HABER MERKEZİ- Kemal Söbe’nin kaleminden Kadın Sorunu Köklü bir devrim sorunudur
“Kadının hayatın merkezinden kenara itilmesi, önemsiz olarak görülmesi, iradesinin önemli oranda kırılması iktidar ve güç/egemenliğiyle ilgilidir. Devletin ve iktidarın erkeğin gücüyle anılması, kadını devlet ve iktidar karşısında silik bir duruma getirmiş, yaşam alanını daralmış ve yaşamsal rolünü kırmıştır, mutfak duvarları içinde, arka planda kalmasına yol açmıştır. Yani güçsüzleştirilenin hayat içinde bir etkisi ve yetkisi kalmamıştır. Bu durum, en çok ta kadının hayat içinde yaşadığı çok yönlü koşullardan anlaşılıyor. Genel insani ezilmişlik ve sınıfların varlığı, maddiyatın ve iktidarın en büyük değer olarak görülmesi hem kadının adeta nesne olarak görülmesine yol açmış hem de buna bağlı olarak insan toplumunu değersizleştirmiştir. Devletli sınıflı sistem, toplumsal niteliği yok etmiş, toplumsal emekle şekillenen toplumsal bireyi adeta toplumun canavarı yapmıştır. Aşırı bireysellik, bencillik, toplumsal değerlere son derece yabancılaşma, sadece para/mülk ve iktidar etrafında gezen, içi çürütülmüş birey/insan gerçekliği bunu ortaya koyuyor. İnsanın yaşamı, olumlu ve olumsuz insanın niteliğini belirler. Günümüz insanın hakikati mülkiyet ve iktidar etrafında şekillenmiştir ve insan bu hakikat içinde doğal hakikatini yitirmiştir. İşte bu koşullarda kadın daha çok değersiz hale gelmiştir. İnsan toplumunun, doğal komünal yapısının bozulması, insanın iktidar ve maddiyatın kurbanı olmasına yol açmıştır. Burada, kadın hem cins olarak hem de emek olarak çok ezilmiştir. Öyle bir noktaya kadar gelindi ki, kadın insan olarak bile görülmez oldu.
Devletli sınıflı sistem, yaşamın temel doğal dinamik öznesi ve gücü olan kadını erkeğin kulu ve kölesi haline getirmiştir. İnsan tür olarak ezildikçe, emeği gasp edildikçe, maddiyata ve iktidara kurban edildikçe, kadının bu ezilmişlikten aldığı pay korkunç boyutlarda olmuştur. Kadına hayatta, mutfak dışında bir yer bırakılmadı. Kadın adeta ücretsiz bir ev işçisi haline getirilmiş, çocuk doğurma makinası olarak görülmüştür. Bütün bu sorunları sadece kadının cins olarak ezilmesi sorunu olarak görmeyeceğiz. İnsanlığın bir bütünün ezilmesi, insanın iktidar ve maddiyata kurban edilmesini de beraberinde getirmiştir. Aile devletin ve toplumun mikro şeklidir. Devletin halka yaklaşımını, geleneksel erkeğin ailede kadına ve çocuklara yaklaşımını belirliyor. Çünkü evde devlet erkektir. Yani iktidar erkek olarak görülüyor. Bu koşullarda kadın silik ve önemsizdir. Bütün bu sorunların bir toplumsal ve zihniyet devrimi sorunu olduğunu iyi bilmek durumundayız. Dar sınıf eksenli bir değişimi aşan, geniş ve çok yönlü bir toplumsal devrimle ancak binlerce yıllık devletli sınıflı sistemin, insanın zihinsel ve kültürel dünyasında, ruhunda açtığı sorunlar ve tahribatlar çözüme kavuşur. İnsan toplumunun çok yönlü derin sorunları olduğunu ve teknolojinin kontrolsüz gelişimi ve kapitalizmin aşırı kâr amacı ekolojik dengeyi de bozmuştur, tabiat alarm veriyor. Kapitalizm sadece insanın değil, doğanın da dengesini bozmuştur.
İnsan doğal çığırından çıkmıştır, paranın/kapitalin esiri olmuştur. Her şey ve her ilişki kaba maddiyata bağlı olarak gelişiyor. Maddiyatı, insanca yaşamak için kullanan değil, maddiyatı kazanmak için yaşayan ve insani değerlerden uzaklaşmış vampirimsi bir insan türü peydahlanmış. Varlıklı olmakla var olunacağını düşünen bir ucube insan türü var. Oysaki insanın insani varlığı maddi varlıkla gerçekleşmez. Ancak binlerce yıllık devletli sınıflı sistemde oluşan ucube insan tipi, maddiyatı var olmanın temeli olarak görüyor ve buna yaklaştıkça insani değerlerden uzaklaşıyor. Maddiyatı yaşamak için bir araç olarak görme yerine, maddiyatla yapma, maddiyatla övünme ve bunun için birbirini ezme insanın en büyük zaafıdır. İnsan mülke ve iktidara bulaştıkça bir kayboluşu yaşadı. İnsan adeta pazarda satılan bir mülk haline geldi/getirildi. Herkese sahip olduğu maddiyata göre değer verilmesi ve maddi gücü hiç olmayanın insan olarak bile görülmemesi nasıl açıklanabilir? Yaşar Kemal’in ” o iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler, demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” demesi, insanın kendi insani değerlerinden uzaklaştığını anlatıyor. Eşya ve mülk kullanmak içindir. Ama eşya ve mülk değerliyse, insan değerli değilse, orada yaşam insani açından çoktan değerini kaybetmiştir. Bundan dolayı, sosyalizm insanın sosyal varlığının doğal olarak tekrardan yaşanılabilir hale gelmesidir. Sosyalizm sadece işçi sınıfı eksenli bir sorun değildir, bir bütünün toplumsal gelişim sorunudur.
Toplumun sosyal gelişimi ne ölçüde gelişim gösterirse kadın o ölçüde yaşam içindeki doğal özne olma rolünü tekrar oynayacaktır. Sadece 8 Mart’ta sokaklara çıkmak ve normal bir gün gibi kutlamayla kadın özgürleşemez. Kadın, ezilmişlikten bile çok öte bir durumu yaşıyor, adeta bir yok oluşu yaşıyor. Yani fiziki olarak var ama cins ve insan olarak var olması gerektiği gibi yoktur. Kadın erkek eşitliği, kadının hayatın içinde güçlü ve etkili olmasıyla olur. Kadının erkeğin karşısında karşıt bir güç olmak değil, erkekle birlikte el ele vererek birbirini tamamlamaktan söz ediyoruz. Kadın erkeğin kölesi ve cinsel objesi değil. Kadın erkek eşitliği, kapitalist sistemde gerçekleşemez. Sınıflı sistemden bu mümkün olmaz. Çünkü kadının yaşam içinde soyutlanması mülkiyet ilişkilerinin değişmesi, sınıfların oluşmasıyla, özel mülkiyetin ortaya çıkması ve iktidarın-egemenliğin ortaya çıkmasıyla oldu. Demek ki, bu koşulların köklü bir değişime uğramasıyla, mülkiyet ilişkilerinin toplumsallaşması, toplumsal eşitliğin olmasıyla kadın ve erkek eşit olabilir. Sınıflar ortadan kalkmadıkça, mülkiyet halklaşmadıkça, küçük bir sermaye sınıfının toplum üzerindeki egemenliği bitmedikçe kadın özgür olmaz, insanlar arasındaki ilişkiler, doğal insani temelde gelişecek, maddi çıkarlar temelinde değil. Mülkiyet ve maddi imkanlar ortak kullanılırsa, toplumsal öz yönetim kurulursa kimsenin kimseyle maddiyat ve iktidar temelli kavgası ve savaşı olmaz. İşte bu toplumsal koşullarda barış gelişir, insani ölçüler yaşamsallaşır. İnsanlar arasında insani ilişkiler ve demokratik kültür geliştikçe kadın ile erkek arasındaki ilişkilerde tümüyle insani bir format alır. Yani insan kültürel ve sosyal olarak olgunlaştıkça birbirine değer verir, kadına saygı olması gereken düzeyde olur hem kadın hem erkek birbirine saygılı olur. Önder Apo’nun, ”erkeğin öldürülmesi ” dediği, erkeğin kadın ve yaşam üzerindeki gücünün yok edilmesi, kadın erkek eşitliğinin gerçekleşmesidir, birinin diğerinin etkisi altına girmemesidir.
Yoksa kapitalist sistemde kadının, sitemin çarkı içinde girip erkekleşmesi kadın erkek eşitliği değildir. Eşitlik hayat içinde denk olmakla olur. Başkalarının ayaklarıyla yürüyenler aşamazlar, yerinde sayarlar. Kadın kendi ayaklarıyla yürümesini öğrenmelidir. Emeği ve gücü olmayanın etkisi ve yetkisi olmaz. Bakınız Kûrdîstan’da özgür kadın ordulaşması ve hayatın her alanında kadının aktifleşmesi gerçekleşiyor. Eşitlik için bir çabanın ve fedakarlığın olması gerekiyor. Kadın hayatın merkezine girecek ki etkisini gösterebilsin. Mutfağın ve evin duvarları arasında kalan bir kadın tabi ki gücünü ve iradesini kaybeder ve erkek egemenliğine açık hale gelir. Kadın hayatın her yerine girecek. Sosyal ve kültürel olgunluğa ulaşmış kadın ve erkek zaten hayatı paylaşırlar birbirlerine değer verirler. İşte bütün bunlar için bir zihniyet devriminin olması gerekmektedir. Hep politikleşme hem mülkiyeti ortak kullanma hem sevgi dolu olma, vicdanlı ve merhametli olma eşitliğin ve insanlığın temelidir. Devrim, vicdan, sevgi ve merhamet devrimi olmalıdır. Yeni insan dediğimizde, politikleşmiş, ahlaki, vicdan ve sevgi sahibi olmuş insandır.