BEHDÎNAN-Jin TV’de yayımlanan, Arjin Baysal’ın sunduğu Xwebun programına katılan PAJK Üyesi Viyan Leyla, devlet, iktidar ve otorite üzerine değerlendirmelerde bulundu.
Otorite ve iktidarın farklı olduğunu belirten Viyan Leyla, iktidarın sonradan inşa edildiğini otoritenin ise doğallığında geliştiğini söyledi. Toplumda otorite sahibi kişilerin, toplumsal sorunlara çözüm bulduğu, iktidarın ise tam tersi sorun ve kriz yarattığını ifade eden Leyla, topluma ait tüm değerlerin iktidar tarafından gasp edildiğini vurguladı.
PAJK Üyesi Viyan Leyla’nın Jin TV’de yayımlanan değerlendirmeleri şöyle:
İktidarı nasıl tanımlıyorsunuz?
Günümüzde toplumda en çok gündemde olan, en çok tartışılan konu iktidar meselesidir. Ama anlaşılmaması için en çok karmaşık hale getirilen, çarpıtılan konu olduğu söylenebilir. Herkes korksun, tartışmasın diye sır gibi yaklaşmışlar. Sistem bunu özellikle yapmaya çalışıyor. Kapitalist modernite çağında iktidar bir hastalık gibi yayıldı, toplumun kendini egemen hissetmesi için çalışma yürüttü. Kapitalist modernite herkes iktidar olabilir, herkes otorite ruhuna sahip olmalı ve buna göre hareket etmelidir algısı yarattı. İktidarın birçok tanım var. Mesela devlet, egemen sistem nasıl iktidara gelir? Doğal olarak bir yönetim sistemini tanımlar. Sloganları neler? Mutlak otorite mutlak çözümdür. Yani iktidar ne kadar güçlü olursa, ne kadar sonsuz olursa toplum ve yaşam için pek çok çözüm sağlayabiliriz dediler. Bu elbette bir yalandır.
Biz bu şekilde ele almıyoruz. İktidarı farklı şekilde ele alan bazı farklı hareketler de var. Örneğin, reel sosyalist hareketler iktidar üzerine yoğunlaşmışlardır. Bir devlet yönetimi biçimi olarak devraldılar. Ya da bazı anarşist hareketler var. Yaklaşımları farklıdır. İktidarı sosyal bir hastalık olarak ele alıyorlar. Tanınmış bir anarşist olan Bakunin, iktidarı şu şekilde tanımlar: “En ahlaklı insanlar bile iktidara geçtiğinde 24 saat içinde değişir.” İktidarı ele alışımız Önderliğin savunmalarıyla daha da derinleşti. Rêber Apo, bize iktidara karşı nasıl mücadele edeceğimizi ve hangi temelde tartışmamız gerektiğini savunmalarında daha geniş bir şekilde gösterdi. Biz iktidarı nasıl alıyoruz?
Toplumun maddi-manevi tüm ürünleri ve faaliyetleri iktidar tarafından ele geçirilmiş. Örneğin topluma ait her şeyi, toplumun inşa ettiği maddi veya manevi değerleri, yağmaladılar, çaldılar, iktidara aitmiş gibi gösterdiler. Bunun için her türlü yönteme başvurdu. Şiddet ve kamulaştırmanın yanı sıra askeri operasyonlar yürütür. Toplum ayaklanmasın, direnmesin, ölüm uykusuna yatsın diye hikayeler uydururlar. Toplum bunu kabul etmeyince toplumu yok eder, asimile eder. Açıkça şunu söyleyebiliriz; soygun, talan ve yalan bir sistemdir. Topluma ait, bir etnisiteye ait olan değerler, iktidara aitmiş gibi gösterilir.
Kontrolsüz ve sınır tanımayan bir güç yani.
Günümüzde iktidara bakış bu şekildedir. Toplumun her yerine, tüm zihniyetlere yayıldım diyor. Toplumda da iktidarın çok güçlü bir şey olduğu hissini yaratmaya çalışıyor. Yani kimse iktidara karşı çıkamaz algısı yaratılıyor. Dolayısıyla böbürleniyorlar, kimse iktidarı yıkamaz gibi hareket ediyorlar. Ama şunu asla unutmayalım. Ne kadar çok böbürlenirlerse o kadar çürümüşlerdir. Önderlik savunmalarında elma örneğini veriyor. Küçük bir elma, kimse ona dokunmazsa, ya da ağaçtan düşmezse büyür ama zamanla o elma dalında çürür ve düşer. Bugün iktidarın durumu da bu örneğe benziyor.
Bazen tanımlarla alakalı kafa karışıklığı yaşanıyor. Otoriteyi nasıl ele alıyorsunuz? Otorite ve güç aynı mıdır yoksa farklı mıdır?
Farklıdır. Otorite toplumsal güçtür. Örneğin, toplumsal yönetimin gücü siyasi otoritedir veya sosyal ekonominin gücü ekonomik otoritedir. Topluma ait tüm güçler otorite olarak tanımlanabilir. Fark nerede? İktidar sonradan inşa edilmiştir, otorite doğaldır. Kendi toplumumuzdan örnek verelim; Kurdistan toplumunda rûspîler (kanaat önderleri) var. Kimse ben rûspî olup sizi yöneteceğim dememiştir. Peki neden rûspîler? Çünkü onlar toplumsal sorunlara çözüm oluyorlar. Toplumu örgütlemede rol sahibi oluyorlar. Toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasında rol sahibiler. Bu yüzden toplum onların etrafında toplanıyor.
Tarihte kadınlar otorite sahibiydi, kadının öncü olması toplum tarafından kabul ediliyordu.
Kadınlar kutsal kabul edilirdi. Kadın yeni bir yaşam yaratıyordu, çocuklara bakıyor, toplumu koruyor, toplumun örgütlenmesi için çaba sarf ediyordu. Bundan dolayı kadın doğal bir otorite oluyordu.
Yani ezen-ezilen yoktu…
Hayır, toplum kendiliğinden ikna oluyordu, onaylıyordu. Toplumsal bir tercihtir. Ancak iktidar yukarıdan doğru kendini dayatıyor. İşte fark budur. Mesela günümüzde siyasi partiler iktidarlarını yukarıdan empoze ediyor, topluma siz bunu kabul edin diyorlar. Ama toplum bunu kabul etmeyince, öldürüyor, asimile ediyor, toplumu yok ediyor. Ama doğal toplumlardaki otoriteyi anaerkil olarak tanımlıyoruz. O dönemde kadınlar bunu zorla yapmadı. Ürettiği ürünlerle, yaşama katılımıyla, yaşamı inşa etmesi ve korumasıyla doğal olarak otorite konumuna geldi.
Günümüzde iktidar sistemi nasıl örgütleniyor?
Devletin her alanında örgütlendiği söylenebilir. Özelde ‘toplumun genelini nasıl inşa edeceğim’ üzerine çalışıyor. Siyasi alanda örgütleniyor. Dernekler, vakıflar, siyasi partiler, siyasi iktidarın kendi kendini örgütleme biçimleridir. Kadınlara hiçbir şekilde yer vermiyor. Şimdi bütün dünya tartışıyor. Seçimleri hangi parti kazanacak? İktidar kim olacak? Kim kendini iktidar olarak topluma dayatıyorsa bunu savaşla yapıyor. Ekonomik alanda örgütleniyorlar. Toplumun tüm maddi ürünlerine el koyuyorlar. Günümüzde bunlar kim? Patronlar ve zenginlerdir. Yani ekonomik gücü elinde bulunduranlar. Ekonomi toplumsal üretimdir. Bu alanda çalışmıyorlar ancak toplumun inşa ettiği maddi ürünlere el koyup zengin oluyorlar. Bu yüzden insanları köleleştiriyor, işçi yapıyorlar ama genel olarak kadınları ekonomik sistemin tamamen dışında tutuyorlar. Ancak ekonominin asıl sahibi kadınlardır. Kadın emeği en ucuz emek haline geliyor.
Türkiye’de bir tarafta çok büyük bir yoksulluk var, diğer tarafta ise zenginlik, lüks, şatafatlı bir yaşam var. Sosyal iktidar var, ailede iktidarın temsilcisi babadır. Türkiye’de birçok ulus, bir çok inanç var. Ama iktidar Sünni-Türkleri temsil ediyorlar. İktidar onlardır. Ya da erkek iktidarı temsil ediyor.
Bütün bunlar dindarlığı, cinsiyetçiliği ve milliyetçiliği geliştiriyor.
Doğrudur, bu mantıkla yaklaşıyorlar. Yani kendisini temsil edenleri toplumda örgütlüyorlar.
Cinsler arasında erkek, ailede baba, uluslar arasında iktidarda kim varsa odur. Zulmü, esareti meşru kılmak için örgütleniyor. İdeolojik alanda da örgütleniyor. Eğitim çalışmaları yürütüyor, ajitasyon-propaganda faaliyetleri yürütüyor, kendisine bağlı medya ve okullar inşa ediyor. Orduyu, iktidarını zorla kabul ettirmek için kullanıyor. Uluslararası alanda örgütleniyor ve iktidarı tek bir ulusa teslim ediyor. Günümüzde iktidarı Amerika temsil ediyor. Geçmişte İngiltere idi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika oldu. Ortadoğu’yu nasıl ele geçirecek, tüm Amerika’yı nasıl ele geçirecek, Afrika’ya karşı politikalarını nasıl yürütecek? Yani kendini nasıl küreselleştirecek, merkezi hegemonyasını nasıl küreselleştirecek, bu tartışılıyor.
İktidarın yaklaşımı kadınlar üzerinde nasıl bir etki yaratıyor? Yani nasıl hem kadınlara zara veriyor, hem de kadınları kullanıyor?
Bu önemli bir konudur. Çünkü iktidar faaliyetlerini ilk önce kadınlar üzerinde gerçekleştirmiştir. Tarihe baktığımızda güçlü ve kurnaz erkek, ataerkil hiyerarşi, devlet sistemi ilk saldırıyı kadınlara yaptı. Doğal toplumsal düzeni devraldılar. Kadından çaldılar. Medeniyet sürecinde evre değiştiğinde ilk hedef her zaman kadınlar oldu. Kadınlar isyan etmesin, iktidarı kabul etsin diye özel politikalar oluşturulmuştur. Kadınlara yönelik yapılan tüm uygulamalar devletin icraatlarıdır. Kadını kendine inanmayan, kendi doğrusunu, tarihini bilmeyen bir düzeye getirmişlerdir. Kadınları cinsiyetçi politikalarla karşı karşıya bırakmışlardır. Evlilik kurumları, aile kurumları bütün bu dayatmaları kadınlara kabul ettirmek için özel olarak çalışırlar. Kadın babanın iktidarını kabul ederse, erkeğin iktidarını kabul ederse bütün iktidarları kabul eder dediler.
Evdeki iktidar sistematik olarak kadının üzerine oynar. Mesela kadının emeği görülmez, kadın bir erkek tarafından yönetilir. En iyi kadın, bir erkeğin eşidir, sessiz kadındır, kendisine ne verilirse kabul eden kadındır. Bunları kadınlara nasıl kabul ettirdikleri de önemlidir. Mesela şiddet var, taciz, tecavüz ve tehdit var. Zaten cinsellik alanı erkeğin gücü alanı haline geldi. Kadınları korkutmak için şiddeti geliştiriyorlar. Sistemin kendisi bunu örgütlüyor. Medya nasıl manipüle ediyor, erkekler nasıl cesaretlendiriliyor. Pek çok cinsiyetçi kelime var. Örneğin cinsellik alanında ‘başarılı’ olamayan erkekler iktidarsız erkek olarak tanımlanır. Bunun yanında şu da var; bazı kadınlara kendilerini kabul ettirmek için iktidarı tattırıyorlar ama onun da sınırı var.
Kadınlara diyor ki, ‘Evet siyasette yerinizi alacaksınız ama bana göre. Üslup olarak benim üslubumla, erkek üslubuyla siyaset yapacaksınız. Ekonomik alanda yer alacaksın ama emeği gasp edeceksin.’ Mesela şimdi askerlik alanını kadınlara açtılar ve bunu tartışıyorlar. Bunu bizim hareketimize alternatif olarak örgütlediler. Ama orada erkeklerin yaptıklarını kadınlar da yapıyor. Askerlik sistematik olarak kadınlara tecavüz ediyor. Yani kadınlar buna aldanmamalıdır. İktidar kadının bedenini, ruhunu ve aklını ele geçirmek için çalışıyor.
Devleti iktidarın bir kurumu olarak tanımlıyorsunuz. Devleti nasıl yorumladığınızı biraz daha açabilir misiniz?
Devlet de iktidar gibi sistem tarafından çarpıtılmıştır. Kapitalist modernite sistemi bunu hep yapıyor. Günümüzde devleti bize nasıl sunuyor? Bütün toplumsal sorunları çözen, toplumu yöneten olmazsa olmaz bir kurum olarak sunuyor. Ama devleti tarihten tanıyoruz. Devlet insanlar tarafından inşa edildi. Bu bizim teorimiz. İnsan eliyle yapılan şeyler insan eliyle de yıkılabilir. Kutsal, temel bir insan aracı değildir.
Devlet gerçekliği her yerin kan denizine dönüşmesi demek, asimilasyon gerçeği, çalışmayan, tembel, sorgulamayan, akılsız bir toplumun inşa edilmesi demektir. Devlet, hukuksal anlamda iktidarın örgütlenmesidir. Devlet bedendir, ruhu iktidardır. Devlet ne diyor? Toplumun kendi kendini yönetebilmesi için bir kurumun gerekli olduğunu söylüyor. Bu kurum kuralları belirlemeli, kanunlar çıkarmalıdır. Ayrıca, toplumu yönetmek için bir otoritenin gerekli olduğunu söyler. Bunun için hukuki, askeri, sağlık, dini, ekonomik kurumlara ihtiyaç duyar. Devlet yoksa toplum kendi kendini örgütleyemez algısı yaratır. Bu yalanlarla örgütleniyor. Ama toplum, devlet olmadan da bu şekilde yaşadı. Devlet sadece kaos ve kriz yaratmıştır.
Kapitalizm ile birlikte ulus devlet inşa edildi. Ulus devlet de en çok kadınlar üzerinden politika geliştiriyor. Nedeni nedir ve bu politikalar nelerdir?
19. yüzyıldan sonra ulus-devlet, egemen güçler tarafından halkın kurtuluşu için bir araç olarak tanıtıldı. Yani her toplumun özgürlüğe ulaşabilmesi için bir ulus devlete sahip olması gerekir. Buna aldandılar. Şimdi bile krizlerini görüyoruz. Bugün ulus devlet hiçbir soruna çözüm bulamıyor. Bütün politikalarını milliyetçilik üzerinden yürütüyor. Milliyetçiliği kutsal gösteriyor, onun için herkesi, her şeyi feda ediyor. Bu şekilde insanları uyuşturuyorlar.
Siyasi otorite iktidarı o kadar iyi gösteriyor ki, herkesin siyasi iktidar olabilmesi için bir çatışma, rekabet ortamı yaratıyor. Kadınlar arasında hep bu karşıtlığı yaratıyor. Onlara göre en gelişmiş, modern kadın, kapitalizmin standartlarına göre yaşayan kadındır. Yani iktidar olmak istiyorsan benimle aynı fikirde olmalısın diyor. Ulus-devlet herkesi kendi işçisi ve memuru yapar. Bu şekilde çalışır.
İnsanlar nasıl tehdit eder? Bana uymazsan seni kovarım diyor. Her ulus-devlet işsizlerin bir kısmını elinde tutar ve bunu bir tehdit aracı olarak kullanır. En çok işsizi kadınlar oluşturuyor. Kadın çalışsa bile erkekten daha az para alıyor ve 21. Yüzyılda bile bunu tartışıyoruz. Evde en çok işi kadın yapar, çocukları büyütür, eğitir, evi organize eder ve düzenler. Ancak ev işi görünmüyor, emek dışı bir alan olarak görülüyor. Hukuk sistemi vatandaşlığı bu şekilde oluşturuyor. Herkesi kanunla nasıl bağlayacak? Herkesin ulusal kimliği vardır. Kimliğiniz yoksa kişi olarak görülmezsiniz. Geçmişte bunu Suriye rejiminde yaşadık. İnsanları kimliksiz bıraktılar. Suriye’deki Kürtlerin durumu hayvan statüsünde gibi bile değildi. Çünkü ‘bir kimliğiniz yoksa insan değilsiniz’ diyorlar.
Bütün haklardan da mahrum bırakıyorlar.
Doğrudur, verdiği hakları yasal kanunlar olarak tanımlar. Devletlerin kanunlarına bakalım. Hepsi de kadına karşıdır. Birçok devletin anayasasında erkek iktidarını uygulamak için aile yasaları vardır. Kadına yönelik çok fazla şiddet, tecavüz veya cinayet var. Erkekleri korumak için bu yasaları uyguluyorlar. Kadınlar verdikleri mücadele ile bazı kazanımlar elde etti. Şimdi bu kazanımları iptal etmeyi tartışıyorlar. Amerika’da kürtaj tartışmaları başladı. Kadınları bu haktan mahrum bırakmak için devreye konuldu bu tartışma.
Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ettiler. Devlete karşı gelirseniz dininden çıkarsınız diyorlar. Yani ulus devleti kutsallaştırmak için dini kullanıyorlar. ‘Devlete itaat, Allah’a itaat’tır gibi gösteriyorlar. Kendi vatandaşlarını oluşturmak için zorunlu askerlik, eğitim ve medya gibi araçları kullanıyorlar. Cinsiyetçilik de temel politikalarıdır. Cinsiyetçilik devletin varlığı için olmazsa olmazdır. Bu politikalarla nasıl bir insan inşa edilir? Amacı araba, aile olan bir insan olur. Sadece harcayan, tüketen insanlar inşa ettiler.
Devletin ve iktidarın tüm kötülüklerine dikkat çektiniz. Ancak Kürt toplumunun bir kesimi hala devlet kurmak istiyor. Hala kurtuluşu ve özgürlüğü devlet olmakta görenler var. Kürt toplumunun bu algısı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bu konuda devlet 5 bin yıla güveniyor. Buna göre kurumlaşma, sistemleşme, toplum üzerinde baskı vardır. Kimse buna karşı çıkmadı. Bazı gerçek sosyalist hareketler iktidarı gündemlerine aldılar ama çareyi devlette buldular. Alternatif bir model yoktu. Kimse bunu düşünmüyor. Acaba devletsiz hayat nasıl olacak? Toplumun ihtiyaçları nasıl karşılanacak? Toplum, kendi gerçekliğinden o kadar uzaklaştırılmıştır ki, alternatifi de yoktur. Kürtler her zaman kültürel, fiziksel soykırım tehdidi altındaydı. Alternatifi olmadığı için de çareyi devlette buldular. Mesela Marksistler en yakın çözümdü ama onlar da çözümü devlette gördüler. Kürdistan’da devlet bu şekilde ele alındı.
Hareketimiz de ortaya çıktığında bu düşüncedeydi. Fakat Önder Apo’nun derin ön görüsüyle paradigmamızı değiştirdik. Feodal devlet, feodal köle, liberal devlet, kapitalist devlet hepsi yalandır. Devlet devlettir. Onun mantığında talan var, iktidar var, gasp var. Bunu Hareket olarak gördük. Devletsiz bir sistemi nasıl kuracağız? Bu tartışmalar başladı. Bu tartışmalarla Kurdistan toplumunda büyük değişimler yaşandı. Kurdistan’da yürütülen bazı geleneksel milliyetçi politikalar var ama onların da durumunu görüyoruz. Devletsiz paradigma gündemi artık Kurdistan toplumu arasında daha fazla tartışılıyor. Başlangıçta bu tür hataların olduğu doğrudur. Devlet olduğu sürece halk korunur. Ancak hareketimiz bunları çürüttü. Hareket olarak devletin varlığına karşıyız. Sistemimiz de bunun üzerine kurulu. Devlet değerlerine göre değil, toplumsal değerlere göre kurumlar gereklidir. Rojava sistemi her şeyi tersine çevirdi. Artık Rojava ulus devletsizdir. Küçük bir kara parçası olabilir ama tüm dünyanın ilgisini çekmiştir. Evet, DAİŞ’e karşı büyük bir direniş vardı. Ama buna rağmen birçok ulustan insan Rojava’yı takip ediyor, merak ediyor. Devletsiz geçen on yılı aşkın süredir toplum kendi kendini örgütlüyor, yönetiyor ve sorunlarını çözüyor. Rojava’da hayata geçirilen model tüm dünyaya örnek olmuştur.