HABER MERKEZİ- Cumhuriyetin ilanının yüzüncü yıl dönümü kutlamaları da açıkça gösterdi ki, mevcut TC sınırları içinde gerçekte üç Türkiye var. Bu durum son dönemde yapılan genel ve yerel seçimlerde de zaten açıkça görülüyordu. Seçim sonuçları harita üzerinde renklendirilerek verildiğinde herkes bu üç Türkiye’yi gözleriyle görebiliyordu.
Bu Türkiyelerden birincisi, Mersin’den İzmir’e ve oradan da İstanbul’a kadar uzanan Akdeniz ve Ege Denizi kıyı şeridi boyunca uzanan kısımdır. Burada birinci parti CHP olmaktadır. Yerel yönetimler bakımından da esas olarak CHP’nin elindedir. Buradaki toplumsal kesimin ideolojik-siyasi eğilimi laik milliyetçiliktir. Sermaye-siyaset-asker bürokrasisinin, yani Kemalist TC’nin öngördüğü Avrupalı modernist topluma bu alanda ve bu biçimde ulaşılmıştır.
İkincisi, esas olarak Suriye, Irak ve İran sınır şeridi biçiminde yer alan, yani Kurdistan’ın Kuzey parçasından oluşan kısımdır. Burada birinci parti 1990 başında siyaset sahnesine çıkan HEP ile başlayan ve bugün HDP ardından HEDEP ile devam eden akımdır. Kayyumlarla gasp edilmezse, burada yerel yönetimler bu akımın elindedir. Buradaki toplumsal kesimin ideolojik-siyasi eğilimi özgürlük ve demokrasi çizgisidir. Bu eğilim, Çukurova başta olmak üzere Türkiye’nin metropol kentlerinde de gelişmektedir.
Üçüncüsü, birinci ve ikinci kısmın arasında kalan ve Karadeniz kıyı şeridi boyunca uzanan kısımdır. Burada birinci parti AKP-MHP olmaktadır. Mevcut haliyle Ankara dışındaki yerel yönetimler AKP-MHP’nin elindedir. Buradaki toplumsal kesimin ideolojik-siyasi eğilimi dinci milliyetçiliktir. Bunu iktidar İslamcılığı ve ırkçı Türkçülük olarak da ifade edebiliriz. Bu eğilimin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden gelen bir boyutu vardır. Bayar ve Menderes çizgisiyle devam etmiş, Demirel ve Özal çizgisiyle harmanlanmış ve en son AKP-MHP ittifakında somutluk kazanıp son şeklini almıştır.
Cumhuriyetin ilanının yüzüncü yıl dönümünde toplumsal kutlamaları birinci Türkiye yapmıştır. Üçüncü Türkiye esas olarak devlet törenleriyle yetinmiştir. Mevcut durumda devlet yönetiminde yer alması, böyle davranmasını zorunlu kılmıştır. Esas olarak pek fazla cumhuriyet yanlısı değildir, Osmanlı mutlakiyetçiliğini benimsemektedir. Takiyyeci karakteriyle son dönemde Osmanlı-İttihatçı-Kemalist karması bir yaklaşım ve duruş geliştirmeye çalışmaktadır. İkinci Türkiye ise, mevcut haliyle Cumhuriyet kutlamalarıyla pek ilgili değildir. Demokratikleşmediği için mevcut cumhuriyeti yeterli görmemekte, demokrasisiz geçen yüzyılın olumsuzluklarını eleştirip bunların mutlaka aşılmasını gerekli görmektedir.
1950’den bu yana Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetimi esas olarak üçüncü eğilimin elindedir. Arada bir askeri darbeler ve yönetimler olsa ve yine kısa süreli CHP ve SHP yönetimleri kurulmuş bulunsa da, bu durum söz konusu genel kaideyi bozacak düzeyde değildir. Bu durum geçen Mayıs ayında yapılan cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleriyle bozulmak istenmişse de, bunda başarılı olunamamıştır.
Kuşkusuz bizim açımızdan söz konusu başarısızlığın esas nedeni, özgürlük ve demokrasi hareketinin yetersizliği ve zayıflığıdır. Aslında seçimlerin önemini bilince çıkarmakta ve vurgulamakta ciddi bir yetersizlik yaşanmamıştır. Ancak öncesinde ve seçim sürecinde yürüttüğü pratik-örgütsel çalışmalardaki yetersizlik, objektif potansiyeline ulaşma ve onu harekete geçirme noktasındaki zayıflığını ortaya çıkarmıştır. Seçim pratiğini planlama ve yürütmede de belli hatalar yapmıştır.
Bizim için esas neden bu durum olsa da, bununla birlikte Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na muhalefet eden Millet İttifakı ile cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumu da söz konusu başarısızlıkta önemli bir neden olmuştur. Bu hususlar genişçe tartışıldığı için, burada tekrar etmek istemiyoruz. Zaten Millet İttifakı’nın seçim öncesi bütün söylemlerine rağmen, gerçekte ne olduğu seçim sonrasındaki yaşananlarla net bir biçimde açığa çıkmıştır. ‘Altılı Masa’ olarak da tanımlanan bu yapının iktidar için ittifak yapmaktan öteye, esasen basit parti çıkarları temelinde hareket ettiği görülmüştür.
Ama bununla birlikte bir de Kemal Kılıçdaroğlu faktörü vardır. Bu faktörü de hiçbir zaman hafife almamak gerekir. Unutmayalım ki, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo saldırısını yürütmekte başarısız olan Bülent Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinin yerine AKP ve Tayyip Erdoğan görevlendirilmiştir. Bu temelde hem AKP’nin ve hem de Tayyip Erdoğan’ın birer proje olduğu kesindir. Bu proje kendine verilen görevi sürdüremez duruma düşünce de önce Kemal Kılıçdaroğlu, sonra da Devlet Bahçeli benzer birer projeler olarak takviye edilmişlerdir. Kemal Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan yapılarak, esas itibariyle Tayyip Erdoğan ve AKP’nin iktidarda kalmasına zemin yaratmakla görevlendirilmiş, o da bu görevi layıkıyla yerine getirmiştir. Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı için bu da yetmeyince, ardından Devlet Bahçeli görevlendirilmiş ve AKP-MHP ittifakı yaratılarak mevcut iktidar sürdürülmüştür.
Bu durumun Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişiliğiyle, anlayış ve özellikleriyle fazla bir ilişkisi yoktur. Bu yönüyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun kabul edilebilir olumlu yönlerinden söz etmek mümkündür. O halde her şey kapitalist modernite sisteminin, onun bir parçası olan TC yapılanışının, daha somut olarak Kürt karşıtı faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasetin yürütülmesiyle bağlıdır. İktidar ve devlet çarkı buna göre oluşturulmuştur ve içine girenlere de buna göre rol ve görev yüklenmektedir.
Aslında Mayıs seçimi öncesinde de Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanamayacağı söyleniyordu. Zaten önceki iki seçimde kendisi aday olmamış, garip ittifaklarla başka adaylar çıkarmıştı. Ama Mayıs seçiminde, Tayyip Erdoğan yönetiminin iyice yıprandığı ve mutlaka düşürülmesi gerektiği bir süreçte, Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olmakta son derece istekli ve ısrarlı davrandı. Mevcut ittifaklarıyla acaba başarılı olur mu diye kendimize sorsak da, seçim sonrası görüldü ki, gerçek durum tam tersidir. Aslında Tayyip Erdoğan’ın bir dönem daha iktidarda tutulması için Kemal Kılıçdaroğlu aday yapılmış. Yani esas görevlendirmeyi yapanlar böyle uygun görmüş. Genç yaştan itibaren siyaset içinde olmaması ve herhangi bir akımın içinde yetişmemesine rağmen, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’nda kalmak için bu denli ısrar etmesinin temel nedeni de bu olsa gerek.
Mayıs seçiminden sonra genel görüş, ‘Tayyip Erdoğan ancak Kılıçdaroğlu karşısında kazanabilirdi ve bu da gerçekleşti’ biçiminde somutlaştı. Biz de bu görüşe katılanlardan olduk. Bunun için de CHP içindeki ‘Değişim’ tartışmalarını takip ettik ve “Türkiye’nin değişmesi için CHP’nin değişmesi gerektiği” değerlendirmesini önemli bulduk.
Şimdi 4 Kasım günü CHP Olağan Genel Kurulu toplandı ve ikinci turda genel başkanını değiştirdi. Kemal Kılıçdaroğlu gitti ve yeni genel başkan olarak Özgür Özel seçildi. Biraz 1972’de İsmet İnönü’ye karşı Bülent Ecevit’in kazandığı gibi bir CHP kurultayı oldu. Kendi içinde belli bir bölünme de var. Fakat bu değişikliğin CHP politikalarında ne tür değişimlere yol açacağı pek belli değil. Yine Özgür Özel’in de başka bir proje olup olmadığı da henüz net değil. Bu nedenle, özellikle özgürlük ve demokrasi cephesi açısından yanlış değerlendirmemek ve gereksiz beklentilere girmemek gerekir.
Fakat 4 Kasım’da, Mart sonunda yapılacak yerel seçim öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığından düşmesi de önemlidir. Bu durumu da asla basite almamak gerekir. Biz şu kesin kanıya varmıştık: Tayyip Erdoğan’ın düşmesi için, önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığından düşmesi gerekir. Bu gerçekleştiğine göre, belli ki şimdi sıra Tayyip Erdoğan’dadır. Bunu milyonlarca insanın kendi içinden veya açık olarak söylediğine kaniyiz. Son kurultay ardından CHP’de bir bölünme yaşanır mı; bunun için şimdiden bir şey diyemeyiz. Fakat Tayyip Erdoğan düşerken AKP’nin parçalanacağını şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz. Neden? Çünkü mevcut AKP, Tayyip Erdoğan’ın gücü etrafında toplanmış bir çıkarcılar şebekesidir. Tayyip Erdoğan’a 2001 yılında ABD ve benzeri çevreler tarafından verilen kredi de artık bitmiştir. Son Gazze savaşı, Tayyip Erdoğan’ın son kullanım alanı gibidir. Dolayısıyla fazla uzamadan Tayyip Erdoğan’ın da düşüşünü beklemek gerekir. Kuşkusuz bunun ne zaman ve nasıl olacağını şimdiden bilemeyiz. MHP’de nelerin yaşanacağını da bilemeyiz. Fakat siyasette değişim sürecinin başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Acaba bu süreç nereye gider? Bir ihtimal, CHP kendi Türkiye’si temelinde sınırlanıp kalır. Özgür Özel yönetimi ittifak politikalarını ve tarzını, esas olarak da Kürt karşıtlığını kısmen de olsa aşabilirse, Ecevit gibi kısa süreli de olsa belli bir gelişme sağlayabilir. Fakat CHP’den bazı sol ve Alevi çevrelerin kopma ihtimali de az değildir. Kullanım süresinin sonuna gelindiği anlaşılan Tayyip Erdoğan düşünce, Türkiye siyasetinde çok farklı ve de fazla değişiklikler olacaktır. Bütün bunlar ise, Türkiye’de özgürlük ve demokrasi hareketinin, yani ikinci Türkiye’nin önünün fazlasıyla açık olduğunu, eğer ciddi hatalar yapılmaz ve bu gelişmeler doğru değerlendirilirse yeni Türkiye yapılanmasını HEDEP’in gerçekleştirmesinin en güçlü olasılık olduğunu açıkça göstermektedir. O halde karamsarlığa ve darlığa gerek yok; umutla ve kapsayıcılıkla çalışalım ve güçlü adımlarla ilerleyelim!
Kaynak: Yeni Özgür Politika