BEHDÎNAN- PKK’nin kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerilla mücadelesini ve gelişimini değerlendiren PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan, 12 Eylül’den bugüne gerillayı anlattı.
İlk önce umudu kırılmış, adeta teslim alınmış ve kendine sahip çıkamayan Kürt toplumunun gerilla mücadelesiyle birlikte daha fazla ümitlenerek ayağa kalktığını söyledi.
Murat Karayılan sorulara şu yanıtları verdi:
Partiniz PKK’nin 45 yıllık mücadelesinde gerillanın gelişimi ve geldiği noktayı tartışmadan önce, ilk gerilla çıkışının gerçekleştiği dönemde 12 Eylül Askeri-Faşist Darbesi’nin nasıl bir ortam yarattığı hakkında neler belirtirsiniz? 12 Eylül neydi, hangi yöntemleri kullanıyordu, Kurdistan’da nasıl bir ortam yaratmıştı ve tabii ki buna karşı mücadele hangi temelde gelişti?
Sorunuza geçmeden önce; başta Partimizin kurucusu, en büyük emektarı Önder Apo’nun, hiçbir fedakarlıktan sakınmadan sürekli yanımızda duran yurtsever halkımızın, halkımızın dostlarının ve bütün mevzilerde, yine çeşitli mücadele alanlarında düşmana karşı direnen yoldaşların şanlı Partimiz PKK’nin 45’inci kuruluş yıl dönümünü kutluyorum. İlk büyük şehidimiz Haki Karer yoldaştan, 1 Ekim Tarihi Ankara Eylemi’nin mimarı ve uygulayıcısı olan Rojhat ve Erdal yoldaşlara kadar, 45 yıllık özgürlük yürüyüşünde bedel ödemekten çekinmeyen ve bedenlerini mücadelemize siper eden kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Şehitlerimizin bizlere devrettiği özgürlük bayrağını gururla zafere taşıma ve anılarını sürekli yaşatma sözümüzü bir kez daha yineliyorum.
Sorunuza gelecek olursam; 12 Eylül Askeri-Faşist Cuntası’nın işbaşına getirilmesi tabii sıradan bir şey değildir. Türkiye’de ve Kurdistan’da gelişen devrimsel sürece NATO Gladiosu’nun çok planlı, ciddi ve kapsamlı bir müdahalesidir. Evet, bir amacı gelişmekte olan Türkiye sol-devrimci hareketlerini ezmektir ama esas kapsamlı amaçlarından biri Kurdistan’da boy veren özgürlük hareketinin gelişmesi ve bu hareketin gerilla aşamasına geçiş çabalarından duyulan korkudur.
Bilindiği gibi o dönemde Önder Apo’nun yoğun emekleri temelinde hareketin mücadeleyi gerilla safhasına taşıma çabaları vardı. Özellikle Filistin’de eğitim gören ilk grubun Kemal Pir ve Mahsum Korkmaz (Egîd) yoldaşlar öncülüğünde ülkeye dönüşü, planladıkları düzeltme hareketi ile birlikte Siverek direnişi ile yapılamayan gerilla safhasına geçme hedeflenmişti. Kemal Pir arkadaşın yakalanması ve üzerinde ele geçen belgelerden bunun anlaşılmasıyla, düşman açısından cuntanın daha acil bir hale geldiği anlaşılıyor. Muhtemelen cuntanın daha ileri bir zamanda pratikleştirilmesi planlanmıştı ama bu belgeler ele geçtikten sonra öne çektikleri büyük ihtimaldir. Yani cuntanın bir amacı da, aslında Kurdistan’da özgürlük hareketinin gerillalaşmasının önüne geçmektir. Bunun için cuntanın, işbaşına geldiğinde Türkiye sol hareketini tasfiyeye dönük çok ciddi yönelimleri olduğu doğrudur ama esas olarak Kurdistan’da kapsamlı bir imha planı ile ezme, düşürme, pişman ettirme, psikolojik savaşla toplumu Özgürlük Hareketi’nden uzaklaştırma ve tamamen yok etmeyi hedefledi.
Bu karşı devrim projeleri temelinde, Özgürlük Hareketi’nin yakalanan tüm kadroları Amed Zindanı’na konuldu. Dikkat edelim; başka yerde böyle yapılmadı ama Kurdistan’da çok az sayıda Antep Zindanı’nda kalan bir grup dışındaki tüm PKK’lileri Amed Zindanı’nda topladılar. Ve orada daha yakalandığında teslim olan Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit gibi hareket içinde merkezi görev alan kişiler öncülüğünde Genç Kemalistler Birliği’ni kurdular. İşte o çok bilinen, insanlık tarihinde eşine az rastlanır işkence yöntemlerine bu temelde başladılar. Şahit olan arkadaşların bu konuda birçok belirlemeleri vardır. Yine üzerine yazılmış onlarca kitap, çekilmiş filmler ve farklı eserler de vardır. Bütün uygulamaların temel amacı, pişman ettirme, ‘ben Türk’üm’ dedirtme ve bu kadrolar şahsında hareketin sıfırlanmasını sağlamaktır. Cuntanın ilk ve en önemli amacı budur.
ZİNDAN DİRENİŞİNİN ÖNEMİ
Burada buna karşı Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, Mehmet Hayri Durmuş ve Kemal Pir yoldaşlar öncülüğünde geliştirilen Amed Zindan Direnişi’nin çok büyük, tarihi bir değeri vardır. Yani düşmanın Kurdistan’da soykırımı yeniden hakim kıldırma, Türkleştirme politikasına orada karşı çıkılmış, meydan okunmuş ve zindan koşullarında bu politika yenilgiye uğratılmıştır. Bu çok önemli bir durumdur. Mücadele açısından birçok şeyin temelini atma durumu vardır. Önderliğin mücadeleyi yeniden başlatmasına en çok destek sunan, Kürt’ün var olma ve özgürlük mücadelesinde çok büyük bir yeri olan bir direniştir.
Bununla birlikte ikinci projeleri, hareket hakkında geliştirdikleri propagandadır. Daha önce Birinci Dünya Savaşı döneminde de Kürtleri din yoluyla etkileyerek bağımsız-ulusal duruştan geri çekmişlerdi. “Birleşelim; birleşmezsek Hristiyanlık buraya egemen olacak, din elden gidecek, büyük Ermenistan kurulacak, Müslümanlar olarak Türk-Kürt hepimiz birleşmeliyiz” sözleri temelinde Mustafa Kemal’in önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı’na Kürtler de dahil oldu. Yani o zaman din yoluyla bu biçimde Kürtleri kontrol ettiler. Sonra da bilindiği gibi verilen sözlere ihanet ettiler ve Kürtlere yönelmeye başladılar.
İşte 12 Eylül Cuntası da aynı taktiğe başvurdu. Önder Apo için ‘Ermeni kökenlidir’ dediler. O zaman Ermeni hareketi olarak Asala vardı. Asala dünyanın çeşitli ülkelerinde Türkiye’nin büyükelçiliklerine ve konsolosluklarına karşı suikast eylemleri yapıyordu. Bu, Türkiye toplumunda Ermeni karşıtı hassasiyeti canlandırmıştı. TC de bunu işleyerek, “PKK ve Asala birdir; bu bir Ermeni müdahalesidir” propagandasını Kurdistan’ın her tarafına yaydı. “PKK, İslam karşıtı, komünist ve Ermeni bir harekettir; Kürtleri kandırmaya çalışan bir projedir” biçiminde devlet ve cunta bütün olanaklarıyla propaganda yapmaya çalıştı.
CUNTA, TOPLUMU CENDEREYE ALMIŞTI
Diğer yandan köy meydanlarında işkenceler yaptılar. Yine gece okulları adı altında kadınlar dahil tüm yetişkin insanların Türkçe öğrenmesi ve okur-yazar olması için gece okullarını her köyde zorunlu hale getirdiler, Kürtçe konuşmayı yasakladılar. Kısacası soykırımcı politika ve propagandayı bu temelde yoğunlaştırdılar.
Üçüncü bir hamle de; aynı eksenli Kurdistan toplumundaki din eğilimini derinleştiren bir planlama geliştirmekti. Mesela cunta Kuran ayetlerini dağıtıyordu. Harekete karşı kullanılabilecek pasajları her yerde bildiriler halinde dağıtıyorlardı. Siyasal İslam eksenli siyaset, aslında o zaman Kurdistan’da ve hatta Türkiye’de geliştirildi. Mesela Fethullah Gülen hareketi o zaman aslında büyüdü. Daha önceden de vardı ama bu dönemde önü açıldı ve gelişim kat etti. Hizbullah hareketi ise tamamen bu dönemin bir ürünüdür. Kürtleri ulusal-devrimci-sosyalist bakış açısından uzaklaştırmanın en temel yolunu, din çizgisini güçlendirip egemen kıldırmakta gördüler. Bununla önüne geçmeyi esas aldılar.
Kısaca cunta hareketi hem baskı, şiddet ve askeri yönelim hem de ideolojik-siyasi kapsamda yoğun bir psikolojik savaşı geliştirerek toplumu adeta her bakımdan cendereye aldığı bir ortam yarattı.
GERİLLA ÖRGÜTLENMESİNİN YAYILMASI
Bu ortamda Lübnan’da Filistinlilerin yanında eğitim yürüten grupların ülkeye dönüşü nasıl sağlandı? İlk dönem gerilla faaliyetleri kapsamında özellikle Botan, Dersim, Güneybatı ve diğer yerlerde ilk örgütlenme çabaları nasıl gelişti?
Böyle bir süreçte grupların ülkeye geri dönüşü elbette kolay olmadı. Her şeyden önce aslında Ortadoğu’da da geri dönüşün önüne geçmeye dönük türlü türlü engeller vardı. Onu burada açmaya gerek yok ama esasen ülke içine gelindiğinde birçok engelle ve zorlukla karşılaşma durumu oluyordu. Zira Kurdistan adeta bir açık cezaevine dönüştürülmüştü. Ancak daha önceden temelimizin olduğu Güneybatı; yani Urfa-Adıyaman-Maraş-Antep hattında diğer yerlere nazaran eski tabanımızla daha rahat ilişki kurma imkanı vardı. Zaten bir birim’81-’82 süreçlerinde korunmak için Adıyaman’a dayanmış ve orada kalmıştı. Bu temelde orada ilk grup çalışmaları amacıyla faaliyet yürütüldü. Arazinin ovalık olmasından kaynaklı Urfa ve Antep gibi yerlerde fazla sonuç alıcı olmadı. Yani peş peşe grupların tasfiyesi yaşandı. Ama Adıyaman hattında belli bir düzeyi yakaladı.
Dersim’de de Cunta’nın o çok yoğun işkenceci dönemi olan ’81-’82 sürecinde yakalanmamak için dağa çekilen, orada kendini korumaya çalışan birimler vardı. ‘82’de onlar Lübnan sahasına geri çektirildi ve yerlerine öncü birliklerin gönderilmesi durumu oldu. O zaman öncü birliklerimiz, şimdi geliştirmek istediğimiz tim düzeyindeydi. Yani 3 veya 4 kişiydiler. Bu birimler tarzında ilk geri dönüşler oldu.
Mardin daha rahat girilen bir yerdi. Aslında ’81-’82 sürecinde hiç kopmadığımız alan Mardin’dir. Özellikle Derik hattı böyleydi.
Botan ise başlı başına bir konudur. Bizim Botan’da önceden herhangi bir temelimiz yoktu. Cizre’de, Hezex’te belli bir temel vardı ama iç hatlarda yoktu. ’80 öncesinde hareketimize karşı sözüm ona Demokratik Güç Birliği adı altında Özgürlük Yolu, KUK ve DDKD’nin kurduğu bir ittifak vardı. Bu ittifak temelinde KUK bizimle çatıştırıldı. O da başlı başına bir oyundu ve bizim Cizre’den öte taraflara geçişimizi önlediler. Yani düşman, özel olarak PKK’nin Botan topraklarına ayak basmaması için tedbirler almıştı. İşte en büyük tedbir o KUK çatışmasıydı. O açıdan bizim Kurdistan’ın hemen her yerinde bir faaliyetimiz vardı ama Colemêrg çevresinde, Şırnak’ta, yine Siirt’in detaylarındaki hatlarda ve Garzan’da fazla bir faaliyetimiz yoktu. Yani bu önlenmişti ve o yüzden geliştirilememişti. Dolayısıyla biz Botan’ı tanımıyorduk.
Ancak Önder Apo’nun her konuda olduğu gibi Botan’a dönük de daha ‘81’de yaptığı değerlendirmeler çok çarpıcıdır. Hepimizin dikkatini çekmiştir. Adeta Botan’ı görmeden Botan’a aşık olur hale geldik. Botan’ın çok önemli, stratejik bir coğrafyada yer aldığı, Kurdistan’ın dört parçasını birbirine bağlayan halka olduğu, Kurdistan’ın bel kemiği olan Zagroslar ile Torosların kesiştiği bir alan olduğu, stratejik bir coğrafyaya sahip olduğu, yine sömürgeciliğin Kemalizm’i en az geliştirebildiği bir zemin olduğu, ilkel düzeyde de olsa Kürtlüğün belli düzeyde kendisini koruduğu bir toplumsal yapıya sahip olduğu yönündeki değerlendirmelerle Önderlik, Botan için “Kurdistan’ın kalbidir” tespitini yaptı ve “Kurdistan’ın kalbine hakim olan, tüm Kurdistan’a hakim olur” dedi. Bu temelde biz hareket olarak yönümüzü Botan’a verdik.
O zaman KDP’yle yapılan bir anlaşma vardı. O çerçevede güçlerimiz Rojava’dan Başûr’a geçiyorlardı.
GERİLLA MÜCADELE EDE EDE BOTAN’A YERLEŞTİ
Lolan’da karargahlaşma vardı. Bu zeminden Botan’a dönük öncü birliklerle çalışma süreci yürütüldü ama çok büyük zorluklarla karşılaşma durumu oldu. O dönemi yaşayan kimi arkadaşlar yazmışlardır; yol şaşırmalar, dönüp dolaşıp aynı yere gelmeler, çeşitli aşiretleri birbirinden ayırt edememe, vb. çeşitli zorlukların yaşandığı bir yerdi. Botan, Türk devleti için daha çok geri bıraktırarak, hiç okul, yol, vb. hizmetleri yapmadan ama aşiret liderleriyle kontrolü sağlamak istediği bir yerdi. Burada MİT’in önemli bir rolü vardı. O aşiret ileri gelenleri üzerinden sağladığı denetimle Botan’ı tutuyorlardı. Gerillanın bu biçimde girişi düşmanın o planını da boşluğa düşürdü. Bu temelde Botan’da öncü birim faaliyetleri ‘82’lerden itibaren başlatıldı.
En çok zorluğun yaşandığı bir alan da Garzan’dı. Mesela Garzan’da öncü timlere karşı operasyon yapan düşman askerlerine, o zaman koruculuk olmamasına rağmen sıradan köylülerin kazma küreğini eline alıp katıldığı, yine halk içinde arazide insan izini sürebilen izcilerin de askerlere katılıp iz sürdüğü durumlar oldu. Çünkü sözüm ona, “Ermeniler gelmiş ve Ermenilere karşı tüm imanlı insanlar askerle birlikte hareket etmeli, operasyona katılmalıdır” gibi söylemlerle bu biçimde gerillaya karşı askeri ve ideolojik saldırılar geliştiriliyordu.
Bu tarz, Botan’da çok tutmadı ama Botan’da da herkesin elini Kuran’a bastırmış, ‘gerilla geldiğinde ekmek vermeyeceğiz, ilişki kurmayacağız’ diye yemin ettirmişlerdi. Ama halk da yurtsever. Hem zorla da olsa Kuran’a el bastırılmış hem de gönülleri mücadeleyi destekliyor. Dolayısıyla bir arada kalma durumu oluyor. Öyle ki, mesela Faraşîn’de uzaktan arkadaşların geldiğini görünce köylüler köyden kaçarak boşaltıyorlar. Çünkü ihbar etse ulusal bilinçten dolayı ihbar etmek istemiyor; arkadaşlarla ilişki kurup yemek verse Kuran üzerine yemin etmiş; yani hem Parti, hem devlet ve hem de dinle karşı karşıya gelmemek için millet köyü boşaltıyor. Böyle tablolar yaşandı. Arkadaşlar o boşaltılan köye girip, ihtiyaçlarını karşılayıp tekrar oradan ayrılıyordu. Ardından köylüler tekrar geri dönüyordu. Yine Besta gibi yerlerde eşkıyalar vardı. Belli bir döneme kadar halk, arkadaşlarla eşkıyalar arasına fazla fark koymuyor. 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra bile bir grup kadın, arkadaşlarla karşılaşıyor; arkadaşlar onlara hiç bakmıyor ve yollarına devam ediyorlar. Ondan sonra Besta’da ‘bu eşkıyalar diğer eşkıyalara benzemiyor’ diye söylentiler yayılıyor. Düşünün; arkadaşlar o kadar yıldır içlerinde çalışıyor ama halen tam ayrım konulmamış. Kısacası bunlar gibi sorunlarla boğuşa boğuşa gerilla Botan’da yerleşti ve Botan’ı gerçekten de Önderliğin daha başta tespit ettiği gibi temel bir alan haline dönüştürebildi. Nitekim ’84 sürecine gelindiğinde, öncü birlikler Botan’ın hemen hemen her yerinde yürüttükleri faaliyetlerle belli bir zemin yaratmış, katılımlar gerçekleştirilmiş ve artık bir düzey yakalamıştı.
HALK İLE GERİLLA ARASINDA GÜVEN İLİŞKİSİ GELİŞTİ
15 Ağustos 1984 Atılımı’yla başlayan süreçte gerilla hem kendisinde hem toplumda ne tür gelişmeler yarattı? Dönemlere dayalı bir biçimde özetlemenizi istersek neler dersiniz?
Her şeyden önce bizim o zamanki kadro yapımız çoğunlukla öğrenci kökenli, şehir veya ovalık alanlardan gelen arkadaşlardan oluşuyordu. Aslında köy kökenli bir yapıydı ama kırsal ve sarp arazilerden ziyade daha çok ovalardan gelen arkadaşlardan oluşmaktaydı. Dolayısıyla dağa alışma, dağda yaşama ve kendini korumada çok ciddi tecrübesizlikler vardı. Gerilla, önce dağa adaptasyon sağlamayı başardı. Yani dağda yaşam tarzına alışma süreci yaşandı. Zorlukları çoktu ama belli düzeyde adaptasyon gelişti. Tabii dökülenler, yapamayanlar da çıkıyordu. Sonra giderek Botan zemininde yerel katılımlar oldu. Onların da çok etkisi oldu. Mesela Ahmet Rapo gibi yoldaşların katılımı, yine daha birçok değerli katılım oldu. Yerellerdi; okur-yazar değillerdi; Türkçe bilmezlerdi ama araziyi ve toplumu tanıyorlardı. Bu arkadaşların gerillaya büyük katkısı oluyordu.
Kısacası; gerilla önce dağla adaptasyonu sağladı, toplumu iyi tanıdı, başta Botan olmak üzere kırsal alanın toplumsal yapısını iyi tanıdı. Mesela o zaman Egîd arkadaşın Botan’daki köylülük hakkında yaptığı inceleme ve yazdığı bir yazı vardı. Şu tespiti çarpıcıydı: “Kurdistan köylüsünün aklı kafasında değil gözlerindedir” demişti. Yani ne kadar konuşursan inanmaz ama gözleriyle görürse inanır. Kurdistan köylüsü gerçekten de böyleydi. Arkadaşların da elbette söylemleri ve yaşamları birbirini tutuyordu. Bu açıdan çoğunlukla arkadaşlar birkaç kez gittikleri bir köyde ilişkide olduğu insanlarda büyük etkiler yaratıyor, köklü dönüşümler geliştiriyordu. Yani halk arkadaşlara güveniyordu. Bir güven ve bağlılık gelişmişti, fakat aynı zamanda arkadaşlara acıyorlardı.
Niçin böyle bir duygu gelişiyordu?
“Bunlar devlete başkaldırmış ama hepsi ölecek, ömürleri çok değil” diyorlardı. Yani biraz da acıdıkları için duygusal yaklaşımlar ön plandaydı. Çünkü tarih boyunca Kürt özgürlüğü adına yapılan tüm çıkışlar yenilgiyle sonuçlanmıştı. Bu açıdan toplumun gözü korkutulmuştu. Devlete karşı başarılı olunabileceğine dair inanç çok zayıftı. Yani ‘siz çok dürüstsünüz, çok cesursunuz, çok doğru söylüyorsunuz ama Kürt toplumundan bir şey çıkmaz’ diyorlardı. Fakat 15 Ağustos Atılımı geliştiğinde herkes pür dikkat takip etmeye başladı. Herkes bunun ne kadar süreceğini merak ediyordu. Çünkü o zaman cuntanın lideri Kenan Evren, o meşhur, “bu saldırıyı yapanlar hangi deliğe girerlerse girsinler, hangi taşın arkasına saklanırlarsa saklansınlar, ordumuz 72 saat içerisinde kulaklarından tutup adaletin önüne getirecektir”konuşmasını yapmıştır. O zaman televizyon, radyo ve gazetelerde bunu ilan ettiler. Halk da kaç gün ya da kaç ay süreceğini merakla izliyordu. Çünkü kimse bu çıkışın ayakta kalmasını beklemiyordu.
ATILIM SONRASINDA ZORLU MÜCADELE
Atılım sonrası yıllar çok zorlu olsa gerek…
Özellikle ‘85 yılı bizler açısından çok zorlu bir yıldır. Çünkü o şiddetli baskılar ve yaşanan bazı ihanetlerden dolayı birçok yerde darbeler yedik, şehadetlerimiz yaşandı. Örneğin Garzan’da hemen hemen tüm gruplarımız tasfiye oldu, yalnızca 2 arkadaş kaldı. Yine Amed, Bingöl ve daha birçok bölgede de darbe yenildi. Yani ağır kayıplar verdik. O zamanki gücümüzün yüzde 70-80’ini şehit verdik. Zaten güç azdı; çok değildi. Yani böyle kritik bir süreç yaşandı. 15 Ağustos Atılımı başlatılmış, halkta büyük bir umut ve kaygı yaratmış; hem beklenti var hem de kaygı var ama taktik önderlik sürece cevap olamadı, rolünü oynamadı, tereddüt yaşayanlar oldu, eylemselliği sürdürme ve yeni katılımlarla büyüme gerekiyordu. Bunlar yapılmadı ve durağanlık yaşandı diğer yandan ağır saldırılar karşısında darbeler yenildi. Birkaç kişinin ihaneti sonucu düşmana bilgiler gitti ve ciddi zararlar verdiler. Dolayısıyla tereddütlü bir süreç yaşandı. Bu dönemde Egîd arkadaş rapor sunmak üzere Önderlik Sahası’ndaydı. Özellikle Egîd arkadaşın dönüşü ve ’86 baharında şehadeti ardından o zamanki komuta kademesinde taktiğe dair tereddütler daha da derinleşti. Bu anlamda Önder Apo’nun Üçüncü Kongre’yle müdahalesi çok önemli ve tarihsel değerde bir müdahale oldu. Önder Apo’nun bir kez daha çizgiyi koyması ve bütün gücüyle devreye girmesi, gerillanın yeniden bir hamlesel çıkış yapması ve ‘87’den itibaren yükselişin başlaması sürecini beraberinde getirdi.
Bu dönemde gerillada çok çeşitli sorunlar yaşandı. Özellikle Egîd arkadaşın şehadeti, ilk yönetimin başka alanda görevlendirilmesi, yeni bir yönetimin inisiyatif alması ardından çizgide ve denetimde zayıflama süreci gelişti. Bunu fırsat bilenler kendi anlayışlarını hakim kıldırmaya çalıştılar. Önder Apo’nun çoğunlukla eleştirdiği ve değerlendirdiği Dörtlü Çete bu dönemde yaşandı. Hareketi içten çökertme, çizgi dış uygulamalarla doğru çizgiyi çarpıtma, kontra pratiğini geliştirme ve hareketi topluma yanlış yansıtma durumları oldu. Ancak Hogir unsuru gibi kişilerin uygulamaları, birçok aşiret çevresiyle hareketi karşı karşıya getiren cezalandırmaları, vb. yanlış birçok çizgi dışı pratiğe rağmen gerillanın belli bir rotayı tutturması, özellikle bütün düşman hamlelerine karşı tasfiye olmaması, tersine giderek kar topu gibi büyümeyi yaşaması, halkta büyük bir umut yarattı. Yani halk bunun eski ayaklanmalar gibi olmadığını, gerçekten de düşmanın gerillayı yenemediğini, gerillanın gittikçe büyümeyi yaşadığını, umudu yeşerttiğini gözleriyle gördü. Dolayısıyla halkın katılımı daha fazla arttı. Aslında serhildan süreci de bu temelde başladı. Diriliş dediğimiz şey aslında budur. Yani o umudu kırılmış, adeta teslim alınmış, sessizleştirilmiş, kendine sahip çıkamayan toplum, bu gerilla pratiğine başta tereddütlü yaklaşmasına rağmen giderek gerillanın büyümekte olduğunu, düşmana karşı bir mücadeleyi yükselttiğini gördükçe daha fazla bağlanmış, daha fazla ümitlenmiş ve ayağa kalkmıştır. Aslında ölü toplumun yeniden canlanıp ayağa kalkması bu biçimde gerçekleşmiştir. Önder Apo, buna ‘Diriliş Devrimi’ dedi.
1989’lara geldiğimizde durum budur. ’89-’90 serhildan süreci bu temelde gelişmiştir. Yani toplumda çok köklü bir değişim yarattı. Bir düşünce devrimini geliştirdi. Sosyal devrim yaptı. Köhnemiş, feodal, dar bakış açısı yerine demokratik, açılımcı, çağdaş bir bakış açısını geliştirdi.
En önemlisi de Önder Apo’nun baştan beri üzerinde durduğu ve yoğunlaştığı bir konu olan özgür kadın duruşunun gelişmesidir. Özellikle Bêrîvan (BinevşAgal) yoldaşın Cizre’de yürüttüğü faaliyet toplum açısından çok çarpıcı geldi. Evet, Havva, Leyla, Saadet, Rûkenler ve daha nice militan vardı ama halk çalışması içerisinde olduğu için Bêrîvan yoldaşın pratiği özgür kadının ne olduğunu gözler önüne serdi, görünür kıldı. Yani o güne kadar eve hapsedilen, bırakın çarşıyı evin kapısına bile çıkamayan, ev halkı dışında kimse ile konuşamayan Kürt kadını ve Kürt kızı örgütsel-siyasi faaliyet yürütmeye, her türden insanlarla konuşmaya, erkek-kadın herkesi etkilemeye, örgütlemeye, kendisi askeri eylem yapmaya, bildiri yazarak dağıtmaya başladı ve bir öncü olarak tarih sahnesine çıkışı gerçekleştirdi. Bêrîvan yoldaşın Cizre’de Baran (Adil Aslan) yoldaş ile birlikte yürüttükleri o pratik, bu anlamda sosyal devrimi gerçekleştirmede devindirici bir rol oynadı. Bu biçimde bir aydınlanma ve büyük değişim temelinde Diriliş Devrimi gerçekleşmiştir.
Gerilla bütün sorunlara rağmen kendisinde yarattığı değişim, adaptasyon ve direnişin yanında toplumda da böylesine köklü bir değişimi sağlamıştır. Mesela dünyanın her yerinde halk hareketleri çeşitli taleplerle sokağa dökülürler. Bu talepler daha çok ekonomik ve siyasi talepler biçimindedir. Ama Kurdistan’da halkın sokağa dökülmesi gerillanın cenaze törenleriyle olmuştur. İlk Nisêbîn’de gerçekleşen cenaze töreni, daha sonra Cizre’de de aynı şekilde törenlerin gelişmesi, serhildanların temeli olmuştur. Yani aslında sürecin motoru gerilladır; gerillanın düşünce sistemidir, gerillanın yaşam tarzıdır, mücadele biçimidir. Bu düşünce sistemi toplumda büyük bir değişimi başlatmış ve böylece eski umutsuz, edilgen toplum yerine, ayağa kalkan, kendisi için mücadele eden, direnen, geleceğe daha demokratik bir bakış açısıyla yönelen bir toplumun gelişme süreci bu biçimde gerçekleşmiştir.