HABER MERKEZİ – KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu Medya HAber TV’de yayınlanan Özel Program’ın konuğu oldu.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun değerlendirmeleri şöyle:
“Önder Apo üzerindeki tecrit, aslında 25 yıldır sürüyor. Arada bazı kesintiler oldu ama ağırlıklı olarak tecrit devam ediyor. Bu tecridin Kürt politikasıyla doğrudan bağı var. Bundan bağımsız ele alınamaz. Bir soykırım politikasıdır. Kürtlere soykırım politikası uygulandığı için Önder Apo üzerinde de ağır tecrit uygulanıyor. Önder Apo üzerinde de orada soykırım politikası yürütülüyor. Zaten Erdoğan bir ara, “Ben burada olduğum müddetçe oradan çıkamaz” demişti. Bu açıdan Önder Apo’ya tecridi değerlendirirken Kürt soykırımını anlamadan, soykırım politikasının ne olduğunu derinliğine fark etmeden bu tespiti bütünüyle değerlendirmek mümkün değildir.
Önder Apo, bir Kürt halk önderidir, 50 yıllık mücadelenin önderidir. Tarihteki en büyük Kürt mücadelesinin önderidir. Türk devleti de soykırım politikası yürütüyor. Bu bakımdan tecridi böyle ele alıp değerlendirmek lazım. Soykırım politikasından ayrı ele alınırsa doğru değerlendirilemez. Her Kürt, Önderlik üzerindeki tecridin soykırım olduğunu görmeden tecride karşı etkili mücadele de veremez. Bu yönüyle her Kürt, Önder Apo’ya yönelik tecridin kendi üzerinde bir soykırım politikası olduğunu, Kürt’ü imha etme politikası olduğunu görecek, böyle anlayacak.
HUKUKSUZLUĞUN ADALETSİZLİĞİN KAYNAĞI İMRALI SİSTEMİDİR
Diğer boyutu ise aslında tartışılıyor. Türkiye’de yine aydınlar, yazarlar tartışıyor. Kürt demokratik siyaseti sürekli dillendiriyor, Kürt kurumları dillendiriyor. Bugün Türkiye’de büyük bir adaletsizlik var, hukuksuzluk var. Herkes adalet sisteminden bahsediyor. Hukukun kalmadığı, adaletin kalmadığını söylüyor. Hukukun devlet tarafından, yani adaletin, kurumlarının, mahkemelerin devlet tarafından yönlendirildiğini, tamamen hükümetin istediği doğrultuda çalıştığını söylüyorlar.
Bu doğrudur. Çünkü bir soykırımcı Türk devleti var. Bunu uygulayan bir hükümet var. Böyle bir hükümet tabii ki hukuku ayaklar altına alacaktır, adalet falan da demeyecektir. Bu açıdan kim Türkiye’de hukuktan söz ediyorsa, adaletten söz ediyorsa bunun kaynağını bilmesi gerekiyor. Kaynağına inmesi gerekiyor. Türkiye’de bütün hukuksuzlukların, adaletsizliğin kaynağı İmralı’daki düzendir. İmralı’da Türkiye’nin kendi anayasasının, uluslararası sözleşmelerin hepsinin çiğnenmesidir Bütün adaletsizlik buradan kaynaklanıyor. Bu yönüyle İmralı’daki tecride karşı mücadele vermeden, bu gerçeği ortaya koymadan, bunu teşhir etmeden Türkiye’deki hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı doğru, tutarlı mücadele verilemez. Bunu herkesin böyle görmesi gerekiyor. Hem Türkiye’de adaletsizliği sürdürecek, hem hukuksuzluktan söz edilecek hem de bunun kaynağına inmeyecek. Niye yapıyor bu kadar hukuksuzluğu? Niye bu kadar adaletsiz yapıyor? Nedeni Kürtler üzerinde yürütülen soykırım politikasıdır. Nedeni İmralı’da uygulanan soykırım politikasıdır. Oradaki düzendir. Bir kere bu gerçeğin bilinmesi gerekiyor. Eğer hukuksuzluk diyorsak, adaletsizlik diyorsak, bunda samimiysek o zaman İmralı’daki hukuksuz tecride karşı tutum almaları gerekir. Tutarlılık budur. Bunu yapmadan kimse ben adalet savaşı veriyorum, hukuk savaşı veriyorum, diyemez. İnandırıcı olamaz, etkisi olamaz ya da çifte standartlı olarak değerlendirilir. Bu açıdan bu gerçek görülecek. Türkiye’deki hukuksuzluğun kaynağı, adaletsizliğin kaynağı, baskıların kaynağı, kötülüklerin kaynağı budur.
İMRALI SİSTEMİ SADECE KÜRTLERİ DEĞİL TÜM DEMOKRASİ GÜÇLERİNİ DE HEDEFLİYOR
Bunların kaynağı tabii ki Kürt sorunudur, Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür. Ve bunun en somut ifadesi de Türk devletinin Önder Apo’ya yönelik uygulamalarıdır. Önder Apo’ya uygulanan politika, bütün Kürtlere, Kürt halkının özgürlük mücadelesine, demokrasi güçlerine, herkese yönelik bir uygulamadır. Sadece Kürtlere değil, Türkiye demokrasi güçlerine yönelik de uygulamadır. Onlar da baskı altındalar, onlar da her türlü adaletsizlikle karşı karşıyalar. Bu gerçeğin görülmesi ve bu temelde de herkesin bu adaletsiz hukuksuzluğun nedenini İmralı’da görüp buna karşı çıkması gerekiyor.
Uluslararası alanda da kim adaletten, hukuktan söz ediyorsa İmralı düzenine karşı çıkması gerekiyor. Yoksa kimse dürüst olamaz, kimse samimi olamaz, kimse inandırıcı olamaz. Bu yönüyle tecride karşı mücadelede bu gerçeğin ortaya konulması, bu durumun teşhir edilmesi, bütün herkesin buna tavır alması ve adalet, hukuk isteyen, hukuktan yana olan herkesin bu çerçevede harekete geçmesi gerekiyor.
Dünyada zaten sahip çıkılıyor, bu doğrudur. Aslında dünya kavradı bunu. Dünyadaki bütün demokrasi güçleri, hukukçular, demokratlar bunu kavramış durumda. Ama Türkiye’de işte bir gerçek var. Türk devletinin etkisinde, onun saldırıları altında, onun ideolojik saldırılar altında gerçek söylenmiyor, gerçek ifade edilemiyor. Bu da tabii ki sadece Kürtler üzerinde baskının sürmesi anlamına gelmiyor, aynı zamanda Türkiye’de de baskının, adaletinin sürmesi anlamına geliyor. Ben bu vesileyle özellikle adaletsizlikten bahsedenlerin bu gerçeği sorgulaması, değerlendirmesi, ona göre tutum alması gerektiğini düşünüyorum.
HAZİRAN ŞEHİTLERİMİZİN SEMBOLÜ ZÎLAN ARKADAŞTIR
Eyleminin yıl dönümü vesilesiyle Zîlan yoldaşı saygıyla, minnetle anıyorum. Yine Haziran’da şehit düşen çok değerli yoldaşlarımızı da anmak istiyorum. Helmet yoldaşı, Sema Yüce yoldaşı, Leyla Wan yoldaşı, yine yakın zamanda Rojava’da şehit düşen kadın yoldaşları, Xakurkê’de şehit düşen Azad yoldaşı, Ordulu bir Türk arkadaşımız olan Asya yoldaşı, yine Şehit Diyako yoldaşı, Metîna şehitlerini minnetle, saygıyla anıyorum.
Gerçekten Haziran’da çok önemli şehitler verdik. Haziran şehitlerinin sembolü artık Zîlan oldu. Zîlan şahsında bunları anıyoruz. Zîlan yoldaşın eylemi tarihi bir eylemdi. Önder Apo’ya karşı 6 Mayıs’ta gerçekleşen bombalı saldırıya karşı bir cevaptı. Bu büyük bir duyarlılığı gösteriyor, hissetmeyi gösteriyor. Önder Apo’nun bu halk için, bu ülke için, kadınlar için ne anlama geldiğini, ne değer taşıdığını bildiği için buna karşı büyük bir öfke ile eylemini gerçekleştiriyor. Ama büyük bir disiplinle, büyük bir iradeyle, büyük bir kararlılıkla, sarsılmadan… Eylem kararı alınıp da eylemi gerçekleşene kadar bayağı zaman geçiyor. Ama bu zaman içinde Zîlan arkadaşın kararlılığı daha da artıyor. Daha başarıya ulaşmayı mutlaka hedefliyor ve bir tabii ki eylemini yapıyor.
Bu eylem çizgisi aynı zamanda kadın özgürlük çizgisi, kadın özgürlük mücadelesi açısından da çok önemli bir dönüm noktasıdır. Kadın özgürlük mücadelesinin, kadın militanların duruşunu da, ölçüsünü de belirliyor. Önderlik zaten kadın özgürlüğü açısından bir manifesto niteliğinde ifade etmiştir Zîlan yoldaşı. Zîlan yoldaşın ortaya koyduğu ölçüleri bütün kadın arkadaşların, bütün kadın özgürlük mücadelesi yürüten arkadaşların önüne koymuştur. Bu açıdan da bugün gelişen büyük kadın özgürlük mücadelesinin bu düzeye gelmesinde çok büyük rolü vardır.
Zîlan yoldaşın eylemi birçok yönüyle gerçekten bir dönüm noktasıdır. Düşmana karşı duruşta, iradede, kararlılıkta özellikle bir kadın yoldaş olarak ortaya koyması, daha sonraki kadın özgürlük mücadelesini etkilediği gibi, militanlaşmayı ya da militanlaşmanın yeni bir düzeye ulaşmasında çok önemli oldu. Bu yönüyle gerçekten de her zaman anmamız, hatırlamamız gereken bir yoldaşımızdır. Saygıyla, minnetle anıyorum.
BÖYLE BİR MÜCADELEYE CESARET ETMEK EN BÜYÜK FEDAİLİKTİR
Geçen günlerde şehit düştükleri ilan edilen ve ses kayıtları yayınlanan Zana Rojda ve Xebat Kop arkadaşları minnetle ve saygıyla anıyorum. Onların konuşmaları gerçekten hepimizi çok etkiledi. Birçok şeyi yeniden değerlendirme, gözden geçirme mesajı gibi oldu. Bu iki arkadaşın bu tutumu 50 yıllık mücadelenin zirveleşmesi oluyor. 50 yıllık mücadelenin sonucu ortaya çıkan bir fedailiktir.
Bunun başlangıcı, her zaman söylediğim gibi Önder Apo’nun duruşudur. Önder Apo’nun böyle bir mücadeleye cesaret etmesidir. Böyle bir mücadeleye cesaret etmek en büyük fedailiktir. O koşullarda kesinlikle böyleydi. Önder Apo böyle bir mücadeleye cesaret ederken, öyle sıradan bir mücadele, reformist mücadele değil, gerçekten soykırımcı sömürgeciliği yıkacak, ona meydan okuyan bir anlayışla yola çıktı. O da PKK çizgisi oldu. PKK böyle bir anlayışla ortaya çıktı; militanları böyle yetişti. Önder Apo’nun bu duruşunun, bu PKK çizgisinin ilk çok önemli, en somutlaşmış hali ise 14 Temmuz direnişçiliği oldu. 14 Temmuz direnişçilerinin duruşu çok önemlidir. Bunun herkes tarafından çok iyi bilinmesi gerekiyor. Bu arkadaşlar şehadete giderken en moralli hallerini yaşıyorlardı. Şehadet yaklaştıkça moralleri artıyordu, coşkuları artıyordu. Büyük bir görevi yerine getirmenin huzuruyla, coşkusuyla gözlerini kapadılar. PKK böyle bir militanlık ortaya çıkardı. İşte 14 Temmuz ruhu diyoruz, 14 Temmuz direnişçiliği diyoruz. Hayri’nin (Mehmet Hayri Durmuş) de sözü var. “Mezarıma borçlu yazın” sözü önemlidir. Kemal Pir, “Ben yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” diyordu. Yani uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için mücadele ediyordu. Yaşamını uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için vermişti. Bu tabii PKK’nin militanlarının ruhu oldu. Mücadele çizgisi oldu, mücadele ölçüsü oldu.
ZÎLAN MÜCADELE ÖLÇÜSÜNE YENİ BİR BOYUT KAZANDIRDI
İşte buna Zîlan halkası eklendi. Zîlan halkası buna yeni bir boyut kazandırdı, yeni bir ruh kazandırdı. Daha da derinleştirdi, daha da kapsamlılaştırdı. Bu yönüyle 14 Temmuz ruhu, Zîlan ile birlikte yeni bir aşamaya geçti. Yeni bir fedai duruş ortaya çıkardı. Bu, bütün mücadeleyi etkiledi. 90’lı yıllardaki büyük mücadele böyle gerçekleşti. Büyük savaş böyle gerçekleşti. İşte Önder Apo’ya yönelik komplo sırasında “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişinde hem arkadaşlarımızın hem halkımızın fedaice yaşamlarını ortaya koymaları fedailik düzeyini PKK’de daha da kapsamlılaştırdı. Bu çok önemliydi.
ÖNDER APO FEDAİLERE LAYIK OLMAK İÇİN BÜYÜK DURUŞUNU ORTAYA KOYDU
Önder Apo zindandaki bu mücadelesini, bu büyük duruşunu, bir yönüyle de bu fedailere layık olmak için, bu fedailerin özlemlerini gerçekleştirmek için ortaya koydu. O kadar çözümlemeyi, o kadar yoğunlaşmayı, yeni paradigmayı ortaya çıkarması tamamen bu şehadetlere, bu fedailere sorumluluk gereği gerçekleştirdi. Gerçekten de bu yeni bir fedai ruh ortaya çıkardı. Çünkü Önder Apo’nun duruşu da fedailiğin çok önemli parçası haline geldi. Geçen yıl Rûken ve Sara yoldaşların eylemi gerçekleşti. Onlar da fedaice düşmanın üzerine yürüdüler, korkusuzca yürüdüler. Yaşamlarını ortaya koydular. Aynı Kemal Pir gibi uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için yaşamlarını ortaya koydular. Bu da tabi kii mücadelemizi derinden etkiledi.
FEDAİLİK ARTIK HALK GERÇEĞİ OLMUŞTUR
En son işte Mardin’e şehit düşen Xebat Kop ve Zana Rojda’nın tutumu, tüm bunların zirveleşmesini ifade ediyor. Nasıl somutlaştığını ifade ediyor. Bir sığınakta etrafları çevrilmiş ama meydan okuyorlar. Hem meydan okuyorlar hem de Önder Apo çizgisindeki mücadelenin başarısına inançlarını en yüksek düzeyde ortaya koyuyorlar. Bu büyük umutlarını ortaya koyuyorlar. İşte PKK’nin mücadelesi böyle bir gerçeklik ifade ediyor. Ama bunu sadece bu arkadaşların şahsında ifade etmek de yetersiz kalır. Şimdi fedaileşen bir halk gerçekliği var. Kürt halkı da bütün baskılara rağmen, zulme rağmen direniyorsa bu fedakarlık ruhunun, bu yoldaşlarımızın, 14 Temmuz ruhunun, Zîlan ruhunun, Rûken’in, Sara’nın, şehit düşen ve ses kayıtları ortaya çıkan arkadaşların ve bunun gibi binlercesinin ortaya koyduğu fedailiğin sonucudur. Fedailik artık halk gerçeği olmuştur, toplumsallaşmıştır. Bir Kürt kültürü haline gelmiştir. Kürt yiğitliği eskiden beri bilinir. Ama işte 50 yıllık mücadele, bu fedailikle birlikte Kürt yiğitliği gerçekten yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Bu çok çok önemlidir.
Bu, şu anlama geliyor; bu halkın mücadelesi yenilemez. Evet bedeller ödenebilir, bedel verilebilir, ağır bedeller olabilir. Çünkü düşmanımız soykırımcı. Bütün imkanlarıyla bu halkı soykırıma uğratmak istiyor. Ama bu halk da böyle çeliğe su verilmiş gibi. 50 yıllık mücadeleyle gerçekten çelikleşti ve her koşulda mücadele eden bir halk haline geldi. Ve şimdi böyle hem bir PKK ve mücadele gerçekliği yaşıyoruz hem de bir halk gerçekliği yaşıyoruz.
ZANA ROJDA VE XEBAT KOPLARA LAYIK OLMADAN İNSANLIK OLAMAZ
Bu yönüyle gerçekten Zana Rojda ve Xebat Kop’un o kayıtlarını dinlerken etkilendik. Nasıl bunlara layık olmak gerekir? Bunlara layık olmadan yaşam olamaz, insanlık olamaz, devrimcilik olamaz. Onlar bu kadar Kürt halkın özgürlüğüne inanıyorsa, bu kadar inandılar ve gerekeni yaptılarsa o zaman biz yaşayanların, bütün halkın, bütün gençlerin, bütün kadınların bu 50 yıllık fedai ruhu bilince çıkarmaları, bunun ne anlama geldiğini görmeleri ve bunu kendinde de somutlaştırarak mücadele içine girmeleri gerekiyor. Böyle bir halk gerçekliği var, oluştu. Yani bu fedailikler boşa gitmedi. Bunlar sadece bir özgürlük hareketinin, PKK’nin, bir gerillanın fedailiği olarak kalmadı, bütün toplumu fedai ve direnişçiliği olarak kaldı. Bunun önümüzdeki yıllarda da mücadelemize yön vereceğini, yenilmez kılacağını söyleyebilirim.
Bu yakınlarda şehit düşen Xemgîn Serhat arkadaşı da minnetle, saygıyla anıyorum. Özel kuvvetler üyesiydi, Amed’de komutanlık yapıyordu. Gerçekten önemli bir mücadele veren, daha önce de Bingöl’de, Erzurum alanında kalan bir arkadaşımızdı. Sonra tekrar Medya Savunma Alanlarına dönmüştü. Uzun süre bizim yanımızda kaldı. Gerçekten de bir yoğunlaşması vardı. Onu da minnetle ve saygıyla anıyorum.
GERİLLA DİRENİŞİ DEVAM EDECEK
Xakurke ve Metina’da önemli eylemler gerçekleştirildi. Şehitleri saygıyla, minnetle andık. Bu eylemler önemliydi. Düşmanın özellike Gare saldırısından bu yana her gün yoğun olarak saldırılar yürüttüğü, yaz kış demeden saldırılarını artırdığı bir süreç yaşıyoruz. Gerçekten tarihi bir mücadele veriliyor. Türk ordusu bu 3 yıl bütün imkanlarını kullanarak herhangi bir başka bir devlete savaş verseydi farklı sonuçlar alabilirdi ama şu anda gerilla karşısında tıkanmış durumdadır. Sonuç alamamıştır. Kuşkusuz tekniği var bazı alanlara giriyor, bazı yerleri tutuyor ama gerilla buna karşı büyük bir tarihi mücadele veriyor, vermeye devam edecek. Gerçekten bu gerillaları saygıyla selamlıyoruz. Bütün halkımızın bu gerçeği bilmesi gerekiyor. Çok büyük bir savaş veriyorlar. Zor koşullarda bu tünellerde imkansızlık içinde düşmanın her türlü tekniğini ile alanı 24 saat bombaladığı bir yerde büyük bir savaş veriyorlar, irade savaşı veriyorlar. Artık bu bir irade savaşı. Fedai güçler ile yoğun tekniğe sahip bir ordunun devasa savaşı söz konusu. Ama tarihte görülmemiş büyük ciddiyetle mücadele veriyorlar. Düşmanın sonuç almasını engelliyorlar.
BÜTÜN SAVAŞI GERİLLAYA BIRAKMAK EN BÜYÜK HATA OLUR
Bu tabii ki devam edecek. Gerilla bu duruşunu, bu eylemlerini, bu mücadelesini sonuna kadar götürecek. Bunu herkes bilmeli. Bunu söylerken bütün savaşı gerillaya bırakmamak gerekiyor. Bütün savaşı gerillaya bırakmak en büyük yanlış olur. Kürtler için en büyük hata olur. Bunu söylememiz gerekiyor. Bu savaşın toplumsal alanda, kültürel alanda, ideolojik alanda, her alanda sürdürülmesi gerekiyor. Kurdistan’ın dört parçasında sürdürülmesi gerekiyor ki gerillalara layık olalım. Bu bakımdan biz tabii ki gerillanın bu zorlu koşullarda mücadele etmesini, tarihi anlamını, değerini biliyoruz. Biz de unutmayacağız, halkımız da unutmayacak. Onlar gerçekten sadece Kürt halkı açısından değil, insanlık açısından tarihin en değerli evlatlarıdır. Bu değerli evlatları tabii ki tarih yazacaktır. Halkımız da onları unutmayacaktır. Bu vesileyle o zor koşullarda direnen bu yoldaşlara bütün sevgimizle saygımız ile duygularımızı iletiyoruz. Bizim duygularımız, beynimiz, yüreğimiz hep onlarla. Biz de onlara layık olacağız. Onlara layık olmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız.
SOYKIRIMI HERKES İYİ KAVRAMALI
Nerede bir “terörist” varsa gidip ezeceğiz diyorlar ya, aslında bunun anlamı şudur: Nerede bir Kürt varsa, nerede Kürt halkın özgürlüğünü isteyen bir kişi varsa, kurum varsa onlara saldıracağını söylüyor. Bu Türk devletinin politikası budur. Amaç Kürt’ün iradesini kırmak, Kürt’ü özgürlük mücadelesinden vazgeçirmek. Teslim almak istiyor. Amaç bu. İrade kırmak istiyor. Her yerde saldırıyor. Başûr’da saldırıyor, Bakur’da saldırıyor, Rojava’da saldırıyor. Üç kişi bir yerde toplansa ona saldırıyor. Bir yerde bir yurtsever tespit ederse, bir özgür Kürt’ü tespit ederse onun başına hemen bomba yağdırıyor. Böyle bir düşman gerçeğiyle, böyle bir soykırımcı Türk devlet gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Soykırım kavramını biz bilinçli kullanıyoruz. Herkesin de soykırımcılığın ne olduğunu, bir devlet soykırımcı ise neler yapabileceğini çok iyi anlaması lazım, kavraması gerekiyor. Türk devleti neredeyse kendi varlığını Kürt’ün soykırımında görüyor. Yani kendini var etmek için, yaşatmak için illa da “ben Kürt’ü soykırıma uğratacağım” diyor. Nasıl ki derler ya vampirler kanla beslenir, kan bulamazsa beslenemez ve ölür. Şimdi Türk devleti, vampirler gibi soykırımcı zihniyetle, Kürt’ü yok etmeden, Kürt’ün iradesini kırmadan, kanını sonuna kadar, son damlasına kadar içmeden kendisinin yaşayamayacağını sanıyor.
Böyle bir zihniyet var. Böyle Türk devletini sıradan değerlendirenler, bir daha vurguluyorum; dünyanın başka yerindeki mücadelelerle karşılaştıranlar yanılırlar. Soykırım başka bir şeydir. Kurdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor. Kürt’ü bitirmeyi kendi varlığını yaşatmak olarak görüyorsa, böyle bir düşmanın neler yapacağını görmek gerekiyor.
KÜRT İHANETİ BU SALDIRILARIN MEŞRUİYETİNİ SAĞLIYOR
Bu kadar saldırının bu yoğunlukta gerçekleşmesinin önemli nedeni de, Kürt işbirlikçiliğini, Kürt ihanetini kullanmasıdır. Kürtlerin de bunu bilmesi gerekiyor. Niye bu kadar pervasızca saldırıyor? Ne zaman ki Neçirvan Türkiye’ye gidiyor, Mesud Türkiye’ye gidiyor, Mesrur Türkiye’ye gidiyor, o zaman saldırıları artırıyorlar. Türk devleti bir nevi Kürt halkını, özgürlük mücadelesini onlar üzerinden kriminalize ediyor. Diyor, ben Kürt’e karşı değilim. Bak, bu Kürt’le sarmaş dolaşım diyor. İşte bunlar teröristtir ve onun için savaşıyorum, diyor. Kürt işbirlikçileri, Kürt ihaneti, bu saldırıların meşruiyetini sağlıyor. Bu saldırılara zemin sunuyor. Yoksa Türk devletinin bu kadar pervasızca saldırması düşünülemez. Ondan güç alıyor, onunla kendine meşruiyet sağlıyor, onda kendine haklılık bulmaya çalışıyor. Ve yapıyor da. Mesrur Türkiye’deydi, ağır saldırılar oldu. Bu bakımdan bu saldırıların neden gerçekleştiğini belirtirken nasıl gerçekleşiyor, neye dayanarak gerçekleşiyor; bunun da gerçekten çok iyi bilinmesi gerekiyor.
SALDIRILARI DURDURMAK İÇİN DİRENİŞ YÜKSELTİLMELİ
Türk devleti ağır saldırılar yapıyor. Halk direniyor. Halkın bir direnişi var, bir tutumu var. Bu yönüyle halk direniyor, halk boyun eğmiyor. Kimse böyle bir şey söyleyemez. Kürt halkı her yerde saldırılara karşı direniyor. Bu açıktır zaten. Bunun için sonuç alamıyor Türk devleti. Gerillanın varlığı da, mücadelesi de halkın bu tutumundan besleniyor, destek alıyor. Böyle bir gerçeklik var ama şu görülüyor ki bu direniş düzeyi yeterli değil. Daha da ileri düzeyde direnmek gerekiyor. Bu düşmanı püskürtmek için, bu düşmanı saldırılarını boşa çıkarmak için mevcut direniş düzeyi ve tutumunu yetersiz görmek lazım. Yoksa direnmiyor demek doğru olmaz. Ama herkesin yapacağı bir şey var. Bu halk yurtseverdir. 50 yıllık bu fedai direniş Kürt halkını da fedaileştirdi, gençlerini de, kadınlarını da, yaşlılarını da fedaileştirdi. Özgür bir Kürt var. Bu özgür Kürt her yerde eylem yapabilir, iki kişi bir araya gelebilir, üç kişi bir araya gelebilir, tek gelebilir; her yerde eylem yapabilir. Yine mahallelerde, sokaklarda serhildan yapabilirler. Böyle bir Kürt gerçeği var. Yok denemez. Önemli olan bu sorumlulukla hareket etmektir. Çünkü bu saldırılar karşısında mutlaka özsavunma gerekiyor. Öz savunmanın güçlü olması gerekiyor. Öz savunma da sadece gerilla değildir. Her mahallede, her sokakta, her köyde, daha doğrusu her yurtseverin bir özsavunması olması lazım. Her yurtseverde bir özsavunma duygusunun, bilincinin olması gerekiyor. Böylelikle yurtseverler tek tek, iki iki, üç üç bir araya gelerek gerçekten bir mücadele yürütebilir.
KÜRTLÜK YAŞAYACAKSA BEDELİNİ ÖDEYECEĞİZ
Diyelim İzmir’de Deniz Poyraz’ı vurdu; yok mudur 3-4 tane yurtsever genç? Örgütlenir, düşmandan birisini rahatlıkla vurabilir. Kürtlük yaşanacaksa, Kürt’üm diyorsak bunu yapacağız, bedelini ödeyeceğiz. Ödüyoruz zaten, 50 yıldır bedel ödüyoruz. Şu anda zindanlarda bütün arkadaşlarımız işkence altında. 80 yaşındaki babamız, dedemiz işkence görüyor. Ölüm döşeğinde, bırakılmıyor. O zaman bizim de bu düşmanın saldırılarının düzeyi kadar da bir duruş, bir mücadele içinde olmamız gerekiyor.
Bunu Kurdistan’ın bütün parçaları için söylüyorum. Yoksa soykırımcı sömürgecilik tabii ki saldıracak, bizi bitirene kadar durmayacak. Bunu bilelim. Zaten öyle diyorlar; yani “tek bir terörist kalmayana kadar” derken Kürtler Kürt mücadelesinden, haklarını istemekten vazgeçene kadar bunu sürdüreceğiz, diyor. Bunu böyle bilmek gerekiyor.
Medya Savunma Alanları’na saldırı var, Bakur’a, Rojava’ya, Başûr’a var. Başûr’da yurtseverlere saldırıyor. Başûr’da Süleymaniye’de saldırdığı zaman halkın ayağa kalkması lazım. Bu saldırılar sadece orada bir yurtsevere ya da Bakurlu bir yurtsevere saldırı değildir; bütün Başûr’a, bütün Kürtlere, yurtseverlere saldırıdır. Bunu böyle görmek gerekiyor. Sadece Bakurlu bir yurtsever oradaymış da Türk devleti gelmiş vurmuş. Öyle değerlendirmek gaflettir.
ROJAVA BİR ÖZGÜRLÜK VAHASI
Bunun için herkesin bu saldırılar karşısında bir tutum koyması gerekir. Tabii Rojava açısından daha da özgün bir durum var. Rojava’da işgaller var. Efrîn işgali var, Serêkaniyê, Girê Spî işgali var. Her gün saldırıyor. Bir kadın devrimi oldu. Kürtler için bir özgürlük alanı orası. Kürtler için özgürlük alanı, Ortadoğu için ise bir özgürlük vahası, demokrasi vahası. Şimdi böyle bir yeri yok etmek istiyor. Çünkü Türk devlet gericiliği korkuyor. Diyor, orada var olursa benim gericiliğim yıkılır. Kendi gericiliğini ayakta tutmak için yok etmek istiyor. Kendi Kürt gerçeği için örnek olur diye yok etmek istiyor.
Buna karşı tabii ki Rojava’nın da büyük direnmesi lazım. Bir kere işgali sonlandırma mücadelesi içinde olması lazım. Rojava’nın birçok yerinde sınırı geçmiş. 20 kilometre, 30 kilometre gelmiş, çetelerle birlikte orada kalıyor. Buradan sökülüp atılması lazım onların. Yok etmek isterken bu işgalcilere karşı sessiz kalınabilir mi? Öte yandan yeni işgal hareketlerine zaten başvurmak istiyor. Herhalde bu saldırıları da biraz ona zemin hazırlamak için yapıyor. Savaşta vardır; bir yeri düşünmek için ilk önce top atışları yapılır, karşı tarafın mevzileri yumuşatılır, sonradan piyade, yani işgalciler girer.
SALDIRILARA KARŞI DAHA ÖRGÜTLÜ OLMAK LAZIM
Rojava’ya yönelik saldırılar böyle. Cizre Kantonu eşbaşkanlarını bir kez daha saygıyla anıyorum. Yine bu yakın zamanda orada şehit düşen bütün arkadaşları minnet ve saygıyla anıyorum. Türk devleti herkese saldırıyor. Çocuğa saldırıyor, kadına saldırıyor. Bu, şu anlama gelmiyor; sonuçta orada askerlere saldırı meşrudur. Öyle bir şey yok. Orası Kürt halkının özgür alanı. Saldırmak düşmanlıktır. Bir soykırımcı olduğu için herkese saldırıyor. Bir kişi için gerekirse 100 kişi, bin kişiyi öldürüyor. Böyle bir zihniyete sahip. Bu açıdan tabii ki bu saldırılara karşı daha örgütlü olmak lazım.
Halkın katılımının önemi her yerde. Bir halkın özgürlük savaşı sadece silahlı güçlerle verilemez. Örneğin, Rojava’da sadece askeri güçlere bağlarlarsa yanlıştır. Bu anlayışın değişmesi lazım. Yediden yetmişe herkesin orada YPG’nin, YPJ’nin yanında olması lazım. Savaşı sadece QSD, YPG ve YPJ’ye bırakırlarsa bu yanlıştır. Bu yurtseverlik olmaz. Böyle bir yetersizlik varsa aşmaları gerekiyor. Özgür kalacaklarsa, Kürtlüğünü koruyacaksa topyekun savaşmaları gerekiyor, bedel ödemesi gerekiyor. Gerilla nasıl bedel ödüyor? Onlar da yaşam, onlar da can. Kürt’ün evlatları. Herkes ödeyecek. Kürt’üm diyorsa ödeyecek, özgürlük istiyorsa ödeyecek. Topraklarına sahip çıkacaksa ödeyecek. Bu bakımdan Kürt halkının özgürlüğünü isteyenlerin, topraklarını korumak isteyenlerin, mücadelelerini bugünkünden daha etkili hale getirmesi gerekecektir.
ÇÖZÜM TARTIŞMALARININ ALTINDA ÖZEL SAVAŞ VAR
Bu iktidarın Kürt sorununu çözme gibi bir anlayışı yok. Olacağını düşünmek bile gaflettir. Bilmem birkaç Kürt’ü bakan yapmış. Erdoğan pragmatikmiş, şöyleymiş böyleymiş. Bunlar kendini kandırmaktır, Kürt halkını kandırmaktır. Tamam, özel savaşla bunu yapabilir, AKP bunu yapabilir. Böyle sürekli gündem yapıyorlar. Bilerek yapıyorlar bunu. Bunu gündemleştiren MİT’tir, özel savaştır. AKP-MHP ile işbirlikçilik yapan Kürtlerdir. İşbirlikçiler ve hainlerdir. Bunu gündem yapıyorlar. Böyle bir şey yok. Bu oltaya takılmak, özel savaşın oltasına takılmaktır. Bu açıktır. Bu, Kürtlerin kafasını karıştırmak, Kürtlerin gücünü parçalamak amacıyla “acaba bazılarında umut yaratabilir miyim, böylelikle kendisine karşı soykırıma karşı etkili mücadele engelleyebilir miyim” amacıyla yapılan özel savaştır.
AKP-MHP İKTİDARI SOYKIRIMA KİLİTLENMİŞTİR
Bu Türk devlet gerçeğini anlamak gerekiyor. Soykırımcıdır. Kürt’ü soykırıma uğratmak istiyor. Bundan vazgeçmemiştir. Şu anda temel politikası budur. Kürt sorununu dünyanın başka yerlerindeki mücadelelerle karşılaştıranlar, kendini kandıranlardır. Kürt gerçeğini tanımayanlardır. Kürt’e düşman olanı tanımayanlardır. Kürt düşmanlığını bilmeyenlerdir. Bu konuda çok büyük tecrübe olmasına rağmen hala bu oltalara gelme var. Böyle bir şey olamaz.
AKP-MHP iktidarı tamamen soykırıma kilitlenmiştir. Bunun dışında başka bir şey düşünmüyor. Bunu herkes böyle bilsin. Bakın Mehmet Şimşek’e sormuşlar; demiş “Ben Türk Kürt’üyüm.” İşte birilerine soruyorlar; diyor ki AKP-MHP şunu bunu yapabilir. Birine soruyorlar, üç devlet, bir millet diyor.
Kesinlikle Türk devletinin Kürt sorununda herhangi bir çözüm arayışı yok. Bilmem kendine yakın Hüda Par’a vermiş, onlar çözecekmiş. Ya da işte bilmem KDP onlara yakınmış, onlar çözecekmiş. Özel savaş elemanları halkı aldatmak için bunları söyleyebilir. Kürtlük adına bunlar düşünülemez. Bunları düşünmek Kürt’ü kandırmaktır. Hiçbir Kürt ile sorunu çözmez. Müslüman ile de çözmez, Hristiyan’ı ile de çözmez. Hiçbir Kürt ile, işbirlikçisi ile de çözmez. Öyle işbirlikçilerle çözüm aradığı da yok. İşbirlikçilik sadece Kürt’ü yok etmek için kullanılıyor. Kürt’ü yok etmek için gerekirse Türk devleti din bile değiştirir, Hristiyan olur, Yahudi olur.
KİMSE KÜRT SİYASETİ ADINA TOPLUMU ALDATMASIN
Bilmem Müslümanlığı çözüm yapacakmış. Bu, halkı aldatmaktır. Böyle bir şey yok. Evet kullanacaklar, onu kullanıyorlar. Bazılarına da rant veriyorlar, ihale veriyorlar, ağızlarına biraz bal çalıyorlar. Onlar da AKP ve soykırımcı devletin güzellemesini yapıyorlar. Bakıyorum da bazı HDP’liler de öyle söylüyor. Bilmem olabilirmiş. Erdoğan pragmatikmiş. Koşullar gereği işte zorlanır, çözebilirmiş. Bu, aldatmaktır. Kimse Kürt siyaseti adına toplumu aldatmasın, böyle bir şey yok. Çözüm, mücadele ile olacak. Çözüm Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ile olacaktır. Güçlü mücadele vereceksin, o zaman çözeceksin.
“Hükümete sesleniyoruz; Kürt sorununu gör, çöz” yaklaşımından çıkmak lazım. Bunu da söyleyenlerin arasında “HDP niye Kürt haklarını çok savunuyor” diyenler de var. Ya sen bırak, HDP zaten bedelini ödüyor. Sen bu düşman gerçeğini tanı, soykırımcı gerçeği tanı. Ondan medet umuyorsun, HDP’ye kem küm ediyorsun. Kürt gerçeği tanınmalı, düşman gerçeği de tanınmalı.
AKP iktidarı, o ilk döneminde daha yeniydi. Devletleşmemişti, zorlanıyordu, zorluklar içinde oluyordu. Önderlik bu süreçte biraz demokratikleşmeyi teşvik etti. Aslında AKP’den çok Türkiye’de demokratikleşmeyi teşvik eden, bu temelde bir çözüm arayışı olan bir şey oldu. Ama işte devlet gerçeği böyle.
Önderlik, 2012’de 10 madde hazırladı verdi. Çok makuldü, Dolmabahçe mutabakatı en makul değil miydi? Daha makulünü kim ortaya koyacak? Ama reddedildi. Bu bakımdan hiç kimse kendini aldatmasın. Bilmem Kürt bakan olmuş, bilmem neymiş, olabilirmiş. Bu soykırım bıçağının altına kafasını yatırmaktır. Aslında Kürtlükten vazgeçmektir. İradesi kırılmıştır. Mücadele edemiyor, acaba böyle bir şey çözüm olabilir mi, diyor. İradesi kırılanların, mücadele gücü olmayanların, acaba böyle bir şey olabilir mi deyip kendini bu tür şeyle oyalamasıdır, halkı aldatmaktır. Kimse böyle bir şeye girmesin.
HDP KURULUŞ FELSEFESİNDEN VAZGEÇSİN DENİLEMEZ
HDP’nin bir kuruluş felsefesi var. HDP’nin esas gövdesi, Kürt halkının demokrasi mücadelesidir. Serhildanlarla oluşmuş Kürt Demokratik Halk Hareketi oluşturuyor bu gövdeyi. Bu, önemli bir birikimle partileşti, sonradan kendi o parti gerçeğini belli düzeyde Demokratik Bölgeler Partisi’nde tutarak yeni bir partileşmeye gitti. Yeni bir stratejiydi bu, yeni bir politikaydı. Kürt sorununun çözümünü Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde gerçekleştirme hamlesinde bulundu. Şimdi biz HDP’den vazgeçiyoruz, HDP’yi bırakıyoruz denilebilir mi? HDP şöyle olsun, böyle olsun. HDP kuruluş felsefesinden vazgeçsin, başkalaşıma uğrasın denebilir mi? Bu bakımdan o tür şeyler bir demagojidir. Özel savaşçıların yarattığı bir algıdır. HDP’yi töhmet altında bırakıp, baskılayıp daraltmak. HDP’yi sadece bir Kürt partisi haline getirmek istiyorlar. Bu Kürtlere fayda getirmez ki.
Kürtlerin şu anda soykırıma karşı mücadelesi var. Faşist, soykırımcı Türk devleti diyoruz. Soykırımcı, faşist AKP-MHP iktidarı diyoruz. Bu, mücadele etmek, ittifak yapmak demektir. Türkiye’deki bütün güçlerle birlikte mücadeleyi sürdürmek demektir. Ne tek başına bir sol örgüt bu iktidarı devirebilir, ne başka bir demokrat bir güç devirebilir ne de sadece işçi sınıfının eylemleriyle bu elde edilebilir. Bütün demokrasiden yana olan güçlerin faşizme karşı mücadele etmesi lazım. Bu faşizm en fazla Kürt düşmanı, soykırımcı. Kürtler dışındakiler üzerine soykırım politikası üretmiyor. Ezme politikası yürütüyor, başka hakimiyet yürütüyor. Bu bakımdan bu iktidara karşı en esaslı mücadele vermesi gereken Kürtlerdir. Bunu nasıl verecek? Tek başına değil. Bütün Türkiye’deki demokrasi güçleriyle birlikte verecekler. Kürtler özgürlüğünü kazanmak istiyorlarsa böyle kazanırlar.
HDP ÜZERİNDEKİ TARTIŞMALAR DEMAGOJİKTİR
HDP, en büyük Kürt mücadelesini veriyor. Biz verdiğini görüyoruz. Onun için ağır bedel ödüyor. Kürtlükten vazgeçirmek için baskı yapılıyor. Bu kadar baskı bu nedenledir. Bunu herkes bilecek. Onlar da vazgeçmediği için cezaevine gidiyorlar. Eziyet ediliyorlar, öldürüyorlar. Bu bakımdan o tartışmalar demagojiktir, özel savaş tartışmalarıdır. Böyle dar milliyetçi çevrelerin tartışmalarıdır.
Bir kere şunu belirtelim. Bu Kürt halkı 50 yıllık mücadelesini bu dar milliyetçi yaklaşımlarla kazanmadı. Daha milliyetçi yaklaşım içinde olan örgütlerden hiçbiri bir adım atamadı. Mücadele edemediler, tasfiye oldular. Sadece demokratik ulus anlayışını daha o zamandan halkların kardeşliği temelinde ifade edip, o temelde mücadele geliştiren PKK bugünlere geldi. Ve bunun üzerine etkisi sadece Bakurla sınırlı kalmadı, Başûr’u da etkiledi, Rojava’yı da etkiledi, Rojhilat’ı da etkiledi. Bütün dünyadaki Kürtleri etkiledi. Ve en önemlisi de, şu anda dünya halkları arasında Kürtleri onurlu hale getirdi, itibarlı hale getirdi. Şu anda Kürtlerin dünyada bir onuru, itibarı varsa, o dar milliyetçi yaklaşımdan çıkarak mücadele eden ve bu mücadele ile Kürtlere çok büyük kazanımlar getiren Özgürlük Hareketi’nin etkisidir. Bu yönüyle mücadelemizin 50 yıl önce bıraktığı, vazgeçtiği bir anlayışı 50 yıldır mücadele içinde olan Kürtlere dayatmak boştur. Kürt halkı da bunun peşinden gitmez. Kaldı ki bu yaklaşımların sahiplerini görüyor. KDP yanlılarının Kürtlüğü nerede? Ne Kürtlüğüymüş? İki-üç şehirde Kürtler üzerinde egemen olmak için bütün diğer Kürtleri satmadır. Böyle Kürtlük mü olur? Bu yönüyle Bakur’da Kürtleri dar milliyetçi siyasete çekme çabası boşunadır. Bu, Kürtleri boğdurmaktır. Bu politikaları, kendi kendini yalnızlaştırmaktır.
SANAL MEDYANIN GERÇEĞİ UNUTTURMASI
Kürtlerin durumu 50 yıl öncesi gibi değil ki. Siyasi gücü var, ideolojisi var, politikası var, birikimi var, tarihi var. Biz çıktığımızda durum farklıydı. Mücadelemiz yoktu. Bu nedenle ayrı örgütlenme yaparak ilk önce kendi kimliğimizi, kendi varlığımızı, kendi mücadele gücümüzü ortaya çıkardık. Şimdi böyle bir durum yok. Şimdi ortaya çıkardığımız bu güçle bütün Türkiye halkları ve Ortadoğu halkları ile birlikte her türlü gericiliğe karşı mücadele edip Kürtleri özgürleştirmek istiyoruz. İşte Kurdistan’ın dört parçasında da Önder Apo’nun bu politikası Kürt halkı tarafından benimseniyor. Gerçek budur.
Gerçekten bu sanal medya denilen, dijital medya denilen medyanın varlığı ortamında sanki biraz geçmiş unutuluyor, gerçek unutuluyor. O anda söylenenler bir gerçekmiş gibi algılatılmaya çalışılıyor. Böyle bir etkisi var. Kürt demokratik hareketinin onlarca yıllık mücadelesi var. O kadar bedel ödemiş, o kadar ağır mücadele vermiş, Kürt halkının özgürlüğü için kimsenin ödemediği, hiç bir siyasi hareketin ödemediği bedeli ödemiş ama kalkıp Kürt siyasi hareketin ana gövdesini oluşturduğu HDP üzerinde tartışma yapılıyor. Bu, aslında sanal medyanın, dijital medyanın beyinleri uyuşturması, düşünemez hale getirmesi, günlük düşünmesi, geçmişle bağ kurmamasıdır. Yüzeyselliğin ifadesidir. Ben bunu öyle anlıyorum.
Bu bakımdan özgür basın, alternatif Kürt basını bile etkilendi. Dinliyoruz onlardan da, sanal medyada konuşanlar benzer şekilde konuşuyor. Onların da sanki basiretleri bağlanmış. Sanal medyanın bombardımanı altında onlar da doğru düşünmekten uzaklaşmış, farklı yöne kaymışlar. Bu da benim onlara eleştirim olsun.
12 EYLÜL ANAYASASI’NDAN DAHA FAŞİZAN BİR ANAYASA YAPMAK İSTİYORLAR
İlk önce anayasa değişikliğine niye ihtiyaç duyulur? Ben bunu da bir özel savaş olarak görüyorum. Ama sadece özel savaş değil, aynı zamanda faşizmin kurumsallaşmasıdır. Ona bir yasal çerçeve kazandırmaya çalışıyorlar. Şu anda kurallara uymuyorlar. Yasalara, hukuka uymuyorlar. Her türlü zulüm, baskı yapıyorlar, hukuksuzluk yapıyorlar, bunları anayasaya kavuşturuyorlar.
12 Eylül Anayasası’nın “ancak”ları vardı; bunlar ancakları daha da çoğaltarak tam faşizan bir anayasa yapmak istiyorlar. Bunlar ne anayasa yapacak? Demokratik ortam yok, demokrasi yok. Herkese en ufacık bir şey üzerine baskı yapıyorlar. Herkesi hain ilan ediyorlar, işbirlikçi ilan ediyorlar. Bu ortamda yeni anayasa yapmaktan söz etmek, 12 Eylül Anayasası’ndan daha gerici bir anayasa yapmak için çalışmaktır. Bir nevi zorla insanlara kendilerinin dediklerini kabul ettirmeye çalışıyorlar.
12 Eylül Anayasası bile böyle değildi herhalde. Onlar bilinen bazı anayasacıları topladı, biraz dünyayı dikkate alalım, biraz başkalarını dikkate alalım kaygılarını biraz taşıdılar. Bunlar o kaygıyı da taşımıyor. Bunlara kimse alet olmamalı.
DEVRİMCİLER KENDİ ANAYASALARINI TOPLUMA SUNMALI
Onlar kendi kendine tartışsınlar. Demokratik siyaset, devrimciler, demokratlar kendi anayasalarını topluma sunmalı. Bizim anayasamız böyle, alternatif anayasamız böyle desinler.
Bir anayasa taslağı hazırlanmıştı daha önce demokrasi güçleriyle. Bizim anayasamız budur, desinler. Yoksa onlarla anayasa tartışmasına girmesinler. Onların komisyonlarına katılıp meşrulaştırmasınlar. Meşrulaştırmaya hizmet etmemek lazım. Bir oyundur bu. Aslında bununla özel savaş kendini meşrulaştırmak istiyor. 12 Eylül Anayasası’na karşı büyük bir tepki oluştu. 1990’lardan itibaren bütün Türk halkında, demokrasi güçlerinde, muhalif herkeste, bu 12 Eylül anayasasına karşı yeni bir anayasa yapma bilinci Türkiye’de çok tartışıldı. Böyle bir gündem oluştu. Bunu zaten istismar ettiler. Çünkü anayasayı değiştirme istemi toplumda güçlü. Bunu devrimciler yarattı, bizler yarattık, demokrasi güçleri yarattı. Ama şimdi bundan faşist güçler yaralanmaya çalışıyorlar. Buna meydan vermemek lazım. Evet, bir demokratik anayasa gerekir ama bunlarla olmaz. Demokrasi güçleri kendi anayasasını yapıp bunu topluma sunabilirler. Bütün sivil toplum örgütleri, demokratik kuruluşlarla birlikte “bizim anayasamız budur” diyebilirler.
BİSMİL’DEKİ OLAYA BENZER OLAYLARDA ÖNLEYİCİ OLMAK LAZIM
Bismil’deki olaya benzer olaylar bitmişti, sıfır noktaya gelmişti. Tabii ki demokratik güçlerin örgütlülüğünün etkisi vardı. Anlaşılıyor ki bu konuda zayıflıklar var. Örgütlü kurumların, örgütlü toplumların, demokratik kuruluşların bu tür sorunlarla daha fazla ilgilenmesi, önceden fark etmesi ve çözmesi gerekiyor. Kuşkusuz bu olaydan sonra hemen Kürt demokratik kurumları gitti, milletvekilleri gitti, bir çaba içine girdiler. Onları takdir ediyoruz. Ama böyle olunca gitmek yetmiyor. Önceden engelleyici bir ortam yaratmak gerekiyor. Zemin yaratmak, anlayış yaratmak gerekiyor. Bu konuda bir zayıflık var.
Ben yaşamlarını yitirenlerin hepsini saygıyla anıyorum. Başsağlığı diliyorum. Çok acı bir durum. Ama gerçekten bunlar olmamalı. Biz büyük bir ülke savaşı veriyoruz. Bir ülkenin mücadelesini veriyoruz. Ortadoğu’nun en büyük ülkelerinden biri. En büyük nüfusu olan halklardan biri. Böyle bir ülkenin dört parçasında mücadele verirken bir tarla için insan birbirini öldürür mü? Böyle büyük mücadele karşısında böyle bir küçük duruş olabilir mi? Evet, birileri biraz taviz verebilir. Yani bir parça tarlası da eksik olsa ne olacak? Yani birkaç metresi eksik olsa ne olacak? Ve şimdi biz bundan 15-20 yıl önce şöyle diyorduk. Eskiden de Kurdistan’da bir tavuk için insan öldürülüyordu. Bir metre arazide bir sınır için bu kadar insan öldürülüyordu. Bunlar ortadan kalktı diyorduk. Şimdi gerçekten bunların olması bizi çok üzdü. Olmamalı bunlar. Ama bunun için de toplumun bilinçlenmesi lazım. Örgütlü toplumların bu tür çevrelerle ilişkilenmesi lazım. Toplumda bazı sorunlar, anlaşmazlıklar olabilir, oluyor. Milyonlarca insandır. Bazılarının yanlış düşüncesi olur. Herkes tam doğru diye düşünemez. Ama ölçü çokluk olursa, bu konu da diyelim akil adamlar olursa zamanında görüp önler. Bu tür sorunlarla uğraşan akil insanlara, gruplara, komisyonlara ihtiyaç var. Sürekli toplumun her kesiminden bilgi almalı, her yerden bilgi almalı. Her şehirden, her kasabadan varsa böyle şeyler hemen gidip müdahale etmeli ve çözmelidir. Bu vesileyle ben bir daha herkesi sağduyuya davet ediyorum. O aileleri de sağduyuya davet ediyorum. Hiç değilse ölenlere saygının gereği, artık bu tür ölümleri olmaması için hem bir barış yapmak hem de bu tür olayların olmaması için herkesin çaba göstermesi gerekir.”