HABER MERKEZİ – ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de 9 Ekim komplosunun daha etkili ve radikal eylemlerle karşılanması çağrısında bulunarak “Gençler, kadınlar yediden yetmişe toplumun her kesiminden herkes o gün uluslararası komployu protesto etmeli ve bir duruşun sahibi olmalıdır. Komplocu güçlerden öyle bir hesap sorulmalıdır ki bırakalım onların Rojava ve Şengal’de yaptıkları gibi Kürt halkına sürekli 9 Ekim’i hatırlatmasını bir daha ağızlarına bile almayacak derecede hesap sorulmalıdır. Suçlu olduklarını, hesap sorulduğunu bilmelidirler. Bu anlamda 9 Ekim komplosu büyük bilinçlenmenin, kendini yeniden yaratmanın ve hepsinden önemlisi mutlak eylem halinde olmanın gerekçesi olmalıdır” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’la gerçekleştirdiğimiz röportaj şu şekilde:
31 aydır Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile herhangi bir görüşme yapılmış değil ve kendisinden herhangi bir haber alınmamaktadır. İmralı soykırım sisteminde neler oluyor? Size ulaşan herhangi bir haber veya bilgi var mı?
İmralı’da nelerin yaşandığından, Önder Apo’nun sağlık ve güvenlik durumundan yaklaşık 3 yıldır ne avukatları, ne ailesi ne de parti olarak bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Bu da göstermektedir ki uluslararası komployu gerçekleştiren, İmralı sistemini kuran güçler komploda halen ısrar etmektedir. Birçok kere belirtiğimiz gibi İmralı’da öyle bir sistem ve disiplin kurulmuştur ki hiçbir şey kendiliğinden olmaz. İmralı sistemini işleten özel bir ekip, bir beyin vardır. Bu ekibin görevi Önder Apo’nun ‘üzerimde uygulanan soykırımdır’ dediği Kürt soykırımını İmralı’da tamamlamaktır. Bu anlamda İmralı’da işleyen hukuk değil tamamen soykırım politikası olmaktadır. Zaten İmralı sisteminin kuruluş amacı da budur. Yoksa Önder Apo’nun 3 yıla yakın bir süredir ailesiyle ve avukatlarıyla görüştürülmemesinin başka bir izahı olamaz. Disiplin suçu dedikleri Kürt halkının değerleriyle, psikolojisiyle, hukukla, insan hakları ve demokrasi adına olan her şeyle dalga geçmektir. Bir adada ve bir hücrede tek başına tutulan bir insan nasıl disiplin suçu işleyebilir. Mektup yazması, dışarıyla her türlü iletişim hakkı yasaklanan, avukat ve ailesiyle görüştürülmeyen bir insan ne gibi bir disiplin suçu işleyebilir.
İMRALI’DA AHLAKSIZ BİR UYGULAMA VAR
Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur: İmralı’da çok yönlü, çok yöntemli, çok ahlaksız bir uygulama vardır; sert bir mücadele sürmektedir. Mücadele ideolojiktir, psikolojiktir, iradidir, politiktir. Daha da açık belirtmek gerekirse soykırımcı Türk devleti direnen Kürt halkına ve Özgürlük Hareketine karşı bir çöktürme politikası uygulamaktadır. Bunu ilkin İmralı’da başarmak istemiştir, fakat başaramadı. Önder Apo akıl almaz tüm baskılara rağmen direndi ve çöktürme politikasını boşa çıkarttı. Soykırımcı Türk devletinin büyük öfkesi bundandır. Bir de Türk devletinin intikamcı bir devlet olduğunu bilmek gerekir. Süleyman Demirel Önder Apo için ‘Türk devletinin başına son üç yüzyıldır bela olan en büyük kişi” demişti. Bu denklemi tersine çevirip daha doğru biçimde okuduğumuzda Önder Apo’nun Türkiye’de ve Kurdistan’da tüm halkların, inançların ve kültürlerin demokratik ve özgür biçimde yaşamaları için son üç yüzyılın en büyük şansı olduğu açıktır. Bir devlet Önder Apo gibi bir kişiliği üç yüzyılın en büyük tehlikelisi olarak görürse yapmayacağı bir şey yoktur. Zaten hiçbir savaş ve uluslararası kurallara uymadığı gibi tüm yaptıkları bunun içindir. Ama Önder Apo artık bir kişi değildir; milyonlardır, direnen kadın ve gençlerdir, Ortadoğu halklarıdır, mücadeleci tüm insanlığın sesidir.
ÖNDER APO İNSANLIĞA MÂL OLMUŞTUR
Uluslararası alanda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a büyük bir sahiplenme var. Dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren sendikalar Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük çağrısında bulundu. Ayrıca dünyanın birçok ülkesinden sanatçı, siyasetçi ve akademisyenin katılımıyla İsviçre’nin Lozan kentinde düzenlenen “Yeni bir dünyanın büyükelçiliği: Kurdistan” adlı sanatsal, kültürel ve siyasi etkinliklerde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın düşünceleri ve fikirleri tartışıldı. Uluslararası alandaki bu sahiplenmeyi nasıl okumak gerekir?
Doğrudur, Önder Apo için son dönemlerde uluslararası alanda büyük bir sahiplenme gelişmektedir. Özellikle İngiltere, İtalya ve Fransa işçi sendikaları buna öncülük etmiştir. Birkaç gün önce Brezilya’da toplanan uluslararası sendikalar kongresinin Önder Apo’nun özgürlüğü için aldığı karar çok değerli ve çok anlamlıdır. Yine başta İtalya olmak üzere Önder Apo’nun özgürlüğü için yapılan konserler, konferanslar, yürüyüş ve mitingler de çok değerlidir. En son İsviçre’de Önder Apo’nun görüşleri, paradigması tartışıldı. Bu vesileyle başta Brezilya’da gerçekleştirilen uluslararası sendikalar kongresi olmak üzere Önder Apo’nun özgürlüğü için konserler gerçekleştiren sanatçıları ve en son İsviçre’de sanatsal, kültürel ve siyasi etkinliklerde Önder Apo’nun paradigmasını tartışan herkesi büyük içtenlikle, saygıyla selamladığımı belirtmek istiyorum. Şunu bilmek gerekir; bugün insanlık yaşamak için ekmek ve suya muhtaç olduğu kadar her fırsatta demokrasi ve özgürlüğe ne kadar ihtiyaç duyduğunu verdiği mücadeleyle ortaya koymaktadır. Çünkü insanlık kapitalist modernitenin dünyayı nasıl yaşanamaz bir hale getirdiğini her gün gerçekleştirilen kadın katliamlarından, çevre ve doğa katliamında, insanın baştan çıkarılması için yapılan her şeyi bizzat görmekte, şahitlik yapmaktadır. Buna karşı bir bilinçlenme, öfke ve mücadele arayışının olmaması mümkün değildir. Yoksa insanın insan olmasından şüphe etmesi gerekir. İşte Önder Apo tüm bu kötülüklerin adı olan kapitalist moderniteye karşı kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik toplum paradigmasını geliştirerek insanın aydınlanmasında ve bilinçlenmesinde çok büyük bir rol oynadı. Geliştirdiği demokratik modernite paradigmasıyla insanlığın yaşadığı büyük ideolojik açlık sorunlarına cevap oldu. Gerçek şu ki Önder Apo’nun paradigması, görüşleri okunduğu, tartışıldığı, yayıldığı ve kavrandığı kadar büyük bir etkilenme gücüne sahiptir. Bunun için Önder Apo’nun ideolojisini, görüş ve felsefesini benimseyen herkes bu konuda gerçekten çok çalışmalı, insanlığa kavratmalıdır. Bizler adeta İsa’nın havarileri gibi Önder Apo’nun görüşlerini sürekli insanlara, toplumlara, kültürlere özellikle de özgürlük için ayağa kalkan kadınlara ve gençlere mutlaka taşırmalıyız. Önder Apo’yu okuduğu halde etkilenmeyen yoktur. Geçenlerde bir arkadaş anlattı; bir Rahip’ten Önder Apo için makale yazması talep edilmiş. Rahip, kendisinin anti-komünist olduğunu, PKK’nin sosyalist bir hareket olduğunu, komünist gelenekten geldiğini, bu nedenle hareketimizi sevmediğini belirtmiş. Arkadaşların ısrarı karşısında o zaman Önder Apo’nun birkaç kitabını getirin, göz gezdireyim, okuyayım ondan sonra bakarım demiş. Önder Apo’yu okuduktan sonra çok etkilendiğini belirten Rahip’in arkadaşlara söylediği şu olmuştur: “Bu insan bu dünyaya fazladır. Bu dünya bu büyük insanı kaldıramaz.”.Anti kapitalist, anti iktidarcı, emek, özgürlük ve toplumsallıktan yana olan tüm kesimlerin Önder Apo’yu bu kadar güçlü sahiplenmesinin önemli bir nedeni kendilerini, yaşamlarını, hayallerini ve geleceklerini Önder Apo’nun görüşlerinde bulmalarıdır. Yoksa Afrika’dan tutalım Latin Amerika’ya kadar dünyanın her tarafında yüz binlerin giderek milyonların Önder Apo’yu sahiplenmesinin başka bir nedeni olamaz. Dünya genelinde milyonlarca üyesi olan onlarca sendika, bilim insanı, aydın, akademisyen, sanatçı Önder Apo’yu sahiplenmekte, görüşlerini benimsemektedir. Bu da göstermektedir ki Önder Apo ideolojisiyle, paradigmasıyla ve fikirleriyle artık insanlığa mal olmuştur. Dolayısıyla sahiplenmesi daha da gelişecektir.
ÖNDER APO TARİHSEL BİR KAZANIM OLARAK GÖRÜLMELİ
Uluslararası alanda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı sahiplenme eylemliliklerini Kürt halkı ve siyaseti nasıl değerlendirmeli? Bu eylemliliklerin amacına ulaşması için neler yapılmalıdır?
Kürt sorununu ve diyalektiğini iyi bilmek gerekir. Diyalektiğin bir yasasıdır; her şey aynı zamanda zıddını da yaratır. Burada belirtmek istediğim şudur; Kürt sorunu kadar çetrefilli, çok boyutlu ve çözümü zor olan bir sorun herhalde yoktur. Böyle bir sorunun çözümü için Önder Apo gibi bir kişilik gerekliydi. Önder Apo bile Kürt sorunu ve çözümü konusunda şunları belirtmektedir: “Kürtlük realitesi üzerinde durmaya cesaret ederken, bu hakikatlerin ezici etkisini hep duydum. Onu en uygun açıklama yöntemi bellediğim bilimle ifade etmek istedim. Açıklama yetmedi, siyasetini yapmak istedim. O da yetmedi, savaşına soyundum. O da yetmedi, barışa adım attım. O da bir türlü tutmuyor. Tüm bunlar Kürt sosyal gerçekliğinin çağdaş halinin ne denli vahim durumda olduğunu kanıtlıyordu.” Önder Apo bununla sorunun çözümünün imkansızlığını değil, çözümün zorluğunu ve gösterilmesi gereken ciddiyeti göstermektedir. Türk devleti bunu çok iyi bilmektedir. Bunun içindir ki Önder Apo üzerinde sürece yayılmış bir imha konsepti uygulamakta, fikirlerinin ve sesinin mutlak dışarıya yansımaması için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Kürtler ve Kürt siyaseti aslında çok basit, soykırımcı Türk devletinin yaptığının tersini yapmalı, düşündüğünün tersinden yoğunlaşmalıdır. Soykırımcı Türk devleti Önder Apo’yu son üç yüzyılın belası olarak görüyorsa, Kürt halkı ve siyaseti Önder Apo’yu tarihsel büyük bir kazanım olarak görmelidir. Kürt sorununun dünyanın herhangi bir yerinde benzer sorunların çözümü gibi çözülemeyeceğini çok iyi bilmelidir. Normal olmayan Kürt sorunu, normalin üstünde her türlü genel geçer ölçüleri ve sıradanlığı aşan bir öncü ile ancak çözülebilirdi. Önder Apo bu çelişkinin yarattığı bir Önderliktir. Dolayısıyla Kürtler ve Kürt siyaseti her şeyden önce Önder Apo’nun neyi temsil ettiğini, nasıl bir kişilik olduğunu, onsuz demokratik, özgür, onurlu bir yaşamın mümkün olup olmadığını gerçekten sorgulamalıdır. Bunlar Önder Apo’suz mümkün değilse o zaman her şey Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için denilmelidir. Kürt halkı ve siyaseti bundan çekinmemelidir. Halk ve hareket olarak tam bir seferberlik ruhuyla Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için sürece yüklenmeliyiz. Mücadeleyi ideolojik, örgütsel, propaganda, ajitasyon her düzeyde yükseltmeliyiz. Örneğin geçenlerde Brezilya’da gerçekleşen dünya sendikalar kongresi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için karar aldı, çağrıda bulundu. Parti olarak yaptığımız açıklamayla bu kararı selamladığımızı belirttik. Ama sadece bununla sınırlı kalmamalıydı. Halbuki çok önemlidir. Milyonlarca üyesi olan bir platform, kongre. Basın ve medyamız bu sendikalarla röportaj yapmalıydı, televizyonlarda programlar yapmalıydı. Gündem oluşturan özel bir gayret göstermeliydi. Aynı şekilde İtalya’da ve Avrupa’nın değişik yerlerinde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için konferanslar yapıldı, konserler düzenlendi. Basın ve medya bu konferans ve konserleri daha sonra tartışmalı, programlar yapmalıydı. Belli ki bu konularda daha yaratıcı olmak gerekiyor. Çünkü Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için verilen her mücadele bizler için hem yaşamsal hem de en onurlu mücadele olmaktadır. Bunun için kesinlikle örgütlü olmak gerekiyor. İlgili örgüt ve kurumlarımızdan tutalım genel olarak tüm halkımız ve dostlarımız bu konuda sürekli bir yoğunlaşma ve arayış içinde olmalıyız. Hedefe tam odaklanan, zamanı iyi değerlendiren, nerede nelerin nasıl başarılacağını iyi planlayan, mümkün olan herkese ulaşan ve mümkün olan herkesi seferber eden düzeyde perspektifli, gerçekten disiplinli hareket edilirse bu sürecin Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle tamamlanacağına yürekten inanıyorum. Böyle olursa Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için Kurdistan’da ve dünyada gelişen tepkiler ve etkinlikler mutlaka amacına ulaşacaktır.
ÖNDER APO’NUN YARATTIĞI MÜCADELE ASLA DURDURULAMAYACAKTIR
Önümüzdeki günlerde 9 Ekim 1998 komplosunun 25. yıl dönümü olmaktadır. Komplonun bu 26. yılında yapılması gerekenler nelerdir?
Bu sorunuza cevap vermeden önce 31 aydır kendisinden hiçbir haber alamadığımız Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. 9 Ekim uluslararası komplosuna karşı zindanlarda ve mücadelenin diğer alanlarında “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla bedenlerini ateş topuna çevirerek şehit düşen M. Halit Oral, Selamet Menteş, Aynur Artan, Ahmet Yıldırım, Sema Yüce ve bu şiar etrafında şehit düşen onlarca yoldaşın şahsında, yine 50 yıllık özgürlük mücadelemizin en sert olan bu süreçte yüksek fedai ruhla direnerek şehadete ulaşan Zap, Avaşin, Metina, Xakurkê şehitleri şahsında mücadelemizin tüm şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, anılarını mutlaka yaşatacağımızı ve amaçlarını gerçekleştireceğimizin sözünü veriyoruz.
Kapitalist modernite güçleri bundan 25 yıl önce Önder Apo’ya yönelik geliştirdikleri uluslararası komployla aslında Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme politikasını hayata geçirmeye çalıştılar. Önder Apo ve Kurdistan Özgürlük Mücadelesi Ortadoğu politikalarında mutlaka görülmesi, dikkate alınması gereken düzeyde etkili bir konumdaydı. Ya PKK öncülüğünde Kürt sorununun çözümüyle birlikte Ortadoğu demokratikleşecek ya da ne pahasına olursa olsun buna yol verilmeyecekti. Uluslararası komplo biraz da bu nedenle gerçekleşmiştir. Komplodan sonra PKK’nin tasfiye edileceği, Kürt sorunu diye bir sorun kalmayacağı hesabını yapanlar az değildi. Nitekim bunun için birçok çevre ve kesimler, birçok arayış ve karşı mücadeleler içerisine girerek süreci hızlandırmak istediler. Ama başaramadılar. Bırakalım Önder Apo’nun etkisizleştirilmesini ve PKK’nin tasfiyesini, Önder Apo İmralı’da zihinsel bir patlama gerçekleştirerek kapitalist moderniteye karşı çağın insanlık uyanışını gerçekleştiren demokratik modernite paradigmasını hazırladı. İmralı sürecine ‘üçüncü doğuşum’ dedi. PKK ise verdiği mücadeleyle Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri ve dengeleri etkileyen, bazen de belirleyen bir konuma ulaşmıştır. Egemenlerin büyük bir marifeti de halkların tarih hafızasını silmektir. Çünkü tarih yapan değil, ama yazan hep kendileri olmuştur. 9 Ekim komplosuyla Kürt ve Kürdistan adına olan her şey bitirilmek istenmiştir. İnancı, iradesi, amacı buna yetmeyen ve buna göre olmayanlar başka minvale kulaç açmıştır. Ama yoldaşça ve sadakatla yürüyenler ağır bedeller pahasına da olsa mücadelelerini halen sürdürmektedir. Bunlar şimdi hem tarih yazmakta hem de tarih yapmaktadır. Şunu bilmek gerekir; Önder Apo fiziki özgürlüğüne kavuşmadıkça komplo ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü hep olacaktır. Bu anlamda 25 yıl boyunca komplocu güçlerle her düzeyde kıran kırana bir mücadele verdiğimiz kesindir. Ne yaparlarsa yapsınlar Önder Apo’nun yarattığı PKK, uyanan ve ayağa kalkan Kürt halkının mücadelesi asla durdurulmayacaktır. Bütün bu zorluklar özgürlüğün doğum sancılardır. PKK ve Kürt halkının buna inancı tamdır. 9 Ekim tarihi ısrarla farklı boyutlarda sürdürülerek Kürtlere hatırlatılmaktadır. İşgalci-soykırımcı Türk devletinin Girê Spi ve Serêkaniyê işgal hareketini 9 Ekim 2019’da başlatması, bu güne denk getirilmesi kesinlikle tesadüfi değildir. Bununla verilmek istenen mesaj Önder Apo’nun şahsında Kürtler üzerinde uluslararası komplo devam etmektedir. ABD ve Koalisyon güçleri işgalci Türk devletine karşı açık ve net bir tutum gösterselerdi, soykırımcı Türk devleti 9 Ekim 2019 tarihinde Gire Spi ve Serêkaniyê’yi işgal hareketine başlaması mümkün değildi. Uluslararası güçler işgalci Türk devletini engelleyerek değil, adeta teşvik ederek desteklemiş, bir noktadan sonra ise daha fazla ilerlememesini istemiştir. Bunu da kuşkusuz çıkarları gereği yapmıştır. Yani uluslararası komploda yer alan, ABD, AB, Rusya ve diğer güçler ister Efrin’in işgalinde isterse de Serekaniyê ve Girê Spi işgalinde rol oynamış, TC’yi bizzat desteklemiştir. Türk devleti bununla Önder Apo tutsak edildiği zaman ‘uluslararası güçler beni nasıl desteklediyse, şimdi Rojava devrimine karşı da uluslararası güçler beni desteklemektedir’ mesajını vermiştir. Yani komplo devam etmektedir. Bilindiği üzere Şengal’de KDP, Irak, BM ve Türk devletinin de içinde olduğu bir anlaşma Êzidî halkımıza dayatıldı. Bu dayatmanın tarihi de 9 Ekim 2020 yılıdır. Bunların hiçbirisi tesadüf değildir. Demek istedikleri 9 Ekim komplosu Kürtlerin başı üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. Gerçek olan da budur. O halde halkımızın Kurdistan’ın tüm parçalarında, yurtdışında ve olduğu her yerde 9 Ekim uluslararası komplosuna karşı tüm zamanların en büyük direnişini göstererek mücadeleyi yükseltmesi gerekir. Sadece salon toplantıları, çalıştay ve konferanslar değil, yürüyüş miting vb. daha etkili radikal eylem ve tepki biçimleri geliştirilmelidir. Özellikle Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de 9 Ekim komplosu daha farklı karşılanmalıdır. Gençler, kadınlar yediden yetmişe toplumun her kesiminden herkes o gün uluslararası komployu protesto etmeli ve bir duruşun sahibi olmalıdır. Komplocu güçlerden öyle bir hesap sorulmalıdır ki bırakalım onların Rojava ve Şengal’de yaptıkları gibi Kürt halkına sürekli 9 Ekim’i hatırlatmasını bir daha ağızlarına bile almayacak derecede hesap sorulmalıdır. Suçlu olduklarını, hesap sorulduğunu bilmelidirler. Bu anlamda 9 Ekim komplosu büyük bilinçlenmenin, kendini yeniden yaratmanın ve hepsinden önemlisi mutlak eylem halinde olmanın gerekçesi olmalıdır.
TÜRKİYE BİR BATAKLIĞA SAPLANMIŞ DURUMDADIR
AKP-MHP faşist iktidarının korku ve kutuplaştırma üzerine kurduğu siyaset Türkiye toplumunu nefese alamaz duruma getirmiştir. Türkiye’deki ekonomik kriz herhangi bir ülkede olsaydı kıyamet kopardı. Ama Türkiye’de çıt yok. Neden böyle bir durum yaşanmaktadır? Bu konuda Türkiye muhalefetinin, sosyalistlerin, demokratların tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk toplumunun tarihsel olarak devletçi olduğu doğrudur. Türkler kadar devlet kuran ve hiç devletsiz yaşamayan başka bir halkın olmadığı da doğrudur. Ama Türkiye’deki mevcut bugünkü muhalefetin ölü siyasetini ve her şeyi bununla izah etmek ‘ya devlet başa ya kuzgun leşe’ doğru olmaz. Evvela AKP gerçekliğini ve T. Erdoğan kişiliğini iyi tanımak gerekir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra önü açılan Fethullah Gülen çizgisinin birer sonucudur AKP ve T. Erdoğan kişiliği. Zaten o zamandan bu zamana Türkiye siyasetine egemen olan hep İslamcı sağ siyaset olmuştur. Buna siyasal İslam da demek mümkündür. Kuşkusuz AKP ve Erdoğan bir projeydi. T. Erdoğan’ın İstanbul belediye başkanlığı, daha sonra Erbakan’a karşı siyasi bir figür olarak öne çıkarılması ve BOP projesi AKP ve T. Erdoğan kişiliğinin ne olduğunu ve neyi ifade ettiğini yeterince ortaya koymaktadır. Tabi bir de T. Erdoğan’ın ‘Allah’ın bir lütfudur’ dediği sözüm ona 15 Temmuz darbe girişimi olayı vardır. Ordu, bürokrasi, devlet ile T. Erdoğan uzlaştılar. Siyasal İslamcılar, klasik Kemalistler, Avrasyacılar hepsi bir araya geldiler. T. Erdoğan bunların PKK karşısındaki kılıcı, görünümde Fethullah Gülen’e karşı mücadele eden kişilikti. Bununla kim kimden daha çok faydalandı denilirse T. Erdoğan’ın ve AKP’nin devletin içine sızarak devlet olduğunu, dolayısıyla bugünkü devletin AKP gerçekliği olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Tüm amacı Özgürlük Hareketini tasfiye etmek, İmralı’da başlattığı siyasi soykırımı sonuca ulaştırmaktı. Bunun için her şey mübahtı. Türkiye ekonomisi, siyaseti buna göre belirlenecekti. Öyle de yaptılar. Fakat ne yaptılarsa başaramadılar. Tam tersine Türkiye bugün tam bir bataklığa saplanmış durumdadır. Uluslararası alanda siyasi itibarı ve güvenilirliği yok denecek kadar zayıflamıştır. Ekonomisi dibe vurmuş, açlık, yoksulluk, işsizlik ilk kez bu düzeyde rekor kırmıştır. Doğal ve doğru olan bu kadar çözümsüz ve her açıdan sorun yaşayan AKP -MHP iktidarına karşı çok güçlü bir toplumsal tepkinin örgütlendirilmesidir. Ancak muhalefetin durumundan kaynaklı AKP için canına minnet demek gerekir. Sanıyoruz dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çoklu sorunlara rağmen hiçbir ülke Türkiye kadar sorunsuz, rahat yönetilmemiştir. Çünkü muhalefet yoktur. Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı zaten sürekli bir direniş içerisindedir. Türkiye devrimci sosyalist güçlerinin halen radikal toplumsal bir muhalefet geliştirecek kadar örgütlü olmadığı açıktır. Ancak koşullar inanılmaz düzeyde elverişlidir. Tanrının adeta yürü ya kulum dediği böyle bol imkanlı ve son derece elverişli bir süreçte demokratik, sol, sosyalist güçler mutlaka rolünü oynayabilmelidir. Her fırsatta toplumla bütünleşmeli, her sorunu mücadele gerekçesi yapmalıdır. Yoksa Türkiye’de bunun dışında bir muhalefet söz konusu değildir. CHP ve diğer düzen partilerinin AKP-MHP faşist iktidarıyla suç ortaklığı içinde olduğu kesindir. T. Erdoğan ve Bahçeli’nin Türkiye’yi bu kadar sorunsuz ve rahat yönetmesi bundandır. CHP ve diğer düzen partilerinin yaptığı muhalefet iktidarla yani AKP faşizmiyle danışıklı dövüş içinde olmaktır. Bundan birkaç sene önce Ürdün’de ekmeğe 25 ya da 50 kuruş zam yapılmıştı. Buna karşı Ürdün halkı derhal ayağa kalkmış, tepki göstermiş, devlet bu tepki karşısında ekmeğe yaptığı zamı geri almak zorunda kalmıştı. Türkiye’de deyim yerindeyse her gün toplumun canına okunmaktadır. Ama buna rağmen bana mısın diyen bir muhalefet yoktur. Ne her gün yapılan zamlar karşısında ne işten atılan işçiler karşısında ne yaşanan açlık ve yoksulluk için başını CHP’nin çektiği muhalefet hiçbir toplumsal tepki geliştirmemiştir. Hatta kendileri sokağa inmemek gerekir demişlerdir. Dolayısıyla Türkiye’de muhalefet yoktur. Kürt sorunundan söz etmeyen, demokrasi ve özgürlük için mücadele ve bedel göze almaktan çekinen bir muhalefet yalancı muhalefettir. AKP-MHP faşizminin en büyük avantajı da budur. Ama bu kuşkusuz böyle gitmeyecektir. Bir taraftan Kürt demokratik siyaseti ve Türkiye devrimci demokratik hareketin gelişmesi, diğer yandan toplumun canına artık tak dediği bir süreçte önemli gelişmelerin yaşanabileceğini bilmek gerekir.
TÜRK DEVLETİ ÇÖKTÜRME PLANINI BAŞARIYA ULAŞTIRMAYI AMAÇLIYOR
İşgalci Türk devletinin Medya Savunma Alanları’na dönük saldırıları devam etmektedir. İşgalci Türk devletinin Kürtlere dönük bu soykırım politikalarına karşı Kurdistan Özgürlük Gerillası tarihi bir direniş göstermektedir. Bu saldırılara karşı dört parçada ve Avrupa’da Kürt halkının, Kürt legal siyasetinin ve Kürt partilerinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İşgalci Türk devleti ile savaşımız sadece Medya Savunma Alanlarında değil, Kürdistan’ın dört parçasında, Kürtlerin olduğu her yerde siyasi, askeri, psikolojik, ahlaki anlamda her düzeyde sürmektedir. Bu topyekun bir savaştır. Soykırımcı Türk devleti özellikle son 8 yıldır tüm gücüyle kesintisiz bir saldırı içerisindedir. Bu savaşı NATO’nun, bölge gerici güçlerinin ve Kürt işbirlikçilerinin desteğini alarak sürdürdüğü açıktır. Bunun yanında Türkiye’nin tüm rezervleri, tüm potansiyeli, ekonomik, siyasi gücü bu savaşa harcanmaktadır. NATO üyesi olmanın avantajını, yine sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumunu da kullanarak savaşta hiçbir kural, insani ve ahlaki ölçü tanımadan savaş hukukunu da ayaklar altına alarak hareket etmektedir. Kurdistan Özgürlük Gerillası’na karşı termobarik bomba, kimyasal silah kullanmaktadır. Maalesef dünya, Avrupa ve uluslararası güçler Türk devletinin bu ağır savaş suçlarına rağmen sessizliğini korumaktadır.
Soykırımcı Türk devletinin amacı Çöktürme planını mutlak başarıya ulaştırmaktır. Zaten Önder Apo’nun üzerindeki ağır tecrit ve izolasyon da bundandır. PKK’yi ve Kurdistan Özgürlük Gerillası’nı tasfiye ve yok etmenin dışında hiçbir şey düşünmemektedir. Bunu başaracağına inanmak istemekte, toplumu ve uluslararası güçleri de buna inandırmaya çalışmaktadır. Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın özellikle son 8 yılda faşist Türk ordusunun her türlü teknik ve kimyasal silah kullanmasına rağmen gösterdiği direniş gerçekten muhteşemdir. NATO’nun ikinci büyük gücü işgalci Türk ordusu tüm imkanlarını seferber edip olanca gücüyle yüklenmesine rağmen Kürdistan Özgürlük Gerillasını geriletememiştir. 3 yıldır Zap, Avaşîn, Metîna, Xakurkê ve diğer Medya Savunma Alanları’nda şiddetli bir savaş sürmektedir. Demek ki işgalci Türk ordusu Medya Savunma Alanları’nda arzuladığı gibi bir sonuç alamamıştır. Aksine bazı noktalarda çakılıp kalmıştır. Kurdistan Özgürlük Gerillası eylem kapasitesini halen korumakta, yeni direniş taktik ve teknikleriyle direnişini sürdürmektedir. Fakat şunu da bilmek gerekir, bu direniş 50 yıllık mücadelemizin en zor, aynı zamanda en görkemli direnişidir. Savaş bir bütündür. Ekonomiktir, siyasidir, psikolojiktir, her düzeydedir. Halkımız, yurtsever devrimci tüm örgüt ve kurumlar devrimci halk savaşı esprisine göre mutlaka sürecin ruhunu yaşayarak mücadele etmelidirler. Yoksa mücadelenin tüm sorunlarını, gerillanın omuzlarına yüklemek hem haksızlıktır hem de doğru değildir. Aslında düşmanın en çok korktuğu devrimci halk savaşının serhildan boyutudur. Kurdistan’da ve metropol şehirlerde Kürt gençleri ve kadınların yaşamı onlara zehir etmesidir. Soykırımcı-sömürgeci Türk devleti artık Kürtlerin onuruyla, geleceğiyle oynamaya cesaret etmemelidir. Van’da bir Kürt kadınına onlarca asker ve korucu tecavüz etmiştir. Kürt gençleri ve kadınları kaçırılmakta, işkence ve zor yoluyla ajanlık dayatılmaktadır. Kurdistan’ın her şehrinde neredeyse her gün bir çocuk panzer ve tank paletleriyle ezilmekte ve öldürülmektedir. Fuhuş ve uyuşturucu özel savaşın gizli, ama en tehlikeli bir savaş biçimi olarak geliştirilmektedir. Bütün bunlar Kürt halkının her gün isyan halinde olmasının gerekçeleridir. Kürtler düşünmelidir; Türkiye’nin şehirlerinde hiç panzerle öldürülen çocuklar oldu mu? Türkiye’nin herhangi bir yerinde onlarca asker ve çeteler bir kadına tecavüz etti mi? Bunlar Kurdistan’da olmaktadır. Kürtlerin onuruyla oynamak, Kürtleri aşağılamak için yapılmaktadır. Bunlara karşı sessiz olunamaz. Şırnak’ta panzer altında bir Kürt çocuğu yaşamını yitirdiğinde tüm legal demokratik siyaset, tüm milletvekilleri, seçilmişler Şırnak’a akın etmeliydi. Kadın, gençlik, tüm legal demokratik kurum ve örgütler mutlak ayağa kalkmalı, kıyamet koparmalıydılar. Bir kadın tecavüze uğradığında aynı nitelikte serhildan gelişmeliydi. Bu konuda rol oynamayan, tepki geliştirmeyen, serhildana geçmeyen her kim olursa olsun sürecin ruhundan kopuk, tehlikelerin ve fırsatların farkında olmayan bir durumdadır. Oysa süreç gerçekten kritiktir. Hiç kimse rahat ve huzurlu olmamalıdır. Önder Apo’nun sağlık ve güvenliği konusunda halen hiçbir bilginin alınmadığı, savaşın her düzeyde en sert biçimde sürdüğü tam bir soykırım kıskacında olan Kürt halkının huzurlu ve rahat olması için hiçbir neden yoktur. Böyle bir halk rahattan ve rehavetten korkmalıdır. Sürekli bir mücadele ve serhildan içinde olmalıdır. Legal demokratik siyaset işgalci Türk ordusunun suçlarını her gün ortaya koymalı, protesto etmeli, ulusal ve uluslararası düzeyde mücadele geliştirmelidir.
Avrupa’daki halkımız gerek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için gerekse Kurdistan’ın dağlarında gerillanın gösterdiği direniş ve Kürt halkı üzerinde uygulanan özel savaşa karşı mücadeleyi yükseltmeli, Kürt halkı içinde örgütlü olmayan tüm kesimlere ulaşarak örgütlülüğünü büyütmeli, diğer halklarla etkili dostluklar geliştirerek ilişkide oldukları toplumsal kesimleri harekete geçirebilmelidir.
KDP’NİN TUTUMU OLMASA İŞGALCİ TÜRK ORDUSU ÇOKTAN YENİLMİŞTİ
Efrîn’den tutalım Güney Kurdistan’a kadar işgalci Türk devletinin Kürt halkı üzerindeki baskı ve saldırılarını meşrulaştıran bir güç olarak KDP öne çıkmaktadır. KDP’nin bu konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? KDP’nin böyle bir gerçekliği varken ve buna karşı Kürt parti ve örgütleri tutum almazken Kürtlerin ulusal birliği nasıl gerçekleştirilecektir?
Kürt tarihinden süzülerek söylenen şudur “Kurmê darê ne ji darê be,dar narize (Ağacın kurdu kendinden olmazsa ağaç çürümez)”. Tüm toplumlarda mutlaka kimliğinden uzaklaşan, çıkarlarını ulusal kimlik üzerinde gören, işbirlikçiliği benimseyenler olmuştur. Fakat bu Kürtlerde çok belirgindir. Bu tarihi özdeyiş de zaten bunu ifade etmektedir. Günümüz itibarıyla da böyledir. Şimdi biz soykırımcı Türk devletiyle her yerde bir mücadele içerisindeyiz. Efrin, Serêkaniyê, Girê Spi soykırımcı Türk devleti tarafından işgal edilmiştir. Güney Kürdistan’da işgalci ordunun onlarca askeri üssü bulunmaktadır. İHA, SİHA ve savaş uçaklarıyla her gün Başur ve Rojavayê Kurdistan bombalanmaktadır. Kürdistan’ın doğası ve insanları katledilmektedir. Böyle soykırımcı bir güce karşı adı Kürt olan herhangi bir hareketin nasıl bir tutum içinde olması gerektiği çok açıktır. KDP tutumunu soykırımcı Türk devletiyle ilişki geliştirme biçiminde belirlemiştir. Yoksa soykırımcı işgalci Türk devleti Efrin’de işlediği suçlar nedeniyle kesinlikle uluslararası mahkemelerde savaş suçu nedeniyle yargılanacaktır. Ama KDP’nin yanındaki bazı sözde Kürt gruplarının Efrin’de işgal ve soykırıma meşruiyet kazandıran tutumları bunu zorlamaktadır. Aynı durum Başurê Kurdistan için de geçerlidir. KDP’nin tutumu olmazsa soykırımcı Türk ordusu gerilla karşısında şimdiye kadar kesinlikle yenilmişti. Düşmana nefes aldırtan KDP’dir. Kürdistan halkının bu gerçekliği görmesi ve bilmesi gerekir. Kürdistan’ın dağlarında her gün Kürtlerin genç kızları ve oğulları savaş uçaklarıyla şehit olmaktadır. Kürt düşmanı böyle bir güçle nasıl ilişki içinde olunabilir, nasıl destek verilebilir? başta Başurê Kurdistan halkımız olmak üzere tüm halkımızın bunu çok iyi sorgulaması ve bilmesi gerekir. Yurtsever Kürt aydınları ve şahsiyetler, parti ve gruplar bu durumu elbette görmeli, karşı tutum geliştirmelidirler. Yoksa düşmanın bundan büyük istifade ettiği kesindir.
Kürtler arasında birlik daha doğrusu ulusal birlik sorununa gelince, Kürtler kadar halk ve coğrafya olarak parçalanan, paylaşılan ve bölüşülen başka bir örnek yoktur. O halde herkesten çok Kürt halkının ulusal birliğe ihtiyacı vardır. Tarihten beri Kurdistan’ın üzerindeki bu politikaya ‘parçala, böl, yönet politikası’ denilmiştir. Bu politika halen de sürdürülmektedir. Dünyaya baktığımızda ABD adı üzerinde federal bir ülkedir. Avrupa Birliği vardır, Afrika Birliği vardır, Arap Birliği vardır. Rusya’da Bağımsız Devletler Topluluğu vardır. Sadece en çok parçalanan, paylaşılan ve bölüşülen Kürtler bu birlikten uzaktır. Ulusal birlik elzemdir. Kurdistan’ın dört parçasında tüm parti ve grupların katılacağı bir ulusal birlik Kürt halkının en büyük özlemi, hayali ve rüyası olsa gerek. Ama görülen odur ki mevcut konjonktürde böyle bir birlik zordur. O zaman yurtseverlik çizgisi üzerinde bir araya gelen parti, grup ve şahsiyetlerle ulusal birlik harcının oluşması, bu temelde gerekli adımların atılması en doğrusu ve mümkün olandır. Biz parti olarak bu konuda her zaman çok geniş bir perspektifle, özveriyle hareket ettik. Bundan sonra da yurtseverliği ve ulusal birlik temelindeki duruşumuzu sürdürerek tüm alanlardaki Kürt kazanımlarını koruyan mücadelemizi derinleştireceğiz.