HABER MERKEZİ – Giderek daha iyi netleşmiş ve herkesçe idrak edilmiştir ki; 50 yıldır soykırımcı faşist TC’nin işgaline karşı yürüttüğümüz özgürlük savaşının zafere ulaşmasında temel engel, işbirlikçi-ihanetçi çizgi ve bunun Kurdistan’daki kurumlaşması olarak KDP’dir. Tüm Kürtler farkındadır ki; Kürtler arası ihanet olmamış olsaydı, yani KDP Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yanında yer alsaydı ya da Kürt halkının düşmanlarına hizmet etmeyerek en azından tarafsız kalabilmiş olsaydı, şimdiye kadar yüzlerce kez işgalci Türk ordusu ve devleti yenilmiş olacaktı. Hatta Kürt halkına ve insanlığa tarihin en büyük hakareti, haksızlığı, zulmü olarak dayatılan Uluslararası Komplo gerçekleşmemiş olacaktı. Mevcut durumda Efrîn’in işgal altında olması, yüz binlerce Kürt’ün mülteci olması, Medya Savunma Alanları’nda ve genel olarak Başûrê Kurdistan’da bu kadar ağır bir işgalin ve soykırım saldırılarının gelişmesi Kürt iş birlikçi yapıdan kaynaklıdır. Daha da detaylandırırsak uluslararası alanda ortak bir Kürt temsiliyetinin olmaması, böylece Rojava özerk yönetiminin, dolayısıyla insanlığı DAİŞ belasından kurtaran Rojava halkının iradesinin Cenevre’de ya da Astana’da temsil edilmemesinin esas sorumlusu KDP’dir. Kürt ve Kurdistan düşmanı soykırımcı faşist Türk devletinin devletler arası arenada ısrarla Kurdistan Özgürlük Hareketi ile Kürt sorununu ayrıştırmasının; hatta ‘Kürt sorunumuz yoktur, PKK sorunumuz vardır’ demesinin dayanağı da, KDP ile kurduğu ittifak ve buna dayanarak yürütebildiği özel savaşı sayesindedir.
SORUN KDP VE KÜRT HALKI ARASINDADIR
Peki o halde işgalciler tarafından Kürtlerin ve Kurdistan’ın sırtına saplanmış hançer olan KDP sorunsalının çözülmesi nasıl mümkün olabilir?
Bazıları ve aslında Kürt kamuoyunun önemli bir bölümü, sorunu KDP ile Kürt halkı arasındaki bir sorun olarak görmemektedir. Onlara göre sorun, KDP ile PKK arasındadır ve dolayısıyla çözümü de ikisi arasında olmalıdır. Gerçekte ise bilerek ya da bilmeyerek böyle görmek, böyle düşünmek ya da dillendirmek, Kürt düşmanlarının, en çok da soykırımcı faşist Türk devletinin işine yaramakta, onun özel savaşına hizmet etmektedir. Bir de KDP’nin işine yaramakta, ihanet çizgisini derinleştirip başkalarına da bulaştırmasında, en azından bir kesime yaptıklarını meşru göstermesinde ön açıcı olmaktadır. Bu yüzden hem KDP hem de işgalci faşist Türk devleti, ısrarla sorunu PKK ile KDP arasındaki bir sorun gibi yansıtmaktadır. Burada altını çizerek ifade etmek isterim ki; sorunu böyle tanımlamak KDP’nin stratejisidir. Zira başka türlü geçmişini unutturması, Kürtlükten nemalanması, siyasal hakimiyetini bölgesinde sürdürmesi, devletler arası alanda kendisini pazarlaması, uluslararası mecrada meşruluğunu koruması mümkün değildir. İşgalci faşist Türk devleti ise Kürt soykırım siyasetini maskelemek, yani PKK ile Kürt meselesini ayrıştırmak ve böylece 50 yıldır yürüttüğü kirli savaşını gizlemek için KDP’yi bilerek Kürt kardeşliğinin (!) kartı gibi kullanmakta ve bunun sonucu olarak PKK ile KDP’yi karşı karşıya getirme siyasetini derinleştirmekte, körüklemektedir.
KDP ve işgalci faşist Türk devletinin bu özel savaş siyaseti ve argümanı, KDP sorunsalının Kürt kamuoyunda da muğlaklık oluşturmasına neden olmaktadır; ki amacı da zaten budur. Böylece Kürt halkının kendilerine dayatılmış ihanet çizgisi olarak KDP sorunsalını çözememesine, çok radikal ve net tavır alamamasına neden oluyor. Meseleyi iki parti arasındaki lokal bir mesele gibi algılamasına ve iki tarafın karşılıklı adımlar atması temelindeki bir çözümü umut etmesine, en önemlisi de belki değişim olur, birlik olur umuduyla hareket etmesine neden olmaktadır. Maalesef bu algılardan dolayı ihanet çizgisinin varlığını sürdürebilmesine, Kürt halkının düşmanlarıyla her düzeyde işbirliği yapma siyasetini devam edebilmesine zemin oluşmaktadır.
KÜRT DÜŞMANLIĞIYLA ONTOLOJİK BAĞI
Bu yüzden sorunu PKK ile KDP arasındaki sorun gibi ele almak ve karşılıklı adımlarla çözümünü beklemek kadar tehlikeli bir durum olamaz. Zira böyle düşünmek, KDP’nin tarihsel ihanet çizgisini ve Kürt düşmanlarıyla ontolojik bağını bilmemek ya da gözardı etmek, bundan da öte mevcut ihanet çizgisiyle KDP’yi meşru görmek, kendisini meşrulaştırmasına hizmet etmeye götürmektedir. Öte yandan sahte ya da en iyimser ifadeyle safça çözüm beklentisine girmeyi, yani kendi kendini kandırmayı beraberinde getirmektedir. Zira KDP ontolojik olarak Kürt düşmanlarıyla bağ içinde şekillendiği için asla Kürtler arası çözüme gelmeyecektir. Gelse de bu ancak onu var eden Kürt düşmanları istediği için olacaktır ki bu da mümkün ve de gerçekçi değildir. Diyeceksiniz ki 2013’te ‘Demokratik Ulusal Birlik’ için PKK’li yetkililerle bir araya geldiler, Hewlêr’de toplantılar yaptılar. Evet yaptılar ama soykırımcı faşist TC ve diktatör lideri Erdoğan onay verdiği için yaptılar. Ne zamanki Erdoğan masayı devirdi, aynı anda Hewlêr’deki ulusal birlik atmosferi de dağılmış oldu.
Burada esas mesele, KDP’nin var olma biçimi ve bunun sonucu olan tarihidir. Bunu bilenler için KDP’nin Kurdistan’daki rolü tartışma götürmezdir ve sorunun PKK ile KDP arasında olduğu safsatası gülünüp geçilecek bir özel savaş argümanından ibarettir.
KDP BİR ANLAŞMA SONUCU SALDIRIYA BAŞLADI
Zaten KDP’nin uzun tarihine bakanlar, 1992’den sonra PKK ile sorun yaşamaya başladığını, aktif düşmanlık siyasetini pratikleştirdiğini, bunun da ABD’nin körfez savaşından sonraki Ortadoğu siyasetinin sonucu olarak Türk devletine kabul ettirilme karşılığındaki pazarlık olduğunu bilir. ABD, KDP’yi TC’ye PKK ile savaşması ve sonuna kadar PKK varlığına karşı çıkması karşılığında kabul ettirdi. Soykırımcı faşist Türk devleti de PKK’yi imha etme savaşında sonuna kadar TC ile hareket etmesi karşılığında KDP’yi ilkel kabile, aşiret gibi görmekten vazgeçip kendi denetiminde bir Kürt siyasi yapı gibi tanımayı kabullenmiş oldu. 1992’deki bu anlaşmanın gereği olarak KDP, Eylül 1992’den beri aralıksız olarak PKK’ye karşı savaşmakta, tasfiye olması için her yola başvurmakta, diplomasi aracılığıyla terörize etme çalışmalarını süreklileştirmekte, tüm parçalardaki kazanımlarının TC eliyle geri alınmasına canla başla çalışmakta, Kürt düşmanı soykırımcı faşist TC’nin Başûr’da sayısız askeri üs kurmasına her düzeyde yardım etmekte, Başûr halkımızın malı ve mülkiyeti olan petrolü mafyatik yollarla faşist TC’ye satmakta, MİT’in KDP’yi ve siyasal hakimiyetindeki alanları ele geçirmesine her türlü kolaylığı sağlamakta, Kürt halkının düşmanı TC’nin istihbarat, kontra, asker, bürokrat elemanlarının Başûrê Kurdistan’ı fuhuş merkezi gibi kullanmasında sorun görmemekte, bilakis onları memnun etmek için özel hizmetlerde bulunmayı görevleri bilmektedir.
1992’DEN ÖNCE DE KÜRT HALKININ YANINDA DEĞİLDİ
Peki ama 1992’den önceki KDP nasıldı, ne kadar Kürt halkının yanında, Kürt halkının çıkarlarının peşindeydi?
Bunu gerçekten de anlamak isteyenlerin hiç olmazsa Dr. Qasimlo’nun, KDP ihaneti ve 19 Ağustos 1980 Rojhilatê Kurdistan’a karşı geliştirilen soykırımdaki rolüne ilişkin öfkeli konuşmasını dinlemelerini, yazılarını okumalarını öneririm. Büyük Kürt devrimcisi Süleyman Moini’nin başına getirilenleri araştırmalarını, arkadaşlarını dinlemelerini, hakiki Kürt pêşmergesi Elî Eskerî’nin hikayesini öğrenmelerini, işgalcilere karşı Kürt halkının özgürlük mücadelesini yürütmede öncülük potansiyeli olabildiğince yüksek Dr. Şivan komplosunu incelemelerini, Halepçe’den sonra Kürt soykırımcısı Saddam Hüseyin’le sarmaş dolaş görüntülerine bakmalarını, Saddam’ın ordularının başına geçerek YNK denetimindeki kadim Kürt şehri Hewlêr’i oluk oluk akıtılan yurtsever Kürtlerin kanları sonucu nasıl ele geçirdiklerini yaşayanlara sormalarını, dinlemelerini öneririm. Yakın tarihe ilişkin bu kısa araştırmayla görülecektir ki; KDP’nin Kürtlerle ve Kürtler adına özgürlük mücadelesi yürüten örgütlerle sorunu hep var olmuştur ve bunun geçmişi PKK’den çok daha eskilere dayanmaktadır. Zira tepkiden bağımsız bilimsel bir tespit olarak açıklıkla belirtilebilir ki; KDP ontolojik olarak varlığını Kürt halkının düşmanlarının çıkarlarına bağlayarak, onlarla stratejik iş birlikleri geliştirmeyi kendileri için gerekli görerek ve böylece varlığını Kürt halkının düşmanlarının politikalarıyla örtüştürerek bugüne kadar gelmiş bir zihniyetin, aile ve çıkar çevresinin yapılanmasıdır.
Bu anlamda sadece Kurdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı soykırımcı Türk devletiyle kurduğu stratejik ihanet ilişkilerinin Kurdistan’a ve Kürt halkına kaybettirdikleri değil, hem şahlık İran’ı hem de Humeyni İran’ıyla kurduğu ihanet ilişkilerinin HDK ve Komala’ya nelere mal olduğunu, binlerce Rojhilatlı kadın ve erkek devrimcinin İran zindanlarındaki işkencelere, idamlara, infazlara maruz kalmasındaki, orada gerillacılığı yürütemez duruma gelip mültecileşmelerindeki rolünü göz önünde bulundurmak, bilmek gerekir. Bunları unutarak KDP’ye bakmak ve soykırımcı işgalci Türk devletiyle mevcut çıkar ilişkilerini PKK ile çelişkilerinin siyasal bir sonucu gibi ele almak ne kadar bilimsel, dolayısıyla gerçekçi ve ahlakidir? KDP’nin bu geçmişini unutacak mıyız? Peki unutmanın kendisi ihanet değil mi?
KDP’NİN YAPISAL KARAKTERİYLE İLGİLİ
‘KDP neden değişemez?’ sorusunun cevabına, KDP’nin yapısal karakterinin çözümlemesiyle ulaşılabilir. Bu nedenle maalesef KDP değiş(e)mez diyorum. Nedenlerini birkaç somut başlık altında irdeleyebiliriz de;
Öncelikli olarak KDP sahip olduğu ve üzerinden şekillendiği zihniyet ve format nedeniyle değiş(e)mez. KDP, zihniyeti ve bunun izdüşümü olan mevcut formatıyla hanedan devletlerin yapısında olduğu için demokratik, özgürlükçü, çağdaş kriterlere sahip olamayan, halk ve toplum kavramlarından bihaber yaşayan, hanedanlığa dayanan, babadan oğula iktidar devreden, sülale egemenliğini esas alan, ataerkil ve cemaatçi yapıdaki çıkar birliğini, kapitalist aygıtı ifade eden bir oluşumdur. KDP harflerindeki (D), yani “Demokrat” kelimesi, emperyalistlerin sömürgeci politikaları temelinde Ortadoğu’da yaptıkları işgal harekatlarını adlandırmak için kullandıkları demokrasi kelimesi kadar sahtedir. Kadim Kürt şehirleri Efrîn ve Serêkaniyê’yi işgal eden soykırımcı Türk devletinin işgal harekatlarına “Zeytin Dalı” ve “Barış Pınarı” isimlendirmeleri yapması kadar manipülatiftir. Aynı şey kuşkusuz (K) harfi yani Kurdistan için de geçerlidir, zira KDP’nin Kurdistanilikle alakası yoktur, Barzanilikle alakası vardır. Öte yandan kurulduğundan beri babadan oğula el değiştiren ve tüm karar mekanizmalarında, yönetim kademelerinde aile fertlerine birincil yetkiler veren yapısıyla bir parti de olamaz, dolayısıyla (P) harfi yani partinin de hiçbir anlamı yoktur.
İLLE DE BİR MİRLİĞE BENZETECEKSEK…
Halk olarak kendi tarihimizde bir yere oturtacaksak, KDP’de derebeylik yapısı vardır diyebiliriz ve ille de bir mirliğe benzeteceksek Bedirxan beyliğiyle benzerlik kurmak, birçok yönüyle yanlış olmayacaktır. Barzani Ailesi’ni buna oturtmak yerini bulur. En azından Kürt halkının düşmanlarıyla çıkar ilişkileri ya da buna dayalı siyaset tarzı itibarıyla Bedirxan Bey ile pekala benzerlik kurulabilir. Nasıl ki Bedirxanlar eliyle Osmanlılar önce Bilîs, Hekkaryan, Xoşav (Mahmutyan) başta olmak üzere bölgedeki Kürt mirliklerini ortadan kaldırmışsa işgalci Türk, İran, Irak devletleri de KDP eliyle 60 yıldır Kürt örgütlerini ortadan kaldırıyor ve de ortadan kaldırmaya çalışıyor. Osmanlılar nasıl ki tüm Kürt mirliklerini bertaraf etmede işbirliği yaptığı ve diğer mirliklere karşı bir sopa gibi kullandığı için uzun bir süre Bedirxan Bey’in isteklerine evet demiş, imtiyazlarına karışmamış hatta bölgesinde refah düzeyini geliştirmesine, topraklarını genişletmesine göz yummuşsa soykırımcı Türk devleti de şimdi KDP’ye aynı muameleleri yapmaktadır. Ancak annelerimiz dahil tüm halkımızın, en çok da Önderliğimiz ve partimizin sürekli uyardığı gibi, KDP bu gidişle sonu itibarıyla Bedirxan Bey’in kaderine mahkum kalacak ve Kürt-Kurdistan düşmanlarına hizmetleri bittikten sonra kendisi de ortadan kaldırılmayla karşı karşıya kalacaktır. Kim bilir belki de KDP’nin Yezdanşir’i herkesin malumu olan yeğen-damat olarak çoktan hazırlanmıştır bile.
BÜTÜN BUNLAR SORGULANMAYACAK MI?
Halkının ve ülkesinin düşmanlarına sırtını dayayan, onlarla iş birliği yaparak kendi halkına saldırma siyaseti güden, gücünü düşmanlarına sığınmaktan alan siyaset demokratik bir halk partisinin ya da milliyetçi bir ülke partisinin siyaseti asla olamaz. Bu olsa olsa hanedan yapısına, sülale menfaatçiliğine dayalı mirlik zihniyeti ve siyaseti olabilir. Bu yapı halkı bilmez, tanımaz, hatta halkına, onun öz gücüne güvenmez, halkı tebaası ya da xulamları (köle) olarak görüp küçümser, hor görür ve halkla birlikte topraklarındaki her şeyi ve herkesi kendi malı sayar, kendi hizmetlerine koşar. Halkı sefalet içinde yaşarken kendileri dünyanın zenginleri arasına girecek kadar özel mülk biriktirir. Zira bunların kitabında kamu yararı, halk refahı, adil paylaşım diye bir şey geçmez ve halka ait her şey hanedan ailesinin hesabına özelleştirilir. Çok bilinçli olarak kendi yandaşlarından oluşan bir zenginler sınıfı oluşturulur ve aç yığınlar bunlara özendirilir, toplum gerçekte hepsi hanedan ailesine ve onların yandaşları olan bir avuç zengine ait olduğu halde serbest piyasa sahtekarlığıyla genel pazara sürülür. Böylece tüm vanaları hanedan ailenin elinde olan sermaye dolaşımında halk emekleri sömürülen yığınlar olarak sefalet döngüsünde sahte umutlarla süründürülür.
Şimdi bir yanı hanedan devleti, diğer yanı kapitalist pazar olan Barzani bölgesi ya da KDP idare alanındaki gerçek bu değil midir? Böyle olması Kürt halkına, Kurdistan toplumuna nasıl bir fayda sağlamaktadır? Bu sorgulamayacak mı? Binlerce şehit pêşmerge, neredeyse bir asırlık mücadele, halkça ödenen hesabı imkansız bedeller, bu hanedanlık ve onun Karun gibi şişmeye endeksli pazarı için miydi diye sorgulanmayacak mı? Güya Kürt ve Kurdistan düşmanlarından alınan ve kısmen de olsa özgürleştirilen, öte yandan gerçekte yeraltı ve yer üstü kaynakları bölge halkının refah içinde yaşamasına yetecek olan Federe Kurdistan’dan dünyanın her yerine durmadan gelişen göçler eleştirilip, lanetlenmeyecek mi? Akdeniz’de, Ege’de balıklara yem olan, Belarus sınırlarında soğuğa terk edilen Başûrlu gençler, kadınlar, çocuklar için bir izah, açıklama, hesap istenmeyecek mi? Kendi köylerine, arazilerine gidemeyen Heftanînli, Metînalı, Zaplı, Avaşînli Başûrluların yaşadığı baskı buna izin verenlerin yanında kar mı kalacak?
ZENGİN BAŞÛR’UN YOKSUL KÜRTLERİ
Kendileri dünyanın sayılı zenginleri arasında görülen ve kendi bölgesinde değil, işgalci devletin metropollerinde en büyük yatırımların sahibi olan, en çok işçi çalıştıranların arasında isimleri geçen Barzanilerin denetimi altındaki bölgede kendi halkı neden perişan, ülkesini terk etme, başka ülkelere sığınma yarışında? Hewlêr, Dihok neden fuhuş pazarları arasında dillendirilmekte? Kürt düşmanı soykırımcı Saddam’ın Kürtleri yok etmek için yaptırdığı yer altı zindanları neden kapatılacakken ya da utanç müzeleri haline getirilecekken daha da çoğaltılıp Kürt gazeteciler, aydınlar, devrimcilerle doldurulmuş durumda?
Bazıları Barzanilerin maddi zenginliğini tanrı vergisi, doğal birikim sayıyor ve hiç sorgulama gereği duymuyor. Hatta belki bunu da Kürtlük adına bir kıvanç sayıyor. Adı Kürtçe olan ve Kürt olarak bilinen bir ailenin dünyanın sayılı zenginleri arasında olmasını Kürtlüğe bir getiri gibi görüyor. Bu durumda söz konusu kişiler ya da çevreler, Önderliğimizin ekonomik olarak hiçbir şeye sahip olmamasını da hor görüyor olmalılar. Zira Önderliğimizin kendisine ait ya da çekirdek ailesine, çevresine ait hiç ekonomik birikimi yoktur. Evet dünyayı etkileyen, Kurdistan’ı yeniden şekillendiren ve 50 yıldır tüm Kürtlere öncülük yapan, Ortadoğu’yu değiştiren koskoca PKK’nin önderi ekonomik olarak hiçbir şeye sahip değil. 25 yıldır esir olduğu işkencehanede ona bir kalem lazım olsa ancak halkı, örgütü alıp gönderebilir, zira o kalemi satın alacak kendi hesabına parası yok. 50 yıldır Kurdistan halkının Önderliğini yaptığı halde çekirdek ailesi dediğimiz aile, hala Kurdistan’ın en fakir ailelerindendir. PKK Önderi’nin ailesi olmak, onlara ekonomik olarak hiçbir şey kazandırmamıştır. Hatta takip edenlerin hatırlayacağı üzere bir görüşmesinde Önderliğimiz kardeşi Mehmet’e, “Köydeki evden çıkın. O senin değil halkın evidir. Orayı kitaplarla donatın ve halk evi olarak değerlendirin” dedi. Yani aileye ait olan evi de kamulaştırdı. Peki bu tanrı vergisi dolayısıyla doğal olan mıdır? Elbette hayır. Zira PKK mevcut haliyle istese Barzanilerin sahip olduğu bütün sermayeyi onlarca kez satın alabilecek birikimdedir. PKK’nin bu halk gücü, siyasi gücü ve de ekonomik gücü vardır. Ancak PKK Önderi’nin ve de kurucuları başta olmak üzere hiçbir PKK’linin özel sermayesi yoktur, olamaz. Yani Barzaniler ve dolayısıyla KDP ne kadar sülaleci, aileci, bireyci ve de bunlar temelinde özel mülkiyetçi dolayısıyla toplum karşıtı ise Önder Apo ve partisi PKK de o kadar halkçı, toplumcu, devrimcidir.
Özcesi arada feodal kapitalistlik ile demokratik sosyalistlik kadar fark vardır. İşte bu çıplak gerçekten, bu büyük zihinsel farktan ve ahlaki şekillenmeden dolayı KDP değiş(e)mez.
KDP İHANETÇİLERİN BABA OCAĞIDIR
KDP’nin değiş(e)mezliğine gösterilecek ikinci neden, yine ontolojik yapısıyla ilgilidir. Yukarıda da kısmen ifade edildiği gibi; KDP, varlığını Kürt ve Kurdistan halkının düşmanlarının varlığıyla birleştirmeyi kendi varoluşunda stratejik dayanak saymaktadır ve buna da inanmaktadır. Gerçekten de buna inandığı yani bunu on yıllardır inanarak yaptığı ve de böyle yaptığından ayakta kaldığına, bazı kazanımlar elde ettiğine, güçlendiğine kanaat getirdiği için asla aksi yöne geçemez. Zira aksi yöne geçmeyi mahvolmak, yok olmak, bitmek gibi görmektedir. KDP’yi şekillendiren ve bugüne getiren zihinsel bilince göre statükocu bölge devletlerinden en azından birkaç tanesine dayanmadan, yine Kurdistan’ın bir kısmını pazarlamadan eldekileri koruyamazlar. Bu zihinsel bilince göre siyaset hesap kitap işidir ve Ortadoğu’nun merkezi Kurdistan’da ancak en iyi pazarlamayla aile hesapları korunabilir ki bunun yolu da Kürt halkının düşmanlarının en azından bir ikisine dayanmak, çıkar birliği yapmaktır. İşte böyle düşünüldüğü için on yıllardır Kurdistan’ın diğer parçalarını, örgütlerini kendi konumlarını sağlamlaştırmak için pazarlamada bir beis görmemekte, tersine bunu siyasetin abc’si gibi anlamakta ve uygulamaktadırlar. Dolayısıyla KDP’nin Kürt düşmanlarıyla ilişkisi değişemez, zira bu onun ontolojik yapısıyla ilgilidir. Bu konuda KDP’nin değişmesini beklemek ya da istemek, onun varoluş dayanaklarında deprem yaşanmasını beklemek gibi olur. Özelde de son 31 yıldır işgalci Türk devletiyle içine girdiği askeri, ekonomik, siyasi, sosyal ilişkilerin değişmesini beklemek hiç gerçekçi değildir. Bu yüzden birazcık politik bilinci olan herkesin istese de istemese de göreceği şey KDP açısından geleceğin hanedan çıkarlarını korumak adına daha fazla Kürt düşmanı işgalci TC’ye sarılmak ve böylece kendi halkına karşı daha fazla saldırganlaşmak olacağıdır.
PKK’YE İHANET EDENLERİN AKLI DA EKLENDİ
Buraya kadar sıraladıklarım KDP’nin kuruluş felsefesi ya da var olma dayanaklarıyla ilgili içkin nedenlerdi. Burada değiş(e)mezliğe üçüncü bir neden daha eklemek, özelde de KDP’nin PKK’ye yaklaşımında etkili bir neden olarak tanımlamak, konuya başka bir pencere daha açmak açısından önemli olabilir. Zira KDP’nin geleneksel iş birlikçi zihin yapısına, siyaseti okuma biçimine ek olarak uzun yıllardır PKK’ye ihanet edenlerin aklı da eklenmiştir. Bunun yabana atılmayacak bir faktör olduğunu görmek ve de hesaba katmak en azından KDP’nin mevcut PKK düşmanlığında kısmen de olsa izah edici olabilir. Bu anlamda denilebilir ki; KDP işbirlikçi klasik yapısına ek olarak uzun bir süredir PKK’ye ihanet edenlerden ve de soykırımcı Türk devletinin özel savaş merkezi olan MİT’ten beslendiği için hepten ihanete batmıştır ve PKK’yle kan davalı olacak kadar körleştirilmiş, azdırılmış, sağduyudan yoksun kılınmıştır. Bir ihanetçinin haleti ruhiyesini düşünün. Yıllarca inandığı, içinde yer aldığı örgüte günü gelmiş ihanet etmiş, devrime ve bu temeldeki başarıya yönelimini kaybetmiş, bir zaaf uğruna yoldaşlarını, davasını, onurunu satmış kişileri düşünün. Bunlar -hem de azımsanmayacak sayıda- KDP’ye geçmiş, danışmanları olmuş, karar mekanizmalarına girmiş, propaganda alanlarında sorumlu olmuş, akademilerinde eğitmen olmuş, ordusunda komutan, istihbaratında görevli olmuşlar. Bir ihanetçinin ihanet ettiği değerlere öfkesini, kinini göz önüne getirin ve kendi yenilgisini meşrulaştırmak için ihanet ettiği hareketin yenilmesini ne kadar istediğini, buna nasıl çalıştığını tasavvur etmeye çalışın. İşte 2004’ten beri böyle epey kişi KDP’nin yanında, ona durmadan ihanet psikolojisi, enerjisi taşımakta, ihanet aklı ve bilinciyle takviye etmektedir. Bunlara ek olarak KDP’yi kendi teşkilatına dönüştüren soykırımcı devletin istihbarat örgütü MİT’in temel besin kaynağı olması durumunu da göz önünde bulundurun. O zaman göreceksiniz ki son 20 yılda KDP klasik iş birlikçi çizgisinin de ötesinde JİTEMvari bir yapıya dönüştürülmüştür. Bakur halkımız ve de Özgürlük Hareketi’ni takip edenler, PKK’ye ihanet eden itirafçılardan, kontralardan oluşturulan JİTEM’in Kürt halkına neler yaptıklarını biliyor. Bilmeyenler de söz konusu JİTEM üyelerinin sonraki yıllarda yaptıkları itirafların kitaplaştırılmış materyallerine rahatlıkla ulaşabilir. Bir ihanetçinin halkına neler yapabileceğini JİTEM’i ve dolayısıyla derin devleti inceleyen kaynaklardan, buralara konu olan itiraflardan öğrenebilirler. KDP’ye giden ihanetçilerin de aynen böyle olduğuna ve KDP ile PKK’yi karşı karşıya getirmek için MİT’le el ele verip durmadan çalıştığına kuşku yok. Düşünsenize ihanetçilerin kendilerine sığınak gördüğü, MİT’e geçiş olarak tanımladığı KDP, kendi halkı için ne kadar sağlıklı bir yapıda, ruh halinde, niyette olabilir? İşte bir de bu yüzden, yani ihanetçilerin baba ocağı olduğundan, ihanetçilere dayanarak bir şeyler yapılabileceğine inandığından, dolayısıyla ihanetçilerin yuvası haline geldiğinden de KDP asla değişemez.
İHANETE TOPYEKUN TAVIR ALINMALI
Peki o halde ne olacak, Yani KDP değiş(e)meyecekse Kürtler olarak durumumuz ne olacak?
Aslında anlatmaya çalıştığım; KDP’nin değişmesini ve de PKK ile bir araya gelmesini beklememek gerektiğidir. Sorun, KDP ile PKK arasındaki bir sorun değildir. Dolayısıyla ne PKK ile KDP arasındaki savaşla ne de diyalogla çözülür. İkna olmalı ve kabul etmeliyiz ki; sorun, KDP ile Kürt halkı arasındaki sorundur. O halde çözümü de ancak halktan gelebilecek bir sorundur. Evet, Kürt halkı, Kürt kamuoyu, Kürt akademisyenleri, aydınları, gençleri, kadınları sorunu istese çözebilirler. Nasıl mı? Elbette ihanete tavır alarak, ihaneti teşhir ederek, ihaneti yalnızlaştırarak, ihanetçinin kendisinden olmayacağını, kendisini temsil edemeyeceğini hem Başûr içinde hem ulusal ölçekte hem de uluslararası ölçekte yüksek sesle dillendirerek, tavır alarak, boykot ederek. Böylece ihaneti, ihanet çizgisini yalnızlaştırarak, marjinalleştirerek, yani güçten düşürerek. Zira halk ve onun örgütlü yapısı olarak Kürt kamuoyu esas güçtür ve bunun üstünde güç yoktur. Son olarak belirtmek isterim ki; kendi içinde ihaneti aşamamış bir halk asla sağlıklı bir toplum olamaz. Zira ihanet olabilecek en lanetli hastalık, en büyük düşkünlüktür. Özgür bir toplum olarak yaşayabilmenin biricik yolu, ihanet lanetinden silkinmektir.