HABER MERKEZİ – Şehit ÇİÇEK GABAR’ın kaleminden Önder Apo
Önderlik Özgürlüğü Yaşamaktır!
“İnsanın yaşadığı anılarını anlatması, hele hele Önder APO ile olan ilk buluşmasını, onunla yaşadığı ilk anları, ilk heyecanları, Önderlik gerçeğini anlatabilmesi gerçekten de olağanüstü güç bir durumdur. Bizler Önderliği diğer liderler gibi abartarak değil, en sade ve doğal halleriyle anlatmalıyız. Çünkü Onun yaşamı her zaman çok doğal, sade bir o kadar yaşanmaya, anlaşılmaya değer bir yaşamdı. Bu yüzden Önderliği olduğu gibi, hakikatine uygun bir şekilde anlatmak biz Önderlik kadrolarının en temel görevi olmalıdır. Ben de bu esas üzerinden anlatmaya, anlatırken hissetmeye çalışacağım.
Partiyle tanışmam çok küçük yaşlarda gerçekleşti. 1983 yılıydı. O zaman parti daha çok ‘APOCULAR’ ve ‘Talebeler’ olarak tanınıyordu. Her alanda olduğu gibi benim doğup, büyüdüğüm yerde de arkadaşlar Parti faaliyetlerinde bulunuyorlardı. O süreçte Firaz ve Sabri Ok gibi arkadaşlar bizim orada çalışmalar yürütüyorlardı. Birçok arkadaş şimdi şehit düşmüş. Benim Partiyle tanışmam ve katılımım bu arkadaşlar üzerinden oldu.
Ülkeye geldiğimde yaşım çok küçüktü. Daha çok Botan alanında kaldım. Burada bir süre gerillacılık yaptım. Önderlik ‘93 yılında eğitim için bir grup arkadaş istedi. Alandaki arkadaşlar isimleri belirledikleri süreçte içim içime sığmıyordu. Hep içimden beni göndermelerini diliyor ama bunu bir türlü dile getiremiyordum. Çünkü PKK’de insan, her zaman iyi şeyleri önce yoldaşları için ister ve kendisini önermez. Söz konusu Önderliği görmek olduğunda içim içime sığmıyor, kendimi önermemek için zor tutuyordum. Benim de diğer yoldaşlar gibi en büyük hayalim Önder APO’yu görmekti. Ama öneri yapmayı ahlaki olarak doğru bulmuyordum.
İsimler açıklandığında yüreğim büyük bir heyecan ile atıyordu. Adımı duyduğumda ise bütün dünya benim olmuştu. Arkadaşların çoğu eğitim için beni uygun görmüş, öneride bulunmuşlar ve önerileri kabul edilmişti. Bir süre sonra Suriye’ye geçtik ve arkadaşlar bizi beklediğimiz yerden aldılar. Arkadaşlar birkaç gün sonra bize Önderliğin geldiğini söylediler. Tabii ben Önderliği o kadar erken görebileceğimi hiç tahmin etmiyordum. Bir arkadaş yanımıza geldi ve Önderliğin bizleri beklediğini söyledi. Çok heyecanlanmıştık. Ben hala inanamıyordum, her şey bana rüya gibi geliyordu. Bizler daha yeni dağlardan inmiş, elbiselerimizi değiştirmiş, yeni arkadaşlarla tanışmıştık. O kadar macera yaşamıştık ama ben Önderliği bu kadar erken görebileceğimi, hayalimin bu kadar erken gerçekleşebileceğini tahmin etmiyordum. Birden kapıya dönüp baktığımda Önder APO’yu karşımda gördüm. Sıraya giren arkadaşlarla selamlaşmaya başladı. Ben hemen sıranın önüne geçtim ve Önderliğe doğru koşmaya başladım. Tüm arkadaşlar bana şaşkınlıkla bakıyordu. Kendimi hemen Önderliğin önüne attım ve ona sıkı sıkı sarıldım. Onu hiç bırakmak istemedim. O anı tam hatırlamıyorum ama herhalde Önderliği hiç bırakmak istemiyordum. O an yaşadıklarımın hayal mi, gerçek mi olduğundan emin olamıyordum. Hemen elimle kendimi sarstım ve anladım ki, yaşadıklarım hayal değil gerçekti. Önderlik ise, bana sarılarak “Tamam, tamam heyecan bitti” dedi. Sanırım Önderlik de o an benim heyecanımı hissetmişti. Kesinlikle hissetmişti ki, gülümseyerek; “ Tamam, tamam heyecan bitti. Artık Önderliğin yanındasın, heyecan bitti” dedi. Tüm arkadaşlarla tek tek selamlaştı, kucaklaştı. Yemek vaktiydi, arkadaşlar yemek sofrasını hazırlamışlardı. Hepimiz yemek için Önderliğin gelmesini bekliyorduk. Ben orada bulunan bir arkadaşa yaklaşarak, “ Önderlik nerede oturuyor?’’ diye sordum. Arkadaş yeri gösterince, ben koşarak hemen o sandalyenin yanına koştum ve Önderliğin oturacağı sandalyenin hemen yanına oturdum. Önderlik gelip oturunca, yemeklerimizi yemeye başladık. Daha sonra Önderlik; “iki okulumuz var. Bir Türkçe, bir de Kürtçe okuludur. Arkadaşları buna göre yerleştireceğiz” dedi. Bana dönerek, “heval sen Kürtçe okuluna git” dedi.
Kürtçe okuluna gittikten iki gün sonra arkadaşlar, “bugün Önderlik gelecek ve sizlerle tartışacak” dediler. Bizim sayımız çoktu. Bazı arkadaşlar Rusya’dan, bazıları Kuzey’den, bazıları ise Güney’den gelmişlerdi. Yani oldukça renkli bir grubumuz vardı. Bazı arkadaşlar da Avrupa’dan gelmişlerdi. Biz beş, altı arkadaş ise ülkeden gitmiştik. Bir baktık Önderlik kapıda bizleri bekliyor. Ben bir önceki görüşmeye oranla daha sakindim. Sıramda bekledim. Sıram gelince Önderliğin yanına gittim. Bana “daha sakin olmuşsun” deyince, ben de “evet Başkanım” dedim. Ama aslında çok fazla heyecanlıydım. Belki çok doğru bir tanımlama olmayacak ama hani insan küçük bir çocukken anne, babasına karşı bir duygu besler ve hep özlem duyar ya, öyle bir duyguyu yaşıyordum. Büyük bir ihtimalle Önderlik sahasına giden her arkadaş bu duyguyu yaşamış ve kendi kendisine “bu kadar arkadaş içinde Önderlik en çok benimle ilgileniyor, dünyada en çok sevdiği, en değer verdiği insan benim” demiştir. Fakat gerçek bu şekilde değildir. Bizim hissettiklerimiz Önderlik Gerçeğine ait hislerdi. Çünkü Önderlik tüm insanlara yaklaşımında değer vermeyi, insanı onurê etmeyi esas alırdı. Bu yüzden herkes bu duyguları hissederdi.
Daha sonra arkadaşlar bizlere çay getirdi. Arkadaşlarla tek tek konuşularak, tartışmalar yürütüldü. Her arkadaşa “kimsin, nerelisin, nasıl geldiniz?” sorularını soruyordu. Ben ise içimden en güzel kelimeleri, sözcükleri seçiyordum. Zaten daha önce heyecandan yemeği üzerime döktüğüm için çok utanmış, birazda gurur yapmıştım. Önderlik yanıma gelince kendime hemen bir çeki düzen vererek, dümdüz durdum. Yanıma yaklaşarak; “sen Çiçek arkadaşsın değil mi heval?’ diye sordu. Daha sonra kim olduğumu, nereli olduğumu, nasıl katıldığımı tek tek sordu. Katılım tarihimi söylediğimde çok şaşırdı ve “yaşın çok küçük, nasıl bu kadar erken katıldın?” dedi. Ben de yanımıza gelen eski arkadaşlardan etkilendiğimi, yine ailemin yurtsever olduğunu, bunların katılımımda etkili olduğunu söyledim.
Tabii sahaya gelmeden önce bazı arkadaşlar raporlarında benden bahsetmişler, Önderlik sahasında eğitim görmem için öneride bulunmuşlar. Benim bu rapor ve önerilerden haberim yoktu. Bu durumu Önderlik bana söyledi. “Gelen bazı raporlarda senin ismin var, arkadaşlar öneride bulunmuşlar, o Çiçek arkadaş sen misin?” diye sorduğunda şaşırdım. Çünkü benim böyle bir öneriden hiç haberim yoktu. Bundan dolayı ne söyleyeceğimi bilemedim. Bizimle aynı gruptan olan bir arkadaş; “önerilen arkadaş bu arkadaştır” dediğinde, Önderlik bana bakarak, “söyle bakalım, senin ne gibi bir özelliğin var ki arkadaşlar sahada eğitim görmen için öneride bulunuyorlar” dediğinde, “ bilmiyorum Başkanım” diyebildim. Önderlik gülerek; “iyi, sen iyi öğreneceksin, bir insan bilmiyorum diyebiliyorsa iyi öğrenir” dedi. Önderlik sahada gidip gelirken, ben de Önderlik bana ne soracak, ben ne cevap vereceğim diye düşünüyordum. Önderliğin bir özelliği de insanları rahat bırakıyor olmasıydı. İnsan kendisini onun yanında çok rahat hissediyordu. Öyle ki, insan sanki yıllardır onun yanında, yılladır onunla arkadaşmış hissine kapılıyor.
Birkaç kez sahada gidip, geldikten sonra yanıma gelerek saçıma dokundu. “Heval, senin saçın uzunmuş, buraya gelen her arkadaşa saçlarının neden kısa olduğunu sorduğumda; koşullar olmadığını, suyun, sabunun olmadığını söylüyorlar” ben hemen, hiç düşünmeden; “onlar doğru söylemiyorlar, imkânlar var. Yani bazen oluyor, bazen olmuyor ama imkânlar var” deyince, Önderlik yanımızdaki kısa saçlı arkadaşlardan birinin yanına gitti ve o arkadaşa “demek ki siz bazen doğru söylemiyorsunuz, niye saçınızı kesiyorsunuz. Bakın en eskiniz Çiçek arkadaş ama saçını uzatabilmiş” dedi. O an anladım ki, bunu orada söylememeliydim fakat o heyecanla söyleyivermiştim. İçimden ne geçmişse onu söylemiştim. Bana kaç defa çatışmaya katıldığımı, yaralanıp yaralanmadığımı, yanımda arkadaşların şehit düşüp düşmediklerini sordu. Bu soruları sorarken o kadar rahat ve doğal bir ortam yaratmıştı ki, insan kendisini yıllarca tanıdığı bir arkadaşıyla normal bir sohbet geliştirdiğini düşünüyordu. Botan’da bulunan tüm arkadaşları (o zaman Cemal arkadaş da Botan alanındaydı) tek tek sordu. Tanıdığı, uzun süre görmediği tüm eski arkadaşları tarif ettiğimizde hemen tanıdı. Onların durumlarını öğrenmeye, bizlere Partiyi iyi öğretip, öğretmediklerini anlamaya çalıştı. Bu durum benim dikkatimi ve ilgimi çok çekmişti. Önderlik bir kez bile gördüğü arkadaşları hiç unutmuyor, onların durumunu hep soruyordu. Daha sonra bizlere eğitime nasıl katılacağımızı, kendimizi nasıl eğiteceğimizi, Partiyi nasıl tanıyacağımızı anlattı. Yine koşulların kısıtlı olduğunu belirterek; ‘‘herkes benim yanıma gelmek istiyor. Fakat arkadaşlar benim hangi koşullarda olduğumu bilmiyorlar. Ben ülkemde değilim, başka milletlerin ülkesindeyim. Burada koşullar çok sınırlı, arkadaşlar bu koşulları bilmiyor” dedi. Gerçekten de öyleydi. Ben de o an’a kadar bu gerçekliğin çok farkında değildim. Koşulları, imkânı olan, kendi topraklarında olan bizlerdik. Başkalarının ülkesinde sınırlı koşullarda devrim çalışması yürüten, küçük imkânları büyük koşullara dönüştüren ise Önderliğin kendisiydi. Önderlik bir yandan Türk devletinin, bir yandan Suriye devletinin yoğun baskıları olmasına rağmen, o dar koşullarda, küçücük imkânlarla binlerce arkadaşı eğitiyor, kadro yaratıyor, devrim için gece-gündüz çalışıyordu. Önderlik eğitim başladığında fırsat buldukça geleceğini, çözümleme yapacağını ama önemli olanın bizlerin katılımı ve katkısı olduğunu, en yüce insanın kendisini eğiten ve bilmediğinin farkında olarak hareket eden, kendini bilen insan olduğunu belirtti. Bana okul okuyup, okumadığımı sordu. Okumadığımı söylediğimde, Önderliğin bana neden okumadığımı, anne ve babamın beni neden okula göndermediğini soracağını düşündüm ama öyle olmadı. Tam tersi Önderlik; “önemli değil, sistem zaten okuyan bireyle daha fazla oynamış, onların içine daha çok sinmiş, belki sistem sizde çok oturmamış, yer edinmemiş fakat sizlerin öğrenmek için çok çaba harcamanız gerekiyor. Zaten bilmemek ayıp değil, öğrenmemek, kendini geliştirmemek imkânları doğru kullanmamak ayıptır. Okuyanlar kendi halkı, ulusu için okumamış; onlar sistem için, sistemin çıkarları doğrultusunda okumuşlar” dedi. Bu bende büyük bir özgüven yarattı, kendi kendime ‘demek ki, sistem okulunda okumamak ayıp olan bir durum değilmiş’ diye düşündüm.
Bir süre sonra arkadaşlar bize, özellikle ülkeden gelen eski tecrübeli arkadaşların Önderliğin güvenliğini tutacağını söylediklerinde bu beni çok şaşırtmıştı. Ben nasıl Önderliği korurum, buna gücüm yetmez ki diye düşünüyordum. İnsan teknik anlamda düşünürse bu iş çok kolay bir şeydir. Alırsın eline silahı, güvenlik tutarsın. Ama öyle değildi. Önderlik demek, bir halkın varlığı, geleceği demekti. Onun güvenliğini tutmak beni biraz korkutmaktaydı. Daha doğrusu kaygılandırmaktaydı. Bizimle konuşan arkadaşa “heval, benim için biraz erken, ben biraz daha kalayım, Önderliği tanıyayım, sonra başlarım” dediğimde, arkadaş gülerek; “ yok heval erken değil, yeni gelen her arkadaş aynı şeyi söylüyor. Sen hiç kaygılanma zamanla öğrenir, alışırsın” dedi. Bu şekilde Önderliğin güvenliğine girdik. Bir hafta sonra Önderlik geldi. Halk gelmişti ve onlara toplantı yapılacaktı. Önderlik akşam orada kaldı. Saat 5’te ben nöbetçiydim. Önderlik sabah uyanıp, merdivenlerden inince ben hemen esas duruşa geçerek, kendimi bir kenara verdim. Yanımdan geçerken bana ters ters baktı. “ roj baş Başkanım” dedim. Cevap verdi ama her haliyle yanlış bir şey yaptığımı bana hissettirmişti. Tekrar döndüğünde ben yine kendimi düzelttim. Sanırım Önderlik yeni olduğum için bir şey söylememiş, kendi kendime anlamamı beklemişti. Bir süre sonra tekrar nöbetçi olduğumda eğitim vardı. Yine Önderlik geçtiğinde kendimi bir kenara vererek, “hoş geldiniz Başkanım” dedim. Bir baktım Önderlik yanıma geldi, beni kolumdan tutarak, okulun kapısına kadar götürdü. Tabii ben daha çok küçüktüm, çocuksu bir yaklaşımım olduğu için Önderlik ideolojisine tam anlam veremiyordum. Biliyordum bir şey söyleyecek ama ne söyleyecek bilmiyordu. Kulağımı bıraktığında, “heval ben aşiret ağası, başbakan, devlet lideri değilim. Sizin gibi bir insanım ve sizin yoldaşınızım. Bana bu şekilde yaklaşmayın” dedi. Aslında orada bizi ideolojik olarak eğitmek istemişti. Bizleri bu şekilde eğitiyordu. İnsan hangi yönde yetersizlik yaşıyorsa Önderlik onun bu yönünü eğitiyordu. Herhalde bu dünyada en şanslı olan arkadaşlar, birebir sahaya gidip Önderlik gerçeğini orada gören, öğrenen arkadaşlardı. Tabii bu kesinlikle Önderlik sadece görülerek anlaşılır anlamına gelmez. Çünkü Önderlik salt fiziksel bir olgu değildir. Önderlik bir ruhtur, fikirdir, yaşamdır. İnsan ve doğa arasındaki, insanla insan arasındaki kopmaz bir bağdır. Daha doğrusu Önderlik özgürlüktür! Önderlik Özgürlüğü yaşamaktır! Önderlik insan özünün yarattığı güçtür. Toplumun ortak aklı, ortak vicdanıdır.”