HABER MERKEZİ – 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişçilerinin ölümde yaşamı yarattığını vurgulayan Ayten Dersim, “PKK’yi, PKK’nin ruhunu, ideolojisini, direniş geleneğini 14 Temmuz ruhu belirledi” ifadesinde bulundu.
Kurdistan Kadın Özgürlük Partisi (PAJK) Koordinasyon Üyesi Ayten Dersim, İmralı tecridi, kadın mücadelesi ve 14 Temmuz Direnişi’ne dair değerlendirmelerde bulundu…
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik ağır tecrit son birkaç yılda bu ağırlaştırılmış ve mutlak bir tecride dönüştürülmüş durumda. Son gelişmeler çerçevesinde tecride ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Başta Önderliğimizi selamlıyorum. Sizin de belirttiğiniz gibi Önderliğimizin esareti günümüze kadar sürdü, hep bir tecrit uygulandı ve bu çok sistematikti. Tabii bu, Türk devletinin kendi başına yaptığı bir durum değil. Önderlik de hep İmralı sisteminin uluslararası bir sistem olduğunu ve özel bir alan olduğunu belirtti. Uluslararası komplo günümüze kadar farklı biçimlerde sürüyor. İşte en son 25-28 aydır Önderliğimizden herhangi bir haber alamamak, ne avukatları, ne ailesi, ne telefon görüşmesi; ki zaten telefon görüşmesi hiç olmadı; tek bir defalığına mahsus bir iki saniye, dakika sürdü. Bunlar bizim açımızdan bir mücadele gerekçesi, bir savaş gerekçesi. Önderliğin fiziki özgürlüğü olmazsa olmaz kararlılığında kendisini dayatıyor.
Evet, hareket olarak hep bir mücadele içinde olduk ve oluyoruz. Önderliğimiz için başlatılan kampanyalar, hamleler çok yaygın sürdürüldü ve sürdürülüyor. Fakat öyle bir faşizmle karşı karşıyayız ki kendi hukukunda yeri olmayan bir yasayı uyguluyor. Yani kılıf uydurmuş. Yani ne uluslararası hukukta vardır ne de Türkiye hukukunda bu vardır. Bu anlamda keyfine göre ve Önderliğimizin de özel yaklaşımından ele alarak bunu uyguluyor. Ve son süreçlerde de zaten sık sık 6 ayda bir yasaklar getiriyor, disiplin yasağı getiriyor. Bunların elbette ne hukukta yeri var ne de mantıkta yeri var. Bunların hepsi siyasi bir yaklaşımdır, hepsi özel bir yaklaşımdır. Çünkü bu komplonun başından beri amacı şuydu; Önderliğimizi tümüyle hareketten koparmak, tasfiye etmek, etkisiz kılmak, susturmak. Şimdiye kadar da binbir çeşit yöntemlerle bu özel savaşı hep yürüttü, yürütmeye çalıştı. Son olarak bir kez daha AKP-MHP faşizmi, iktidarda kalmasıyla bunu bir kez daha özel gündemine aldı. Çünkü seçim öncesi ve seçim sonrası hep böyle Önderliğimiz üzerinde politika yürütmeye çalıştılar. Yani bu bir özel savaştı. Halkın kafasını bulandırmak, partileri etkisiz kılmak, acabalara boğmak. Buna karşı tabii açıklamalar oldu, değerlendirmeler oldu, bunlar bir oyundur.
Önderliğimiz hep şunun mücadelesini yürüttü. Bu Türkiye’nin demokratikleşmesi, bu halkların demokratik bir sistemde var olması, tüm halkların kendi kimliğiyle, diliyle, yaşamıyla ortak yaşayabilecek bir sistemin olması için çabaladı. Bu da Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Şimdiye kadar da bu mücadele hep yürüdü; Önderliğimiz şahsında, Önderliğimizin çabası, emeğiyle… Şu an hem Önderliğimizin güvenliği, sağlığı bizi tereddüte koyuyor. O anlamda tabii bizim ne yapmamız gerekir, yani hareket olarak bunlar hep tartışılıyor ve günümüz itibarıyla harekete geçmemiz gerekiyor. Bir insan kalkıyor; tecrit var, tecrit bir insanlık suçudur diyor, tutuklanıyor. Hemen gözaltına alıyor. Yani iktidar tümüyle kendi yanlışlarını, yani basın ayağını, kendi söylem ve eylemlerini dile getirecek bir basın ekibini oluşturdu ve oluşturuyor. O diğerlerini, hepsini susturuyor ve bunu topluma da dayatıyor. O yüzden Önderliğimiz de bunu vurguladı ve biz de bunu esas alarak mücadelemizi yükseltmeye çalıştık.
MÜCADELENİN ÇITASINI YÜKSELTMEK LAZIM
Tecrit artık tüm Kurdistan’ı sardı, yani toplumları sardı, halkları sardı. Çünkü Önderliğimiz bir tek Kürt Halk Önderliği değil. Bunu çoktan aştı. Hem Önderliğimizin savunmalarıyla tüm dünya halklarının gündemine koyduğu demokratik, konfederal ve halkların özgürce yaşam perspektifi ve sistemi hem de bizim mücadelemizin ulaştığı düzey bunu ispatladı. Yani böyle tek Kürt motifli değil. Elbette ki bunun öncülüğünü yapan, bunu militanlığını yapan, bunun paradigması ile topluma taşıyan olduk ama bunu aştık; evrenselleşti. Önderliğimiz bunu başardı. Önderliğimiz şunu söyledi; benim savunmalarım neredeyse ben oradayım. Gerçekten öyle oldu. Yani Önderliğimizin savunmaları Kurdistan’dadır. Önderliğimizin savunmaları Ortadoğu’dadır. Bugün Arap halkları bunu okuyor, konferanslar yapıyor. Bugün Avrupa’da çeşitli halklar hiç ayrım yapmadan yani Önderliğimizi okuyor ve müthiş bir ilham alıyor. Çünkü Önderliğimiz şunun tespitini çok net koydu: Halkların en temel ihtiyacı demokratik sistemdir ve demokratik sistem içinde halkların kendi özgürce yaşayabilmesidir. Hiç alt üstler olmadan, zengin fakir olmadan, ezen ve ezilen olmadan, birlikte yaşayabilecek bir ülkenin, bir toplumun var olmasının perspektifini koyuyor. Ve ütopik değil bu. Bu halklar geçmişte bunları yaşamışlar ama egemenlik sistemi bunu parça parça ederek kendisini burada inşa etmiş.
Bu anlamda bizim yapmamız gereken nedir? Önderliğimizin fiziki özgürlüğüne kilitlenerek tüm parçalardaki Kürt, diğer halklar; yani Önderliğimizin savunmalarını okuyan, benimseyen, özgürlükten yana olanlar mücadeleye kalkmalıdır. Şimdiye kadar yürüttüğümüz mücadelenin yetersiz olduğunu görerek bu mücadelenin çıtasını yükseltmemiz lazım. Başta da kadınlar… Yıllardır o kölelik zincirleri dediğimiz, o bastırılmış kişilikler dediğimiz, o ötekileştirilmiş kadın toplumsallığı dediğimiz… Bunlar gerçekten parçalandı, tümüyle ortadan kalkmadı. Bunlar bizim mücadele gerekçemizdir. Toplumsal cinsiyetçilik karşısında kadınlar olarak hep bir mücadele içinde olmamız gerek. Daha kaygısız, daha hesapsız, daha özgürlükçü, daha sınırları tanımayan… Çünkü bizler Önderlik ile var olduk. Önderlik kadına bilinç verdi, kadının özgün özerkliğini, iradesini, insan olduğunu, kadın olduğunu, toplumda var olduğunu ve ilk ezilen ulus olarak tanımladı kadını. O anlamda daha radikal olmalıyız.
Tabii örgütlü, bilinçli gençlik var. Gençlik toplumun en radikal halidir. Devletler gençliği yok ediyor. Yani bir toplumda genç yoksa o toplumun geleceği nedir? Üniversitelerden tutalım, okulun diğer alanlarında ve tüm mesleki alanlarında bu devlet bu gençliğe hiçbir şey vermedi. Basına yansıyan biçimiyle bu çok net yansıyor.
ÖZGÜRLÜK GÜNDEMİNE KİLİTLENEREK EYLEM
Dem Dema Azadiyê hamlesi başlattınız ve tecride karşı mücadele arttı. Tecridi kırma noktasında mücadeleleri yeterli görüyor musunuz?
Evet, o da bir mücadeledir. Biz mücadeleyi tek bir eylem boyutunda değil. Mesela Önderlik savunmaları, düşünceleri tüm topluma çok yaygın taşırılmalı. Bu böyle bir dönemlik açısından olmamalı. Yani mesela hamle diyoruz. Hamle, uzun vadelidir. Kampanya dönemseldir. Dem Dema Azadiyê hamledir, yani yıllardır başlatılmış ama daha çok sonuç alır niteliğe dönüşmesi gerekir. Bir ideolojik, örgütsel çalışma itibarıyla şimdiye kadar yürüttüğümüz çabayı on katına çıkartmamız lazım. Bu fedakarlık istiyor, bu çok ciddi bir emek istiyor. Gerçekten bir örgütlülük istiyor. Ama şöyle de yaklaşamayız: Oturalım, örgütlülüğümüzü yapalım. Öyle değil. Hayır, küçükten başlayarak büyütmek lazım. O anlamda mesela Önderliğin düşüncelerine ulaşan binlerce enternasyonalist var, tüm ülkelerde var. Gerçekten ciddi bir buluşma söz konusudur. O zaman bunlara da düşen rol ve misyon vardır. Yani o toplumu bilinçlendirerek örgütlülüğe dönüştürmek ve örgütlü bir güçle eylemselliğe kavuşturmak gerekir.
Bunun yanında bir de avukatlar var. Hepsi şunu söylüyor. Diyor ki, tecrit insani değildir, bir işkencedir, bir zulümdür. O zaman avukatlara düşen görev nedir? Bir, binlerce avukat Önderliğimize avukatlık yapma başvurusunu yapar. Kabul edilir edilmez, binlercesi Türkiye’ye gelir, Güney’e gelir, Kurdistan’a gelir. Bu on olur, yirmi olur, otuz olur. Yani her yerde her kesimin yapabileceği görev ve sorumluluk var anlamında bunları belirtiyorum.
Binlerce yazar var; okuyorlar, Önderliğimizin düşüncelerinden ciddi bir ilham alıyorlar. Diyor ki, bizim hayal ettiğimiz, bizim düşündüğümüz artık teori değil, Önderlik şahsında somutlaşmış, ifadeye kavuşmuş ve toplumsal sisteme dönüşmüştür. O zaman demek ki oluyor. Çünkü Önderlik yoktan var etmedi. Varı gün yüzüne çıkarttı. O yüzden Önderliğimiz diyor, yeniden bir tarih yazmıyoruz, yazılmayan tarihi gün yüzüne çıkartıyoruz ve o tarih artık canlanmalı. O tarih halkların tarihidir, kadınların tarihidir, gençliğin tarihidir. O anlamda Dem Dema Azadiyê’yi yeniden güncelleme üzerinde ele almamak lazım. Mesela toplu oturma eylemleri… yani Önderliğimiz ile görüşme olmadığı müddetçe, Önderliğimizden haber almadığımız müddetçe, Önderliğimizin fiziki özgürlüğü sağlanana kadar eylemimizi bırakmayalım. Bu kadar uluslararası kurum ve kuruluşlar vardır, değil mi? Bunların her birinin bir rolü vardır. BM’sinden, CPT’sinden, Avrupa Birliği’nden tutalım… Bunlara dönük eylemler yapalım. Bu ve buna benzer ciddi kitlesel eylemsellikler… Ama sonuç alır nitelikte bir eyleme dönüştürelim. Önderliğimizin fiziki özgürlüğüne kilitlenerek tek gündem halinde… Bu, elbette bir yaşam duruşudur, bir katılım biçimidir. Bu elbette bir karar kılmadır. Yani biz başarırız iddiasını göstermedir. Elli yıllık mücadele tarihimiz bunu ispatlamıştır. O yüzden biz hareket olarak da, halk olarak da ve özellikle de kadınlar olarak bu sorumlulukla yaklaşarak, bunu başaracağımıza inanarak adım atmalıyız.
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi Kadın Hareketi açısından ne anlam ifade ediyor?
Bireylerin yaşadığı alan, coğrafya, aile, çevre, içinde bulunduğu koşul onları şekillendirir. Ama böylesi tarihi anlar tüm toplumun kaderini belirliyor. Bu bakımdan sürece gitmek lazım. Çünkü tarih canlıdır. Tarih yaşanmış ve bitmiş değildir. Toplumsallık tarih ile vardır. O anlamda biz hep vardık. Ama bu yaşadığımız anlar ve tarihler, bizi tekrar o gömülen tarih, toplumsallıkla buluşturdu. İşte uyanış budur, var olmak budur. Yani Önderlik felsefesi, ideolojisi, Önderliğin topluma taşıdığı özgürlük düşüncesi budur.
Hareketimizin gelişim tarihi 1974. Yani daha grup aşaması, daha tartışma dönemi, daha Kürt var mı yok mu, Kurdistan var mı, yok mudur… Giderek grubun büyümesi ve bunun çeşitli platformlarda tartışılması… İşte Önderliğimizin ilk Kurdistan sömürgedir, demesiyle orada çok ciddi bir tepki oluşuyor ve orada artık demek var ki dinleniyor. Bir şeyin tepkisi farklı olur, refleksleri farklı olur. Demek ki varsa, o zaman bunun mücadelesi verilmeli. Yani sen varı inkâr edemezsin. İnkâr edersen de yok edemezsin. Kürt vardır, hep vardı. Yani yeni bir durum değildir. Ama katliamlarla o varlık küçültüldü, ortadan kaldırmaya gücü yetmedi, asimile edildi ve susturuldu. İşte Önderlik felsefesi de, PKK felsefesi de bunun varlığını gün yüzüne çıkardı.
50 YILDA KÖPRÜLERİ YIKTIK
‘80’ler, 12 Eylül ve onun öncesi sıkıyönetim süreçleri, hiçbir dönemle kıyaslanamayacak süreçler. Tüm Türk sol hareketlerini, sosyalistleri, ilericileri, hepsini kapsadı. Çünkü Türkiye geleneği şunu söylüyor; eğer komünizm bu ülkeye gerekliyse bunu ben getiririm. Eğer sosyalizm gerekliyse de ben getiririm, diyor. Devlet endeksli, iktidar endeksli ve toplumu susturarak, kandırarak, oy alarak… İşte bugün de kurdukları, kullandıkları argümanlar vardır; demokrasiden bahsederler, eşitlikten bahsederler, toplumun varlığından bahsederler. Bunların hepsi devletin bu topluma taşıdığı yalan argümanlardır. Yani algı oluşturuyor ve sonra da kendini uyarlıyor. ‘80 öncesi bir bütünen, yani tüm devrimci hareketleri kapsayan ve içeride bunları da yok etme seferberliği… O yüzden bir karanlık süreç. Devlet, tüm devrimci hareketleri içerde boğma, yok etme, teslim alma, tasfiye etme, iddiasız kılmaya çalışıyor. Bu halkta nasıl umutsuzluğu geliştirecek? Tutukladığı öncüleri içeride teslim alarak. İşte bak, sizin çok umut bağladığınız, bel bağladığınız, çok iddia ettiğiniz bunların hepsi teslim oldu. Tabii bir de bizim harekete dönük… Çünkü bizim hareketin farklılığı söz konusu. Bu diğer hareketleri inkâr etme üzerinden değil. Yani Önderliğin bir toplumsal gerçekliği iyi analiz etmesi, iyi tanıması, Ortadoğu gerçekliğini iyi tanıması ve iyi bilmesi ve bunun üzerine devrim stratejisini belirlemesi. Bunların hepsi bir farktır. Mesela biz hareket olarak şabloncu değiliz. Tüm dünya devrimlerini elbette incelemişiz ama o devrimlerin coğrafyasından tutalım toplumsal gerçekliği çok farklıdır. Kurdistan’a indiğinde, Ortadoğu’ya indiğinde çok farklıdır. O farklılığı gözeterek kendi devrim stratejinizi belirlersiniz. Bu anlamda arkadaşlar daha ilk grup aşamasında bile Kurdistan’a giderken, şehirlerde toplantılar yaparken, aile ziyaretleri yaparken, gençlere temas kurarken, o dönem Türkiye’de ve Kurdistan’da ciddi devrimci hareketler var; farkı görüyorlar. Siz farklısınız, diyorlar. Bu ilişkilenmede farkını yansıtıyor. Bu halkın değer yargılarına saygılı yaklaşmadan farkını yaratıyor işte. PKK’yi PKK yapan toplumsal gerçekliği inkâr etmeden ama toplumsal gerçekliği de olduğu gibi kabul etmeden, bunu değiştirerek, dönüştürerek, onun özünü koruyarak geliştirmeyi esas aldı. Farkı buradadır.
Mesela bizdeki devrimciliğin 50 yıllık bir geçmişi varsa, burada gerçekten devrimciler var olduğu içindir. Biz köprüleri yıktık. Köprüler nedir? Feodalizmdir, gericiliktir, aileciliktir, kapitalist modernite yaşamıdır. Biz özgürlüğe karar kıldık. İşte devrimcinin bir özeli de odur. Yani özgürce yaşayarak o özgürlük uğruna bedelini verebilme aşkını yaşıyor. O yüzden de Heval Kemallerin söylediği öyle çok sıradan sözler değildir. “Yaşamı ölecek kadar seviyoruz”. PKK böyle bir farkı yaratıyor. Önderlik hep diyor ya, “Kemal benim ruhumdur; ben leb demeden o leblebi olduğunu bilir”. İşte Apocu ruh budur, Önderliğe doğru katılmak budur. Yani hemen düşmanın ne yapmak istediğini fark eden… Çünkü tümüyle hepsi kadro değildi. Yüzlerce kadro ama binlercesi sempatizan, dost. Selam vermiş, evine gelmiş, kapı açmış, bir ekmek vermiş. Bu sempatizan, yurtsever, saygı duyan yani.
DİRENEREK KAZANMA BİLİNCİ
Ve çok ciddi bir işkence. Tabii bunun direkt tanığı olanlar var, anlatırlar. Her birimiz bunlarla yaşadık, bunlarla yaşayarak devrimcileştik. O anlamda Apocu militanlar şunu fark ediyor; diyor ki bu karanlık ortamı yırtmak için bir şeylerin yapılması gerekiyor. Yani bu topluma senin umut vermen lazım. Bu topluma direnerek kazanacağının bilincini vermen lazım. Çünkü burada yapılmak istenen; devrimi, devrimcileri zindanlarda bitirmektir, yok etmektir, gömmektir. İşte onun bir tarihi var ya; Kürtleri öldürdüm, Ararat’a da gömdüm, üstünü betonladım ve bir kez daha bunu yapacağı inancı var. O yüzden de dünyada işlenmeyen her türlü işkence yöntemleri ve aletleri uygulanmıştır. Ama başarılı olamamıştır. Çünkü Apocular var içeride. İşte ilk eylemi koyan Heval Mazlum’dur. Yani birilerimiz bir şeyler yapmalıyız, diyor. Bu halk bunu görebilmelidir. Arkasından Dörtler’in eylemi vardır. O kadar ince eliyor, o kadar incelikli düşünüyor ki eylem başarıya ulaşsın, eylem hedefine ulaşsın. İşte bu özgür yaşama aşık olmaktır. Bu, özgür yaşama bu kadar gerçekten kilitlenmektir. Devrimciliğin zaten temel yaşamı budur, ahlakı budur, düşüncesi budur. Arkadaşlar fark ediyor; diyor, “ateş suyla söndürülmez, ateş gürleştirilir”. Bunlar çok derin söylemlerdir. Bunlar öyle söylenip geçilecek hususlar değildir. Bunların her birimize verdiği, ideolojik perspektiftir, ideolojik yaşamdır. Ve arkasında Kemaller, Hayrilerin yaptığı açlık grevleri vardır. Bunları o dönemin tanığı olanlar daha iyi anlatırlar. Yani biz onlarla yetiştik. “Artık kimsenin buradan çıkması mümkün değil. Girdik ama sağ çıkmak mümkün değil ve burada herkes yok edilecek. O zaman bu devletin, bu faşizmin hesabı görülmeli, kökü kazılmalı. Buna karşı bir şeylerin yapılması lazım.
İşte bu mahkemede büyük bir gurur ve onurla, büyük başarmanın iddiasıyla ilan ediliyor. “Biz PKK’liler olarak yaşanan işkencelere, bu yaşanan yok etme politikasına, bu yaşanan kökünü kazıma girişimlerine, inkâra karşı bedenlerimizi ölüme yatırıyoruz.” İşte PKK’yi, PKK’nin ruhunu, ideolojisini, direniş geleneğini 14 Temmuz ruhu belirledi. Evet, bir ruh vardı. Ama bu direkt yaşamsallaştırdı. Yani bir ruh, yaşamsallaşırsa sonuç alır. Bir insan kendi bedenini ölüme yatırıyor ama bu ölüm, öyle bildiğimiz bir ölüm değil. Toplumda kendini bırakıp teslim olma olarak bilinir. Hayır, ölümde yaşamı yaratmak. Heval Kemal Pir’in söylediği var. 5-6 kişiyle başlıyorlar. Bu 5-6 giderek 10 oluyor, 15 oluyor, yayılıyor, tüm cezaevlerine yayılıyor. Çünkü herkes Heval Kemal Pir’i tanır, Hayri Durmuş’u tanır, Mazlum’u, diğer arkadaşları, Akif Yılmaz’ı, Ali Çiçek’i tanırlar… Birisi eylemde aktif, ajite propaganda, birisi çok örgütleyici, birisi çok kararlı, birisi çok moralli ve coşkulu. Bu neyi ifade ediyor? Kazanmayı ifade ediyor. Daha işin başında kazandık, diyor. Altıyla başladık, on oldu, onla başladık, yirmi oldu, yüzler oldu. İşte kazanmak budur. Yani hep bir mücadele azmi, hep bir iddia, kararlılık… Kesinlikle devrim ve devrimciler başarır. Devrim ve devrimciler yenilmez. Bu bir felsefedir, bu bir iddiadır, bu bir yaşam kararıdır. Hiç imkânların olmadığı, çıplak bir beden ama özgür bir düşünce.
Mesela Heval Sara (Sakine Cansız) da o dönem cezaevindedir. Bir de tabii bu cezaevi Amed zindanıdır. Şimdi Amed’in zindanı bir tarih yazdı. Yazdı bitti değil, bu tarih bugün yaşanıyor. İşte o yüzden 14 Temmuz ruhu, bir fedakârlık ruhudur. 14 Temmuz ruhu bir kazanma ruhudur. 14 Temmuz ruhu şunu ispatladı; Apocular her yerde, her koşulda, her zorlukta başarır.
Aslında şöyle söyleyebilir miyiz? 14 Temmuz’la beraber bir direniş ruhu başladı ve bu direniş ruhu miras gibi devredilerek bugüne geldi.
Evet. O yüzden de bir felsefedir. Felsefe nedir? Yani senin yaşama anlam katarak yaşaman değil mi? O felsefeye ne biçiyorsun? Özgürlük… O felsefeye ne koyuyorsun? Halkların özgürce yaşamını koyuyorsun, yaşamını da ona göre uyarlıyorsun. Şimdi seni yok etmek isteyen bir sistem varsa senin de o sistemi yok etmen için inancın ve bilincin vardır. Mesela arkadaşların cezaevindeki savunmaları vardır ve bugün hâlâ okuyoruz. O dönemde tespit ettikleri, o dönemde dile getirdikleri, o dönemde faşizme karşı haykırdıkları… Diyor ki, siz bizi yargılayamazsınız. Ve gerçekten onlar sanık sandalyesine oturuyor. O yargılananlar sanık sandalyesine oturuyor. Arkadaşlar hitap ederken; mesela diğerlerine ‘sen’ diyor ama arkadaşlara hitap ederken ‘siz’ diyor. Bu da bir duruştur. Düşmanı bile kendine saygı duyacak hale getirmen senin mücadele tarzındır. Senin düşman karşısındaki duruşundur. Düşman bile sana saygı duyar hale geliyor. O anlamda 14 Temmuz’un, bir de Heval Saraların direnişi var. Sara kendi kitabında da anlatır; “Biz fark ediyorduk bir şeylerin olduğunu. Heval Mazlum’un şehadetinde de, Dörtler’in şehadetinde de…” Yani cezaevinde bir sessizlik var, cezaevinde bir düşünce var, cezaevinde yapılan bir durum var. Bizim bunu hızlı öğrenmemiz lazım. Mahkemeye gider gelirken aralarda soruyorlar. Ölüm orucunu da… Verdikleri ciddi mücadele sonucu Heval Sara gelip diyor ki, “arkadaşlar büyük ölüm orucuna başlamışlar; bizim de gönüllü olan, bunda karar kılanlar olarak başlatmamız lazım”. Heval Sara buna öncülük yapıyor. Yani bu ruh ardıllarını yarattı. PKK’yi PKK yapan, bu düşünce yaşamıdır. Heval Kemallerin, Hayrilerin, Akiflerin, Alilerin hem harekete, hem kamuoyuna hem de aileye bıraktıkları mektuplar var. Yani çok ciddi ideolojik tanımlar var. Çok derin bir analiz söz konusudur. Mesela Mehmet Hayri Durmuş doktordur, okumuş. Ailesi diyor ki doktor olmanın da topluma bir faydası var. Geleneksellik ölçüsünde bunu ifade ediyor. “Yok” diyor. “Doktor olsam bir şehirde birkaç kişiye ilaç bulabilirim ama devrimci olsam tüm topluma derman olurum.” Çünkü devrimci, düşüncesiyle, eylemiyle vardır. Ve o düşünce geliştikçe toplum de uyanmış oluyor. Toplumda bilinçlenme olur. Ve bu, devlete, sömürgeci sisteme karşı örgütlü bir başkaldırıya dönüşüyor. O yüzden diyoruz sizler bizi yok edemezsiniz. Sizler belki bize işkence yapabilirsiniz. Sizler belki bizi inkâr edebilirsiniz ama sizler bu hareketi, bu mücadeleyi susturamazsınız. Çünkü bu mücadele artık tohumlarını ekti ve o tohumlar çok ciddi kök saldı.
Çınar ağacı mesela, çok köklü, kökü var değil mi? Buna benzer ağaçlar var. Yani artık damarları tüm toprağı sarmış. Onu söküp atmak mümkün değil. O kendi yolunu bulur yani. İşte Amed’de zindan direnişi büyük bir kamuoyu yarattı. Mesela orada yazdıkları mektuplar var. Mesela Heval Mazlum’un Önderliğe gönderdiği mektup var. Diyor, biz başlattık, artık örgüt de başlatmalı. Çünkü dışarıda da bir halk var, bu direnişi de örgüt kendine esas alarak ama çok aceleye getirmeden, çok zamana da yaymadan… Çünkü halkta devrime inanç kırılacak.
Önderliğimiz 12 Eylül’ün gelişini öngörerek hareketin daha güçlü bu devrimi yürütebilecek güce getirmek için yurt dışına çıktı. İşte Mahsum Korkmaz Akademisi’nde binlerce kadroyu eğiterek Kurdistan’a gönderdi. Önderlik, “Bu bizim için bir talimattı, biz bu talimatları esas alarak daha erken davranabilirdik” diyor. Önderlik savunmalarında da çözümlemelerinde de bunun öz eleştirisini veriyor. İşte o ekilen, o yaşama kavuşan, o ruh ardılları var. İşte Heval Sara şahsında zindanda da çok ciddi bir kadın direnişi var. Esat Oktay Yıldıran’ın o işkenceci faşist karşısında bir kadın duruşu var.
PKK HER ZAMAN VAR ETTİ
14 Temmuz Direnişi de kendisiyle beraber binlerce direnişçi yarattı. Aslında bir fedaileşme kültürü de getirdi. Bu anlamda özelde Kadın Özgürlük Mücadelesinde nasıl bir ruh, nasıl bir kadın fedailiği, nasıl bir kadın duruşu yarattı?
Kadın hareketi de PKK felsefesiyle yaratıldı. O yüzden Önderlik “PKK’nin özü, kadın özüdür, PKK’nin kendisi kadın partisidir” dedi. Bu kültür cezaevlerinde tüm kadın tutsakları sararak, o mücadele etrafında kenetlenerek bunu dışarıya taşıdı. 1980 ve ‘80 öncesi de bir-iki kişi, üç-dört kişi, direnişle birlikte sayı artıyor. Giderek PKK’ye katılım, özgürlük hareketine katılım artıyor. Kendi kurtuluşunu, bu toplumun kurtuluşunu orada görüyor. Bu geleneğin özü nedir? Fedailik her zaman olmuyor. Önderlik daha derin tanımlıyor. Önderlik diyor ki, fedailiğin bir özelliği de anında cevap verme olayıdır. İşte 14 Temmuz’da yok edilmek istenen bir yerde var olundu. Bir de heval Zîlan var. Heval Zîlan’ın eylemi, fedailiği neyi ifade etti? Önderliğimize karşı gelişen uluslararası komplo var, buna cevap verilmesi lazım. İşte o andır. Bir de gerillanın sürekli aynı eylem biçimleriyle – çok yaygın eylemler var ama- eylemin taktiksel boyutu, daha sonuç alıcı, yaratıcı, daha farklı düşmana darbe vurma üzerinden… O yüzden Önderlik diyor; tek biri gidip kendini patlatmadı. Düşünelim; gerçekten 4 gün mü, 6 gün mü, heval Zîlan bombalarla yatıp kalkıyor. İşte bu bir duruştur. Kendini hedefe kilitleme, hedef neyi gerektiriyorsa bunu başarma, başarmak için zorluklarla mücadele ederek aşma… O yüzden biz şunu söylüyoruz; PKK felsefesi gerçekten zorlukları aşmadır. PKK militanları da o anlamda bunu başarandır. O yüzden diyoruz; PKK yoktan var olmadı ama hiçbir şey yoktu da. Hep bunu var etti Önderlik. PKK’yi tanımlarken bunu belirtiyor. Yani bize öyle sunulan imkânlar yoktu. Çok da sunulan araç gereçler yoktu. Bir düşünce, bir kararlılık, bir iddia vardı. Bir şey varsa o zaman bu başarılır. Önce düşünceyi oluşturalım, sonra halka girelim, denmiyor. PKK böyle büyümedi. PKK, bir düşünce oluştuğu an bunu taşıdı. PKK çıktığından günümüze kadar bir halk hareketidir.
Heval Zîlan’ın eylemiyle birlikte binlerce kadın, hem toplumda hem de gerillada Zîlan ismini aldı hem de o eylemden ruh aldı. Yani demek ki başarılıyor.
BİZ ÖLÜMÜ ÇÖZMÜŞÜZ
Arkasında ise heval Sema… O dönemde zindanda dayatılan neydi? Sahte önderler, sahte yaşam anlayışları. O dönemde de bugün de düşmanın zindanda yapmak istediği nedir? “Kendi yaşamınızı yaşayın, size imkânlar veririz”. Devrimcilik ruhundan, devrimcilik amacından alıkoymak, sivilleştirmek… O yüzden deniliyor ya, ıslah etmek. Yani seni kendi amacından, kendi ideolojinden, kendi hedefinden, kendi yaşamından alıkoymak, kendine ait yapmaktır. Heval Sema’nın bıraktığı mektuplar var Önderliğe, kadın hareketine, tüm dünya kamuoyuna. O yüzden diyoruz, bu sıradan ölümler değildir. Dikkat edin, biz ölüm olarak ele almıyoruz. Bir yaşam, bir anlam… Herkes ölümden korkar, değil mi? Ama biz ölümü çözmüşüz. Gerçekten çözmüşüz. Ölümden korkmuyoruz yani. Çünkü onun bilincine ulaşmışız. Yani onun beni fiziki olarak yok etmesi, bu davanın yok olması olmuyor; Toplumsallaşma, bir halk gerçekliği vardır. Eylemini koyarken “8 Mart’tan Newroz’a bir köprü olacağım” dedi. Gerçekten köprü oldu. Zindanı o anlamda sarstı yani. Ben bir direnişle buna cevap veriyorum, dedi. Bu tür eğilimlerin başarılı olmaması gerektiğinin kararlılığını ortaya koyuyorum. O dönemde içeride dayatılan bir tasfiyecilik var, sahte önderler var. O yüzden Heval Sema diyor ki, “İki güneşi olmaz, iki ilham kaynağı olmaz”. Olmayan bir şeyi dayatma sonuç almaz. Ancak sahtekârlığı geliştir. Bir öz vardır, bir de onu taklit eden sahtekârlık vardır. O anlamda o gelenek, o yaşam, o felsefe hep kendisini devrediyor. Ama her dönemin eylem biçimi farklılaşıyor. Önderlik de diyor, ben düşünmedim değil ama bir şeyi taklit etmek ona kavuşmak değildir, ona bağlılık değildir. Bak o yüzden de bizim tüm fedai eylemlerimiz birbirini taklit eden tarzda değildir. Hepsinin hem mekanı, hem zamanı, hem ortamı, hem eylem biçimi farklıdır. Bu çok önemlidir. Yani devrimciliğin, Apocu olmanın bir de böyle bir özelliği vardır. Ardından esaretiyle birlikte Önderlik etrafında kenetlenen bir duruş olacak. Önderlik etrafında ateş sönmeyecek, mumlar sönmeyecek, hep bir Apocu olacak, hep bu hareketin militanları olacak. Önderliğimizin fiziki özgürlüğü sağlanana kadar, bunu başarana kadar bu mücadele sürecek. Eylem biçimleri zenginleşecek. Rojava gerçekliğinde de heval Arîn Mîrkan çıktı. Ama yüzlerce fedair Rojava Devriminde kendini ispatladı. Rojava hangi düşüncenin, felsefenin ürünüdür? 14 Temmuz ruhudur. Bu, Önderliğin özgürlük felsefesinin toplumsallaşmış ifadesidir. Niye bu kadar kadın kendi ülkesini savunmak için en ön saflarda, en iddialı ve kararlılıkla dünyanın vahşi dediği DAİŞ karşısında mücadele etti? Bu fedailiktir. Fedailik sadece tek gidip eylem yapmak da değildir. Fedaliğin kendisi, yaşamda bunu uygulama biçimidir, somut ifadeye kavuşturmadır. Dağda da böyledir. Bugün Medya Savunma Alanlarında arkadaşların tek tek röportajları var; televizyonda, basında yayımlanıyor. Kemallerin ruhudur, Zîlanların ruhudur, Saraların ruhudur, Semaların ruhudur.
Bugün faşizme karşı özgür dağlarda amansız bir direniş var. Direnenler Zîlanları, Hayrileri tanımadılar ama bu direniş ruhuyla savaşıyorlar. Bu nasıl bir manevi bağ?
Bu bir ideolojik bağdır. Yani düşünseldir, ruhsaldır, amaçsaldır, yaşamsaldır. Çünkü biz Apocu militanların, kadın militanların hedefi nedir? Kadın aklıyla toplumsallığı inşa etmekdir. Erkek aklı, binlerce yıldır inşa edilmiş; sonu, işte barbar bir savaş. Dediğiniz gibi ahlaksızca kullanılan bir teknik ve insanı yok eden bir faşizm. Erkek aklı buydu, hâlâ budur. Ama kadın aklı bunu ortadan kaldıran, yani toplumsallığı var edendir. Toplumsallığın yok edilmemesi temelinde mücadele veriyoruz. Şehit düşen arkadaşları gerçekten anmak, yaşamaktır. Yaşamak, buna doğru anlam katmaktır. Mesela heval Leyla Sorxwîn arkadaşın şehadeti… 30 yılını Kurdistan’ın birçok savaş alanında geçiren, özüyle, bağlılığıyla, ahlakıyla, kültürüyle, yoldaşlığıyla, coşkusuyla… Önderlik diyor ya, ben çocukluk ruhumu kaybetmedim; gerçekten heval Leyla da hep içi kaynayan, en ufak bir şeyde müthiş moral alan, mutlu olan ve hep başarmayı esas alan… Hiçbir zaman tereddüt yaşamadı. İşte Leylaların yetiştirdiği genç YJA-STAR gerillaları… Gülçiya arkadaşın eğittikleri bugün direniyor. Bu bir ideolojinin bütünlüğünü ifade ediyor. Kadın kurtuluş ideolojisinin…
İRADE TEKNİKTEN ÜSTÜNDÜR
PKK ideolojisinde yurtseverlik ilkesi var, yoldaşlık ilkesi var, mücadele ilkesi var. Bu ilke yaşamımızın kendisi olmuş. Önderlik diyordu; bu devletler hep tekniğe ağırlık veriyor. O dönem iki blok vardı dünyada. Ruslar ve NATO. Bir Varşova Paktı, bir NATO Paktı. Karşılıklı bir yarış, daha çok savaş, hem ordusunu büyütme vs. Bugün de dünyayı tehdit ediyorlar. Önderlik de diyordu ki; öyle bir insan yetiştiriyorum ki, öyle bir irade geliştiriyorum ki, öyle bir bilinç oluşturuyorum ki bu irade ve bilinç, bu tekniği yenecektir. Bugün Zap’ta, Metîna’da, Heftanîn’de direnenler bunu ifade ediyor. Evet, şehit veriyoruz. Her şehidimizin hem halkımıza hem biz militanlara ciddi yüklediği bir görev ve sorumluluk vardır. Direnmek tek gerillaya bırakılacak bir şey değildir. Direnmek tüm toplumun olduğu yerde direnmektir. Evet, binlercesi Önderliği de görmedi. Değil mi? Her bir kadının, her bir PKK militanının hayali bu. Bu hayalle mücadelede ediyoruz ve kesinlikle göreceğimize kilitlenmişiz. Kararlılık budur. İşte Apocu hareketin böyle bir gerçekliği, hakikati vardır. O yüzden PKK hareketi, Önderlik hareketidir. Kadın hareketi de öyledir. Bir halk hareketi, Önderlik hareketidir. O anlamda onların hepsinin verdiği mesajlar var.
Yani yaşamı koşula göre uyarlıyor. Devrimcilik zaten böyledir. Koşula teslim olmak değil koşulu devrime göre uyarlamadır. Hiç demez mesela, önümde bu engel vardır, ben aşamıyorum, önümde bu zorluk vardır. O yüzden iradede özgürleşmek, düşüncede özgürleşmek. O yüzden duruş ve katılımında gerçekten militanca olmak ama bunu mücadeleye dönüştürmek.
Bizim mücadelemiz elbette çok önemli. Toplumsallaştı. Toplumda da şehitler vardır değil mi? Yani Rojava’da bu devrimde öncülük yapanlar vardır. Onlar da bu devrimin şehitleridir. Önderlik felsefesinde kendini eğitenlerdir. Kadın öncülüğünde, kadın renginde, kadın yaşam anlayışıyla olması gerektiğine inanarak mücadele yürüttüler. Eğer düşman öncülerimize saldırıyorsa, PKK militanlarına saldırıyorsa, o zaman biz de ona saldırmalıyız. İşte saldırma, eylem biçimleridir. Saldırma gerçekten ona geri adım attıracak radikal eylemleri yapmaktır. Kadının olduğu yerde mücadele olur. Kadının bilinçlendiği yerde toplum da bilinçlenir. Eski ustalar devrim olmadan kadın kurtulmaz, kadın katılmadan devrim olmaz, diyordu ya, Önderlik bunu da aştı. Bunlar da tabii doğru tespitlerdir; Marx’ın, Lenin’in yaptığı tespitler. Hepsinden ilham almışızdır. Ama bunu da aştı. Bir düşünce, toplumsallaştığı oranda başarı elde eder. YJA-STAR gerillaları her koşulda militanlıklarının gereğini yaptılar. Bunların yolunda doğru yürümektir, yolu bilmektir. Herkes nasıl yürüdüğünü bilmelidir. O yüzden biz militanlar hakikat yolunda doğru yürümesini bilenler olmalıyız. Önderlik diyor ya, bilme ve bilinç arasındaki farkı da görerek… O zaman bunu bilince dönüştürelim. Heval Kemal, Hayri, Mazlum, Dörtler’in mücadele aşkını, özgürlük felsefesini, düşmana vurdukları darbeyi…
Bugün çok imkânlarımız var. Her sahada, toplumda bir bilinçlenme var. Her yerde mücadele etmenin araç ve gereçleri var, değil mi? Yani her her koşulda… Demek ki önemli olan bunları doğru görüp güçlü bir mücadeleye dönüştürmek gerekir. Yoldaşlık aynı yolda yürümesini bilerek onların hayallerini ve amaçlarını en iyi biçimde devam ettirmektir.
Tüm kadınlar nerede olurlarsa olsunlar güçlü bir mücadeleye seferber olmalı ve Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü ne pahasına olursa olsun mücadeleyle başaracağımıza inanarak, yolumuzu netleştirerek yürüyelim.