HABER MERKEZİ- Çiğdem Doğu’nun kaleminden:
“Neden Ortadoğuda aşkın dozajı ölme ve öldürme kavramlarıyla ifade edilir? Ölecek veya öldürecek kadar sevmek! Bir kadın onu seven bir erkek tarafından 23 bıçak darbesiyle öldürülür. Bir başka kadın yine onu seven erkek tarafından balkondan aşağı atılarak öldürülür. Ve belki de dünya çapında milyonlarca kadın sevgi, aşk uğruna can verir.
Sevmek ya da sevilmek yaşamsal bir değer iken neden ölümcül bir gerçek haline gelmiştir? Özellikle arabesk şarkıları ama genelde tüm şarkıları şöyle bir gözden geçirelim; hep aşkından ölüyorum ya da aşkından ölürüm teması çok göze batar. En çok da şarkıların dili öğretir insana aşktan ölmeyi ya da öldürmeyi.
Ana tanrıçalarımızın insanlara hediye ettiği bu en anlamlı, en güzel duygu yoğunluğu bir yaşam ışıltısıyken neden bir katletme karanlığına dönüşmüştür? Nasıl dönüştürülmüştür? Esas katil kimdir gerçekten? Beyinleri ve yürekleri ataerkil sitem tarafından yıkanan kadın ve erkekler mi yoksa ataerkil sistemin kendisi mi? Gerçekten çok karmaşık ve trajik bir gerçekliktir bu. İnsanın özü gerçekte sevme ve güzelliğe eğilimlidir. Aslında her insan bir şekilde bunu arar. Ama ataerkil sistem ağlarını öyle bir örmüştür ki; hangi yola girersen mülkiyet, sahiplik, egemenlik, kölelik, iktidar bir şekilde sinmiştir içine. Ve insan kadın veya erkek sevmek ve güzellik adına bu bataklığa bir şekilde saplanır ve saplandıktan sonra da sevginin, aşkın ışıltısı ölüm karanlığına dönüşmeye başlar.
Çünkü saplanılan bu yolda ya benimsin ya toprağınsın anlayışı vardır. Benim olursan yaşama hakkın vardır. Olmazsan yoksundur. En çok da erkek cinsinde gelişen bu reaksiyon kadına sahip olmadığında onu yok etmek için varlık gösterir. Bazısı fiziksel katleder bazısı da kadına yaşamı zehir ederek katleder.
Bir insan başka bir insana, bir sınıf başka bir sınıfa, bir varlık herhangi başka bir varlığa asla tümden sahip olamaz. Belki zorla, baskıyla sahiplik etmeye çalışabilir. Ama tümüyle asla sahiplik söz konusu olamaz. Aksi doğanın kanunlarına da aykırı bir durum olur. Bu nedenle de içerisinde aşk ilişkisi de olmak üzere her türlü insan ilişkisinde sahiplik etme, baskı kurma, bir başka varlığı tümüyle kendine bağımlı hale getirme insanın ve doğanın özüne aykırı bir yaklaşımdır. İşte bu ayrılık geçmişte de günümüzde de birçok kadının katledilmesine neden olmuştur.
Kadına kendi iradesini gösterecek bir şans tanımayarak yaşamını da ölümünü de kendisine bağlayan cinsiyetçi katliamcı bir anlyaıştır bu. Milliyetçilik nasıl ki halklar arası katliam, öldürme, baskı tahakküm getiriyorsa cinsiyetçilik de cinsler arası ilişki bağlamında benzer durumu ortaya çıkarmaktadır. Zaten milliyetçilik cinsiyetçilikten doğmadır. Mayasını cinsiyetçilikten almadır. Türkiye’deki cinsiyetçiliğin en temel gıda kaynağı milliyetçiliktir. Dikkat edin söylemler ne kadar birbirine benzer. Bir erkeğin bir kadın için söylediği senin için ölürüm ya da benim olmazsan öldürürüm sözleri bir Türk milliyetçisinin Türkiye için söylediği “Ölürüm Türkiye’m”, “Ya sev, ya terk et ya da öl” sözleri ne kadar da birbirini çağrıştırmaktadır. Ve bu sözler öylesine söylenmiş sözler de değildir. Gerçekten de ucunda ölme ve öldürme vardır. Bu sözlerin ardından cinsiyetçilik ve milliyetçilik uğruna nice canlar verilmiştir.
Mülkiyetsiz, özgür, eşitçe de cinsler, halklar birbirini sevemez mi? Karşılıklı birbirlerinin iradelerine saygı temelinde sevgi, duygu gelişemez mi? Fanatik zihniyetin dildeki veya düşüncedeki yansımlarından kendimizi sıyırıp onurlu ve güzel bir yaşamı kuramaz mıyız? Realitenin yanlış ve sapmış bir biçimde ortaya koyduğu ölen ve öldüren bu sevgi tarzından kurtulamaz mıyız?
Kurtulabiliriz. Büyük bir duygu ve bilinç gelişimi kendine karşı çok güçlü bir mücadele, yine iç mücadeleyi alabildiğince yaygınlaştırma, örgütleme faaliyeti bu sevgiden, aşktan kaynaklı soykırım politikasının kaynağını kurutan yaklaşım olacaktır.
Sevgi insan varlığının en anlamlı gerçekliğinden biri iken birilerini katletmenin bir gerekçesi olamaz. Sevgi ve aşkın dozajı asla ölme ve öldürme üzerinden ifade edilemez. Edilmemelidir. Öylesine söylenen bazen de bir şarkı eşliğinde hoşnutlukla mırıldanan böylesi sözler, gün gelir bir insanın, genelde de kadının yaşamına mal olur. Mahsum değildir.
Unutmayalım ki her söz mutlak bir eylem olmak ister. Çünkü söz insan yüreğinin ve beyninin kıvrımlarından süzülerek kendini ifade eder ve eylemselleşmek için ifade eder. Bunun için beynimizden, yüreğimizden ve dilimizden bu geri zihniyetleri silmenin mücadelesini her geçen gün daha da büyütebilmeliyiz.”
Kaynak: Komalên Jinên Ciwan Sitesi