BEHDİNAN- Türkiye’deki demokrat ve solcuların Türkiye’deki demokrasiyle Kürt sorunu arasındaki bağı tam kuramadığını belirten Karasu, “Önder Apo’nun üzerindeki tecride karşı çıkmak, sadece bir Kürt önderin tecridine karşı çıkmak değil, Kürtler üzerinde uygulanan politikaya karşı çıkmak değildir; Türkiye’de gericiliğe, faşizme karşı çıkmaktır. Buna karşı çıkmadan Türkiye’de demokrasi gelişmez. Hem demokratız, sosyalistiz diyecekler hem de Önderliğin tecridine karşı çıkmayacaklar. Bu, kendini kandırmaktır” diye konuştu.
Karasu, DAİŞ çetelerinin Êzidîlere yönelik gerçekleştirdiği soykırımın yaklaşan yıl dönümü dolayısıyla ise şunları vurguladı: “Êzidîlere sahip çıkmak, bir nevi Önderlik talimatıdır. Şu anda herkes için görev, Êzidîlerin kendi varlıklarını korumak için öz yönetime kavuşmalarıdır. Tüm dünyadaki Êzidîlerin de buna kilitlenmeleri gerekiyor. Êzidîlerin tüm dünyası, Êzidîlerin özerkliğini kazanması olmalıdır. Êzidîler kendi özyönetimlerini kazanmazlarsa soykırıma uğrar ve tarihten silinirler.”
Türk devletinin Kürt halkına yönelik ajanlaştırma politikalarına dikkat çeken Karasu, “Ajanlıktan daha büyük kötülük, daha büyük ahlaksızlık yoktur. Ajan olmuş kişi dünyanın en en lanetli kişisidir. Bir kişi ajanlığı kabul ediyorsa ölmüştür. Ölümü kabul etsin, ajanlığı kabul etmesin, 30 yıl cezaevinde yatmayı kabul etsin, ajanlığı kabul etmesin. Bizi insanlıktan çıkarma dayatması olan ajanlara karşı bütün Kürtlerin tutum alması gerekir” ifadelerini kullandı.
Kültürel soykırım en büyük toplum kırımı olduğunu, “Ha nükleer bombalarla Kürt halkına saldırı yapılmış, ha böyle festivallerle kültürel saldırı yapılmış” şeklinde ifadeye kavuşturan Karasu, Kürt soykırımına bu şekilde ortak olanların tecrit ve teşhir edilmesi gerektiğini vurguladı.
Kürtler ve PKK üzerinden pazarlıklar temelinde gerçekleşen NATO toplantısının tarihi olarak utanç verici olduğunu da kaydeden Karasu, NATO’nun geçmişte Ermeni Soykırımı’na ortak olduğu gibi Kürt soykırım politikalarına ortak olmaması gerektiğini belirtti; bütün Kürtlerin NATO’ya karşı tutum alması gerektiğini dile getirdi.
KCK Yürüme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun Medya Haber televizyonunda yayınlanan Özel Program’da güncel gelişmeleri değerlendirdiği konuşması şöyle:
Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit politikası Kürt soykırım politikasıdır. 25 yıldır Önder Apo üzerinde ağır tecrit uygulanması ve Kürtler üzerinde uygulanan soykırım politikasının İmralı’daki uygulamasıdır.
Bir halkın mücadelesine yönelik saldırı en başta önderliğine yapılır, siyasal örgütüne yapılır. Çünkü bunlar etkisizleştirmeden, tasfiye edilmeden bir halkın özgürlük mücadelesi, demokrasi mücadelesi tasfiye edilemez, soykırıma uğratılamaz. Nitekim Şêx Saîd direnişinde, Dersim direnişinde hep önderler katledilmiştir. Önderleri idam edilmiştir. Zaten Önder Apo, Şêx Saîd’in idamını, Şêx Saîd olayını Kürt soykırımı başlangıcı olarak değerlendirmişti. Şimdi bu devam ediyor. Önder Apo’dan intikam alınıyor ve soykırım Önder Apo üzerinde uygulanıyor. Bu yönüyle Kürt soykırımına karşı mücadele ile Önder Apo üzerindeki tecride karşı mücadele iç içe geçmiştir. Zaten Önder Apo’nun üzerindeki tecride karşı etkili mücadele verilmeden Kürt soykırımına karşı da etkili mücadele verilemez. Bu gerçeğin Kürtler tarafından görülmesi gerekiyor. Bir halkın özgürlük mücadelesinin, Önderlik ve siyasal hareketiyle bağ anlaşılmalıdır. Bir halk, önderleriyle, siyasal hareketiyle, örgütlülüğüyle mücadele eder, öz gücüne kavuşur. Şimdi İmralı’da Önder Apo’ya yönelik soykırım saldırısı yapılıyor. Buna karşı tabii ki bir mücadele var. 25 yıldır mücadele var. Önder Apo’nun duruşu zaten bu soykırım politikasına karşı mücadeledir. Şimdi dünyanın her tarafında sendikalar, belediyeler, aydınlar, Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele veriyor. Artık Önder Apo’nun özgürlük sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil, sadece Türkiye’deki demokratik güçlerin sorunu değil, tüm dünya insanlığın sorunu haline geldi.
Buna karşın Türk devleti de ısrarla tecridi ve soykırım politikasını sürdürüyor. Şimdi yakın zamanda Merdan Yanardağ’ın bir duruşu oldu. Önder Apo’nun İmralı’daki duruşunu, uygulamalarını değerlendirirken, Türkiye tarihinde hiçbir tutsak, hiçbir tutuklu hükümlü bu düzeni yaşamamıştır. Gerçekte de öyledir. En uzun süre hapiste yatan siyasal önderdir. Merdan Yanardağ bunu söyledi. Bir de şunu söyledi Türkiye hukukunda böyle bir tecrit yok. Niye avukatları ile görüştürülmüyor? Niye bu kadar yatırılmasına rağmen çıkarılmasının yolu kapanıyor? Bunu eleştirdi. Eleştirirken aslında Türkiye yasalara niye uymuyor, niye Türkiye yasaları uygulanmıyor diye değerlendirme yaptı. Bunun karşısında hemen tutuklandı. Geçmişte de kimyasal silah konusunda Şebnem Korur Fincancı tutuklanmıştı.
TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRASİYLE KÜRT SORUNU ARASINDAKİ BAĞ TAM KURULAMIYOR
Türk devleti Kürt soykırım üzerine kurulmuştur. Türk devletinin temel yasası Kürtler’i soykırıma uğratmak, Türkleştirmek, Kurdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmektir. Bu bir anayasa maddesidir. Bunları kabul etmeyeni Türk saymıyorlar. Bunu bunu kabul etmeyeni Türk vatandaşı saymıyorlar. Bunu kabul etmeyen, Türk devletine göre düşmandır. Türklük demek Kürt’ü yok saymak demektir. Türklük demek Kürt’ü yok etmek demektir. Türklük demek Kürt’ü inkar etmek demektir. Tunç Yasası budur. Türklük Sözleşmesi diyenler de var. Bu yönüyle Türkiye’de tabii ki Önder Apo üzerindeki tecride karşı çıkmak, aslında bir nevi Türkiye’nin bu tunç yasasına, bu soykırım yasasına karşı çıkmaktır. Bu yönüyle Merdan Yanardağ hemen gözaltına alınıp tutuklandı.
Bu bakımdan Türkiye’deki demokratların da gerçek demokrat olması gerekiyor. Sosyalistlerin, solcuların gerçek solcu, demokrat olması gerekiyor. Bu Türklük yasasını, yani Türklüğü Kürt düşmanlığı üzerine kuran, Türklüğü Kürt’ün yok edilmesi üzerine kuran sisteme karşı çıkmaları gerekiyor. Yoksa Türkiye’ye demokrasi de gelmez, özgürlük de gelmez. Bu gerçeğin tüm demokratlar, devrimciler tarafından görülmesi gerekiyor. Bu yönüyle Önder Apo’nun üzerindeki tecride karşı çıkmak, sadece bir Kürt önderin tecridine karşı çıkmak değil, Kürtler üzerinde uygulanan politikaya karşı çıkmak değildir; Türkiye’de gericiliğe, faşizme karşı çıkmaktır. Buna karşı çıkmadan Türkiye’de demokrasi gelişmez. Hem demokratız, sosyalistiz diyecekler hem de Önderliğin tecridine karşı çıkmayacaklar. Bu, kendini kandırmaktır. Türkiye’de zaten demokratikleşme, demokrasi gelişmiyor. Çünkü Türkiye’deki demokrasiyle Kürt sorunu arasındaki bağ tam kurulamıyor. Türkiye’deki demokratikleşme ile Kürt sol arasındaki bağ kurulmadan da Türkiye’de demokratikleşme gelişmez. Hiçbir şey gelişmez. Solcu da kendini kandırır, demokrat da kendini kandırır, liberal de kendini kandırır. Bu bakımdan Önder Apo’nun tecridine karşı mücadele çok önemli bir demokrasi, özgürlük mücadelesidir.
Kuşkusuz bu mücadelenin kesintili olmaması gerek. Kesintisiz sürdürülmesi gerekiyor. Yani Kürt soykırımına, tecride karşı mücadele Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi ise bunu gündemden düşürmemek gerekiyor. Sürekli mücadele etmek gerekiyor, sürekli güncelleştirmek gerekiyor. Bunu bir yönüyle de Kürt soykırımını geriletmek, faşizmi geriletmek, mücadele görmek ve mücadelenin öncelikleri arasına almak gerekiyor.
ÖZGÜRLÜKÇÜ OLMANIN YOLU TECRİDE KARŞI ÇIKMAKTAN GEÇİYOR
Bu bakımdan Rojava’da, Avrupa’da halkımız sahip çıkıyor ama Başûr’da, Bakur’daki halkımızın da sahip çıkması gerekiyor. Kürtlükten, Kurdistan’dan, özgürlüğünden söz eden herkesin Önderliğe sahip çıkması gerekir. Kürt Halk Önderi, Kürtlerin en büyük partisinin, en büyük mücadelesinin önderi 25 yıldır zindanda olacak ama Kürt partileri sahip çıkmayacak. Bu doğru mudur? Böyle olabilir mi? Bu bakımdan Kürt siyasi partisi olmanın, Kürt demokratı olmanın, Kürt özgürlükçüsü olmanın yolu da yine Önder Apo’nun tecridine karşı çıkmaktan geçiyor. Önder Apo’nun tecridine karşı çıkmamak demek şu demektir: Biz Türk devletinin hassasiyetlerini dikkate alıyoruz. Kürt soykırımını yürüten Türk devletinin hassasiyetini kabul ediyor, Önder Apo’yu sahiplenmeyi kabul etmiyor, doğru bulmuyor. Ona sahip çıkanlara tutum alıyor, düşman görüyor.
Çeşitli Kürt siyasi partileri de Türk devleti şöyledir, şöyle yaklaşır, diyerek Önder Apo’ya sahip çıkmıyorlar. Sahip çıkmaları gerekiyor. Bütün Başûr’daki partilerin, bütün Rojava’daki partilerin, yani dünyanın neresinde bir Kürt siyasi partisi varsa, Kürt siyasi hareketi varsa sahip çıkması gerekiyor. Yoksa gerçek anlamda bir Kürt siyasi hareketi olamazlar. Doğru mücadele veremezler. Kürt soykırımına karşı mücadele geliştiremezler. Bu mücadelesizlik bütün Kürtlerin aleyhine döner. Bütün Kürtler bundan zarar görür. Bu çerçevede ben bu vesileyle bütün Kürtlere de Önder Apo’nun tecridine karşı mücadeleye çağırıyorum.
2021’DEN BERİ SALDIRIYOR, SONUÇ ALAMIYOR
Lozan’ın yıl dönümünde kapsamlı bir saldırı başlattılar. Zap, Metîna ve Avaşîn’e yüklenerek oraları tümden işgal etmek istiyorlar. 2015’te de Lozan’ın yıl dönümünde saldırı başlatılmıştı. Türk devleti bu sembolik günleri önemsiyor.
Açıkça bu saldırıları başlatarak, biz Kürt soykırımını tamamlayacağız, Lozan’ın amacını gerçekleştireceğiz, diyorlar. Bu herkes için geçerlidir. KDP için de, YNK için de, Rojava için de, Rojhilat için de geçerlidir. Lozan’ın yıl dönümündeki saldırı bütün Kürtlere yönelik saldırıdır. Sadece Bakur Kürtlerine yönelik saldırı değildir. Çünkü Lozan, bir Kürt soykırımı gerçekleştirme anlaşmasıdır ve bunu böyle anlamak lazım. Bu bakımdan kapsamlıdır saldırı.
Tabii buna karşı direniş de veriliyor. Tarihi bir direniş veriliyor. Gerçekten büyük direniş gösteriliyor. Türk devleti her türlü askeri teçhizata, imkana, tekniğe rağmen, 2021 yılından beri saldırmasına rağmen sonuç alamıyor.
BU SALDIRILARIN BİR ORTAĞI NATO’DUR
Tabii bu saldırının bir amacı da NATO toplantısının ortaya koyduğu tutumdur, yaklaşımdır. NATO ikide bir “Biz Türk devletinin hassasiyetlerini anlıyoruz” diyor. Ama bir halkın soykırımı var, Kürt ulusunun soykırımı var. Bunu anlamak yok.
Türk devleti bu saldırıyı yaparken şunu söylüyor. Ben Kürtlere karşı değilim, ben teröre karşıyım, diyor. Ben Kürtlere karşı değilim, işte KDP ile ilişkim var, diyor. KDP ile ilişkisini, Kürt soykırım politikasını örtmede kullanıyor. NATO da öyle yapıyor, NATO da biz Kürtlere karşı değiliz; bak KDP ile ilişkimiz var, diyor ve buna dayanarak vicdan rahatlatıyorlar. Kürt soykırımı olurken, KDP ile iyi ilişkiler nedeniyle sanki bu soykırımın parçası değiller gibi bir yaklaşım içine giriyorlar.
Bu saldırıların bir ortağı NATO’dur. Bunun böyle görülmesi gerekiyor. Tabii ki KDP açık destek veriyor. Şimdi bu saldırıların olduğu yerler KDP üslerinin askeri gücünün olduğu alandır. Ne yapıyor KDP? Gerillanın hareket alanını daraltıyor, gerilla alanları arasındaki ilişkiyi kesiyor, gerillaya giden desteği engelliyor. Ama Türkiye’ye serbest. Türk devleti KDP’nin alanlarında elini kolunu sallayarak her yerde saldırı yapıyor. Böyle bir durum var. Bu gerçeği bütün Kürtlerin bilmesi gerekiyor. Bu alanlarda Türk devletinin her türlü hareket serbestisi var, gerillaya yasaktır. Zaten iki defa Xelîfan’da arkadaşlar pusuya düşüldü, katledildi. Bu savaş alanlarına arkadaşlar öyle kolaylıkla girip çıkamıyor. Böyle ancak gerilla tarzıyla hareket ederek girip çıkabiliyorlar. Ama Türk devleti her türlü askeri gücüyle rahatça hareket ediyor.
SALDIRILAR KARŞISINDA SEYRETMEK YETMEZ
Bu saldırıları ciddiye almak gerekiyor. Bu saldırıda KDP’nin ortaklığını görmek gerekiyor. Ve bu saldırı karşısında sadece seyretmek yetmez. Gerilla ne kadar direniyor, fedaice direniyor, kahramanca direniyor, demek yetmez. Bu bakımdan her yerde halkın, gençlerin, kadınların sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor. Bu faşist Türk devletine karşı mücadelenin yükseltilmesi gerekiyor. Böyle olmaz. Bunun aşılması gerekiyor. Bu konuda madem Türk devleti soykırım politikası yürütüyorsa, Türk devletinin amacı soykırımsa, amaç sadece gerillayı kırmak değil Kürt soykırımı önündeki esas engel olarak ortadan kaldırmak ise o zaman kendine Kürt diyen bütün halkın, aydınların, siyasi partilerin her yerde bu saldırılara karşı tutumunu ortaya koyması gerekiyor.
ZORUN ZORU BİR DÜŞMAN GERÇEKLİĞİNE KARŞI MÜCADELE VERİYORUZ
Başta 14 Temmuz Büyük şehitleri Hayri, Kemal, Akif, Ali başta olmak üzere tüm zindan şehitlerini saygıyla, minnetle anıyorum. 14 Temmuz direnişi sıradan bir direniş değildir. Bugünkü Kürt direnişinin, Kürt fedailiğinin, Kürt mücadelesinin temelidir, ruhudur. Kurdistan Devrimi tarzı yaratılmıştır. Eğer şu anda Kurdistan’da 50 yıllık mücadele sürüyorsa, bunun nedeni devrim tarzının yaratılmasıdır. Mücadelenin tarzı, yöntemi oluşmazsa o mücadele başarıya ulaşamaz. Kurdistan Devrimi çok zor bir devrimdir. Zorun zoru bir ülkede mücadele veriyoruz. Zorun zoru bir düşman gerçekliğine karşı mücadele veriyoruz. Diyarbakır zindan koşulları 1980’li yıllarda çok zordur. Zorun zoru koşullarda tutsaklar direnmiştir. Bu açıdan Diyarbakır 5 No’lu zindanda direnmek kolay değildi. Ancak zor koşullara dayanarak, katlanarak, zorun zoru koşullarda mücadele etmesini, direnmesini bilerek düşmana karşı konulabilirdi. Bu gerçekleşmiştir. Böylelikle Kurdistan devrimini başarıya götürecek, en zor koşullarda mücadele edecek bir militan yapı, bir mücadele ruhu, bir mücadele tarzı ortaya çıkarmıştır. Bu gerçekten 14 Temmuz’un Kürt halkına, Kurdistan tarihine kazandırdığı en büyük değerdir.
Bu yönüyle tabii ki 14 Temmuz Direnişi, o zamanki PKK’nin kökünü kazımak isteyen, ortaya çıkan Kürt özgürlük düşüncesinin kökünü kazımak isteyen bir saldırganlığa karşı mücadele etti. 12 Eylül bir kök kazıma hareketiydi. PKK ortaya çıkmış, Kürt gençleri “özgür Kurdistan” diyorlar, “bağımsız Kurdistan” diyorlar, Kurdistan özgürlüğü için mücadele ediyorlar. Böyle bir düşünce giderek gençlerden bütün topluma yayılmaya başlamış. Bunu tehlikeli gördüler. Bu düşüncelerin gelişerek örgütlenmesini, mücadele eder hale gelmesini engellemek için zindanlar başta olmak üzere bir kök kazıma hareketi başlattılar. Gerçekten de bir kök kazıma hareketiydi. PKK’nin yarattığı fikirlerin Kurdistan’da kök salmasını engellemek istediler.
Bugün de tabii benzer bir yaklaşım var. Ama şöyle bir durum var. Mücadele geliştikçe, mücadele büyüdükçe, tabii ki soykırımcılar da mücadeleyi daha fazla ciddiye alıp daha fazla her türlü imkanı seferber ediyorlar. Tabii 50 yıllık mücadele var. Çok büyük kazanımlar elde etti, toplumu salladı. Toplumun hücrelerine kadar yansıttı, bir toplumsal kültür haline geldi. Kürt halkı kendi kimliğine, kültürüne sahip çıktı. 50 yıldır mücadele ediyor. Şimdi tabii ki bu durum karşısında da bunu ortadan kaldırmak, kökünü kazımak için Türk devleti bütün imkanlarını şu anda hem Kürt Özgürlük hareketini ezmek, PKK’yi tasfiye etmek, daha da ötesi PKK’nin ortaya çıkardığı Kürt gerçeğini bastırıp ezmek, susturmak istiyor. Bunu herkes görmeli.
Şu görülecek: Eğer sen mücadele diyorsan, mücadele gelişirse, tabii ki düşman ciddiye alacak. Soykırımcı düşman Kürt’ün varlığına tahammül etmiyor. Kürt’ü yok saymak istiyor. Kürt’ü yok etme üzerine bir ulus inşa etmek istiyor. Bu açıdan şu andaki saldırılar daha tehlikelidir. Dış politikasını buna göre ayarlamış, ekonomisini buna göre ayarlıyor, bütün politikalarını buna göre ayarlıyor. Geçmişte de böyleydi ama şimdi daha kapsamlı biçimde bir saldırı var. Benzerlikleri olduğu gibi tabii farklılıkları da var. Benzerliği bir kök kazıma hareketi olması, farklılığı ise çok boyutlu bir özel savaşı kapsamlılaştırması, derinleştirmesi. Bunu böyle iyi görmek gerekiyor.
SAVAŞ PKK’NİN YARATTIĞI HALK GERÇEĞİ İLE SOYKIRIM GERÇEĞİ ARASINDA SÜRÜYOR
Diğer taraftan Kürt halkının 50 yıllık mücadelesinin yarattığı bir değer var, bir direnç var. Bütün dünyada Kürtlerin kendi kimliğini, kültürünü sahiplenmesi var. Bu bakımdan da tabii ki bu savaş, bu soykırım saldırısı 1980’lerde sadece biraz da PKK ile devlet arasında sürüyordu. Şimdi PKK’nin yarattığı halk gerçeğiyle, kültürel gerçekle bu soykırım gerçeği arasında sürüyor. Yani daha kapsamlı bir savaş biçimi var.
Şunu söyleyebiliriz; 14 Temmuz ruhu çok önemlidir. Yarattığı Kurdistan devrimi tarzı çok çok önemlidir. Düşman tüm imkanlarla saldırıyor. Gerçekten nefessiz bırakmak istiyor. Doğru. Ama şu da var artık; Kürt’ün direnme potansiyeli, enerjisi çok fazladır. Öyle vurdum, ezdim, katlettim diyerek sonuç almak mümkün değil. Eskiden diyelim idam yapılıyordu ya da şu kadar insan katlediliyor, ordu ya da bir örgüt tasfiye ediliyordu, bir önderlik katlediliyordu ve bir hareket, bir direniş yok ediliyordu. Şimdi öyle değil. Şimdi gerçekten de yürüttüğümüz 50 yıllık mücadelenin yarattığı önemli bir toplumsal gerçeklik var, ulusal gerçeklik var, direniş kültürü var. Artık kendi kimliğine sahip bir Kürt gerçekliği ortaya çıkmıştır.
Eğer ısrarlı mücadele edilirse, örgütlü mücadele edilirse, direnirse, 14 Temmuz ruhuyla direnirse, 14 Temmuz ruhuna her koşulda sahiplenirse, bu direniş devam eder. Bakın, şimdi Metîna’da, Zap’ta, Avaşîn’de genç arkadaşlarımız 14 Temmuz ruhuna sarılarak o ruhu kendi direniş ruhu haline getirerek, Zîlan’ın direnişçi tutumunu kendi direnişçi tutumu haline getirerek direnişi sürdürüyor. Bu bakımdan 14 Temmuz Direnişi dün de Kürt halkının mücadele gücüydü, bugün de mücadele gücüdür, yarın da mücadele gücü olmaya devam edecektir.
MEHMET EMİN ÖZKAN’IN DURUŞU DİYARBAKIR ZİNDANINDAKİ MİLİTANLARIN DURUŞUDUR
Mehmet Emin Özkan, 82 yaşındaki bir yoldaşımızdır, büyük bir direnişçidir. Onun söylediklerini dinleyince gerçekten tüylerim diken diken oldu. Söylediklerini dinleyince bu halkın mücadelesinin mutlaka kazanacağına bir kez daha iman ettik. Gerçekten bu duruş çok önemliydi. “Zindandaki direnişçileri teslim alamazlar” dedi. “İradesini kıramazlar” dedi. Doğru söyledi. Çünkü zindan direnişinin 50 yıla yakın bir mazisi var. Onlar 14 Temmuz ruhuyla direniyorlar. Onlar Kemallerin, Hayrilerin, Mazlumların, Ferhatların ruhuyla direniyorlar. Bu bakımdan ise Mehmet Emin Özkan’ın duruşu, Diyarbakır zindanındaki militanların duruşudur, yurtseverlerin duruşudur.
Ben bir anımı anlatmak istiyorum. Biz Amed’de direnirken, bizim iki yurtsever kardeş vardı. Birinin ismi Abdülkadir Yüce’ydi. Derikliydi. Örnek yurtsever duruş gösteriyordu. 1983’te bütün cezaevi isyan etti. Biz bütün koğuşları dolaştık. Abdülkadir Dayı’nın koğuşuna da gittik. Biz girer girmez slogan atmaya başladı. Böyle herkes atıyor, o daha fazla atıyordu. Yüzbaşı geldi, “Moruk! Gençler bağırıyor, anlatıyor, sen niye bağırıyorsun?” dedi. Dedi, “Ben dayak yerken moruk değildim, küfrü yerken moruk değildim, işkence görürken moruk değildim, aç susuz kalırken moruk değildim de direnirken mi moruğum? Ben onlardan daha gencim” dedi. Diyarbakır zindanında direnişin böyle bir tarihi var. Sadece Kemaller, Hayriler, Mazlumlar gibi önderlerimiz değil çok büyük direnişçi yurtseverlerimiz var. Bugün işte bu temelde direniyorlar. Mehmet Emin Özkan yoldaşımız ağır hasta olmasına rağmen direnişçi tutumunu çok net biçimde ortaya koydu.
Tabii ki Kürt gençleri, kadınları böyle yiğit gençlerimiz, yurtseverlerimiz, yoldaşlarımızın mücadelesini sürdürecektir. Onlar bu duruşu gösterirken biz sessiz kalabilir miyiz? Onlar bu duruşu gösterirken Kürt gençleri sessiz kalabilir mi? Kürt gençliğini, kadınlarını, Mehmet Emin Özkan’ın duruşunu anlamaya, takip etmeye, izlemeye çağırıyorum.
Yine yakın zamanda bir yaşlı Kürt kadını çıkmıştı. O da benzer bir tutum koymuştu. Bu bakımdan ne zindandaki direnişi kırabilirler ne de Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini kırabilirler. Bu mümkün değildir. Bunların bu duruşu mutlaka Kürt halkını özgür ve demokratik yaşama kavuşturacaktır.
AJANLIK KURDISTAN’DA LANETLENMELİ, MAHKUM EDİLMELİ
Urfalı gencin tutumunu da saygıyla selamlıyorum. Türk devletinin, Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için şu anda en fazla başvurduğu yollardan biri; insanları ajanlaştırmak, bastırarak, parayla satın alarak, ailesiyle tehdit ederek, senin işyerini batırırım diyerek ya da seni işte şöyle yaparız, zindana atarız, bir daha çıkamazsın diyerek insanları ajanlaştırıyorlar. Şu anda Türk devletinin Kürtlere yürüttüğü en temel özel savaş politikası ya da düşmanlık, ajanlaştırmadır. Bir halkı bu kadar ajanlığa sevk etmek, ajanlık için baskı yapmak en büyük düşmanlıktır. En büyük düşmanlık Kürt halkına bu ajanlaştırmayı dayatmaktır, halkının mücadelesine karşı bir araç haline getirmektir. Bu, Kürt düşmanlığıdır.
Dün dinledik; bir babaya diyorlar, bak senin kızını çıkartmayız, ajan ol. Bunu tam bir saldırı yöntemi haline getirmişler. Yapıyorlar da. İşte Başûr’da da yapıyorlar. Kabul etmeyen birkaç yurtseverimizi katlettiler. Bu bakımdan bütün Kürtlerin duyarlı olması lazım. Ajanlıktan daha büyük kötülük yoktur, bundan daha büyük ahlaksızlık yoktur, bundan daha vicdansızlık yoktur, bundan daha büyük dinsizlik, imansızlık yoktur. Ajan olmuş kişi dünyanın en kötü kişisidir, en lanetli kişisidir, ölmüştür yani. Bir kişi ajanlığı kabul ediyorsa ölmüştür. Ölümü kabul etsin, ajanlığı kabul etmesin, 30 yıl cezaevinde yatmayı kabul etsin, ajanlığı kabul etmesin. Dükkanı mı var? İflas edebilir ama ajanlığı kabul etmesin. Ajan olmak demek, çocuğu varsa, kardeşi varsa onların hepsini kirletmek demektir. Onların hepsine saldırı demektir. Onların hepsine hakaret demektir. Ajan olan şöyle yapmıyor; yani sadece PKK’yi ya da bir militanı ihbar etmiyor; o ajan olduğu an kardeşinin de düşmanıdır, çocuğunun da düşmanıdır. Hepsini kirletiyor. Bu yönüyle ajanlık Kurdistan’da mahkum edilmeli. Her toplantıda, her konuşmada vurgulanmalı. Ajanlığı yerin dibine batırmalı. Toplumda en kötü şeyin bu olduğu algısı yaratılırsa insanlar kolay kolay ajanlaşmaz.
İşte geçen gün arkadaşlar verdi; soyadı Topbaş olan Batmanlıyı. Yurtsever bir çevreden geliyor. Böyle olabilir mi yani? İnsanlıktan çıkmış. Para için kendini satıyor. Kapitalizmin en kötü şeyi de budur. Kapitalizm maddiyat ile çok geliştirdi, bireyciliği çok geliştirdi. Kapitalizmde satılmak kolaydır. Kapitalizmden önce insanlar böyle kolay kolay kendini satmazdı. Ölür de satmazdı. Şimdi para için kendini satıyor. Bu bakımdan bütün Kürt toplumu duyarlı olmalı. Kürt’e hakarettir.
Kürt toplumu şunu görsün; bu devlet Kürt düşmanı ama lanetli bir Kürt düşmanı. Kürt’ü insan yerine koymuyor. Yani Kürt ancak alçak olabilir, ajan olabilir, yakın çevresine ihanet edebilir. Kürt’ü böyle görüyor ve biliyor. Bu yönüyle ajanlaştırma politikası çok yaygınlaştırılmış, kullanılıyor. Bunun toplumda lanetlenmesi lazım, toplumda reddedilmesi lazım. Dünyanın en büyük kötülüğü. Ahlaksızlık, vicdansızlık, ne derseniz deyin, dünyada bir insana en kötü hangi şeyi söylerseniz, ajana söyleseniz az gelir. Bu yönüyle tüm toplumu duyarlı olmaya çağırıyoruz. Evet, devlet baskı yapar. Teslim olmasınlar. Ölsünler, ajan olmasınlar. Ajanlık kadar kötü bir şey var mı? Şimdiye kadar yapmışlarsa, gitsinler halka teslim olsunlar. Kendilerini sağlam bir yere alsınlar. Desinler biz şimdiye kadar yaptık, artık yapmayacağız. Belki böyle temizlenir ve böyle insan olurlar. Derler ya, zararın neresinden dönülürse kardır.
Bu yönüyle gerçekten konu önemlidir. Ben o genci de selamlıyorum. Evet, o duruş gösterilmeli, herkes o duruşu göstermeli. Kimse Kürt’e hakaret edemez. Kimse bize ajanlık dayatamaz. Biz öyle bir halk değiliz. Biz tarihin en eski halkıyız. İnsanı, kültürünü yaratan halkız. O bakımdan bizi insanlıktan çıkarma dayatması olan ajanlara karşı bütün Kürtlerin tutum alması gerekir.
FİZİKİ SOYKIRIMLA ON BİNLER, KÜLTÜREL SOYKIRIMLA MİLYONLAR SOYKIRIMA UĞRAR
Kürt gerçeğinde soykırım derken esas, kültürel soykırımdır. Yani Kürt’ün hepsini boyunu kesecekler, katledecekler değil. Fiziki ortan kaldırma değil kültürel soykırımdır. Kültürel soykırım en büyük toplum kırımıdır, toplu katliamdır. Fiziki katliamla 50 bin, 100 bin öldürebilirsin. Kültürel soykırımla milyonları soykırıma uğratırsın.
Ben bir zamanlar Kürtçe türküleri, şarkıları Türkçeleştiren, Türkçe söyleyen Kürtleri, Kürt sanatçısı olduğunu söyleyenleri soykırımcı olarak değerlendiriyordum. Onlar, 100 kişiyi kurşuna dizenlerden daha fazla suçludur. Bu bakımdan kültürel soykırım konusunda bütün Kürtlerin hassas olması gerekiyor, gençlerin hassas olması gerekiyor. Asıl soykırımın, Kürt düşmanlığının kültürel düzeyde yapıldığının görülmesi gerekiyor. Şu anda Kürtler esas olarak kültürel düzeyde soykırıma uğratılmak isteniyor. Tümden ortadan kaldırılmak isteniyor. Bu açıdan bütün Kürtlerin, bütün halkın tutum alması lazım. Özellikle Kürt sanatçıların, edebiyatçıların, aydınların tutum alması gerekiyor. Bu tür festivallere gidenleri Kürt soykırım ortağı olarak ilan etmek gerekiyor. İster Türk sanatçısı olsun, ister Kürt sanatçı, solcu; Kürt soykırımcılarıdırlar. Bu festivaller Kürt soykırımı için yapılıyor. Kürtleri, Kürt gençlerini kültürel kılmak, sosyal kılmak için yapılmıyor. Özel savaştır. Ha nükleer bombalarla Kürt halkına saldırı yapılmış ha böyle festivallerle kültürel saldırı yapılmış. Aynı şeylerdir. Bunların bilincine varmak gerekiyor. Bazıları çok masum gözüküyor. Masum değil. Silahlardan, öldüren silahlardan, katleden silahlardan daha tehlikeli şeylerdir, soykırım araçlarıdır. Bu konuda da herkesin duyarlı olması, bunlara karşı tutum alması gerekiyor. Bu tür festivallere gidilmemesi gerekiyor. Gidenlerin kınanması gerekiyor. Kürt soykırımına ortak oluyorsun denilmesi gerekiyor. Bunu yapanların tecrit ve teşhir edilmesi gerekiyor.
ÊZIDÎLERE SAHİP ÇIKMAK BİR NEVİ ÖNDERLİK TALİMATIDIR
DAİŞ saldırısında şehit düşen tüm Êzidîleri saygıyla, minnetle anıyorum. Tarihin en vahşi suçlarından biri gerçekleştirilmek istendi. Êzidîler tümden yok edilmek istendi. Zaten bir halkı kendi coğrafyasından kopardığın zaman zaten o soykırımdır. Her kültür kendi toprağında yeşerir. Her çiçek kendi toprağında en güzel rengini verir, kokusunu verir. Şengal tümden Kürtsüzleştirilecek, Êzidîler sürülecek ve böylelikle Êzidîler soykırıma uğratılacaktı. Buna karşı HPG gerillaları önceden tedbir aldı. Gerçekten küçük bir gruptu. Hemen karşı koydular soykırımcı DAİŞ’e karşı. Arkasından YPG, YPJ savaşçıları geldi ve koridoru açtılar. Böylelikle Êzidîler bu katliamdan kurtuldu, bu soykırımdan kurtuldu.
Tabii burada tüm Êzidîlerin şunu bilmesi gerekiyor. Önder Apo daha önce uyardı bizi; Êzidîlere sahip çıkın, dedi. DAİŞ saldırısından önce de Önderlik bizleri uyardı. Êzidîlere sahip çıkmak bir nevi Önderlik talimatıdır. Önderliğin bize verdiği bir görevdir. Bu görevi de HPG, YJA Star gerillaları, YPG ve YPJ gerillaları layıkıyla yapmışlardır.
Şimdi Êzidîler tekrar kendi yurtlarına döndüler. Ama bu soykırımdan, bu saldırıdan sonra artık o halkın özgür ve özerk olması gerekiyor. Dünyada farklı kimlikler, kültürler ancak varlıklarını, özgürlüklerini özerklikle koruyabilirler. Özerk olmadan, kendi öz yönetimleri olmadan artık farklı kimlikler, kültürler, yaşamlarını sürdüremez. Bu yönüyle bu yıl dönümünde bütün dünya halkları, demokrasi güçleri, insanlığın, Êzidîlerin bu özgürlük, demokrasi, var olma mücadelesine sahip çıkmaları gerekiyor. Êzidîlerle dost olmak, Êzidîleri sevmek, onların özyönetim mücadelesine destek vermekle olur. Onların özyönetimlerine, onların kendi kendini yönetmesine kim destek vermiyorsa o Êzidî karşıtıdır. Êzidîleri sevmenin yolu, öz yönetimini kabul etmektir. Başka türlü Êzidîler varlığını sürdüremez. Bugün var olurlar, yarın yok olurlar. Özellikle kapitalist modernite koşullarında artık kültürler, kimlikler, inançlar varlığını ancak öz yönetimlerle sürdürebilirler. Yoksa kapitalist modernite çağında, ulus devlet çağında bütün kimliklerin, bütün inançların kaderi soykırıma uğramaktır.
TÜM ÊZIDÎLERİN ÖZYÖNETİME KİTLENMELERİ GEREKİYOR
Bu yönüyle tabii ki bir direniş oldu, DAİŞ yenilgiye uğratıldı, püskürtüldü ama şu anda herkes için görev, Êzidîlerin kendi varlıklarını korumak için öz yönetime kavuşmalarıdır. Bu konuda Êzidîlerin kararlı olduğunu görüyoruz. Bir de tüm dünyadaki Êzidîlerin de buna kilitlenmeleri gerekiyor. Avrupa’daki Êzidîler de buna kitlenmeli, Rusya’dakiler de buna kitlenmeli, Rojava’dakiler de buna kitlenmeli. Êzidîlerin tüm dünyası, Êzidîlerin özerkliğini kazanması olmalıdır. Êzidîler kendi özyönetimlerini kazanmazlarsa soykırıma uğrar ve tarihten silinirler.
LOZAN KÜRT SOYKIRIMI ANTLAŞMASIDIR
Lozan Kürtler için çok önemli. Fakat sadece Kürtler için değil bütün Ortadoğu halkları için önemli. Lozan bir Kürt soykırım anlaşmasıdır. Aslında Lozan’dan önce Türkiye’de Erzurum ve Sivas kongreleri oldu. Orada Misak-ı Milli ilan edildi, Türkler ve Kürtlerin birlikte vatanı olacaktı. Birlikte ülkeleri olacaktı, yönetimleri olacaktı. Bu nedenle Kürtler, Türklerle birlikte bir özgür ülke, bir bağımsız ülke kurmak için destek verdiler. Ne oldu? 1921 anayasasında yine Kürtlerin varlığı kabul ediliyor ama 1924 Anayasasıyla tümden inkar edildiler. Temeli Lozan’a dayanıyor.
Lozan Anlaşması şudur, İngilizler Türklere şunu dayattılar; sen Musul ve Kerkük’ü bize bırakmalısın. Musul ve Kerkük’ü bizim egemenliğimize bırakırsan kendi sınırların içindeki Kürtleri soykırıma uğratırsın, bunu yapabilirsin, dediler. Musul ve Kerkük’ü kendi egemenliklerini almak karşılığında Kürt soykırımını kabul ettiler. Türk devleti de, o zamanki Kemalist yönetim de Musul ve Kerkük’ü Kürt soykırımı yapma karşılığında İngilizlere bıraktı. Yani bir Kürt soykırım anlaşmasıdır. Bu gerçeğin böyle görülmesi gerekiyor.
Tabii ki bundan İngiltere sorumlu, Fransa sorumlu. Hatta o dönemin Birleşmiş Milletler’i sorumlu. Türk yönetimi Musul ve Kerkük bırakarak Kürtleri soykırım uğratma hakkını elde etti, onayını aldı İngiltere’den, Fransa’dan. İngiltere, Fransa da Musul ve Kerkük’ü alarak onayını verdi. Fakat burada şu gerçeği de herkesin görmesi gerekiyor. Bu ulus devlet gerçeği, bu kapitalist modernitenin yarattığı ulus devlet gerçeği bir soykırım gerçeğidir. Ulus devlet demek, soykırım sistemi demektir. Ulus devletler tarihi ile birlikte dünyada birçok halk soykırıma uğradı, birçok kültür soykırıma uğradı.
Ve bu yönüyle tabii ki Lozan’a karşı çıkarken, bu soykırım politikasına karşı çıkarken ulus devlet gerçeğine de karşı çıkmak lazım. Ulus devlet anlayışı, bugün Kürtlerin soykırıma uğramasını beraberinde getiriyor. Bugün Türkler kendi ulus devletlerini, Fars kendi ulus devletlerini, Arap kendi ulus devletlerini kurup diğer ulusları kültürel soykırıma uğratmak istiyor. Bunun en somutu da Türk devletidir.
Türk devleti zaten Kürt düşmanlığında öncüdür. Türk devletinin Kürt düşmanlığında öncü olduğu gerçeğini görmeden kimse Kürt yurtseverliği yapamaz, Kürt’üm diyemez. Kendine Kürt’üm diyen ilk önce şunu görecek; bu Türk devleti Kürt düşmanlığında öncüdür, bütün Kürtlere düşmandır diyecek.
Türk devleti Lozan’da Kürt soykırım hakkını aldı. Şimdi Kürtleri soykırıma uğratıyor. Bu yetmezmiş gibi Kürt Özgürlük Hareketini ezerek, güya o Misak-ı Milli dediği bütün Kürt coğrafyasını, hepsini Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor. Rojava’yı da, Başûr’u da egemenliği altına alıp Türk uluslaşmasını burada da gerçekleştirmek istiyor. Lozan derken bu gerçeğin görülmesi gerekiyor.
KDP ULUSAL BİRLİK İSTEMİYOR
Evet, Lozan Konferansı yapıldı; dinledik. Önemlidir. Ulusal birlikten söz edildi, çünkü Lozan Kürtleri de parçaya böldü. Fakat ulusal birlik derken de gerçekçi olmak lazım. KDP’nin şu andaki mevcut durumunu görmeden ulusal birlik demek, ulusal birliği gerçekleştirememek demektir. Çünkü engeldir. Sanki KDP olmadan ulusal birlik olmazmış gibi bir algı ortaya çıkıyor. Evet onun da gelmesi lazım ama gelmez. O ulusal birlik istemiyor. Bütün ulus üzerinde, bütün siyasi güçler üzerinde hakimiyet istiyor. Tek ben hakim olacağım, diyor. Onun ulusal birliğe gelme diye bir şeyi yok. Ne zaman geldi? İşte 2012-13’te ateşkes vardı. Biz Türkiye’ye ateşkes ilan etmiştik, savaş durmuştu. O zaman geldi. Ne zaman Türkiye bize karşı savaş başlattı, KDP de hemen çekildi. Bu bakımdan ulusal birlik önemlidir. Bütün Kürt grupları, partileri bir araya gelmelidir. Ama şu gerçek; KDP kendi hakimiyetini, kendi dediğini kabul ettirmediği müddetçe böyle bir ulusal birlik falan gerçekleşmez. Daha doğrusu ulusal birliğin önünde engeldir. Hep ulusal birlik, ulusal birlik deniyor. Bütün Kürtler istiyor, hepimiz istiyoruz ama KDP önünde engel. Bunun ortaya konulması gerekiyor.
Niye ulusal birlik diyoruz? Demek ki kuramıyoruz. Hep şikayet ediyoruz, yakınıyoruz. Peki engel nedir? Bunun da görülmesi gerekiyor.
KÜRTLER LOZAN’IN SOYKIRIMCI RUHUNU ENGELLEYECEKTİR
Lozan gerçekleşti, Kurdistan dört parçaya bölündü. Ama Kürtler, Lozan’ın ruhu olan Kürt soykırımını önleyecek, engelleyecektir. Evet, bir ulus devlet hedefi olmayacak ama Kürt soykırımını önleyip Kürt’ün varlığını güvence alacaklar. Kürt’ün kendi kendini yönetmesini bütün Kurdistan’ın parçalarında sağlayacaklar. Gerçekten bu konuda önemli adımlar attılar, gelişme sağladılar. Rojava’da önemli gelişme var, Başûr’da var. Bakur’da Kürt halkının yarattığı mücadele düzeyi var. Rojhilat’ta var. Esas kazanım şudur: Şu anda Ortadoğu ve dünyada bir Kürt mücadele gerçeği var, Kürt toplumsal gerçeği var. Kürt varlığının güçlü biçimde ortaya konulması var. Esas kazanım budur. Bunu sağlatan da Kurdistan’ın dört parçasında yürütülen mücadeledir.
ROJAVA DEVRİMİ TÜM EKSİKLERİNE RAĞMEN BÜYÜK BİR DEVRİMDİR
20 bine yakın şehidi olan Rojava Devrimini selamlıyor, şehitleri de saygıyla, minnetle anıyorum. Yine Rojava Devrimine destek olmak, güç vermek için Türkiye’den gelen ve Düş Yolcuları olarak tanımlanan 33 sosyalist genci de saygıyla, minnetle anıyorum.
Rojava Devrimi gerçekten büyük devrimdir. Ortadoğu’da ağır sorunlar var; ulusal sorunlar var, inanç sorunları var, kültürel sorun var, kadın sorunu var, demokrasi sorunu var. Bütün bunlara doğru çözüm bulan bir devrimdir. Bir nevi sadece Kürt sorununu çözen veya sadece Kürtlerin sorununa çözüm bulan bir devrim değil, bütün Ortadoğu’nun sorunlarına çözüm model ortaya koyan bir devrimdir. Bu çok önemlidir. İşte demokratik ulus anlayışı var, demokrasi anlayışı var, farklı inançların yan yana yaşaması var. İşte kadının özgürlük anlayışı var. Mezhep çatışmalarını, ulusal çatışmaları bir tarafa bırakıp, iktidar çatışmasını bir tarafa bırakıp iktidar savaşları yerine demokrasi içinde hakları elde etme, devlet arayışı, iktidar anlayışına girmeden sorunları çözme… Çünkü bütün sorunları kördüğüm yapan, çözümsüz kılan, devlet ve iktidar anlayışıdır. Devlet ve iktidar anlayışına girdiğin an kimlik sorunu da çözülemez, inanç sorunu da çözülemez, kadın sorunu da çözülemez, demokrasi sorunu da çözülemez.
İşte Rojava bu anlayışla büyük bir devrim yaptı. Tabii bu Önder Apo’nun perspektifiyle, Önder Apo’nun çizgisiyle gerçekleşen bir dönüşüm oldu. Somut olarak Rojava’da görüldü.
Ama şunu da belirtmek istiyorum. Bunu derken Önder Apo’nun çizgisi Rojava’da tam uygulandı, uygulanıyor diyemeyiz. Ama yetersiz uygulamasının bile ne kadar önemli, ne kadar değerli olduğunu herkes görüyor. Görüyor ve bu bakımdan Rojava Devrimi Ortadoğu’da bu baskı ortamında, zulüm ortamında bir özgürlük sahasıdır, doğasıdır, modeldir.
Biz Rojava Devriminin, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin bir model olacağına inanıyoruz. Şu anda örneğin Suriye’de çözüm olacak; bu çetelerin, Türkiye bağlı grupların anlayışıyla yeni Suriye kurulabilir mi? Kurulamaz. Yine mevcut rejim anlayışını değiştirmeden Suriye’de bir istikrar sağlanabilir mi? Sağlanamaz. Suriye’de istikrar sağlamanın tek ortak paydası Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin ortaya koyduğu ilkelerdir. Siyasi ilkelerdir, toplumsal ilkelerdir. Yani onun ortaya koyduğu ilkeler temelinde uzlaşma olur.
Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi uzlaşabilir. Ama çetelerin, bilmem Türkiye’nin etkisinde olan kesimlerle nasıl uzlaşma yaratabilirsin? Ne rejim uzlaşabilir, ne Kürtler, ne başkaları uzlaşabilir. Rejim kendini değiştirmediği takdirde de bir istikrar ve çözüm sağlayamaz. Bu nedenle esas istikrar ve çözümün etrafında oluşacağı anlayış Kuzey ve Doğu Suriye’dir. Bunun önemli etkisinin olduğuna inanıyoruz. Suriye’yi de etkilemiştir, Ortadoğu’yu da etkilemiştir.
Öte yandan Ortadoğu demokrasi güçlerini birleştirme rolü oynamıştır. Yine Ortadoğu’da en büyük gericilik, Türk devletidir. Türk devlet gericiliğine karşı Suriye’de Arap-Kürt ittifakını ortaya çıkarmıştır. Yine Ortadoğu’da Arap-Kürt ittifakının Türk devletine karşı duruşunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar gerçekten sadece Suriye açısından değil bütün Ortadoğu açısından önemli gelişmelerdir. Bu vesileyle ben bu devrimi selamlıyorum. Kürt halkının da, Arapların da, Süryanilerin de, Çerkeslerin de demokratik ulus anlayışıyla her türlü saldırıya karşı bu devrimi koruyacaklarını inanıyoruz. Bu devrim çok güzel bir devrimdir. Eksikleri, yetersizlikleri olabilir. Mutlaka vardır. Önder Apo’nun çizgisi tam pratikleşmemiştir. Ama mevcut haliyle bile bütün halkların sahipleneceği ve Ortadoğu’ya örnek olacak bir devrimdir. Bu devrime tüm emek verenleri de saygıyla, minnetle selamlıyorum.
NATO KÜRT SOYKIRIMININ ORTAĞI OLMAMALIDIR
Kürtler soykırım tehdidi altında. Sadece Bakur’da değil, Rojava’da tehdit altında, Başûr’da tehdit altında, Rojhilat’ta tehdit altında. Şimdi Türkiye soykırımı tamamlamak için şantaj yapıyor. Bir şantajcı. Mültecileri şantaj olarak kullanıyor, NATO üyeliğini şantaj olarak kullanıyor, Rusya ile ilişkilerini şantaj olarak kullanıyor. Tam bir şantaj devleti, şantaj yönetimi. Diyor, ben Kürtlere nasıl yaklaşıyorsam siz de öyle yaklaşacaksınız. Avrupa da diyor, biz demokratik ülkeyiz. Peki Türkiye demokratik ülke mi yoksa soykırımcı ülke mi? Kürtlere her türlü zulmü yapmıyor mu? Şimdi Türkiye bunu onlardan istiyor. Onlar da buna uyuyorlar. Bu gerçekten ikiyüzlülüktür. Buna ne diyebiliriz? Utanmazlıktır. Hiçbir devlet Türkiye’yle Kürt halkının mücadelesi, özgürlük mücadelesi konusunda pazarlık yapamaz, yapmamalıdır. Ne yapıyor Türk devleti? Bu şantajla ne yaptı? Güya İsveç, bazı ülkeler Türkiye’ye bazı silahları vermiyorlardı. Siz doğru kullanmıyorsunuz, Kürtler üzerinde kullanıyorsunuz, diyorlardı. Ne oldu şimdi? Vereceğiz, diyorlar. Zaten Türk devletinin en temel amacı da bu silahları almaktır. Ve aldı da. Yoksa tamam, birkaç tane Kürt’ü teslim edecekmiş. Evet, onu da istiyor. O baskıyı da kurmak istiyor. Esasta soykırıma siyasi destek almak istiyor. Soykırım için o silahları almak istiyor. NATO da veriyor.
Şimdi şu gerçeği Kürtlerin de bilmesi lazım, dünyanın da bilmesi lazım. Türk devleti her türlü ittifaka, ilişkiye, kuruma; NATO’dur, Avrupa Birliği’dir; giriyorsa tek nedeni, Kürt soykırımı gerçekleştirmektir. Kürt soykırımına destek almak için NATO’ya girdi, Avrupa’ya girdi ve devam ediyor da. Bir gün desinler bu Kürt soykırımını bırak, ne bir gün NATO’da kalır, ne bir gün Avrupa Birliği’nde kalır.
Şimdi Türk devleti diyor ya, bizi Avrupa’ya alın. Türk devleti Avrupa Birliği’ne girmek istemiyor. Sadece Avrupa Birliği’nin bazı imkanlarından yararlanmak istiyor. Ne zaman Avrupa Birliği’ne girelim der? Kürt soykırımı tamamlanırsa girer. Kürt soykırımı tamamlamadan Avrupa Birliği’ne girmez. Çünkü Avrupa Birliği’nin kendine göre kriterleri var, ölçüleri var, yerel özerklik şartı var, bilmem ne var, ne var. Avrupa dese, şu anda biz sizi Avrupa Birliği’ne alacağız, Türkiye girmez. O şantaj yapıyor, beni niye Avrupa Birliği’ne almıyorsunuz diyerek. Avrupa Birliği’ne girer mi? Girdiği zaman Kürt soykırım politikasından vazgeçmesi lazım. Türk devleti bundan vazgeçer mi? Aksine Avrupa Birliği’ne üyelik süreci diyerek Avrupa Birliği’ni de Kürt soykırımında kullanmak istiyor. Şu anda Avrupa Birliği’ne girme diye bir derdi yoktur. Kimse kendini aldatmasın.
Avrupa sanmasın Türk devleti istiyor. Ya da Türkiye’de birileri sanmasın ki Türk devleti Avrupa Birliği’ne girmek istiyor. Böyle bir şey yok. Zaten şu anda Avrupa da almak istemiyor. Ama işte bir sınırda bu ilişkileri yürütmeye çalışıyorlar. Türkiye Avrupa’yı biraz kullanmak istiyor. Avrupa, Türkiye’yi biraz kullanmak istiyor. Karşılıklı böyle bir ilişki var.
Bu yönüyle şu anda NATO da, Avrupa Birliği de Türk devletinin Kürt sorununda kullandığı kurumlar haline gelmiştir. Biz Kürtler olarak uyarıyoruz. NATO bu soykırımın ortağı olmamalıdır. Ne demek Türkiye’nin hassasiyetini anlıyoruz? Türkiye her gün Rojava’ya saldırıyor. Ne hassasiyeti? Türk devletinin Bakur’da izlediği Kürt politikası var. Bütün Kürt siyasetçiler içeride. Ne hassasiyeti?
Özcesi bu NATO toplantısı gerçekten tarihi olarak utanç verici bir toplantı oldu. Kürtler üzerine pazarlık, PKK üzerinde pazarlıklar yapıldı.
NATO ve KDP ilişkisi var. KDP ile ilişkili olmak Kürtlerle ilişkili olmak anlamına gelmiyor. Türkiye KDP’yi kullanıyor. KDP de iki şehirde iktidar olmak için işbirlikçilik yapıyor. Bütün Kürtleri temsil etmiyor. Kaldı ki iki şehir de KDP’den memnun değil. Ve bir aile olmuş. Barzani ailesidir, ne Kürt’ü?
Bu yönüyle gerçekten bütün Kürtlerin NATO’ya karşı, Avrupa Birliği’nin bu tutumuna karşı tutum alması gerekiyor. Uyarması gerekiyor. NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin Kürt soykırım politikalarına ortak olmaması gerekiyor. Şu anda ortaktırlar. Geçmişte Ermeni Soykırımına ortak oldular. O dönem politikaları, kendi aralarındaki çekişmeler, çatışmalar, dengeler Ermeni Soykırımı sonucuna götürdü. Şimdi de yine bu dengeler ortamında ve bu politika içinde Kürt sorununun soykırımın ortağı olma durumuna düşüyorlar. Biraz bir an önce bundan vazgeçmeleri gerekiyor.