HABER MERKEZİ- İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan Kürt soykırım antlaşmasının yüzüncü yıldönümü her bakımdan hareketli geçiyor. Bu kez Kürtler, soykırım antlaşmasının yapıldığı yer olan Lozan’da ve yine aynı tarih olan 22-24 Temmuz arasında tarihi bir konferans düzenliyor. Kürtler, söz konusu konferans ile 1923 Antlaşması’nın Kürtleri inkâr eden ve Kürt jenosidinin önünü açan yapısının ortadan kaldırılmasını, Kürt halkının özgürlüğünün ve Kurdistan’a statünün tanınmasını istiyor. Bir avuç işbirlikçi-hain dışında tüm Kürt yurtseverleri Lozan’da birleşiyor ve tüm dünyaya Kürt halkının kendi kendini yönetme gücünde olduğunu gösteriyor.
Bu çerçevede tüm Kürtlerin gözü Lozan’da ve kalbi Lozan Kürt Konferansı’nda atıyor. Dört parça Kurdistan’ın tüm yurtseverleri, aydın ve sanatçıları, parti ve örgüt temsilcileri, kadın ve gençlik güçleri Lozan’da bir araya geliyor. Yurtdışındaki Kürtler akın akın Lozan’da toplanıyor. Yapılan tartışmalar sonucunda tüm dünyadan Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin tanınması ve Kürtlerin ulusal demokratik haklarının kabul edilmesi istenecek. Gerçekleştirilen yürüyüş ve mitinglerle Kürtlerin nasıl birlik içinde oldukları ve özgürlük istedikleri gösterilecek. Bugün başlayan konferansın sonuçları 24 Temmuz günü tüm dünyaya ilan edilecek. Sizler bu satırları okurken, aynı zamanda konferans sonuçlarını da biliyor ve de tartışıyor olacaksınız.
Peki şimdiden söz konusu konferansın sonuçları açısından neler söylenebilir?
Çok açık ki, 22-24 Temmuz tarihleri arasında Lozan’da gerçekleştirilen Kürt Konferansı’nı ve sonuçlarını önemsemek gerekiyor. Soykırım antlaşmasının yüzüncü yıldönümünde Kürtlerin büyük bir birlik halinde Lozan’da konferans düzenleyip kendi geleceklerine dair kararlar almaları, Kürt toplumunun Lozan sokaklarını doldurarak özgürlük talep etmesi önemlidir, hem de çok önemlidir. Çünkü yüzyıl önce Kürtler, siyasi ve toplumsal olarak böyle bir ulusal tutum ortaya koyamamışlardı. Gerçi Kürtler adına bazı kişiler tarafından Lozan görüşmelerine talepler sunulmuştu; fakat onlar görüşme yürüten devletlerin talepleri doğrultusundaydı ve sonuçta da ilgili devletlerin çıkarlarına hizmet etti.
Ancak şimdi gerçekleşen konferans ve yürüyüşler böyle değildir. Bunlar tamamen Kürt yurtseverliği temelinde olmakta ve özgür Kürt bilinçlenmesine ve örgütlenmesine dayanmaktadır. Lozan Kürt Konferansı’nın arkasında kırk yıldır kesintisiz süren ve Kurdistan’daki katliamların intikamını alan büyük bir gerilla direnişi vardır. Dört parça Kurdistan’da bilinçlenip örgütlenen, kadınlar ve gençler öncülüğünde gerçekleşen Kürt halk direnişi vardır. Bu tarihi direniş, tüm ezilenlerin kurtuluş yolunu aydınlatan tarihi bir Önderlik gerçeği yaratmış ve tüm insanlığa öncülük eder hale gelmiştir.
Dolayısıyla soykırım antlaşmasının yüzüncü yıldönümünde Kürtlerin Lozan’da geliştirdikleri etkinlikler önemlidir ve sonuçları takip edilirse kalıcı gelişmeler yaratabilir. Bu bakımdan, etkinliklerini de sonuçlarını da önemsemek gerekiyor. Konferansta alınan kararları hayata geçirecek kurum ve örgütler oluşturmak, pratikleştirmek için de tıpkı gerilla gibi fedaice 24 saat durmadan çalışma yürütmek gerekiyor. Konferansa katılan ve Lozan’da yürüyen herkes bu temelde kendini doğal sorumlu görerek her türlü göreve koşma tutumunu mutlaka göstermek durumundadır.
Bu çerçevede Kürt varlığının ve özgürlüğünün dünya siyasetine kabul ettirilmesi gerekir ve de önemlidir. Gerçi yakın zamanda İsveç’in NATO’ya girişi çerçevesinde alınan kararların önlenememesi kötü olmuştur. Ancak böyle oldu diye durmamak, Kürt soykırımına destek veren zihniyet ve siyasetin değiştirilmesi için sürekli çalışmak gerekir. Özellikle soykırım antlaşmasına taraf olan İngiltere ve Fransa’da hem devlet ve hem de toplum düzeyinde çalışmaları yoğunlaştırmak önemlidir. BM ve insan hakları kuruluşları, işçi ve emekçi örgütleri, kadın ve gençlik hareketleri düzeyinde planlı ve yaygın bir diplomasi çalışması güçlü gelişmelere yol açabilir. Kısaca Lozan Kürt Konferansı’nı bir başlangıç ve temel olarak alıp, önümüzdeki yüzyılı Kürt özgürlük yüzyılı olarak tanımlayarak, tam bir seferberlik halinde çalışmak zorunludur. Konferans bunun için ön açıcıdır ve sonuçları üzerinde de böyle durmak gerekir.
Unutmamak gerekir ki, faşist-soykırımcı düşman da Kürt soykırımına destek bulabilmek için tüm gücüyle çaba harcamaya devam edecektir. AKP-MHP faşist diktatörlüğünün kendini buna adadığı ve Kürt soykırımını başaran yönetim olmak için tüm gücüyle çalıştığı ortadadır. Türkiye’nin devlet, toplum ve doğa olarak tüm imkânlarını böyle bir soykırım saldırısı için kullanmaktadır. Yani soykırımcı saldırı ve hilekârlık yüzyıl öncesinden geri kalır değildir. Yine işbirlikçilik ve ihanet de yüzyıl önce oynadığı uğursuz rolü daha kötü bir biçimde oynama çabası içindedir. Demek ki soykırıma karşı mücadele ihanete karşı mücadeleyle iç içedir.
Burada iki noktanın daha altını çizmemiz gerekiyor. Birincisi, doğru ve haklı şeyler söylemek ve bunları talep etmek, sonuç almak için yetmemektedir. Haklı talepleri elde edebilmek için, son derece planlı ve örgütlü olarak durmadan çalışmak ve mücadele etmek gerekiyor. Her şey çalışarak ve mücadele ederek kazanılıyor. Zaten soykırımcı düşman ve ihanet de durmadan saldırıyor. O halde, sadece doğru ve haklı talepleri ortaya koymakla kalmamalı, onları kazanacak bir pratiği ortaya çıkarmak için planlı ve örgütlü olarak sürekli çalışmalıyız.
İkincisi ise, dış dünyada yürütülen çalışmalar, ancak Kurdistan’daki özgürlük mücadelesine dayanırsa başarılı olabilir. Nitekim bu gerçeği bildiği için, faşist-soykırımcı düşman da en çok Kurdistan’daki mücadele güçlerine, Önder Apo’ya, gerillaya ve halka saldırmaktadır. Nasıl ki Kemalist Hareket Kürt soykırımı üzerinde devletleşmeye çalıştıysa, AKP-MHP faşizmi de kendi devletleşmesini Kürt soykırımını başarma temelinde gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bunun içindir ki, ‘Çöktürme Eylem Planı’ adını verdiği yeni soykırım saldırısını 24 Temmuz 2015 tarihinde, yani Lozan Antlaşması’nın 92’nci yıldönümünde başlatmıştır. 8 yıldır bu temelde tarihin en ağır ve vahşi soykırım saldırısını yürütmekte ve bu saldırıda hiçbir hukuki ve ahlaki kural tanımamaktadır.
AKP-MHP faşizmi Kemalist Hareket’in başaramadığını başarmak, Misak-ı Milli sınırları içinde gördüğü Güney ve Batı Kurdistan parçalarını da işgal etmek istemektedir. Bu nedenledir ki, 24 Temmuz 2015 tarihinde başlattığı saldırı ile bir yandan Kuzey Kurdistan’da kültürel soykırımı tamamlamaya çalışırken, diğer yandan da Rojava ve Başur’a dönük işgal saldırıları yürütmektedir. Hem de söz konusu işgal saldırılarını BM ve NATO desteğinde ve de KDP’nin kılavuzluğunda gerçekleştirmektedir. Sözde ‘vatanım’ dediği toprakları dolar uğruna işgalciye bu biçimde satan başka bir hain güç herhalde görülmemiştir.
Şimdi son NATO toplantısından aldığı destek ve Barzani ailesinin kılavuzluğunda Zap, Avaşin ve Metina’yı tümden işgal etmek ve tüm Behdinan’ı işgali altına almak için, Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıldönümünde AKP-MHP faşizmi yeni bir işgal saldırısı başlatmış durumdadır. Geçen süreçte olduğu gibi, Kurdistan Özgürlük Gerillası şimdi de söz konusu işgal saldırısına karşı kahramanca direnmekte ve işgalciye geçit vermemektedir. Medya Savunma Alanları’nda tarihin en önemli ve anlamlı savaşlarından biri yaşanmaktadır.
Kürt aydın ve siyasetçileri Lozan’da Kürt halkının ulusal demokratik haklarını tartışır ve bunları dünya siyasetinden talep ederken, Kürt Gerillası da işgal saldırılarına karşı kahramanca direnerek Kürt halkının özgürlüğünü kazanmaya çalışmaktadır. Her ikisi de birbirini besleyen ve tamamlayan çalışmadır ve bir bütünlük halindedir. Dolayısıyla birbirinden ayrı tutmamak ve her ikisine de sahip çıkıp, başarılı olmaları için gereken neyse yapmak gerekir. Bu temelde Medya Savunma Alanları’ndaki gerilla direnişini ve Lozan Kürt Konferansını selamlıyor, yüksek başarılar diliyoruz.
Kaynak: Yeni Özgür Politika