol, sosyalist ve demokratik hareketinin şehitlerini de saygı ve minnetle anıyorum. İbrahim Kaypakkaya’nın şehadetinin 50’nci yıl dönümü oluyor. 50 yıldır bu direniş o devrimci önderlerin anısına yürüyor. Önder Apo’yu da şehitler yürüttü. Önder Apo her zaman, “Bu şehitler bana güç verdi. O onların amaçları ve anıları yerde kalmasın, başarısız kalmasın diye böyle bir mücadeleyi hiç de hazır olmadığım bir ortamda göze aldım, girdim ve bu mücadeleyi bu kadar geliştirmek için çaba harcadım” dedi.
Bu 50 yıllık büyük mücadelenin yarısı dışarıda; Ankara’dan tut, Kurdistan’a, Ortadoğu’ya kadar yürütülen mücadeleyle geçti, yarısı da İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı direniş içerisinde geçiyor.
BÜTÜN ŞEHİTLER 18 MAYIS ÇİZGİSİNDE YAŞADI, YÜRÜDÜ
18 Mayıs 1977’de Haki Karer şehit düştü; bir şehit oldu. 19 Mayıs 78’de Hilvan da Halil Çavgun şehit düştü; Haki Karer anısına eylem geliştirirken iki şehit oldu. 17 Mayıs 1982’de 12 Eylül cuntasının Diyarbakır’ı zindan ile aydınlatan Dörtler’in büyük direnişi geldi. İki şehit, dört oldu, dört sekiz oldu, sekiz on altı oldu, yüz oldu, bin oldu, on bin oldu. 46 yıldır 46 binin üzerinde kahraman şehit ortaya çıktı.
Bir şehidin anısı böyle büyük bir şehadet hareketini ortaya çıkardı. Şehitler ordusunu geliştirdi, yarattı. Bunu görmek gerekiyor. Kesinlikle bu kadar şehadet çizgisindeki fedai direnişinin Önderliksel çıkışla ve Haki Karer’in anısına sahip çıkmakla kopmaz bağı var. Bunu doğru anlamamız lazım.
Bu direnişler, şehadetler mayıs ayında oldu, diğer aylarda oldu, her günde oldu. Sayıları on binleri buldu. Her güne onlarca, yüzlerce direniş ve şehadet düştü. Mayıs ayının her günü böyle şehitlerle, şehadet çizgisindeki direnişle dolu oldu. Mayıs ayı, böyle şehitler ayı oldu. Her gününde onlarca şehit vardır. Onlarca şehide yol açan kahramanca direnişler vardır. 18 Mayıs böyle bir şehadet yürüyüşü, fedai yürüyüşü ortaya çıkardığı, başlattığı için şehitler günü oldu. Bütün şehitler 18 Mayıs çizgisinde yaşadı, yürüdüler, şehadete ulaştılar. 18 Mayıs ruhunu taşıdılar.
Şehitler gerçeğini doğru anlamak önemli. Her zaman ifade ediyoruz; bizi eğiten, örgütleyen, birleştiren, bir arada tutan, cesur kılan, fedakar kılan, engelleri aştıran yegane güç, her zaman her yerde en temel güç kaynağımız, bize doğruyu, doğru yaşam yolunu gösteren öncülerimiz, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı şehitler çizgisinde, şehitler öncülüğünde, şehitlerinin komutasında yaşıyorlar.
ŞEHİTLER YOLUMUZU AYDINLATIYOR
Bütün gelişmeleri yaratan, 46 yıldır özgürlük adına Kurdistan’da yaratılan her türlü kazanımın arkasında kesinlikle şehitler gerçeği var. Bütün bu kazanımlar şehitler öncülüğünde yaratıldı. Şehitler çizgisinde yürütülen mücadeleyle yaratıldı. Başka türlü gerçekten de böyle bir mücadeleye dayanmak, bu koşullarda mücadele etmek mümkün değildi. Önder Apo bunu her zaman söyledi. Dışarıdaki mücadele koşulları için de söyledi, İmralı için de söyledi. İmralı’daki direniş durumu bütün Kürt insanlarının, Kürt yurtseverlerin dört parça Kurdistan’da ve yurt dışındaki duruşudur, direnişidir. Önder Apo tarafından temsil ediliyor çünkü. O halde en temel güç kaynağı, şehitler gerçeği oluyor. Şehitler bize şunu emrediyor, ifade ediyor; doğru yaşam, özgür yaşamdır. Özgür yaşam dışında asla bir yaşam kabul edilemez. Yaşam olacaksa özgürce olacak. Onun dışında bir yaşam kabul edilmeyecek. Önder Apo bunu böyle ifade etti ve şehitlerin bize emri olarak tanımladı. Özgür yaşam için ne gerekiyorsa o yapılacak. Onun için her türlü cesaret ve fedakârlık gösterilecek, her türlü zorluk ve engel göğüslenecek, her koşulda direnilecek. Başka türlü olmaz, başka türlü doğru yaşanmaz.
O bakımdan şehitler yolumuzu aydınlatıyor. Bize gerçeği, doğruyu yolu gösteriyorlar. Doğru yaşamın, özgür yaşamın, adil yaşamın nasıl olduğunu her gün her an bize hissettiriyorlar, öğretiyorlar. Bunu hissettiğimiz, anladığımız, bu temelde kendimizi eğittiğimiz, örgütlediğimiz oranda cesur ve fedakar oluyoruz, özgürlükçü oluyoruz, direnişçi oluyoruz. Her türlü zorluğu yenen, her türlü engeli aşan yenilmez militanlar haline geliyoruz.
ŞEHİTLERİ OKUMALI VE İNCELEMELİYİZ
Bu militanlık çizgisi, fedai çizgisi işte Zap, Avaşîn ve Metîna direnişiyle nasıl bir doruk yaptı? Her türlü zorluğu göğüsleyen, her türlü düşman saldırısına karşı mutlaka direnip kazanabilen bir irade, cesaret ve fedakarlık haline geldi. Böyle bir ruhta, düşüncede yaşamda, çizgide “olmaz” yoktur, “başarılamaz” yoktur. Her koşulda, her türlü durumda, her türlü düşman saldırısına karşı direnme ve kazanma mümkündür ve gereklidir. Doğru yaşam da budur. Ve bu bunu esas alacaksınız diyor şehitler bize. Bu faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaset ortadan kaldırılmadıkça, yenilgiye uğratılmadıkça bu direniş böyle devam etmeli. Bunun bedeli göze alınmalı. Şehadet çizgisinde fedai yürüyüşü olmalı. Bu direnişten korkulmamalı. Bunun zayıflamasından, kesintiye uğramasından korkulmalı. Ve asla asla kesintiye uğratılmamalı. Ne dedi Ferhat Kurtay ve arkadaşları 17 Mayıs 1982’de Amed zindanında kendilerini yakarken? Su dökmek isteyenlere “Su dökmeyin, ateşi daha da gürleştirin” dedi. “Su dökmek ihanettir, söndürmeye çalışmayın” dedi. “Direnişi daha da büyütün, yayın geliştirin, sürdürün” dedi. İşte Mayıs şehitlerinin gerçeği budur.
Haki Karer’le başlayan gerçeklik bunu ifade ediyor. Şehitler ayı ve günü vesilesiyle tabii ki kahraman şehitler gerçeği üzerinde daha çok yoğunlaşmalıyız. Önderlik ve şehitler çizgisinde daha çok kendimizi gözden geçirmeliyiz. Eleştiri, özeleştiri geliştirmeliyiz. Ne kadar anlamışız şehitler çizgisini? Ne kadar hatamız var, eksikliğimiz var? Kendimizi bu temelde ne kadar eğittik? Ruhumuzu, duygularımızı, düşüncemizi, davranışlarımızı ne kadar temizledik, düzelttik, şehitler çizgisine çektik? Böyle bir iç sorgulama, eleştiri, özeleştiri içinde olmalıyız. Biz kendimizi şehitler çizgisinde geliştirmeliyiz. Bunun için her alanda tabii ki şehitleri anma ve anlama etkinlikleri tartışmaları düzenlemeli, şehitlikleri ziyaret etmeliyiz. Şehadet olaylarını tartışmalıyız, araştırmalıyız. Şehitlerin bize bıraktıklarını, şiirlerini, yazılarını, raporlarını okumalıyız, incelemeliyiz. Kendimizi bu temelde eğitip yenileyerek, düzelterek örgütlemeliyiz.
47’inci şehitler yılında bu çerçevede önderlik ve şehitler gerçeğini daha doğru anlayan ve başarılı uygulayan devrimci ve yurtseverler haline kendimizi getirmeliyiz. Biz Hareket ve halk olarak bu temelde yaklaşıyoruz. Bu 46’ıncı şehitler ayını da böyle bir ruhla, duyguyla yaşıyoruz. Kendimizi güçlendireceğiz ve bu güçlenme temelinde de 47’inci yılı daha büyük bir mücadele yeri, daha büyük başarıyla haline getireceğiz. Bunlar temelinde bir kere daha Haki Karer yoldaşı ve şahsında Mayıs ayı şehitlerimizi, onların şahsında da tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anılarını yaşatma ve amaçlarını başarma sözümüzü yineliyorum.
KÜRT HALKININ TOPLUMSAL DURUŞUNU SELAMLIYORUZ
Bir seçim oldu. Ne kadar adil, özgür, eşit seçim olduğu tartışmalı tabii. Öyle olmadığı biliniyor. Fakat yine de bir seçim oldu. Aslında bu kadar olacağına dair de kuşkularımız vardı. Fakat bu seçime nasıl gelindi? Seçim öncesi ne tür baskılar oldu, tutuklamalar, engellemeler yaşandı? Bunları şimdi herkes tartışıyor. Gerçekten de ortada seçim denecek şey ne kadar var tartışılabilir.
Diğer yandan seçim sürecinde ne tür hileler oldu, neler yapıldı, bunlar da tabii tartışılıyor. Bunlarla birlikte ele almak lazım. Ama bütün bunlarla birlikte gerçekten de 14 Mayıs’ta bir seçim oldu, belli sonuçlar ortaya çıktı. Daha tam netleşip, kesinleşmemiş olsa da birçok çevre değerlendirme yapıyor. Kendi bakış açısıyla tartışıyor. Açıklamalar yapıyorlar. Çünkü çok önemliydi bu seçimler. İkinci yüzyılı başlatacak Türkiye’de deniliyordu ve bu yüzyılın hangi zihniyet ve siyaset temelinde şekilleneceğini aslında bu seçimle birlikte ortaya çıkan sonuçlar belirleyecekti. Bu bakımdan da çok önemliydi. Herkes de önem verdi ve bu çerçevede seçimler oldu. Daha yenidir. Yönetimimiz, hareketimizin yönetimi değerlendiriyor, tartışıyor. Kuşkusuz görüşlerini, önerilerini, bu temelde izleyeceği politikaları çok yakında kamuoyuna duyuracak. Şimdi daha öyle bir sonuca gitmiş değiliz. Dolayısıyla ben ancak bazı hususları bireysel olarak belirtebilirim.
Şimdi seçimler için hileler, baskılardan söz ediliyor fakat sonuçları açısından da muhtelif değerlendirmeler var. İşte kimisi diyor kazananı olmayan seçim, kimisi diyor ben kazandım, kimisi diyor işte seçim adil olmadı. Birçok şey söyleniyor. Söylenebilir ama ben öncelikle yönetimimizin de görüşleri ve çağrıları temelinde seçim için çalışma yürüten, 14 Mayıs’ta sandığa gidip oy kullanan, çıkarlarımız temelinde yine oylarını özgürlükçü ve demokratik güçlerden yana, kadınlardan yana kullanan yurtsever halkımızı selamlıyorum. Başarılarını da kutluyorum. Halkımızın görev verdiği vekillere de, aldıkları görevi yerine getirmede başarılar diliyorum.
Bu seçim de açıkça gösterdi ki, Kürt halkının duruşunda ve tutumunda herhangi bir değişiklik yoktur. Hemen bütün Kürdistan’da oy düzeyi bundan önceki seçimle aşağı yukarı aynıdır. Çok az inişi ve çıkışı var. Bu kadar baskıya, zulme, katliama, zindanlara doldurmaya rağmen Kürt halkı özgürlük talebinde, eşitlik talebinde, demokrasi isteminde büyük bir kararlılıkla duruyor. Herhangi bir gerileme, zayıflama kesinlikle yok. Bunu böyle görmek lazım. Bu çok önemli bir durum.
KÜRT HALKININ DURUŞUNDA KESİNLİKLE BİR GERİLEME YOKTUR
Kurdistan’da da böyle, diğer kentlere, Türkiye kentlerine, metropollere göçertilmiş olan Kürtler açısından da durum böyledir. Bu bakımdan Kürt toplumunda faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyete karşı olma, antifaşist ve soykırımcı direniş geliştirme, Kürt sorununun Türkiye halklarıyla birlikte özgür, eşit, kardeşçe çözümünü gerçekleştirme duruşunda, talebinde herhangi bir değişiklik yoktur. Bunda büyük bir ısrar var, kararlılık var. Bunu böylece sürdürüyorlar. Bu önemlidir. Gerçekten de teşekkür ediyoruz. Büyük bir teşekkürü, kutlamayı hak ediyor. Halkımızın bu tutumu, hiçbir zulüm ve işkencenin onları geriletemediğini, zayıflatamadığını ortaya koyuyor. Bunu ifade etmemiz lazım. Bu en büyük bir başarıdır.
Bazı çevreler, oyların gerilediğini, azaldığını değerlendiriyor. Partiler, örgütler özeleştiri yapacağız diyorlar. Kendi durumlarını değerlendiriyorlar. Tabii onlar ayrı, halkın duruşu ayrıdır. Halkla, siyasi çevreleri birbiriyle karıştırmamak lazım. Hata yapanlar, eksiklik gösterenler, kuşkusuz eleştiri özeleştiri ile buna yol açan nedenleri bulup giderilmelidir. Ama Kürt halkının duruşunda kesinlikle bir gerileme yoktur. Bu kadar baskıya, zulme rağmen bir gerileme yoktur. Hatta aslında daha büyük bir öfke ve mücadelecilik vardı. Eğer bu yeterli bir eyleme dökülmemişse, bunu eğitip örgütlemekle görevli olanlar kendi durumlarını değerlendirmelidir. Hata onlardadır, eksiklik onlardadır. Dolayısıyla toplumsal duruşta bir hata ve eksiklik yoksa selamlanacak ve kutlanacak bir duruştur. Biz böyle değerlendiriyoruz. Bu temelde de bütün Kürt halkını seçimde gösterdiği doğru ve başarılı tutum nedeniyle selamlıyor ve kutluyoruz.
DERSİM’İN, COLEMÊRG’İN BAŞARISINI KUTLUYORUM
Özellikle bazı yerlere vurgu da yapmak istiyorum. Örneğin Dersim. Dersim halkı kendi gerçeğine bilinçle örgütlülükle sahip çıkacak düzeyde olduğunu bu seçimle net koydu ortaya. Özel olarak selamlıyor, kutluyorum Dersim halkımızın başarısını. Çok önemli bir durum, çok önemli bir başarı. Özellikle de bir kadın adayı seçip kendilerine temsilci yapmış olmaları, tutumlarını daha da çok takdire şayan kılıyor.
Diğer yandan Colemêrg halkımızın tutumunu da selamlıyorum. Gerçekten firesiz, faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyete karşı çıkıyorlar, yurtsever tutum gösteriyorlar. Colemêrg’e, Botan’a yakışan tutum da bu. Tekrar o tutumu gösterdiler. Dolayısıyla Colemêrg halkını da tutumu nedeniyle selamlıyor, kutluyorum. Dersim’in, Colemêrg’in; Kurdistan’ın bu iki kalesinin böyle bir yurtsever, devrimci, demokrat tutum göstermesi çok önemli. Kürt halkının tutumunu temsil eden iki somut örnek. Aslında Kürt halkının genel duruşu böyledir. Bu seçimde de bu bir kere daha kanıtlanmıştır seçimde ortaya çıkan sonuçlarla.
Cumhurbaşkanlığı seçimi netleşmedi. İkinci tura kaldı. Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu ikinci turda yarışacaklar deniliyor. Yüksek Seçim Kurulu biraz önce açıkladı bunu. Bunu değerlendiriyor herkes. Milletvekili seçimleri büyük ölçüde kesinleşmemiş ama aşağı yukarı belli olmuş durumda. Genel tablo şu aslında; daha önce seçime girmiş olan bütün partilerin oy kaybı vardır. Kazananı yok, oyunu arttıran yok. Genel olarak ne var? Bazı yeni partiler devreye girmişler işte. Yüzde birbuçuk, iki, iki buçuk oy aldılar. İşte TİP’tir, Refah Partisidir, Zafer Partisi gibi partiler. Bu, yıpranmadan dolayı kaybedilen oyları almış oluyorlar.
KENDİ TABANLARINA PROPAGANDA YAPTILAR
Diğer partilerde düşüş vardır önceki seçime göre. Nedenlerini kuşkusuz herkes kendi açısından sorguluyor, sorgulayacak. Niye bu düşüş oldu? Dikkat edilirse bu düşüşü en ustaca telafi eden Cumhur İttifakı oldu. Örneğin en çok düşüş AKP’dedir. Yüzde 42’den 35’e düşmüş, 7 puan. MHP’de düşüş var az da olsa. Fakat ittifak nedeniyle yeni partileri katarak, aslında bu oy kaybının ittifakın oylarına ağır yansımasını azalttılar. En çok oy alan ittifak durumuna geldiler. Mecliste de en çok vekil bulunduran, aslında meclis aritmetiği bakımından seçimi kazanmış olan ittifak durumuna geldiler. Aslında böyle bir sonuç Millet İttifakı’nda bekleniyordu. Fakat Millet İttifakı bu düzeyi gösteremedi. Seçim çalışmaları, seçim propagandalarından hareket eden birçok çevre sonuç böyle olacak diye tahmin ediyordu. Fakat olmadı. Nedenlerinin sorgulanması gerekiyor.
Aslında kendileri kuşkusuz daha iyi sorgulayacaklar. Birçok parti bir araya gelmişti. Bir demokratik duruş gösteriyorlardı. Birbirleriyle anlaştıklarını ifade ediyorlardı. Demokratik birliğe güya ulaşmış gösteriyorlardı kendilerini. Belli ki bunu iyi anlatamadılar çünkü sağlam duramadılar. Tamı tamamına öyle değiller. İttifakta hata yaptılar herhalde. Ortak seçime girme fazla kazandırmadı. Onu anlayacak bir siyasi olgunluğa sahip olmalıydılar. CHP temelindeki seçime giriş, hem CHP hem diğer partilerde kayba yol açtı. Bir artı olarak çok fazla yansımadı.
Propaganda da; çok fazla kendi kendilerine propaganda ettiler, kendi tabanlarına. Onun dışına taşamadılar. AKP’nin uygulamalarının ötesinde Türkiye’nin sorunlarına açık çözümler gösteremediler. Temel sorunlara çözüm gösteremediler. Biraz ekonomi üzerinde durdular, adalet üzerinde durdular ama savaş üzerinde durmadılar. Örneğin Kürt sorunu üzerinde durmadılar. Daha çok Cumhur İttifakı’nın yönlendirmesi altında kaldılar. Ona cevap yetiştirmekle uğraştılar. Farklarını ortaya koyamadılar. Demek ki farkları yoktu. Düşünce yapısı olarak çok iyi değiller.
Bir de çok örgütlü olmadıkları ortaya çıktı aslında. Gerçekten bu kadar iktidar sorumluluğu üzerlerinde iken, bu kadar yıpranma yaşarken AKP bu oyları nasıl aldı? Diyorlar ki çok düştü. Düşecek tabii ama yine de bu koşullarda bu kadar oy almış olmasını hiç de böyle hafife almamak lazım. Nedenleri üzerinde durmak gerekiyor.
AKP-MHP TEHLİKELİ BİR TOPLUMSAL ŞEKİLLENME YARATTI
Önemli bir neden baskıdır. Başkaları üzerinde baskı uyguluyor. Bir neden, işte parayla insanları şey ediyor. Böyle bir şey yarattılar. Fakat temel başka iki neden daha üzerinde durmak lazım. AKP böyle nasıl bu duruma geldi ve sürdürüyor? Birincisi, örgütlü bir güç. Gerçekten de parti örgütü var. Yeniliyor örgütü, örgüt çalışıyor. Seçim faaliyetinde böyle basına çıkıp birkaç şey söylemek yoksa kendi tabanını toplayıp onlarla konuşmak yeterli değildir. Kendinden olmayan insanlara gidecek örgütlü ve planlı bir çalışma çok önemli. Bu anlamda en örgütlü şey olarak AKP ve MHP’yi insan değerlendirebilir. En ciddi örgüt onlarda var. Örgüt çalışması yürütüyorlar ve bu sonucu örgüt alıyor.
Bir diğeri de gerçekten de bir topluluk oluşturdular, bir zümre yarattılar. Parayla eğitimle, sanatla, edebiyatla Türkiye’deki insanların beynini yıkayan o MHP’nin ırkçı, şoven, milliyetçi, kızıl elmacı, Turancı düşünceleri, tarih anlayışı temelinde bir insan kitlesi ortaya çıkardılar. Böyle bir kitleleri var, onlardan oyu alıyorlar. Onlar kemikleşmiş kitle deniliyor. Bu kemikleşmiş kitle, bu temelde eğitilen, yaratılan kitledir. Bu anlamda aslında AKP, MHP çok tehlikeli ve çok ciddi bir çalışma yürüttü. 1970’lere kadar TC devletinin ortaya çıkardığı düzeyin hepsini yok ederek yeni bir tarih anlayışı, yeni bir ölçü, ilişki, yeni bir sermaye ve yeni bir sınıf, yeni bir topluluk ortaya çıkardılar. Açık ve net bir durum. MHP’ye yoklama yapıyorlar; hep oyları az görünüyor. Seçime giriyor, oy çıkıyor çünkü. Eğitimle, sanatla insanları şekillendirme vardır, bir toplumsal şekillendirmedir. Bu anlamda Kemalizm bitmiştir. 12 Eylül’den bu yana, özellikle de AKP-MHP ile birlikte yeni bir topluluk oluşuyor. Bu İttihat ve Terakki’nin o ırkçı, Turancı, soykırımcı zihniyet ve siyasetini günümüzde zirveye çıkarmayı ifade ediyor. Ve insanların beynini böyle yıkıyorlar. Şartlandırılmış dedikleri bir topluluk var ve bu topluluk bugün Kürtlere saldırıyor. Kürt soykırımını bu toplulukla yürütüyorlar. Kürtler bunun zararını görüyor ama bu herkes için zararlıdır. Herkes için tehlike bu. Herkesin bunu görüp anlaması lazım. Öyle AKP’ye basit yaklaşım olmamalı. Ucuz yaklaşım olmamalı. Çünkü hep öyle görüldü içte ve dışta. Şimdiye kadar birçok hatalar yapıldı. Evet, Kemal Kılıçdaroğlu, CHP şimdi karşı çıkıyor “bu iktidarı yeneceğiz” diye ama dün bu iktidarın en çok zorlandığı yerde en temel desteği kendileri verdiler.
Birçok çevre, dış güçler destek verdi. Bizim de hatalarımız oldu. Biz saklamıyoruz, özeleştiri veriyoruz, değerlendiriyoruz. Millet İttifakı’nda böyle bir örgüt yoktur. Böyle bir düzey de yok. AKP-MHP’ye karşı böyle bir mücadele de yürütmeli. Bu nedenle çok fazla sonuç alır gibi görünüyordu, tersine hayal kırıklığı biraz orada ortaya çıktı.
İTTİFAK GENİŞ TUTULMADI
Emek ve Özgürlük İttifakı için de; evet, biz özeleştiri yapacağız, diyorlar. Yapmalılar. Tabii bu sonuçlar tam başarı olarak görülemez. Hedefler koydular, bu hedefler gerçekleşmedi. Ama bundan dolayı halkı sorumlu tutmamalı, Kürt halkında en küçük bir gerileme yoktur. Faşizme, sömürgeciliğe, soykırıma karşıdır. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik için her türlü bedeli ödeyerek mücadeleci duruşunu sürdürüyor. Tutumunu bir kere daha 14 Mayıs sandıklarında ortaya koydu. Bunu herkes böyle görecek, kabul edecek.
Ama bunun ötesini örgütleyecek, bunu daha çok geliştirecek, büyütecek olan örgüttü, partilerdi. Neden öyle olmadı? Bu soru temelinde sorgulama yapmalılar. Çok önemli bir neden, ittifaklar oluşturmada hataları vardı. Örneğin, evet sol, devrimci demokrat örgütlere çok yöneldiler. Bu yanlış değildi fakat orada da tam bir birlik oluşturamadılar. Hem oraya yönelim oldu, diğer yandan bu antikapitalist demokrasiye açık ve İslami çevrelerden uzaklaşma oldu. Evet, sol demokratik harekete daha çok yönelim olmalıydı ama bütün demokratik çevreleri, İslami çevreler de dahil olmak üzere hepsini kucaklayacak bir ittifak olabilmeliydi. Bunları kendileri de değerlendiriyorlar da ama bu sefer öyle çok görünmedi.
Diğer yandan gerçekten de örgütlü değildirler, örgütlü çalışmıyorlar. Sadece seçim gelince, o da kendilerine, kendi çevrelerine propaganda yaparak, coşku, heyecan yaşatarak yeterli bir seçim çalışması yapılmış olmaz. Biraz böyle darlık oldu. Kendi dışındaki çevrelere gidecekken, gitmek yerine kendi tabanlarını coşku ve heyecana çektiler. Daha fazla sandığa götürdüler. O da yetersizdi. Örgütlü çalışmadan yoksunlar, örgütleri zayıftır. Kitle çalışması, parti örgütlenmesi, parti çalışması, kadın ve gençlik örgütlülüğü temelinde, bilinçlenmiş olanlarla yetinen değil de olmayanlarla, kendilerinden habersiz olanlarla olanlara, kitlelere sürekli gidecek bir çalışmadan, bu çalışmayı yürütecek örgütten yoksunlar. Böyle bir şeyle olmaz. Herhalde bunları daha fazla değerlendirirler, sorgularlar.
Bunların sonucunda, AKP en çok oyu kaybeden oldu. Fakat seçim sonuçları biraz da tahmin edilenden farklı oldu. Bunu da kabul etmek lazım. Hep AKP’nin oy kaybettiğini görmemek lazım. Hiç onu öne çıkartmamak gerekli, sadece sanki hiç oy kaybetmeyecekmiş gibi…
Kurdistan’da çok ciddi bir değişiklik olmadı. Onu net ifade edebiliriz. Ne yaparsa yapsın, toplumun üzerinde o kadar baskıya, zulme rağmen boyun eğdiremedi. Tam tersine öfkesi, tepkisi çok fazlaydı toplumun. Bunu örgütleyecek yöneticileri, öncüleri, o öfkeyi, tepkiyi yeterince örgüte ve eyleme dönüştüremediler, genişletemediler. Eksiklik bunu yapması gerekenlerde oldu. Ama diğer yandan AKP’nin hala bu kadar oy alabilmiş olması, bütün muhalefeti bir özeleştiriden geçirmeli. Değişim talebi herkeste oluşmuştu, dış çevrelerde de vardı. Herkes değişim bekliyordu. Bunu gerçekleştirememek elbette ki ciddi bir eksiklik. O halde özellikle muhalefet bu eksikliğin nedenlerini daha doğru ve ciddi sorgulamalı.
ARTIK KİMSE İŞLERİ TEK BAŞINA YÜRÜTEMEZ
Cumhurbaşkanlığı seçimi için bir şey diyemeyiz. Belli ki birileri Tayyip Erdoğan’ı da bu konuda biraz son zamanlarda yönlendirdi. Buna açık oldu. Kendi şeyini güçlendirici görüyor. Seçimden önceki son konuşmaları biraz öyleydi. Seçimle birlikte tutumu da öyle. Bunu böyle ve besbelli sürdürecek. Muhalefet, evet direteceğiz, diyor ama öncekine göre şansı azalmıştır. Öyle diyebiliriz. Şimdi bunun ötesinde herhangi bir şey belirtmeyelim.
Birkaç noktada değerlendirebiliriz, “bundan sonra ne olabilir” sorusunu. Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, mevcut seçim sonuçları şunu gösterdi: Kim hükümet kurarsa kursun, yönetim olursa olsun, bundan sonra şimdiye kadar olduğu gibi yalnız başına işleri yürütemez. Örneğin Cumhur İttifakı yeni bir hükümet kuracaksa, AKP yeni bir hükümetini daha kuracaksa, şimdiye kadarki gibi yürütemez. Toplumun, Türkiye’nin değişime ihtiyacı var ve bu değişim de ancak mümkün olduğu kadar birlik yaratılarak olur. Dediğim dediktir, istediğimi yaparım dayatmasında bulunanlar daha çok tepki alırlar, daha çok zarar görürler, kaybeden olurlar. Öncelikle seçimlerden çıkan mesaj gerçekten de herkesin katılacağı ve böyle Türkiye’yi bu sorunların altında çöker noktaya gelmekten çıkartacak bir ortak davranış belki daha ön ve ön açıcı olabilir. Yönetim olanların başarılı olmaları sanki buraya bağlı.
İkinci husus; biz önce de belirttik. Evet, seçim önemliydi fakat seçime büyük bir mücadeleyle geldik. Seçim, o yürüttüğümüz antifaşist, devrimci, demokratik mücadelenin bir parçasıydı. Bu seçimde ortaya çıkacak sonuca göre kendini şekillendirecek ama ortadan kalkmayacak. Sürecek dedik, şimdi de devam edecek, sürecek. O ortaya çıktı. Dolayısıyla seçim yalnız başına bir mücadele yöntemi değildir. Tekil bir mücadele yöntemi değil. Faşizm sadece seçimle yıkılmaz, aşılmaz, kesinlikle çok yönlü mücadele yöntemleriyle olur. Uzun süreli bir mücadeleyle olur. Bunu şimdiye kadar yaptık. Seçim bu konuda önemli bir veri çıkardı. Hala büyük bir direnme gücünün olduğunu ortaya koydu Kurdistan’da da, Türkiye’de de. Türkiye’ye de antifaşist, demokratik mücadelenin yayıldığı daha iyi açığa çıktı. Dolayısıyla bundan sonra mücadele çok yönlü daha fazla geliştirilebilir. Durmayacak, gelişecek, sürecek mücadele. Özellikle de AKP MHP faşizmi, Cumhur İttifakı bazı çevreleri de kattılar tehlikeli çevreleri, Hizbi-Kontra gibi; bunlara dayanarak çöktürme planı temelinde katliam ve imha saldırılarını, işgal saldırılarını her tarafa sürdürmeye çalışırlarsa, tabii ki onlara karşı çok büyük bir direniş gelişir, gelişecektir. Böyle olmak durumunda. Bunu bu biçimde görmeliyiz.
SEÇİMLER DİRENİŞ İÇİN ELVERİŞLİ ZEMİN YARATTI
Şunu ifade edelim; biz Hareket olarak deprem ardından eylemsizlik kararı aldık, ilan ettik. Bunları seçime kadar da uzattık, seçimin anlam ve önemini gördük, ona destek olsun diye. Fakat AKP ve MHP yönetimi bu tutumumuza karşılık vermedi. Saldırılarını gücü yettiği oranda sürdürdü. Her türlü saldırıyor. Zaten seçim çalışmaları boyunca bizi hedef yaptı. Bazı arkadaşlar da belirttiler, bir AKP- PKK seçimi oluyormuş gibi. Tek hedefi PKK yaptılar, gerillaya her türlü imha saldırılarında bulundular. Bu hala da devam ediyor. Gerilla da meşru savunma temelinde bu saldırılar karşısında kendini savunmak zorunda kaldı. Bu durumda olan bir direniş durumu da var. Geçmişte faşizm silahla saldırdı, katliamlarla saldırdı ve buna karşı silahlı direniş Zap, Avaşîn, Metîna öncülüğünde Kurdistan’ın her tarafında gelişti.
Bundan sonra da saldırılar bu biçimde olursa herhalde tekrar gerilla da, halk da, kadınlar, gençler de bu temelde direnirler, direnişlerini geliştirirler. Seçimler böyle bir direniş için oldukça elverişli zemin yarattı. Öyle zarar ortaya çıkarmadı. Kadınların iradesi ortaya çıktı, gençliğin iradesi ortaya çıktı, her türlü mücadeleyi yürütebilecek pozisyonda oldular. Dolayısıyla şunu söyleyebilirim; bütünlüklü bir yaklaşım Türkiye’yi ancak bir çıkışa götürebilir. Onun dışındaki büyük mücadeledir. O halde antifaşist, demokratik mücadele sürecek. Bu mücadeleyi ne sadece seçim ne de sadece silah olarak görmemek lazım. Çok yönlü mücadele olarak görüp geliştirmek gerekli. AKP-MHP faşizmi, ırkçı, milliyetçi, şoven, Turancı, Kızıl Elmacı zihniyet ve siyaseti her bakımdan topluma hakim kılmaya çalışıyor. Eğitimi bu temelde yürütüyor. Sanatı, edebiyatı bu temelde geliştiriyor. Ekonomi, maliyeyi buraya harcıyor. Faşist saldırı çok yönlüdür. Millet İttifakı’nın öngördüğü gibi sadece başkanlık sistemi getirilmiş; o sistemi parlamenter sistemle değiştireceğiz. Bu kadar değildir. Bu çok şematik bir şey. Bu böyle faşizme karşı mücadelede çok bir yeri yok. Halbuki Cumhuriyetin ilk 50 yılındaki kazanımların hepsini ters yüz etti bu yönetim. Hiç birisine direnemedi bu muhalefet. Bu kadar sanatçıya saldırdı, yazara saldırdı, demokratik olanları zindanlara doldurdu, ezdi, yurt dışına kaçırdı. Kendisi tamamen ırkçı, şoven, milliyetçi, kızıl elmacı zihniyeti ve siyaseti aşılayan bir yazar sanatçı çünkü bu kesimi oluşturdu. Böylece toplumu üzerinde yoğun bir toplum kırım yürütüyor. Gençlerin beynini bununla zehirlemeye çalışıyor. Bu zehre karşı her yönüyle mücadele etmek lazım. Yoksa bu zehir Türkiye toplumuna da zarardır. Kürtleri zaten güçleri yettiği oranda katlediyorlar. İnsanlık için de en büyük tehlikedir.
HERKES FAŞİST ZİHNİYETE KARŞI MÜCADELE ETMELİ
Bu faşizm böyle sürer, eğer bu faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyetle siyaset ortadan kaldırılmazsa herkes için tehlike olur, tehlike sürer. Bunu böyle görmek lazım. O halde mücadele sürecek. Mücadelede daha çok yönlü, daha yaratıcı olmak lazım. Devrimci demokratik güçler mücadeleye daha çok öncülük yapabilmeli.
Bu AKP bu hale nasıl getirildi, bu nereden geldi? İslami çevreler de bu konuda dikkatli olmalılar. İslami çevreleri AKP aldı MHPlileştirdi, ırkçı, şoven, milliyetçi kıldı. İslami yaklaşımları yok etti. İslami yaklaşım bir sahteliktir artık AKP için. Çünkü ideolojik çizgiyi belirleyen MHP’dir. Onun da ne olduğu zaten biliniyor. Artık AKP, MHP oldu.
Bu bakımdan o çevrelerin hepsi de kendi gerçekliklerini sahip çıkmalılar. AKP’nin bu MHPlileşen ve ırkçı faşist yapan herkese karşı kendini düşman gören bir zihniyet ve siyasetten kurtaracak çok yönlü bir mücadeleyi herkes ön görmeli. Herkes de bu mücadeleye katılmalı, elini taşın altına koymalı, görev ve sorumluluğunun bilincine varmalı ve mücadele etmeli. Faşizme karşı mücadele böyle bir ortak mücadeledir dedik. Faşizm topyekun saldırıdır. O halde antifaşist direniş de demokratik direniş de topyekun olmak durumunda. Bazı çevreler katıldılar, bazıları katılmadılar. Katılmayanlar şimdi en büyük zararı görüyorlar. O halde herkes gerçekleri görüp doğru görmeli, doğru anlamalı ve antifaşist demokrasi mücadelesinde tam bir birlik halinde, yaratıcı yöntemlerle, bu ırkçı, şoven, faşist, soykırımcı zihniyeti, zihniyet ve siyaseti Türkiye’den silip atacak, Türkiye toplumunu, gençlerini, kadınlarını, halklarını zehir olan bu zihniyet ve siyasetten kurtaracak topyekun bir mücadeleyi geliştirebilmeliyiz ve başarılı olmalıyız. Herkese başarılar diliyorum.”