HABER MERKEZİ – Stêrk TV’de yayınlanan Özel Programa katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, gündeme ilişkin konuları değerlendirdi.
Türkiye’de gerçekleştirilen seçimlerin meşru olmadığını, tamamen devletin imkanlarıyla, baskısıyla tek taraflı bir seçim olduğunu ifade eden Ok, yüz binlerce Suriyelinin oy kullandığı seçimlerde HDP’nin yüz binlerce oyunun ise geçersiz sayıldığını belirtti. Seçim öncesi anketlerde MHP’nin yüzde 7, HDP’nin ise yüzde 11-12 oy alacağının göründüğünü ancak hilelerle HDP’nin yüzde 8’e düşürülüp, MHP’nin yüzde 10’a çıkarıldığına işaret eden Ok, “AKP-Erdoğan bu şekilde başarılı olduklarını ilan ettiler ama gerçek bu değil. Fakat onların sonucuna göre AKP tekrar iktidar oldu” dedi.
Kürt halkı ve demokratik güçlerin tüm saldırılara karşı direndiğini belirten Ok, şunları söyledi: “Burada Kürt halkının, demokrasi ve sosyalistlerin rolü de çok önemli. Devletin bütün saldırı ve baskılarına rağmen Kürt halkının direnişi, duruşu ve demokrasi güçlerinin birlikte hareket etmesi çok önemliydi. Boyun eğmediler, işkence, ölüm, tutuklama her şeyi göze aldılar, iradelerini ortaya koydular. Her yerde özellikle de Kurdistan’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a kaybettirdiler.”
Sabri Ok’un Stêrk TV’de yayınlanan röportajı şöyle:
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 2 yılı aşkın süredir hiçbir haber ve bilgi alınamıyor. Asrın Hukuk Bürosu bu hukuksuzluğun sona ermesi için CPT’ye görevini yerine getirme çağrısında bulundu. Bu hukuksuzluğu ve Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rêber Apo’nun durumu partimizin ve halkımızın her zaman gündemindedir. İşgalciler ve uluslararası komploda yer alan güçler de Rêber Apo’nun durumu ve İmralı sistemi ile ilgililer. İmralı’da hiçbir şeyin plansız, amaçsız ve bilinçsiz bir şekilde yapılmadığını biliyoruz. İmralı sistemini gün geçtikçe ağırlaştırmayı hedefliyorlar. Kürt halkının, dostlarının psikolojileriyle oynuyorlar. Rêber Apo ve Kürt halkının bağını koparmak istiyorlar. Önderliğe yönelik baskıları artırarak amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. İmralı’da yaşananlar ne insanlık açısından, ne siyasi, ne de hukuki olarak açıklanabilir. Eğer insan hakları açısından ele alırsak Rêber Apo’nun yaşamını rahat bir şekilde sürdürmesi gerekir. Fakat biliyoruz ki İmralı’da normal bir durum yaşanmıyor. Halk ve parti olarak bu duruma şüpheli yaklaşma hakkımız var. İmralı’da neler olduğunu bilmiyoruz ama Rêber Apo’nun insani koşullarda yaşamını sürdürme hakkı verilmediğini biliyoruz. Bu durum hem öfkeyi, hem de şüpheleri daha da büyütüyor.
Rêber Apo işgalcileri çok iyi tanıyor. Düşman Rêber Apo’nun bir konuşmasıyla, bir sözüyle nelerin değişebileceğinin farkındadır. Komplodan bu yana yüzlerce PKK militanı Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü ve komployu protesto etmek için bedenlerini ateşe verdiler. 50 yılını mücadeleye adamış olan Rêber Apo’ya kimse sıradan biriymiş gibi yaklaşamaz. Türk devleti Önderlikten intikam almak için ellerinden ne geliyorsa yapıyor. Hukuki açıdan baktığımızda da bu hukuksuzluğun bir açıklaması olamaz. Ben de yıllarca zindanda yattım, bir tutsağın mektup yazma hakkı var, Avukatlarıyla, ailesiyle görüşme hakkı var. Yasal olarak böyle bir hak var ama Türk devleti bunu da ihlal ediyor. Birkaç gün önce kimse sebebini de bilmiyor yine Rêber Apo’nun ailesi ve avukatlarıyla görüşmesine engel çıkarmışlar. O kelimeyi çok dile getirmek istemiyorum ama kendilerince ‘ceza’ vermişler. Rêber Apo ailesiyle, avukatlarıyla görüştürülmüyor, mektup da gitmiyor peki ne yapmış da ‘cezalandırıyorlar?’ Bunun sebebi çok açık çünkü İmralı’da bir direniş söz konusu. Rêber Apo kendisine yönelik baskılara karşı bir direniş geliştiriyor. Bundan dolayı devlet hem intikam almak, hem de baskılarını sürdürmek için tecridi ağırlaştırıyor.
Bu noktada hem Kürt halkı, hem dostları, devrimci, sosyalist güçler ve partimiz 24 saat Rêber Apo’nun durumunu takip etmeli, empati kurmalı, görev ile sorumluluklarını bilmeli ve mücadele halinde olmalıdır. Nasıl ki işgalciler ağır bir tecrit uyguluyorsa bizlerin de en öncelikli gündemi Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü olmalı. Cesaretle ve büyük bir sorumlulukla bunun mücadelesini vermeyi bir görev bilmeliyiz. Yine hukuki açıdan da hem Türkiye’de hem de uluslararası alanlarda aralıksız bir şekilde çalışmalar yürütülmeli. En önemlisi de halkımız her zaman ayakta olmalıdır. Hepimiz Rêber Apo’ya borçluyuz. Eğer Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü öncelikli hedefimizse, halkımız da güçlü, örgütlü ve düşman karşısında etkili olmalıdır. Hareketimiz daha fazla örgütlenmeli, Rêber Apo’nun 50 yıllık emekleri sonucu yarattığı değerleri korumak için hepimiz görevlerimizi yerine getirmeli ve mücadeleyi güçlendirmeliyiz. Böyle bir durumda düşman direnemez. Rêber Apo’nun isteğini ancak bu şekilde yerine getirebiliriz. Sadece konuşmayla olmaz. Eylem, örgütlenme ve güçlenme olmalıdır. Mücadelemiz bugünden sonra daha örgütlü, daha güçlü bir şekilde devam edecektir.
Türkiye ve Bakur’da bir seçim süreci yaşandı. AKP’nin hile ve oyunlarının ardından ortaya çıkan seçim sonuçları nasıl ele alınmalı? Seçimde verilen mesajların anlamı nedir?
Bu seçimlerin hangi şartlarda yapıldığını herkes biliyor ve tartışıyor. Bu tartışmalar hala da devam ediyor. Bu seçimin sıradan bir seçim olmadığını da herkes biliyordu. Eğer bu seçimde faşist AKP-MHP iktidarı yenilseydi, işgalci Türk devletinin zihniyetinde bir kırılma yaşanacaktı. Zaten iktidarda bunun farkındaydı, bu yüzden devletin tüm güçlerini ve imkanlarını seferber ettiler. Tarihi bir seçimdi. Fakat bunu kabul etmek lazım; Rêber Apo da söylüyor, AKP devlettir. Hatta Erdoğan kendisini 2. Atatürk olarak tanımlıyor. Türk devletinin kuruluşunda Atatürk rol oynuyor, 2. Yüzyılında ise Erdoğan kendisine böyle bir rol biçiyor. Aynı zamanda Erdoğan’ın rolü 2. Dünya savaşındaki Hitler gerçeğine benziyor. Böyle bir zihniyete sahip iktidarla seçimler yapıldı.
Süleyman Soylu, HÜDA PAR için ‘devlet aklı’ diye bir söz kullandı. Bunun açılımını yapmadı ama ne söylemek istediği biliniyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde ordu komutanının seçimlerde rol oynadığına ilişkin bir örnek yok. Manda rejimlerinde bile böyle bir şey yok ama ordu komutanı AKP-MHP için çalıştı. Özellikle de Kurdistan’da bunu yaptılar. Bütün tarikatlar, cemaatler seferber oldu. Çünkü hem zihniyet ve ideolojik olarak birlikteler, hem de devlet onları finanse ediyor. Yine devletin bütün bürokrasisi seferber oldu. Vali, kaymakam hepsi harekete geçti. Esasında devlet ile diğerleri arasında bir seçim oldu. Devlet de bunun farkındaydı, eğer AKP-MHP kaybederse dediğim gibi 2. Yüzyılda zihniyetlerinde bir kırılma yaşanacaktı. Bunun önünü almak için her şeyi yaptılar. Ayrıca çok kötü bir demagoji yaptılar, ırkçılık yaptılar. Kürtleri hatta Rêber Apo’yu, PKK’yi gündemleştirdiler. Devlet ile Kürt halkı ya da devlet ile PKK arasında bir seçimmiş gibi propaganda yaptılar.
Millet İttifakı da zorla bir araya gelmişti zaten. Güçleri de, akılları da, ittifakları da yetmedi. Ama Kürt halkı ve demokratik güçler tüm saldırılara karşı direndi. Sonuçlara ilişkin şunu söyleyebilirim; birincisi bu seçim meşru değil. Neden? Çünkü tamamen devletin imkanlarıyla, baskısıyla ve tek taraflı bir seçim oldu. Hukuk ve demokrasiden uzak bir seçimdi. Bundan dolayı meşru değildir. İkincisi; her şeyden önce AKP-Erdoğan kaybetti. Özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Örneğin yüz binlerce Suriyeli göçme oy verdi. Oysa hakları yoktu. HDP’nin yüz binlerce oyu geçersiz sayılarak kabul edilmedi. Çok ilginçtir; seçimden önce birçok ankette MHP’nin en fazla yüzde 7 oy alacağı, HDP’nin ise yüzde 11-12 oy alacağı hesaplanıyordu. MHP’yi yüzde 10, HDP’yi ise yüzde 8 çıkardılar. Her yerde özellikle de Kurdistan’da HDP’nin oylarını MHP’ye hesaplamışlar. AKP-Erdoğan bu şekilde başarılı olduklarını ilan ettiler ama gerçek bu değil. Fakat onların sonucuna göre AKP tekrar iktidar oldu. Burada Kürt halkının, demokrasi ve sosyalistlerin rolü de çok önemli. Devletin bütün saldırı ve baskılarına rağmen Kürt halkının direnişi, duruşu ve demokrasi güçlerinin birlikte hareket etmesi çok önemliydi. Boyun eğmediler, işkence, ölüm, tutuklama her şeyi göze aldılar, iradelerini ortaya koydular. Her yerde özellikle de Kurdistan’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a kaybettirdiler.
Bildiğiniz gibi HDP Yeşil Sol Parti ile seçimlere girdi. Seçimden sonra HDP önümüzdeki süreçte nasıl bir yol-yöntem izleyeceğini kamuoyu ile paylaştı. HDP bir taraftan yenilenme hamlesini başlattı, diğer taraftan da HDP’ye yönelik saldırılar gün geçtikçe artıyor. HDP’nin yeni yol haritasını ve bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu belirteyim; HDP-Yeşil Sol Parti bu seçimde çalışma yürüttü ve bir sonuç da aldılar. Başta AKP-MHP, Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve Kürt halkının iradesi karşısında olanlar moral bozmak istiyorlar. Ama öyle değil. HDP’nin onlarca belediye başkanı tutuklu, yüzlerce yöneticisi, binlerce üyesi zindanda. Dediğim gibi Kürt halkı ve demokrasi güçlerine karşı özel bir savaş yürütülüyor. HDP’nin yerinde başka bir parti olsaydı böyle bir süreçte bu seçimde an düşük oyu bile alamazdı. Ama HDP’nin bir kültürü var, on yıllardır bedel ödüyorlar, emek veriyorlar, böyle bir gelenek var. Kürt halkı örgütlü ve bilinçli bir halktır. Bu yüzden tüm saldırılara rağmen Yeşil Sol Parti iyi bir sonuç aldı. Tabii ki daha iyi olması mümkündü ve gerekliydi de. İşgalci güçlerin son durumdan keyiflenmesine, moral bulmasına, daha da ötesi Kürt halkının ve meşru demokratik siyasetin psikolojisi ile oynamasına müsaade etmeyin. Bunun önü alınmalı.
Şüphesiz bütün partiler seçim sonrası değerlendirmeleri yapıyor. AKP şu an bir sarhoşluk yaşıyor, ama CHP, İYİ Parti kendi içlerinde tartışmalar yürütüyorlar. HDP’nin de tartışmalar yürütmesi çok normal. Şuan bile HDP’liler için yüzlerce fezleke hazırlamış durumdalar. Böyle bir baskı var HDP üzerinde. Bunun dışında bir mücadele veriliyor. Kimse bu sonuçları yenilgi olarak hesaplamasın. Gündemlerini doğru belirlemeliler. Yani milletin veya başka güçlerin etkisinde kalmamalılar. Yetmezliklerini, eksikliklerini, gerçeklerini görecek bir gündem oluşturmalılar. Bunları aşarlarsa gelecek dönemde daha iyi hazırlanırlar. Verdikleri mesajlar da bu yönde. Yaklaşımlarını olumlu görüyoruz. Mesela eleştiri, özeleştiri, tartışmalar bunlar önemli. Daha fazla nasıl örgütleniriz, var olan eksikleri nasıl gideririz üzerinden yürütülen tartışmalar da önemli. Bu temelde gelecek dönemde yol haritalarını nasıl belirleyecekler bu da önemli. Şuan HDP ve Yeşil Sol Parti böyle bir süreçte yaşıyor.
Bu da bilinmelidir; HDP-Yeşil Sol Parti’nin aldığı her oy çok değerlidir, çok onurludur. Emekle, kanla bu değer yaratıldı. Kürt halkı birçok zorluğu, ölümü, işkenceyi, zindanı göze alarak Yeşil Sol Parti’yi yani HDP’yi destekliyor. Şüphesiz buna layık olmak lazım. Birçok kişi konuşuyor. Kimleri diyor neden Kurdistan’la sınırlı kaldı, kimileri diyor neden Türkiye’ye yönünü çok fazla verdi. İkisi de yanlış. Demokratik bir Türkiye perspektifi doğru olandır. Böyle yapmaya da çalıştılar, önemli adımlar da atıldı. Bazı eksikliklerin, yetersizliklerin olması normaldir. Bunları çok büyütmemek lazım. Enerjilerini, güçlerini içerinde bir negatifliğe dönüştürmesinler. Eksiklerini görmeli ve yeni bir sinerjiyle sürece cevap olmalılar. Bütün eleştiri, özeleştiri, tartışmalar kesinlikle bu gerçeğe hizmet etmelidir. Bunun dışında herhangi bir sorumluluk almayan kimi kişiler deşarj olmak için konuşuyor, kimileri konuşulmak için vb. Ama sorumluluk almak budur; gerçek gündemlerini belirlemeli, ciddi tartışmalar yürütmeli, birbirlerine güç vermeli, birbirlerini yormamalı, yoldaşça çalışmalarını yürütmeliler.
Kaybedilmiş bir şey yok. Siyaset ve seçimdir. İstenilen sonuç tam olarak alınmamış ama alınan bir sonuç var. Bu sonuçların bizim dışımızda da sebepleri var, HDP ile alakalı sebepleri de var. Bunlar tartışılıyor zaten önemli olan bunlardan sonuç çıkarmak ve doğru bir harita belirlemektir. Ama birbirlerini yormak, eleştiri, özeleştiri adı altında doğru olmayan bir gündem etrafında dönmek, enerjilerini buna harcamak, işgalcilerin buna oynaması ve inançsızlık oluşması en büyük tehlikedir. Bunun yaşanması için hiçbir sebep yok. İyi bir sonuç alınmıştır. Kimse boyun eğmemiştir, herkes direndi, bu vesileyle herkesi tebrik ediyor, bir kez daha başarılar diliyoruz. Ama bu temelde doğru tartışmalar yürütmeli, doğru bir gündem oluşturmalı ve birbirlerine güç vermeliler. En iyi sonuç bu şekilde alınacaktır.
Bu seçimde 3 ittifak ön plana çıktı. Türk devleti bu ittifaklarla 2. yüzyıla giriyor. Son düzlükte Türkiye nereye gidiyor ve Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
Faşist devlet aklı belli ki 2. yüzyılda da iktidarını aynı çizgide ve aynı zihniyette sürdürmek istiyor. Bütün çabaları, hazırlıkları buna göreydi. İttifaklar vardı ama sadece isimleri öyleydi. Zaten Millet İttifakı dağıldı. İlkesiz, kritersiz, değerler üzerine kurulmayan bir ittifak aynı Millet İttifakı gibi dağılır ve sonuç alamaz. Zaten bu ittifak özellikle 28 Mayıs seçiminde Rêber Apo’ya, hareketimize ve Kürt halkına karşı dillerini, stratejilerini, değiştirdiler. O kadar ilkesiz, o kadar pragmatik ve dar bir şekilde hareket etmek olmaz. Bu Türkiye toplumuna bir şey kazandırmaz. Asıl önemli olan AKP’nin Cumhur İttifakı’dır. İttifakta yer alanlara bakın her birinin bir misyonu, rolü var. İşgalci zihniyeti nasıl devam ettirecekler, Kürt halkının iradesini nasıl ret edecekler, hatta yapabilirlerse kıracaklar ve demokrasi zihniyetini nasıl yok edecekler üzerine kurulan bir ittifak. Özellikle de Kürt halkının iradesi olan PKK’ye karşı kuruldu. HÜDA PAR’a da bundan dolayı bir rol verildi. İslamcı Kürt kimliği rolü, ama özünde işgalci AKP partneridir. HÜDA PAR’ın önünü açmak istediler. Geçmişte Hizbullah’a bir rol verilmişti, şimdi de HÜDA PAR’a bu siyasi rol verilmiş. Kürt toplumunu etkilemek, HDP’nin önünü almak ve alternatif olarak çıkarmak. Ama bu çabaları sonuçsuz kalacaktır.
Kürt halkı, kimin Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü için emek verdiğini, direndiğini, mücadele ettiğini biliyor. Hala da 24 saat direniş halindedir ve her gün bedel ödüyor. Devletin bu şekilde sonuç alamayacağı bellidir. KDP de burada rol oynadı. KDP de hemen Erdoğan’ı tebrik etti, iradeleri, istekleri AKP iktidarından yanaydı. Bu ittifak Kürt halkına karşı kuruldu. Halkımız da bunun bilincindedir. Böyle de hareket etmesi ve cevap olması lazım. Türk devletinin siyaset tarihinde radikal muhalefet, işgale, iktidara karşı alanlara çıkan, diğer ülkelerdeki gibi toplumla birlikte ayaklanacak, demokrasi mücadelesi verecek bir gelenek ve kültürü yok. Ne CHP, ne de diğerleri. Toplumun ayaklanması için yüzlerce sebep var ama tam tersi bunlar toplumun önünü kesiyorlar. Radikal bir muhalefetin gelişmesine engel oluyorlar. Aslında bunlar da devlete hizmet ediyorlar. Maalesef Türkiye siyasetinin gerçeği bu.
TÜRK DEVLETİ ÇIKARLARI İÇİN HERKESİ KULLANIYOR
Yine Türk devletinin karakterinde intikam alma çok fazla var. Bu yüzden Kürt halkına, Rêber Apo’ya ve hareketimize böyle vahşice saldırıyor. Bir daha böyle düşünmeyeceksiniz, bir daha baş kaldırmayacaksınız, bir daha varlığınızı savunmayacaksınız zihniyeti ile Kürt halkına ve değerlerine saldırıyor. Karadeniz’de Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de özellikle Mustafa Suphi’nin değerli eşi Maria Suphi’nin başına neler getirdiklerini hatırlarsınız. Bu da bir intikamdı. Türk devletine karşı bir ideoloji yaratamazsınız, mücadele edemezsiniz demek istediler. Cumhur ittifakı bu zihniyeti temsil ediyor. Önümüzdeki süreçte neler yaşanacağı çok açık. Kürt halkına ve Türkiye halklarına, demokrasi güçlerine yönelik baskılar devam edecektir. Demokratik siyasetin nefes almasına engel olacaklar. Demokrasi, hukuk, adalet kriterlerini zaten ayaklar altına almış durumdalar. Diktatör, faşist Erdoğan’ın umurunda değil. Çıkarları için, iktidarlarının devam etmesi için ne gerekiyorsa yapacaklar.
En önemlisi de Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konum, NATO üyesi olması iktidar için tarihi bir avantaj, altın gibi bir fırsattır ve bunu iyi kullanıyorlar. Türk devletinin siyasetinin dengelerle oynama durumu var. 2. Dünya savaşında bir tek devlet zarar görmedi o da Türk devletiydi. Tarafsız kalarak bir siyaset yürüttü. Şimdi de devlet tecrübesiyle NATO’nun, Rusya’nın Ortadoğu’nun dengesiyle oynuyor, Arap ve İran güçlerinin dengesiyle oynuyor. Yani çıkarları için hepsini kullanıyor, bundan sonra da kullanacaktır. Fakat artık onlar için de makas daralıyor. Askeri, ekonomik olarak zaten NATO ve ABD’ye bağlılar. Bu yüzden Rusya ve Çin ile ilişkileri sahtedir. Kime ne zaman sırtını döneceği belli değildir. Türk devleti de, Rusya da bunu biliyor ama kullanıyor. Bundan dolayı eğer konu demokrasi ve Kürt halkının özgürlüğüyse ne gerekiyorsa kullanıyor.
Buna karşı ABD de, Avrupa da sessizdir. Aslında kendi içlerinde faşist AKP zihniyetinden razı değiller fakat Türk devletinin belirttiğim avantajları var, NATO üyesidir. Bu yüzden idare ediyorlar, karşı çıkmıyorlar. Türk devleti önümüzdeki süreçte Suriye ve Ortadoğu siyasetinde sanki bir restorasyon geliştirmek isteyecektir. Yani bütün Ortadoğu ülkeleri ile yeni ilişkiler geliştirecek. Bu alanda biraz nefes almayı hedefliyor. Suriye’de Türk devletinin tek bir şartı Demokratik Özerliğin yok edilmesi olacaktır. Bunun için her şeye hazırlıklı olacaklar eğer Suriye devleti de bu şartı kabul ederse. Ama Suriye devletinin bunu kabul etmemesi için sebepleri var. Hatay örneği hala canlıdır. Türk devleti tüm siyasetini demokratik Türkiye’nin önünü nasıl alırım, Kürt halkının iradesini nasıl kırarım üzerinden kuracaktır. Daha fazla baskı ve zulüm edecekler.
EMEK VE DEMOKRASİ İTTİFAKI KÜÇÜK HESAPLARLA TEHLİKEYE GİRMEMELİDİR
Bir diğer ittifak da Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. En önemli ve onurlu olan ittifaktır. Rol, misyon, Kürt halkı ve Türkiye halklarının geleceğini birlikte belirleyecek olan da bu ittifaktır. Adı üstünde Emek ve Özgürlük İttifakı çok değerlidir. Fakat bu ittifakın büyümesinde ve yaklaşımda yanlış yapılmamalı. Bunu bilmek gerekir. Bu da Kürt halkı ve Türkiye halklarının diyalektiğidir. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu Kürt sorununun çözümünden geçiyor. Bu denklemi ters çevirdiğimizde de doğrudur. Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorununun çözümü mümkün değil. Yani hem Türkiye demokrasi güçleri bu gerçeği görmeli, hem de Kürt halkı hatta kendilerini milliyetçi görenler de bu gerçeği görmelidir. Bu yüzden Rêber Apo kördüğüm diyor ya gerçekten de öyledir. Örneğin; İskender kılıcıyla Gordion düğümünü kesti, Asya kapıları açıldı, yeni bir süreç yaşandı ve tarih farklı yazıldı. Eğer bu kördüğümü kesilerek Kürt sorunu çözülürse Ortadoğu demokratikleşir.
Kürt sorununun çözümü bundan dolayı çok önemlidir. Bu yüzden dar bir perspektifle sadece Kürt olarak ele almakla kördüğüm çözülemez. Yine Türkiye demokrasi ve sosyalist güçlerinin de bu kördüğümü görmemesiyle sorunun çözülmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Emek ve Özgürlük İttifakı çok önemli ve anlamlıdır. Hem Kürt halkı, hem Türkiye demokrasi ve sosyalist güçler bu ittifakta yer almalıdır. Türkiye’nin geleceği burada, Kürt halkını özgürlüğü bu ittifaktadır. Bu ittifak küçük hesaplarla, dar bakış açısıyla tehlikeye girmemelidir. Herkes daha büyük düşünmeli, daha tarifi perspektif olarak düşünmeli, emek vermeli, çaba göstermeli, ittifakın gelişmesinde pay sahibi olmalıdır. Zaten bu ittifak seçim için kurulmadı, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü üzerine kurulan bir ittifaktır. Sadece partilerle de kendini sınırlamamalıdır. Demokratik sivil toplum örgütleriyle, Türkiye ve Kurdistan emekçileri, işçileri, faşist iktidardan zarar gören özgürlükten ve demokrasiden yana olan herkes ittifakta yer almalıdır. Mücadele devam ediyor. Mesela 8 ay sonra yerel seçimler var. Faşist AKP iktidarı büyük bir ekonomik krizin faturasıyla karşı karşıyadır, dar bir siyasete hapsolmuş durumda. Yani öyle her şey onların istediği gibi olmadı. Eğer moralli olunursa, güçlü bir irade, iddia sahibi olunursa, iyi bir örgütlenme sağlanırsa bu işgalci iktidarın ömrünü daha da kısaltma imkanları var.
Irak devletinin Maxmur’a yönelik kuşatma girişimi var. Yine Şengal’de Türk devletinin saldırıları altında. Bu kuşatma ve saldırılar hangi konsept çerçevesinde geliştiriliyor?
Maxmur ve Şengal halkımız yıllarca büyük bedeller ödemiştir. Maxmur halkımız yıllar önce Türk devletinin saldırılarından dolayı topraklarını terk ederek Başûr’a gelmek zorunda kaldı. Maxmur’a gelene kadar birçok yer değiştirdiler. Kimliğine, kültürüne, diline sahip çıkan direnişçi bir halktır Maxmur halkı. Bugüne kadar da boyun eğmediler. Direnişçi Maxmur halkımızı selamlıyor, saygılarımı iletiyorum. Başarılar diliyorum. Söylediğim gibi Türk devleti intikamcı bir devlettir. Maxmur ve Şengal’den de DAİŞ’in intikamını almak istiyor. Dikkat edin DAİŞ Maxmur’da ve Şengal’de yenilgiye uğradı. Türk devleti ve AKP de her anlama DAİŞ’i finanse ediyordu, destek veriyordu. Bunun görüntüleri var. Maxmur da DAİŞ saldırıları karşısında durdu. Maxmur direnişi olmasaydı DAİŞ Hewler’e girerdi. Barzani Maxmur’a giderek gerillayı selamladı ve kutladı. Maxmur böyle bir rol oynadı. DAİŞ saldırısında ne bugün Maxmur’a baskı kuran Irak ordusu vardı, ne de pêşmergeler vardı. Maxmur halkı cesaretli ve iradeli bir şekilde direnerek DAİŞ’e engel oldu.
Türk devleti Irak hükümetine baskı kuruyor; eğer Maxmur’u boşaltmazsan, baskı kurmazsan, suyunu keserim, ticareti keserim şeklinde tehditlerde bulunuyor. Irak devleti de direnmek yerine boyun eğiyor. Maxmur kampı on bin sivilin, yaşlının, çocuğun yaşadığı dümdüz bir alan, ama diğer taraftan Türk devleti Irak topraklarını işgal etmiş, onlarca noktayı ilhak etmiş. Irak devleti bunlara karşı sessiz ama Maxmur’a karşı ayaklanıyor. Bu doğru değil. Kabul edilmemesi lazım. Esasen Irak devletinin gönüllü yaptığı bir şey olmadığını da biliyoruz. Türk devletinin Irak’a yönelik baskılarıdır ama Irak devletinin de kriterleri olmalı. Maxmur kampından onlara ne zarar gelmiş. Tam tersi DAİŞ savaşında insanlık için, Irak devleti için, Başûr için de savaşmış, bedel ödemiştir. Türk devletinin stratejisi kampı dağıtmak. Onlara göre kamp olmamalı. Yapabilirler mi bilmiyoruz ama Maxmur halkımız direnişini sürdürmelidir. Ve halkımız da bulunduğu her alanda bu direnişe destek vermelidir. Hukuki, siyasi, insani olarak her şekilde Maxmur halkına sahip çıkılmalıdır. Irak devleti de bu kuşatma girişiminden vazgeçmelidir. Sorun ne ise Maxmur meclisi var, yöneticileri var, oturup konuşmalı ve sorunu diyalogla çözmelidirler. Bunun dışındaki girişimler doğru değil.
Aynı şeyle Şengal için de geçerli. Geçtiğimiz günlerde Şengal’de şehir merkezini SİHA’larla bombaladılar. Şengal’de gerilla ve Êzidî halkının direnişi olmasaydı bugün nasıl olacağını herkes tahmin ediyor. Türk devleti yine DAİŞ’i destekledi, finans sağladı ve Şengal’e saldırtarak Êzidî halkının katliamına sebep oldu. Irak da o dönem bir şey yapamadı, KDP’yi herkes biliyor zaten ilk gün kaçtı gitti. Bugün de Şengal benden sorulur, ben Şengal’in sahibiyim diyor. Nasıl oluyor? Adalet, hak, hukuk yok mu? Önce nasıldı, şimdi nasıl davranıyor. O da Türk devletinin aklıdır. BM’ye baskı yapıyor, zaten KDP ile birlikte konsept hazırlıyorlar. PKK’yi kendilerine bahane ediyorlar. Biz de PKK orada değil diyoruz. Evet PKK Şengal’de savaştı, insanlık için, Irak devleti için de savaştı. Êzidî halkımızı savundu ama daha sonra görevini yerine getirdi ve kamuoyuna güçlerini çektiğini açıkladı. Êzidî halkı 72 fermandan geçti haklı olarak her şeye şüphe ile yaklaşıyor. Güvenliğini kendi sağlamak istiyor. Tabii ki Irak yasalarını esas alarak.
Bu mesele de görüşmelerle, müzakereyle çözülecek bir meseledir. Türk devletinin baskısı ve zoruyla değil. Êzidî halkımız çok büyük bir katliamdan kurtuldu elbette haklarını savunacaktır. Şüphesiz Irak kanunları çerçevesinde kendilerini koruyacak ve bu soruna bir çözüm bulacaklardır. Irak Türk devletinin baskılarını kabul etmemelidir. Irak toplumu da, siyaseti de, partileri de öncelikle Türk devletinin işgaline tepki göstermelidir. Êzidî toplumunun kime zararı olacak sadece kendilerini korumak, varlıklarını sürdürmek istiyorlar. Bu gerçeğin görülmesi lazım.