BEHDINAN – KJK Koordinasyonu Üyesi Çiğdem Doğu’nun Jin TV’de yayınlanan Xwebûn programında Arjin Baysal’ın sorularını yanıtladı.
KJK Koordinasyonu Üyesi Çiğdem Doğu’nun Jin TV’de yayımlanan değerlendirmeleri şöyle:
Etik estetik üzerine tartışacağız dedik. Önceki programlarda da tartışmıştık. Ama daha derinleştirmeye ihtiyaç duyduk. Önce kavramından başlamak gerekirse etik ve estetik nasıl tanımlanabilir?
Önder Apo Kadın Kurtuluş İdeolojisi’ni 5 ilke olarak formüle etti ve etrafında bir kadın partileşmesi, daha sonra kadın konfederal sistemleşmesi, kadın devrimi, hakikati ortaya çıktı. Bu nedenle Kadın Kurtuluş İdeolojisi hareketimiz açısından stratejik bir öneme sahip.
En temel ilkelerinden biri de etik estetik ilkesi. Tabii ki etik estetik sorununu ilk defa biz ele almıyoruz. Bu kavramların insanlık tarihi açısından bir çıkış noktası var. Felsefe tarihinde, bilim tarihinde ya da ahlak olarak baktığımızda toplum yaşamında derin bir tarihsel gerçekliği var. Biz de kadın devrimini gerçekleştirme iddiasıyla hareket ediyoruz. Kadın devrimini gerçekleştirerek toplumsal devrimi gerçekleştirme hedefimiz var, stratejimiz buna dayanarak gelişiyor. Bu nedenle toplum hayatını bu kadar ilgilendiren etik yani ahlak bilimi; estetik, güzellik bilimi bunlar bizi çok yakından ilgilendiren konular oluyor. Evet, biz bir gerilla hareketiyiz, dağda savaşıyoruz. Elimizde silah bir savaş halindeyiz. Ama hareket olarak hiç bir zaman kendimizi silahlı mücadele ile sınırlı ele almadık.
Bunun kadar önemli belki de daha da önemli olan; bunun ideolojik anlayışını oluşturabilmek, özgürlük devriminin kültürel ahlaki dokusunu oluşturabilmek, zihniyet değişimini yaratabilmektir. Bizim açımızdan çözmekle yükümlü olduğumuz bir sorun ve bir görev. Dolayısıyla etik sorunuyla Hareket olarak da hep meşgul olduğumuz bir konu. Bir birey devrimcidir, evet ama o devrimci kimliği ve kişiliği ne kadar özgürlük ahlakına göredir? Önder Apo’nun da koymuş olduğu partileşme ölçüleri kapsamında da aslında kuruluşundan beri hep gündemimizde olan bir konudur. Estetik açıdan yine öyledir. Çünkü biz hiçbir zaman ahlakı güzellikten bağımsız veya güzelliği hiçbir zaman ahlaktan bağımsız ele almadık. Böyle bir PKK geleneğimiz var. Tabii ki PKK içerisinde gelişen bir kadın hareketiyiz. Dolayısıyla kadın mücadelesi kadın devrimi derken buradan da bakıyoruz. Yani bir kadın özgürleşme mücadelesi veriyor, özgürlük hayalleri var, bunun için mücadele ediyor. Ama bu sadece erkek egemenliğine karşı verilen kaba bir savaş değildir. Ya da düşmana karşı sadece silahlı savaşma durumu değildir. Bunun için de kadın ahlakı nedir, toplumla bağı nedir, neden estetik-güzellik temel bir ilkedir; bunlar çok kurcaladığımız konulardır.
Etimolojik olarak tanımı için; bizimle başlamayan bir konu fakat bizim de o miras üzerinden derinleştirmeye somutlaştırmaya çalıştığımız ilkesel bir gerçeklik. Ahlak birçok boyutuyla değerlendirilebilir.
Etik, Yunanca bir kavram olarak ortaya çıkıyor, ahlak bilimini ifade ediyor. Ahlak toplumların kendilerini toplum olarak ifade etmelerinden itibaren ortaya çıkmış bir kavram. Ahlakı genel anlamda toplumsal yaşamın düzenlenmesi, yürütülmesi, gelişmesinde ortaya konan kurallar, anlayış, gelenek olarak ifade edebiliriz. Kaba anlamda kural değil, yaşamın ölçüsü demek daha doğru olabilir. O toplumsal yaşamda insanlar arasındaki ilişkiyi örgütlemek gerek. Bu insan topluluğunun ekonomik faaliyeti, eğitim, sağlık faaliyeti, sosyal, kültür, sanat gibi birçok boyutu var. Nihayetinde insan insanla ilişkili bir varlık ama bu insan topluluğu nasıl birlikte yaşayacak, ekonomik faaliyeti nasıl birlikte yürütecek, sanatını nasıl geliştirecek, eğitimini nasıl görecek, aile içi ilişkilenmesi nasıl olacak; kadın erkekle, çocuk büyükle, klan klanla, kabile kabileyle, ulus ulusla nasıl ilişkilenecek? Bu etkileşim bir kaos içerisinde mi yürüyecek yoksa insanlar birbirleriyle yaşarken bir ölçüye göre mi yaşayacak? Ahlak esasında bunu ortaya koyuyor.
O topluluk, örneğin ekonomik faaliyetini, eğitim faaliyetini yürütürken bir ahlaka ölçüye göre üretimini yapıyor. Bir insan bir insanla ilişkilenirken bir ahlaki ölçüye göre ilişkileniyor. Bu toplumsal yaşamın ölçüleri olarak da insan ilişkilerinde, faaliyetlerinde, yaşamını örgütlemede geliştirdiği ölçüler olarak da değerlendirilebilir. İlk insanın çıkışına da baktığımızda toplum bir arada yaşamayı nasıl sağladı? Ahlak vesilesiyle sağladı. Nasıl klanlar biçiminde birbiriyle hareket eden, zamanla konuşmaya anlaşmaya başlayan, iş bölümüne dayalı ekonomik faaliyetini yürüten, sevgi-hoşgörüsünü yaratan bir düzey ortaya çıktı. Bu yüzden de biz kendi literatürümüzde ahlakı hiçbir zaman toplumsallıktan ele almayız. Ahlak toplumsaldır. Burada kadın başat rol oynamıştır. Biz ahlak dediğimizde bir nevi de kadından bahsederiz. Toplumsallığın oluşumunda kadının başat bir rolü var, öncülük rolü var. Bunu ne ile yaptı? Ahlakla yaptı. Bu yaşam içerisinde ne doğru, ne yanlış? Hangisi iyidir, hangisi kötüdür? Hangisi çirkindir, hangisi güzeldir? Kadın etrafında ortaya çıkan bir toplumsal ahlak söz konusudur. Bu da beraberinde bir ortaklaşmayı geliştirdi. Ahlak toplum yaşamı, birey açısından vazgeçilmez bir şey. Günümüzde bireyciliğin bu kadar derinleştirilmesi, bireyin bu kadar toplumundan koparılması en büyük ahlaksızlık oluyor.
Bunu biraz daha açarsak; elbette günümüzde de hala doğal toplumlar var. Bozulmamış toplumlarda bu bahsettiğiniz değerler, ölçüler neydi, nasıl yaşam buluyordu?
İnsan doğa karşısında zayıf bir varlık. Salt korku ile ifade etmek doğru olmaz. Şöyle teoriler var ya; gök gürledi, şimşek çaktı, yıldırım çarptı, seller aktı vb. Elbette bu da vardır, tamamen reddetmek olmaz. Fakat sadece buna bağlayarak bir tanımlama yapmak aşırı fiziki olabilir. Toplumun ahlaki gerçeğinin ortaya çıkmasında metafiziksel yanları var. Doğa karşısında çeşitli çaresizlikleri var. Tek başına doğa karşısında yaşaması mümkün değildir. Bu birlikte yaşama, iş yapma, beraber olmayı dayatıyor. Tabii bu sadece insan açısından da geçerli değil ama insanda en üst düzeye ulaştı. Şüphesiz mesela insan bitkiler alemine de, hayvanlar alemine de baksa, evrene de baksa topluluklar biçiminde hareket eden canlılık biçimleri var. Doğada da böyle bir eğilim var. İnsan doğadaki, evrendeki şeyleri çok bilimsel bir dille ifade edemiyor, bu insanlığın hep sorduğu soracağı bir gerçeklik olacaktır. O noktada bu niye vardır diye çok soramıyor insan ama evrende de bu toplumsallaşma eğilimi vardır.
Bir arada yaşama ihtiyacı var. Bir arada yaşamasa birey olarak yaşaması mümkün değil. Bugün de öyledir. Ne ruhsal olarak, ne fiziki zorluklar itibariyle insan yalnız yaşamayı kaldıramaz. Bilim teknik çok gelişmiş, tek bir insanın her şeyi yapabileceğini düşünelim. Ama ruhsal, metafizik olarak o insan tek başına yaşayabilir mi? Yaşayamaz. Buradan yola çıkarak, ölçülerle kurallarla beraber yaşamanın belirlenmesi gerekir. Burada ne ortaya çıkıyor? İnsanlar arasındaki sevgi ahlakın çok önemli bir yanıdır. Bir ortamda sevgi olmasa insanlar bir arada yaşayabilir mi? Sürekli o ortamdan kaçmak istersin. Ahlak canlı bir şeydir. Sevgi, hoşgörü, birbirini anlama, dinleme, saygı, kutsallıklar ahlakın olmazsa olmazıdır. Saygı da kutsallıktan gelir. Saygı duyulan şey karşısında insan biraz da ibadet eder gibidir. Davranışlarında ölçülü, sevgili, saygılı, hoşgörülü, işinde titiz olan bir insanı gördüğümüzde ne kadar ahlaklı bir insan diyoruz. Ya da böyle bir topluluğu gördüğümüzde ne kadar ahlaklı bir toplum diyoruz. Ahlakı insan bunlarla da değerlendirebilir.
Hem soyut hem de somut değerleri olan bir kavram. Sistem bunu nasıl kullanıyor? Çünkü namus, kadın ve kadın köleliğiyle sınırlanmış ölçüler olarak bize dayatılıyor. Fakat sizin bize söylediğiniz çok daha fazla duygu yüklü ölçüler…
Evet bu çok önemli bir nokta. Mesela birisine ahlaksız derseniz, ilk akla gelen şey ne olur? Namussuzluktur. Bir erkekle ilişkisi gelişmiştir veya bir erkekse bir kadınla farklı bir ilişkisi gelişmiştir. Halbuki ahlak çok kapsamlı bir şey; çok yaşamsal ve hayatın her anını ilgilendiren bir kavram. Elbette ki kadın erkek ilişkiler açısından da ahlaki ölçüler ve ilkeler vardır. Bu da onun içindedir. Ama sadece onunla sınırlı bir gerçeklik değildir. Mesela güzel, iyi iş yapmak… Doğal toplumdan örnek verirsek; diyelim ki o toplumun yiyeceğe ihtiyacı var. İyi avcı olmak, iyi ot toplamak, iyi yemek yapabilmek ahlaki bir şeydir. Toplumun sürekliliğini sağlamak için yapılan işler var. Bunları en iyi şekilde yapmak da ahlaktır. Zerdeşt de bunu çok iyi ifade etmiştir. İyi düşün, iyi söyle, iyi yap.
Bunlar biraz da doğal toplumun özellikleri olarak da devam ediyor. Kahramanlık mesela mitolojilerde de çok geçer. Bizim mücadelemizde de, dünyada gelişen mücadelelerde de bir kahramanlık ahlaki bir şeydir. Siz hiç duydunuz mu bir insan sadece kendisi için bir şey yapmış da ona kahraman denmiş. Denmez. Belki takdir edilebilir. Ama kahraman denmez. Ama bu toplum için bir eylem yapıyorum, kendimi feda ediyorum. Kahramanlık, yiğitlik, öz savunma bunlar ahlaki yapının çok önemli dokularıdır.
Toplumsal olan şeylerde diyebiliriz…
Yani toplumsal olan ve toplumuna hizmet eden pozitif bir şeydir. Mesela kötü ahlak diye bir kavram olamaz. Ahlakın kendisi pozitiftir. Ahlak iyidir, güzeldir, doğrudur, özgürdür. Ahlakı köle diye tanımlayamayız mesela. Egemen iktidarcı sistemler bunu köleleştirmeye çalışıyorlar ama ahlakın etimolojik kökeni pozitiftir. Onu bozmak yaşamı bozmaktır. Şimdiye yapılmaya çalışılan da odur. Ahlakın formatını değiştirmek, aslında giderek de ahlaksızlaştırmaktır, toplumu yok etmektir. Her insan bir toplumsal yaşam içerisinde, çocukluğu, gençliği, büyüme olgunlaşma, yaşlanma dönemi yaşar. Her bir insan kendi toplumsallığı içerisinde o ahlakı tanıyor. Çocukluğumuzda bize derler bu iyidir, bu kötüdür. Ya da dinde haramdır, sevaptır derler. Felsefe ile bilim de doğrudur, yanlıştır derler. Özgürlük arayışında bu kölecedir, bu özgürlüğü ifade eder deriz. Bunlar da toplumun ahlaki değerlerini ifade eder.
Önder Apo da değerlendirmelerinde etik ile özgürlüğü, estetikle özgürlüğü de hep yan yana kullanıyor. Bu anlamda nasıl bir bağlantısı var?
Ahlak doğal bir şey, saftır, yalındır, keskindir. Bir toplumun içinde onun ahlaki değerlerine ters bir şey yaptığında en kötü ceza odur. Yalnızlaşırsın, dışlanırsın, o toplumun seni ahlaktan dolayı dışlaması çok ağır bir şeydir. O yüzden keskindir. Toplumsal yaşamın ahlaki yapısı eğer ki yerindeyse, bozulmamışsa, daraltılmamışsa orada bir özgürlük ve demokrasi var aslında. O toplumsallık içinde bireylerin kendilerini ifade etmeleri, karar alma süreçlerine katılmaları önemlidir. Çünkü kök hücre böyle şekillenmiş. Her ne kadar bozulmuşsa da kök hücre böyle şekillenmiş. Orada demokrasi var. Demokratik yaşam gerçekliği ile birlikte birey ve toplum özgürdür. Şüphesiz bazı konular daha fazla tartışmayı gerektiren konulardır. Ama bireyle toplumun birbirinden kopmaz bağı da vardır ama çelişkisi de vardır. Fakat ahlaki yapı diriyse onu da doğru çözümleyebilir.
Önderlik de ahlakı bir özgürlük eylemi olarak ifade ediyor. Bir yerde bir ahlak varsa orada özgürlük, güzellik, demokratik değerler, hoşgörü, barış vardır. İnsanlar birbirlerine saygılıdır, dinler anlamaya çalışır. Çelişkiler her halükârda olmalıdır. Çünkü farklılıklar vardır. Bırakalım toplulukları birey insanları da el alsak her birey biriciktir, ayrıdır. Aynılaştıramazsın. Tamamen yüzde yüz uyum halinde olacaklar diye bir şeyi dayatamazsın. Ahlak bu yüzden çok ideal bir şeydir. O toplumun yaşamı açısından genel ilke ve ölçüyü koyar, orada bireyler o ahlaka göre var olan çelişkilerini çözmeye çalışır, bu demokrasidir yani. O toplum için, yanındaki insan için güzel şeyler yapmak istiyorsun. Tarla ekiyorsun en güzelini yapacaksın, zanaatçısın en güzelini yapacaksın, sanat yapıyorsun en güzelini yapacaksın. Bunların hepsi etik değerleri ifade ediyor.
Beş ilkenin birbiriyle bağlantısı burada ortaya çıkıyor. Ahlaklı olmak için yurtsever de olmak gerekiyor. Bunun mücadelesini de vermek gerekiyor. Örgütlü de olmak gerekiyor.
Toprağına bağlılık, doğaya da bağlılık olarak ele almak lazım. Yurdunu sevme, doğayı sevme, doğayla eşit bir ilişki içinde olma bunlar da ahlaki olmaktır. Doğal toplumlarda ahlakın temel bir özelliği de doğayla ilişkidir. Bir ağacı durup dururken kesiyorsun, en büyük ahlaksızlıktır. Köy topluluklarına bakalım, durup dururken bir ağacı kesmezler. Avcılık yapıyor ya da hayvanları öldürüyor, yaşamsal ihtiyacını karşılamak için öldürüyor. Ama gidip o hayvandan özür diliyor. Bu bir ahlaktır. Hayvana doğaya karşı saygılı olmak ahlaktır. Evrene karşı saygılıdır. İnsanın ve toplumun ilişkide olduğu ne varsa onunla eşit ilişkilenme, saygılı ilişkilenme, birbirini tamamlama her şey ahlakı içeren şeylerdir. Metafizik olarak da ele almak lazım. İnsanın tarih ile ilişkisi, insanın kendisiyle ilişkisi, bedeniyle ilişkisi, düşüncesiyle, diliyle, bir başkasının düşüncesiyle ilişkisi, felsefeyle bilimle ilişkisi vs. bunlar metafizik şeylerdir ve ahlakı içeren olgulardır. Xwebûn’dur. Yani kendin olmaktır. Kendin olmak en basit tanımıyla insanın kendisiyle ahlaklı ilişki geliştirmesi demektir. Ben benim kendime ve bu topluma aidim demektir. Hem metafizik, hem de maddi fiziki olgularla ilişki açısından ahlakı çok geniş bir çerçevede ele alabilir.
En çok merak ettiğim soru; etik ve estetiğin nasıl bir araya geldiğidir. Önder Apo bir de ilkesel olarak ikisini yan yana ele almış. Ama öncesinde estetiği de tartışmak istiyorum. Belki sistem tarafından en çok kafamızın bulanıklaştırıldığı kavram olmuş. Anlam olarak estetiği açmanızı istiyorum.
Estetik de kavramsal olarak okuması biraz zor. Grekçe kökenlidir. Etimolojik olarak kökeni aísthēsis’dir. Anlam olarak duymak, algılamak, hissetmektir. Bir nevi duyumsama bilimi olarak ifade edilebilir. Peki, bunun güzellikle ne alakası var? Biraz sırları da var elbette. Biz olguları biraz evrensel, toplumsal da değerlendiriyoruz. Güzellik bilimi olan estetiğin etikle ne alakası var, evrensel olgularla ne alakası var, toplumu ve bireyleri neden bu kadar ilgilendiriyor?
Ahlak ile güzellik nasıl bir araya geliyor?
İkiz kardeş gibi iki realitedir. Bazı şeyler de sezgiseldir. İnsanlara, toplumlara, tarihe baksak iyisinde de kötüsünde de herkeste bir güzellik arayışı vardır. Egemen iktidarcı sistemler bunu çarpıtmışlar. Onu sonra konuşuruz. İnsanın iç dinamiğinde böyle bir arayış vardır. Bu sadece insanla da sınırlı bir şey değildir. Hayvanlar aleminde de birbirini beğenip beğenmeme ilişkisi vardır. Hayvanlardan biri diğerine kendini beğendirmeye çalışır. Ya da bazı kuşlar vardır erkek kuş dişi kuşa kendisini beğendirmek için güzel yuvalar yaparlar. Dişi kuş gelip bakacak, o yuva güzel, sağlam olmuş mu olmamış mı? Orada da bir güzellik arayışı var. Suyun akışı, çiçekler cennet gibi Kurdistan dağları neden böyle güzeldir? Orada da bir güzellik eğilimi vardır. Her insan güzel bir ortamda yaşamak ister. Ya da her insan hem fiziki hem ruhsal güzel olmak ister. Şimdi içi boşaltılmış tabii. Ölçüler karmaşıklaştırılmış. Fakat böyle bir eğilim var. Her şeye güzel denmez.
Göreceli bir şey diyebilir miyiz güzellik için?
İdeolojiler onu görecelileştirmiş. Ya da ahlaki yapılanma zayıfladıkça güzellik ölçüleri de karmaşıklaşmış ve yozlaşmıştır. Şimdi güzellik yarışmaları yapılıyor. Dünyanın en güzel kadınını seçiyorlar, kafasına bir tane taç koyuyorlar. Ben bulunduğum yerden ona baktığımda hiçbir güzellik görmüyorum. Kendini sunum biçimi, pazarlama biçimi, sadece fiziğiyle ele alması bana güzellik gibi gelmiyor. Dünyanın bir numaralı güzelidir ama benim ölçülerime göre, etik ve estetiğe göre ele aldığımda bana güzel gelmiyor. Mesela bazı Afrika toplulukları vardır, biçimsel özellikleri daha farklıdır. Kurdistan’da farklıdır, yerli topluluklarda, Afrika’da, Çin’de, Japonya’da farklıdır. Ama kültüreldir, güzeldir, topluma aittir. Ama Afrikalı yerli halktan birinin kendi kültürel kıyafeti vardır, dövmesi vardır, boyası vardır, saç biçimi vardır; o ona aittir, kültüreldir ve çok güzeldir. Ama onu alıp endüstriyel bir modaya dönüştür, orada çirkinleşir.
Şöyle diyebilir miyiz, güzelliğin de bir amacı var. Araçsallaşınca özünden çıkarılmış oluyor.
Araçsallaştığında, pazara sunulduğunda çirkinleşmeye başlıyor. Ama kendi kültürel ve toplumsal dokusu içerisinde o güzelliğin yarattığı çok güzel değerler var. Yani o ahlakı da besler. Etikle bütünleşmiş olan güzellik ahlakı besler. Sanat, bir resim, bir heykel, bir mimari yapı, edebiyat, sinema neden bu kadar önemlidir? Çünkü sanat güzellikle ilgilenir, güzeli anlatmaya çalışır. Bununla birlikte ahlakı da ortaya koymaya çalışır. Güzelliğin sanatsal ifadesi insanı büyütür, ufkunu büyütür, ahlaki dünyasını genişletir, anlam katar. O güzellik senin anlam dünyana yeni anlamlar katar. Senin ahlakını daha da güçlendirir, derinleştirir, seni insan yapar. Güzellik sadece kaba fiziksel bir şey değil. Güzellik anlamı yaratıyor. Güzelliğin çekiciliği var. İnsan güzel olan her şeye bakmak ister. Güzel olan şeye daha yakın olmak ister. Bu güzellik etikle de birlikte olduğunda bu insanı yüceltir.
Günümüze gelirsek; hem kapitalist sistem açısından soruyorum hem de erkek egemenlikli sistem açısından. Bu sistemlerin etik estetiği alış biçimleri nasıl oluyor? Aynı zamanda nasıl kadın ve topluma dayatıyorlar?
Kapitalist sistem hem erkek egemenlikli sistem hem de uygarlıkçı sistemlerin en son kuşağı olarak zirveleşmeyi ifade ediyor. Tabii gelişen bilimcilikle de birlikte iktidarcılık, sömürü gerçekliği hem kadın hem de toplum üzerinden daha zirveleşmiş ve inceltilmiş bir gerçekliği ifade ediyor. Kapitalist sistemin erkek egemenlikli zihniyetle birlikte topluma yönelimi, yaşama, ahlaka, kadına yönelimi çok kapsamlıdır. Kapitalizm şunu çok iyi biliyor; toplum demek ahlak demek; ahlak demek, kadın demektir; kadın demek yaşam demektir. Jin Jiyan Azadî diyoruz sürekli. Dünyada da şimdi evrenselleşti. Onlar da kadının yaşam ve özgürlük olduğunun çok iyi farkındalar. Ahlak ve güzellik olduğunu çok iyi tespit etmişler. Bu nedenle bu gerçeklik üzerine nasıl daha fazla hükümranlığını devam ettirsin, bu iradeyi ezsin, nasıl daha fazla bastırsın. Bunun üzerinden gerçekten ciddi yoğunlaşmalar var.
Özel savaş olarak tanımladığımız bir gerçeklik var. Devlet savaşları var; bir de 2. Dünya Savaşından sonra daha özelleşmiş, psikolojik savaş olarak ifadelendirdiğimiz daha sınırlandırılmış savaş realitesi olarak ifade edilirdi. Fakat bu özel savaş taşıdığı içerik itibariyle tamamen genelleşmiştir. Hem direnenlere karşı hem de tüm toplumsal kültür ve ahlaka karşı tam bir özel savaş yürütülmekte. Önderliğimiz bu durumu toplum kırım olarak ifade etti. Kadın kırımı, yaşam kırımı, ahlak kırımı olarak ifade etti. Dediğim gibi toplumu nasıl kırabilirsin? Ahlakı kırarak yapabilirsin. Ahlakı nerden kırabilirsin? Eğer kadını iradesizleştirebilirsen, kırabilirsen yapabilirsin. Gerçekten çok çarpıcıdır, kapitalizm neden Avrupa’da bir sistem haline geldi sorusu çok manidardır. O sistemin gelişim sürecine bakıyoruz, milyonlara varan kadınlar yakıldı, işkencelerle katledildi.
Önderlik şöyle bir ifade kullanıyordu: “O yakılan cadıların küllerinden aslında kapitalist sistem inşa edildi.” Ne oldu orada? O kadınlar katledilerek o toplumun ahlakı zayıflatıldı. Ahlak zayıfladıkça toplumun gücü kalmadı, direnme dinamikleri zayıfladı. Şüphesiz direniş yine devam etti ama alanı daraltıldı. Bu nedenle o formülasyonu bunlar çok biliyor. Yani ahlakı kırmak istiyorsan toplumun temel yaşam gücünü, özgürlüğünü kırmak istiyorsan önce kadını vuracaksın, önce kadına tecavüz edeceksin, önce kadını akılsız bırakmaya çalışacaksın, duygularını öldüreceksin, alanını daraltacak ve iradesini yok edeceksin. Bunu ne kadar yaparsan ahlak da o kadar zayıflıyor.
Peki kadını düşürerek, yok ederek ne yapmaya çalışıyor?
Kapitalist sistem tamamen paralaşmış bir sistem. Paranın tanrılaştığı bir sistem. Ne kadar paran varsa o kadar güçlüsün. Ne kadar maddi zenginliğin varsa o kadar güçsündür. Aslında güç dememek lazım, güç biraz daha farklı bir olgu. İktidar demek lazım. İktidar gücüsün, hegemon gücüsün. Bunun da sınırı yoktur. Daha fazla daha fazla, bunu yapabilmek için toplumun iradesizleşmesi, dilsizleşmesi, kültürsüzleşmesi lazım. Mesela biz dağda yaşıyoruz. Gerilla bakkal olmadan, dükkan olmadan, elektrikçi olmadan bütün yaşamını her boyutuyla örgütleyebilir. Ekmeğini taştan çıkarabilir. Doğal toplumlar da böyledir. Kimseye muhtaç kalmadan, kendi ekonomisini karşılar. Bu da ahlakın bir yönü. Bir şehre gidin, bir insan kendi gücüne dayalı olarak bir işi yapamaz. Elektriği gitse elektrikçi çağırması lazım, suyu gitse sucuyu çağırması lazım. Ekmek kalmasa ekmeğini yapamaz.
Bağımlı hale geliyor, yani yaratmayı unutuyor.
Senin iş yapma kabiliyetini ortadan kaldırıyor. Hatta tekniği o kadar geliştirmişler ki her şeyi düğmeye basarak yapıyorsun. Bu çok rahat geliyor. Ama bu rahatlık senin becerilerini ortadan kaldırıyor, çaresiz bırakıyor seni. Ahlaklı bir toplum her koşulda kendi çaresini üretir. Bu da politikadır işte. O toplum taştan ekmeğini çıkartır ama sen elinden her şeyini aldın, onun emeğini çaldın, emeğini bir de ona geri satıyorsun. Onu gönüllü köle haline getiriyorsun. İnsanı düşünemez, iş yapamaz hatta duygulanamaz hale getiriyor. Ama daha facia boyutları var. Şimdi Türkiye ve dünya gerçeğine kadın boyutuyla bakalım. 5 bin yıldır erkek egemenlikli, cinsiyetçi saldırılar, gelenekler, katliamlar hep vardır. Ama şimdi günübirlik sokak ortasında kadın cenazesi var.
Her gün senin şehrinde, sokağında ya da bir başka şehirde kadınlar ölüyor. Her gün tecavüze uğrayan bir kadın var. Her gün bu kadınlar şiddet görüyor, aşağılanıyor. Böyle bir toplum nasıl bir toplumdur? Böyle büyüyen bir çocuk nasıl büyür? Böyle bir gençlik böyle bir kadın nasıl bir kadındır? Her eksilen kadın ahlakı ne kadar eksiltiyordur? O kadın kendi iradesini ortaya koyamıyor. O toplum içerisinde kendini ifade edemez, sokağa çıkamaz, çalışamaz hale geliyor. Tecavüze uğramak çok aşağılayıcı ve vahşet bir durumdur. Buna maruz kalmıştır. Ahlaki bir irade ne kadar gelişebilir? Adım adım ahlak düşürülüyor. Televizyonlarda görüyoruz, bir erkek bir kadına saldırıyor, dövüyor diğer insanlar sadece bakıyor. Bu bir ahlaki ölçüdür değil mi? Ahlak nedir? İnsan insana yardım eder. Bu da bir namustur. Benim gözümün önünde birisi birisini öldürmeye çalışıyor. Sen orada müdahil olursun, çözmeye çalışırsın, engellemeye çalışırsın. Duyarsızlıktır işte.
Burada mülkleştirme, özel yaşam çok fazla ön plana çıkarıldığı için de algımızda böyle bir şey var. Dokunulamazmış gibi ele alınıyor.
O kadın zaten birinin ‘malıdır.’ Duygu ve duyarlılık da bu şekilde öldürülüyor. En hayati olaylar olur. İnsanlar sesini çıkarmaz. Bir ara Türkiye’de Tweeter engellenmişti; herkes nasıl tepki gösterdi. Tamam bu da bir iletişim aracıdır. Eleştirilerimiz olmakla birlikte insanların sosyal aracıdır. Şüphesiz protesto da edilebilir. Fakat ondan çok daha yakıcı sorunlar var, savaş sorunu var, hadi savaşı görmüyorsun ama senin yoksulluk, yaşam içerisinde ezilme sorunun var. Kendini ifade edemiyorsun. Bir şeyi eleştiremiyorsun, insan olarak yok sayılıyorsun. Duyarsızlaşma ahlaki dokunun zayıflatılmasıyla çok bağlantılıdır. Hem giderek duyarsızlaştırma hem de düşünsel anlamda daha da daraltma gerçekleştiriliyor.
2022 yılında İran’da Jina Eminî katledildi. Katledene de ahlak polisi deniliyor. Biraz da bununla bağlantısını kurarak bu bölümü böyle bitirmenizi istiyorum.
Gerçekten çarpıcı bir örnek. Kadın Rojhilat toplumunun ahlakını ifade ediyor. Anlaşılan o ki, onun da İran Rejimi’ne karşı duruşu var. Başörtüsünü takmayışı onu ifade ediyor. Direniş de ahlakın temel yönlerinden bir tanesi. Ne trajiktir ki sistem bir de bunun polisini oluşturuyor, ahlak polisini oluşturuyor. Ahlak böyle polislikle, güvenlik araçlarıyla zorla baskıyla oluşturulan bir şey olamaz. İlk sorunuzla birlikte tartıştığımız konu doğaldır yani. Doğalında oluşmuştur. Neolitik dönemde birilerinin elinde polis sopası vardı da, insanlı zorla sıraya koydu gibi bir şey yoktur yani.
Doğallığında insanın sevgisi, saygısıyla yaratımı üretimiyle etiğiyle estetiğiyle geliştirmiş olduğu bir gerçekliktir. Ahlak polisliği çok trajik ve ahlakın doğasına çok ters bir şeydir. Nitekim bu saldırıların gerçekleşmesi, toplumun Jîna Eminî’nin şehadetini büyük bir tepkiyle karşılaması, Rojhilatlı Kürtler ve diğer halklardan tüm insanlara yayılması bunun ne kadar ters bir şey olduğunu ortaya koydu. Toplum dedi ki sen ahlakı temsil etmiyorsun, biz temsil ediyoruz. Biz toplum olarak direnerek temsil ediyoruz.