BEHDINAN – Besê Hozat, yerel seçim süreçlerinde düzen partilerinin çok yoğun bir propagandayla algı çalışması yürüttüğüne, özel savaş propagandalarıyla Kürtlerin oylarını devşirmeyi hedeflediklerine işaret ederek, şunları kaydetti: “Kimse özel savaş elemanlarının kurduğu sözlere kanmamalıdır. Halkımız sandığa gitmeli, kendi iradesini, kendi değerlerini temsil edenlere oylarını vermelidir. Güneş kadar net olmalıdır.”
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesinde gelinen aşamayı, bununla bağlantılı Newroz’u, Türk devlet yetkililerinin Irak yetkilileriyle görüşmelerini ve yerel seçimleri değerlendirdi. Röportajın tamamı şöyle:
Öncelikle Önder Apo’nun Newroz Bayramını kutluyorum. Newroz dört parça Kurdistan’da, Türkiye’de, yurtdışında çok görkemli bir biçimde kutlandı. Ben halkımızın ve halkların Newroz gününü kutluyorum ve bu güçlü katılımı yürekten selamlıyorum. Yine Mazlum Doğan, Zekiye Alkan şahsında bütün Newroz şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Aynı zamanda Kahramanlık Haftası içerisindeyiz. Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz şahsında bütün devrim ve özgürlük şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.
Özgürlük hamlesi çok önemli bir aşamaya geldi. Gerçekten gelinen aşamada özgürlük hamlesi Önder Apo’yu evrensel bir önder haline geldi. Özellikle 10 Ekim’de dostlar öncülüğünde başlatılan hamle küresel bir düzey kazandı. Önder Apo’ya dönük dünya çapında ciddi bir sahiplenme gelişti. Önder Apo’nun paradigması, fikirleri çok ciddi anlamda dünya çapında yayıldı. Bu, beraberinde elbette güçlü bir sahiplenmeyi de getirdi. Bu anlamda yapılan konferanslar, çalıştaylar, konserler, uluslararası çapta önderliğin savunmalarının okunması, okuma günlerinin her yerde; Avrupa’nın birçok kentinde, birçok ülkesinde düzenlenmesi, çok yaygın bir biçimde Önderlik savunmalarının okunması, düşüncelerinin anlaşılmaya, kavramaya çalışılması Önderlik eksenli, özgürlük eksenli çok önemli bir gündem yarattı.
ÖNDER APO’NUN ÇİZGİSİNDE BÜYÜK BİR DİRENİŞ VAR
Bununla birlikte hamlenin toplumsal boyutu da eş zamanlı olarak gelişti. Her yerde halkımız sürekli ayaktaydı. Toplumsal mücadele, toplumsal direniş devam etti. Özellikle son aylarda bu konuda da ciddi bir yükseliş yaşandı. Bakurê Kurdistan’daki özellikle Özgürlük Yürüyüşü çok anlamlıydı. 1 Şubat’ta başladı, 15 Şubat’a kadar devam etti. Serhat’tan başlandı; Wan’a, Dersim’e, oradan da en son Amed’de zirve yaptı. Gittiği her yerde çok ciddi halk buluşmaları, halk toplantıları gerçekleştirildi. Tarihi yerler, halkımız açısından büyük bir manevi değer taşıyan, halkımızın kutsallık, büyük değer atfettiği birçok yer ziyaret edildi. Özellikle Özgürlük Yürüyüşü özgürlük hamlesinin derinleşmesinde, büyümesinde, bu yönlü oluşan gündemin yoğunlaşmasında çok önemli bir rol oynadı. Bu yürüyüşün siyasal toplumsal etkisi çok güçlü oldu. 17 Şubat’taki Köln yürüyüşü çok görkemliydi. Bir bakıma Özgürlük Yürüyüşü’nün Avrupa’daki ayağıydı. Hem özgürlük yürüyüşü, hem Avrupa’daki Köln yürüyüşü, hamlenin toplumsallaşmasında çok önemli bir sıçrama, bir başlangıç oluşturdu.
Bir de hamleyi değerlendirirken insan şunu değerlendirmeden geçemiyor. Yıllardır Strasbourg’da özgürlük nöbet eylemi var. Haftalık olarak sürekli yurtseverlerimiz, dostlarımız birbirinden devralarak yıllardır bu eylemi sürdürüyor. Özgürlük hamlesi, 25 yıldır uluslararası komplo geliştiğinden beri başlayan bir süreçtir. “Güneşimizi Karartamazsınız” fedaileri çizgisinde gelişen bir mücadele, direniş süreci var. Kesintisiz sürdü. Bu mücadele ve direniş 10 Ekim’de başlayan hamleyle de küreselleşti. Strasbourg’daki özgürlük nöbet eylemi de özgürlük hamlesinin küreselleşme sürecinde Önderlik fikirlerinin, Önderlik gerçeğinin, önderlik felsefesinin, ideolojisinin dünya toplumuna taşınmasında çok önemli bir rol oynadı. Bu anlamda kutluyorum. 620’inci haftasına da girdi. Çok büyük bir emek verildi.
Yine bu son aylarda -üç ayı aşıyor- analarımızın Adalet Nöbeti eylemleri var. Amed baştan olmak üzere birçok kentte, Kurdistan’ın birçok kentinde hatta Türkiye’nin de bazı kentlerinde bu eylemler gelişti. Bu da çok ciddi bir toplumsal duyarlılık oluşturdu. Özgürlük hamlesine çok ciddi bir katkı sundu. Gerçekten analarımız toplumumuzun özgür ahlakı ve vicdanıdır. Bunu eylemleriyle de ortaya koydular. Toplumun vicdanına hitap ettiler. Çok ciddi bir bilinçlenme, uyanış, harekete geçiş yaşandı. Ben bu eylemi de selamlıyorum.
Zindanlarda 4 aya yakındır fedai çizgisinde bir direniş var. Ben yoldaşlarımızın bu direnişini de selamlıyorum ve kutluyorum. Baştan itibaren yıllardır zindandaki yoldaşlar işkence koşullarında, savaş koşullarında büyük bir direniş gösteriyorlar. Fedai çizgide büyük bir adanmışlık örneği ortaya koyuyorlar ve yıllardır da özgürlük hamlesinin her dönem bir parçası oldular, katıldılar. Çeşitli dönemlerde çok etkili öncülük yaptılar. İşte Leyla Güven’in öncülüğünde 2018’de başlayan süreç gerçekten büyük bir etki yarattı. Şimdi aynı çizgide, aslında 14 Temmuz fedai direniş çizgisinde, Önder Apo’nun çizgisinde büyük bir direniş var. Ben bunu da selamlıyorum. Bu da hamleye büyük bir güç kattı, hamleyi güçlendirdi. Bunlar tabii ki anlamlıdır.
Yine gerilla direnişi baştan itibaren böyledir. On yıllardır zaten büyük bir gerilla mücadelesi var. Kürt Özgürlük Mücadelesi, toplumsal mücadele, siyasi mücadele bir bütün gerilla direnişi mücadelesi ekseninde bu kadar boyutlu derinleşti mücadelemiz. Halklaştı, toplumsallaştı, artık yenilmez bir mücadele haline geldi. Bu anlamda gerilla her zaman olduğu gibi, özellikle bu 8 yıldır topyekûn soykırım savaşının geliştiğinden bu yana çok büyük bir kahramanlık ve direniş geliştiriyor, çok güçlü eylemler yapıyor. Düşman tüm tekniğiyle, tüm imkanlarıyla yöneliyor. NATO’nun da desteğiyle, işbirlikçi-hain güçlerin de, KDP’nin de desteğiyle, direkt bu savaşın içerisinde yer almasıyla bu kadar imkanla düşman yöneliyor. Fakat gerillayı geriletemiyor, gerillayı zayıflatamıyor, direniyor ve düşmana da büyük darbeler vuruyor. Bu çok anlamlıdır. Bu özgürlük hamlesinin gelişmesinde, güçlenmesinde, gelişmesinde, gündemi bu kadar doldurmasında gerillanın bu direnişinin de büyük bir etkisi oldu. Ben bunu da selamlıyorum. Kutluyorum yoldaşları.
ÖZGÜRLÜK HAMLESİ KİTLESELLEŞEREK GELİŞECEK
Hamle şimdi çok önemli bir aşamaya geldi. Özgürlük Yürüyüşü, Köln Yürüyüşü, şimdi milyonların katıldığı, ayağa kalktığı Newroz, özgürlük hamlesinin ikinci aşamasının başlangıcını ifade ediyor. Dolayısıyla startı oluyor. Ve biz buradan görüyoruz ki artık bundan sonra özgürlük hamlesi çok daha güçlü toplumsallaşarak, kitleselleşerek gelişecek. Gerilla da rolünü tabii ki güçlü oynayacak. Halkımız her yerde direnişte olacak, bu direnişi büyütecek. Aynı zamanda hukuksal mücadele, diplomatik, siyasi mücadele hamlenin temel bir ayağı olarak gelişecek ve büyüyecek. 2024 yılında hamle zafere ulaşacak.
Şu anda hamlenin geldiği aşama ikinci aşamadır. İkinci aşamaya da çok görkemli bir toplumsal direnişle giriş yaptık. Bu aynı zamanda bu hamlenin bir zafer hamlesi olacağını, Önderliğin sağlık güvenlik ve özgürlük koşullarını sağlayacak bir sonuç ortaya çıkaracağını; bu da aynı zamanda Kürt sorununun demokratik çözümünde Türkiye’nin demokratikleşmesine de çok önemli bir zemin ve iklim ortaya çıkaracağını çok net bir biçimde ortaya koydu. Zaten Önder Apo’nun özgürlüğü demek Kürt sorununun çözümü demektir, Türkiye’nin demokratikleşmesi demektir, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi demektir. Dolayısıyla bu mücadele Önder Apo ekseninde gelişiyor. Bu mücadele kendisiyle birlikte bir demokrasi devrimini de ortaya çıkaracaktır, geliştirecektir. Bundan sonraki süreçte daha güçlü bir biçimde bu hamleyi yürüteceğiz.
BU SÜREÇTE ÖZEL SAVAŞ ÇOK YOĞUNLAŞTIRILMIŞ
Tabii bu gündem kapsamında dikkat çekmek istediğim önemli bir konu da var. Önder Apo büyük bir tecrit, izolasyon, işkence, soykırım sistemi altındadır. 25 yıldır kesintisiz bir tecrit var, baskı var. Gerçekten bir işkence sistemidir İmralı’daki sistem. Son üç yıldır da dışarıyla hiçbir bağlantısı yok. Avukatlarıyla görüşemiyor, aileyle görüşemiyor. İmralı’da ne oluyor, ne bitiyor; kimse bilmiyor. İzlenen politikalardan şunu biliyoruz. Bir soykırım savaşı yürütülüyor Kürtler üzerinde. Ve bunun merkez üssü İmralı’dır. Bu soykırım savaşının merkez üssü İmralı’dır. İmralı’da Önder Apo üzerinde büyük bir baskının olduğunu, çok ciddi dayatmaların olduğunu biliyoruz. Özellikle Önder Apo üzerinde baskıların seçim süreçlerinde çok daha fazla yoğunlaştığını biliyoruz ve mevcut durumda bu faşist iktidarın söylemlerinden, uygulamalarından anlıyoruz ki, İmralı’da Önder Apo üzerinde çok büyük bir baskı ve dayatma var. Önder Apo bu baskıları ve dayatmaları kabul etmiyor, reddediyor. Önder Apo bu baskıları, dayatmaları reddettiği için de tecrit ağırlaştırıyor. Ve aynı zamanda kararlaştırılan bu tecrit, mutlak tecrit, bu faşist iktidar tarafından Kürt halkına karşı, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı bir koz olarak, bir siyasi araç, bir özel savaş aracı olarak kullanılıyor, pazarlık konusu yapılıyor. Bu, seçim süreçlerinde çok daha fazla yapılıyor. İşte bazı hain, işbirlikçi, özel savaş elemanı, hain tipler var. Bu dönemlerde de konuşuyorlar. Geçen gün ben bir haini de dinledim. Konuşuyordu. Kendisi zaten özel savaş elemanıdır. Diyor ki, “Öcalan ılımlı, olumlu bir noktadadır, sorun PKK’dedir. Sorun özgürlük isteyen, özgürlük mücadelesi yürüten Kürt’tedir. Yani onlar da Öcalan gibi bir yaklaşım içerisinde olsalar, çözümün önü de açılır. Yeni bir süreç de başlayabilir. Bunu söyleyen hain, AKP’nin milletvekili, AKP’nin adamıdır. Madem ki diyorsun, Öcalan olumlu bir çizgidedir, o zaman bu İmralı’daki mutlak tecrit nedir? Üç yıldır ne ailesi ne de avukatları görüşüyor. Yani diyelim bu iktidar Önderliğin yaklaşımını, Önderliğin duruşunu kendisi açısından olumlu görüyor -ki öyle diyor, AKP adına konuşuyor, yani iktidar adına konuşuyor yani öyle değerlendiriyor- peki yıllardır süren bu mutlak tecritte izolasyonu nasıl ifade ediyorsun, nereye koyuyorsun, nasıl değerlendiriyorsun? Ne yapıyor? Özel savaş yapıyor. Bir özel savaş elemanıdır. Kontradır. Halkın kafasını karıştırmaya çalışıyor. Onun gibi yapanlar çok sayıdadır. Ben bir kişi şahsında biraz somutlaştırdım. Kafaları bulandırıyor, bir beklenti yaratıyorlar. Özellikle seçim süreçlerinde bunu çok yapıyorlar. Böyle kafa karışıklığı yaratarak, beklenti yaratarak Kürtlerden oy devşirmeye çalışıyorlar. Ya da başarabilirse Kürtleri sandığa götürmeye çalışıyorlar. Esasta da oy devşirme, AKP’ye dönük yine beklenti yaratma. Bu süreçte de özel savaş çok fazla yoğunlaştırılmış. Halbuki bu iktidarın politikası ortadadır. Önder Apo’nun bir sözünün dışarı çıkmasını bile istemiyor. Topluma yansımasını istemiyor. Çünkü Önder Apo’nun her bir sözünün toplum üzerinde yarattığı etkiyi biliyor.
İMRALI’NIN DURUMUNA BAK, TÜRKİYE’Yİ ANLA
Önder Apo’nun gücünün farkındalar, etkisinin farkındalar. Bunun farkında oldukları için ve bundan korktukları için mutlak tecrit uyguluyorlar. Tamamen izole ediyorlar. Dışarıyla tümden iletişimini kesiyorlar. Tek bir sözünün bile dışarı çıkmasını istemiyorlar. Çünkü o sözün toplum üzerinde yaratacağı büyük etkiyi biliyorlar. Demokratik kamuoyu üzerinde yaratacağı büyük etkiyi biliyorlar. Demokratik siyaset üzerinde yaratacağı büyük etkiyi biliyorlar. Türkiye’nin demokrasisine hizmet edeceğini biliyorlar. Türkiye’de demokrasi istemiyorlar. Şimdi Önderlik üzerindeki bu hukuksuzluk olmasa, bu antidemokratik uygulamalar olmasa, bu faşizm olmasa Türkiye’de hukuk olur. Önderlik üzerinde her türlü hukuk dışı uygulama olduğu için, hukuk kuralları uygulanmadığı için, yasalar uygulanmadığı için Türkiye’de hukuksuzluk var, adaletsizlik var. Yolsuzluk, hırsızlık almış başını gidiyor. Türkiye mafyanın, uyuşturucu tacirlerinin karargahı, merkezi haline gelmiş durumdadır. Tecavüzcüler serbest bırakılıyor. Hiçbir cezai yaptırıma tabi tutulmuyor. Uluslararası hukuk ayaklar altına alınmış. Zaten uygulanmıyor. Kendi hukukunu da uygulamıyor. Kendi hukukunu uygulasa İmralı’da bazı şeylere dikkat etmek zorunda. İmralı’da da hukukun uygulanması lazım.
O yüzden İmralı’da hukuk uygulanırsa Türkiye’ye de hukuk gelir. İmralı’ya adalet gelirse Türkiye’ye de adalet gelir. İmralı’ya dönük ahlaki, insani bir politika, yaklaşım geliştirilirse Türkiye’deki siyaset de biraz temizlenir. Biraz daha etik bir siyaset yapılır. Şimdi İmralı’da ne hukuk var, ne ahlak var, ne vicdan var ne de insanlık namına bir şey var. İmralı’nın durumuna bak Türkiye’yi anla. Şimdi durum budur. O yüzden hiç kimse bu özel savaş elemanlarının yaptığı bu özel savaş propagandalarına asla aldanmamalıdır. Ben halkımızın zaten bunlara kulak astığını hiç düşünmüyorum şahsen. Ama olur ya, böyle bazıları dinlemek isteyebilir. Toplumun çeşitli kesimleri, bazı siyasi kesimler… Asla bu olmamalı. Bu tiplerin hepsi özel savaş elemanıdır. Özel savaş yapıyorlar. Oy devşirme peşindeler. Bu iktidar topyekûn bir soykırım savaşı Kürtler üzerinde yürütüyor. Seçim sonrasında da bu soykırım savaşını ısrarlı bir biçimde sonuca götürmenin planını yapıyor, hazırlığını yapıyor. Bütün diplomatik, siyasi çalışmaları, hazırlıkları, askeri hazırlıkları bu temeldedir. Seçim sonrasıyla birlikte bu topyekûn savaşı daha da derinleştirip, savaşı daha da derinleştirip soykırım savaşını sonuca götürme hazırlığı çalışması içerisindedir. O yüzden bu özel savaş propagandalarına karşı elbette duyarlı olmak lazım. Bu Önder Apo’ya da bir saldırıdır. Önder Apo şahsında Kürtlere saldırıdır, Kürtlere hakarettir. Bu özel savaş elemanlarının özel savaş propagandalarının, politikalarının her yerde çok ciddi bir biçimde teşhir edilmesi, ifşa edilmesi ve buna karşı güçlü bir mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Bu da hamlenin bir parçasıdır. Hamleyi zayıflatmak için bu tür şeyler yapılıyor. Buna karşı da çok güçlü bir ideolojik, siyasi, toplumsal mücadele gerekiyor.
KÜRT HALKI TÜRK HALKLARINI DA NEWROZ HALKI HALİNE GETİRECEK
Son yılların en görkemli, en güçlü Newroz’udur 2024 Newroz’u. Gerçekten her yerde milyonlar sel olup meydanları doldurdu. Meydanları adeta bir insan denizine dönüştürdü. Dört parça Kurdistan’da da böyleydi, Bakur’da, Rojhilat’ta da çok coşkulu, çok görkemli geçti. Rojava’da çok görkemli geçti. Kobanê, Qamişlo, Hesekê’de, her yerde çok görkemliydi Ramazan olmasına rağmen güçlü bir katılım oldu. Kandil Newroz’u da güçlü geçti. Newroz günü sürekli uçaklar dolaştı, bazı yerleri de bombaladılar zaten. Fakat ona rağmen gerçekten katılım çok iyiydi ve Kandil Newroz’u da başarıyla sonuçlandı.
Tabii bu yılın en görkemli Newroz’u Bakur ve Türkiye’de oldu. Özellikle mesela Wan Newroz’u gerçekten çok görkemliydi. Cizre Newroz’u çok görkemliydi. Urfa’yı dün izledik, çok görkemliydi. Zaten Amed zirve yaptı. Amed’de çok görkemli bir Newroz gördük, Kurdistan’ın birçok kenti öyleydi. Siirt’te de gerçekten görkemli geçti. Batman birçok yer, Mardin, Mardin’in ilçeleri, Dersim’de güçlü geçti Newroz bu yıl. Serhat da öyle. Mesela bu yıl ilk defa Türkiye kentlerinde gerçekten çok görkemli Newroz kutlamaları oldu. Mesela İstanbul adeta Amed’le yarıştı. Marmara’nın böyle yanı başında adeta bir insan denizi oluştu. Çok görkemliydi, insana coşku, heyecan veren bir Newroz oldu İstanbul’da. İstanbul’un dışında da Bursa’da kutlandı, Edirne’de kutlandı, Balıkesir’de, Manisa’da, İzmir’de, İç Anadolu’nun birçok yerinde kutlandı.
Kürt halkı zaten Newroz halkıdır. Newroz halkı ne demektir? Zulme, sömürüye, işgale, faşizme, baskıya başkaldırıdır, isyandır. Özgürlük duruşudur, özgürlük tutumudur. Halkımız bu duruşu çok güçlü bir biçimde bu Newroz’da ortaya koydu. Şunu gördük; Kürt halkı bir Newroz halkıdır. Ama bu Newroz halkı, Türk halklarını da Newroz halkı haline getirecek. Her Newroz, insan şunu çok iyi hissediyor ve görüyor. Her Newroz gerçekten toplumda ciddi bir değişim, dönüşüm, gelişme ve özgürleşme düzeyi yaratıyor. Bu Newroz’da da böyle. Nasıl iki adımda halkımızın ben değiştiğini, dönüştüğünü ve özgür geçtiğini gördüm ve hissettim. Kürt halkı, adım adım Türkiye’de de Türkiye toplumunu değiştirecek, dönüştürecek. Newroz ruhunu Türkiye toplumunda da mayalandıracak, onu yeşertecek, büyütecek, Türkiye toplumunu da özgürleştirecek. Özgürleşen Kürt halkı, Türkiye toplumunu da özgürleştiren bir sonuç ortaya çıkaracak. Kürt halkındaki dönüşüm Türkiye toplumunu da dönüştürüyor, değiştiriyor ve özgürleştiriyor. Bu çok önemlidir.
NEWROZ’DA BİR PARÇA KURDISTAN OLUŞTU
Bu Newroz’da şunu gördük. Newroz’da gerçekten Türkiye’de bir parça Kurdistan oluştu. Türkiye’de Newroz’a katılanlar sadece Kürtler değildi. Demokrasi güçleri katıldı, demokratik birçok kesim katıldı, etnik inanç, kültür gibi birçok kesimden grup katıldı, sol, sosyalist, demokrat birçok kesim katıldı. Aslında gerçek Türkiye budur. Halklar bahçesidir. Bu çok önemliydi tabii.
Bu Newroz’un verdiği çok önemli mesajlar vardı. Özellikle sekiz yıldır kesintisiz bir biçimde devam edegelen bu soykırım savaşına, inkar-imha siyaset ve konseptine halkımız çok güçlü bir irade, tutum ortaya koyarak, biz buna geçit vermeyeceğiz dedi. Sizin bu politikanız artık çökmüştür, iflas etmiştir, dedi.
Sekiz yıldır aralıksız bir biçimde Kurdistan’da soykırım politikası uyguluyor. Kürtlere karşı topyekûn bir savaş yürütüyor bu faşist, bu sömürgeci, soykırımcı devlet. Tüm seçilmişleri zindana doldurdu. Yurtseverleri zindana doldurdu, aktivistleri zindana doldurdu. Kültür alanına saldırdı, basın alanına saldırdı, şehit ailelerine saldırdı. Ekonomik alanı çökertti. Kurdistan’ın doğasını çökertiyor. Kurdistan’ı yoksullaştırıyor. Büyük bir ekonomik kırım var, soykırım var. Çok bilinçli, sistematik bir biçimde Kurdistan’da yoksulluğu, açlığı derinleştiriyor. Kürtleri göçertmeye çalışıyor. Kurdistan’ı Kürtsüzleştirme, insansızlaştırmaya çalışıyor. Şimdi biliyoruz, Kurdistan’ın birçok yerinde binlerce genç göçü artıyor. Yani özel savaş merkezleri çok yoğun çalışıyor. Bütün bu saldırılara rağmen Newroz’da halkımız, milyonlar meydanlara ve sokaklara doldu, sel gibi, deniz gibi aktı. Bu politika boşa çıkmıştır, çökmüştür, dedi. Şu ortaya çıktı; bu sekiz yıllık soykırım politikası iflas etmiştir. Sonuçsuz kalmıştır. Sonuç alamamıştır. Kürtlerin iradesini kıramamıştır, Kürtlere boyun eğdirememiştir. Kürtleri teslim alamamıştır. Kürtler dimdik ayakta ve isyandadır. Bu çok önemli bir mesajdır. Faşist, soykırımcı sömürgeci devlete ve iktidara karşı çok önemli bir duruştur, tutumdur. Yüzyıllık politikaların çöküşüdür. Newroz’da ortaya çıkan bir temel mesaj da budur.
Bu çöktürme planının çöküşünü biz Newroz alanlarında bir kez daha çok çarpıcı bir biçimde gördük ve halkımız, “bizim irademizi Önder Apo temsil ediyor. Önder Apo bizim irademiz, önderimizdir. Kürt sorununun demokratik çözüm adresidir” diyerek dünyaya, dosta, düşmana bunu bir kez daha gösterdi. Bütün meydanlarda milyonlar Bijî Serok Apo, Önder Apo bizim irademizdir, Önder Apo, çözümün, demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin, onurlu barışın adresidir, muhatabıdır, dedi. Kimse özel savaş propagandaları ile özel savaşla farklı böyle hesap kitaplarla çeşitli planlar, hesaplar içerisine girmesin. Hepsi boşa çıkar, hepsini boşa çıkartırız, dedi halkımız. Bu çok önemliydi tabii.
TOPLUMSAL DİRENİŞE GİRİŞ YAPTIK
Yine meydanlarda her yerde Jin, Jiyan, Azadî sloganları yükseldi. Kadın özgürlük mücadelesinin, kadın özgürlük devriminin toplumu nasıl değiştirdiğini, dönüştürdüğünü, toplumsal direnişi ne düzeyde beslediğini, güçlendirdiğini çok çarpıcı bir biçimde bu Newroz’da da gördük. Kadınlar bu Newroz’da da en öndeydi. Gerçekten Newroz’a rengini verdi, sesini verdi, karakterini verdi. Bu Newroz’un karakterini, niteliğini, özgürlük düzeyini, kadınların bu yüksek katılımı belirledi. 8 Mart’ın ruhu Newroz’a çok güçlü bir biçimde yansıdı.
Biliyorsunuz, 8 Mart da çok güçlü kutlandı gerçekten. Kurdistan’da, Türkiye’de kadın hareketi güçlenmiş, toplum üzerinde de etkisi ciddidir. İktidarı d,a siyaseti de çok ciddi zorluyor. Bunu çok çarpıcı bir biçimde Newroz’da da gördük. Ulusal birliğin gelişmesinde ulusal duygunun derinleşmesi ve ulusal bilincin pekişmesinde bu Newroz çok önemli bir rol oynadı. Bir bakıma bunun resmiydi. Her yerde böyle. Farklı düşüncesi de olabilir, farklı bir bakış açısına da sahip olabilir. Fakat ortak ulusal değerlerde büyük bir buluşma gelişti. Biz bunu çok çarpıcı gördük. Ve esas olarak da tabii ki bunlar ortak ulusal değerlerdi, özgürlük ve demokrasiydi. Elbette Kürt sorunu çözümüydü. Bunun çağrısıydı, istemiydi. Bu Newroz’un elbette en çarpıcı mesajları böyle oldu ve özgürlük hamlesinin de böyle başlangıcını oluşturdu. Yani toplumsal direnişe giriş yapmış olduk. Öncesinde işte Özgürlük Yürüyüşü, Köln Yürüyüşü ve Newroz ile birlikte hamle daha da güçlü bir biçimde gelişecek ve mutlaka sonuca ulaşacak, zafere ulaşacak. Biz bunu bu Newroz’da da gördük.
TÜRKİYE’DE SEÇİM SÜRECİ BİR SAVAŞ SÜRECİ OLMUŞ
Bu seçimin hangi atmosferde, hangi siyasi, toplumsal iklimde yapıldığı önemli. Kesintisiz bir savaş var. Kurdistan’da soykırım, Türkiye halkları üzerinde bir savaş süre gidiyor. Bir faşist yönetim var Türkiye’de. AKP-MHP-Ergenekon faşist yönetimi var. Şimdi gerçekten bu faşist iktidar Türkiye’yi çökertti. Türkiye siyasi olarak çöktü, ekonomik olarak çöktü, ekolojik olarak çöktü. Türkiye’nin doğasını da, coğrafyasını da talan etti. Depremde gördük geçen yıl. Bu imar projeleriyle Türkiye kentlerini tamamen betona çevirmiş. Türkiye, Kurdistan’da şiddetli bir depremde kentler yerle yeksan oluyor. Şimdi belediyeler de öyledir. Bu yerel yönetim seçimleri de çok antidemokratik faşist bir atmosferde yapılıyor. Dolayısıyla aslında bir meşruiyeti yok. Bu seçimler demokratik bir seçim olmayacak. Şimdi yerel yönetim de bu iktidar açısından çok önemlidir. Daha önceki seçimde kaybettiği yerleri de almak istiyor. Yıllardır zaten yerel yönetimler gerçekten rantın merkezi olmuş. Rant, talan, yandaşa rant dağıtma, tüm zenginlikleri peşkeş çekme yerleri haline gelmiş. Hırsızlık, yolsuzluğun merkezi haline gelmiş bu sistem belediyeleri. Bu açıktır. Dolayısıyla bir de Türkiye’de öyle bir sistem var ki, merkeziyetçi bir sistemdir. Zaten ulus devlet sistemi en faşist haliyle Türkiye’de yaşanıyor. Belediyelerin iradesi yok, inisiyatifi yok, yetkisi yok. Her şey Ankara’dan belirleniyor. Ankara’da da bu faşist iktidar her şeyi kendi çıkarı temelinde belirliyor. Daha fazla zenginleşme, yandaşlarına daha fazla kazandırma, rant sağlama, rant alanları açma, peşkeş çekme, halkın bütün değerlerini, bütün malını, bütün zenginliklerini… Şimdi belediyeler de gerçekten rant dağıtma merkezlerine dönüşmüş. O yüzden de çok önemsiyorlar. Her yeri alacaklar, her yerde halkın değerlerini yandaşlarına peşkeş çekecekler. Yerel yönetimler ne kadar bu faşist iktidarın elinden çıkarsa bu faşist iktidar o kadar zayıflayacak. O yüzden paniğe girmişler ya. Özellikle mesela İstanbul’da yoğun bir panik var. Hayatın merkezi çünkü. Yani neredeyse Türkiye sermayesinin çeyreği orada. Kıyı kentlerin hepsi öyle aslında. O yüzden aslında Türkiye’de de mevcut durumda seçim süreci, bir savaş süreci olmuş. Gerçekten bir savaş var. Yani seçim meçim yoktur, bir savaş yaşanıyor yani. Bir iktidar savaşı yaşanıyor ve çok çirkin yaşanıyor. Hiçbir etik değer tanınmıyor. Siyaset çok kirlenmiş.
SİYASET DEĞİL TİCARET YAPILIYOR
Siyaset bile diyemiyorsun, zaten siyaset değil ticaret yapılıyor. Siyaset dedikleri kirli ticarettir, kirli pazarlıktır yani. Gerçekten siyaset kalmamış Türkiye’de. Kürtler dışında, demokrasi güçleri dışında temiz siyaset yapan, demokratik siyaset yapan, ahlaki siyaset, etik siyaset yapan yoktur, kalmamış. O kadar kirlettiler yani. Bu yüzden Türkiye’de halkımız yurtsever, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi adaylara oy vermelidir. Asla halkımızın oyları böyle bu kirli siyasete malzeme olmamalıdır. Bu çok önemlidir. Zaten demokratik siyasi parti de her yerde adaylarını çıkarmış. En temiz adaylardır. Yani en yurtsever, en demokrat, en özgürlükçü adaylardır. Temiz siyaseti onlar yapar. Temiz belediyeciliği onlar yapar. Bu önemli.
Şimdi Kurdistan’da da zaten bir soykırım savaşı var. Kurdistan’da seçim tamamen bir savaştır. Hem de bir soykırım savaşıdır. 8 yıldır sürekli kayyum atıyor. Kayyum nedir? Kayyum sömürgecidir, soykırımcıdır, işgalcidir. Gittiği her yeri zaten talan ediyor. Belediyeyi kaybedeceğini görüyor ya, şimdi o kayyumların hepsi belediyenin demirbaşlarını bile satıyorlar. Malını, mülkünü, her şeyini satıyor, talan ediyor. 8 yıldır Kurdistan’da hırsızlık, yolsuzluk diz boyu, rant diz boyu. Halktan çalıyor, yandaşlarına dağıtıyor. Kurdistan’da herkes aç, yoksul, işsiz. Bilinçli yapıyor bunu, irade kırmak için yapıyor, teslim almak, göç ettirmek için yapıyor. Bu kayyum politikası da soykırım politikalarının bir parçasıdır. Bu boyutu var.
Diğer taraftan bu da yetmiyor, bir de Hizbulkontra’yı harekete geçirmişler. Bunlar binlerce böyle insan katlettiler. Şimdi bu Hizbulkontra, Kurdistan’ın her yerinde topyekûn soykırım politikalarının bir parçası olarak mevcut durumda kendisini en etkili argümanı yapmaya çalışarak Kurdistan’da soykırım politikaları uyguluyor. Her yerde harekete geçmiş. Batman ile çok uğraşıyor. Bu Hizbukontra’nın aday çıkardığı kişiler her yerde Kürtçe konuşuyor. Kürtçe konuşarak milleti aldatmaya çalışıyorlar. KDP de Kürtçe konuşuyor. KDP Kürtçe konuşarak AKP-MHP- Ergenekon’la birlikte Kürt soykırımı yapıyor. Kürt soykırım politikalarının içinde yer alıyor. Şimdi KDP’ye bu haliyle Kürt diyebilir misin? Yurtsever diyebilir misin? Kürtlükle bir alakası var mı? Kürt soykırımı yapan bir güç, bir yapı, Kürtleri, çıkarlarını, değerlerini temsil edebilir mi? Zaten Kürtler değerlerini 100 yıldır, özellikle 50 yıldır mücadeleyle, direnişle, büyük bedellerle, bir sürü kayıpla can vererek, kan dökerek, acı çekerek, işkence yiyerek kazandı. Bu değerleri şu anda ortadan kaldırmaya, talan etmeye, gasp etmeye, üzerine konmaya ve asimile etmeye çalışıyorlar. Ve bunu Kürtçe kullanarak yapıyor. TRT 6 var. TRT 6, Kürtçe kullanarak Kürtleri asimile etmeye çalışıyor. Sistemiçileştirmeye çalışıyor, kültürel soykırım yapıyor. Kürtçe konuşarak kültürel soykırım yapıyor. Her gün Kürtlere küfrediyor, Kürtlere nasıl köle yapacağını, devletin hizmetine süreceğini, hizmetçisi yapacağının çalışmasını yürütüyor. Aynı şeyi Hizbulkontra yapıyor. Her yerde Kürtçe konuşarak soykırım savaşı yürütüyor AKP- MHP, Ergenekon’la birlikte. JİTEM’in yaptığını bu kontra yapıyor.
Utanmadan gitmişler, Dersim gibi Aleviliğin, Reya Heq inancının merkezi gibi bir yerde aday çıkarmışlar. Dersim, Alevilerin Reya Heq inancının merkezidir. Hepsi bu inançtan insanlardır. Onlara hakaret ediyor, küfrediyor. Bu bir küfürdür, bu bir saldırıdır, bu bir soykırım saldırısıdır. İşte 37-38 Tertelesi’nin mevcut faşist iktidardaki ve onun özel savaş aracı Hizbulkontra’daki ifadesidir. Şu anda Dersim’de yürütülen bir soykırım savaşıdır. Dersim halkı bu kontranın yüzüne tükürmelidir. Bırak gidip propaganda yapmayı, Dersim’e adım atmaya bile cesaret etmemelidir. Hizbulkontra adayları Kurdistan’a, Kurdistan kentlerine adım atmaya bile cesaret etmemelidir. Hepsi soykırım, hepsi asimilasyon politikaları, soykırım politikalarını geliştiren özel savaş elemanlarıdır, JİTEM elemanlarıdır. Onların Kürtlükle alakası yok. Kürtçe konuşarak Kürtçe diline de hakaret ediyorlar. Kirletiyorlar, kirletmeye çalışıyorlar. Kürtçe ile Kürt kültürünü asimile edecek, kültürel kırım yapacak, soykırım yapacak. Halkımız bunu görmüyor mu? Ben inanıyorum ki halkımız bunu görüyor. Halkımız buna da papuç bırakmayacak. En güçlü cevabı verecek, ben inanıyorum. Bu yerel seçimlerde, sandıkta hem bu soykırımcı sömürgeci faşist iktidara, devlete hem de özel savaş elemanları bu Hizbulkontra’ya ve diğer işbirlikçi hain kesimlere cevaplarını verecek. Ben buna inanıyorum. Halkımız da buna karşı mücadele ediyor, edecek ve en güçlü tutumu da ortaya koyacak.
EŞBAŞKANLIK SİSTEMİNE İKİLİ BİR SALDIRI VAR
Eşbaşkanlık sistemi siyasetin toplumun demokratikleşmesinde, özgürleşmesinde gerçekten çok belirleyici bir rol oynuyor. Dönüştürücü, değiştirici bir rol oynuyor. Eşbaşkanlık sistemi erkek egemen zihniyete, anlayışa, sisteme karşı geliştirilen bir sistemdir. Dolayısıyla erkek egemen zihniyeti, sistemi, ataerkil zihniyeti, sistemi reddediyor, kabul etmiyor, ondan bir kopuşu ifade ediyor. Ona alternatif, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir sistemdir. Şimdi bu sistemin başarıyla gelişmesi, oturması ve yürütülmesi için her şeyden önce bu sistemi geliştirmede sorumlu insanların egemenlikli geleneksel bakış açısından zihniyetten, anlayıştan tamamen kendilerini arındırmaları gerekiyor. Yani egemenlikli, geleneksel zihniyetten bir kopuşu yaşamaları gerekiyor. Bu çok önemlidir. Çünkü bu, erkek egemenliğine karşı geliştirilen bir sistemdir. Kadının özgürlüğünü, erkeğin özgürlüğünü, kadın erkek eşitliğini, özgürlüğünü esas alan demokratik siyaseti, yönetim biçimini, yaşam biçimini esas alan bir sistem oluyor. Bu sistemin gelişmesi için her şeyden önce bu sistem içerisinde yer alan erkek arkadaşların erkek egemen zihniyetten ve anlayıştan bir kopuşu, köklü bir kopuşu yaşaması lazım. Zihniyetlerinin demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi olması lazım. Anlayışlarının böyle olması lazım. Bu olmazsa bu sistemin önünde büyük bir engel oluşturuyorlar. Bu sistemi boşa çıkarmak için her türlü şeyi yapıyorlar. Erkek egemen anlayıştan kolay kolay vazgeçmek istemeyen bir erkek, eşbaşkanlık sisteminin gelişmesi önünde engel oluşturur, direnir. Çünkü erkek egemenliği anlayışla, zihniyetle yönetmek ister. Ama bu sistem böyle bir sistem değil. Bu sistem, zaten erkek egemenlikli bir anlayışla yönetme tarzını reddediyor. Özgür, eşit, demokratik bir yönetim biçimini, siyaset biçimini, yaşam biçimini esas alıyor, çalışma tarzını esas alıyor. Şimdi bu sistem geliştiğinden beri zaten ikili bir saldırı var. Bir devlet saldırısı var bu sisteme karşı. Sistem saldırısı var. Çünkü bu sistemin gelişmesi, siyasette de demokratik bir siyaseti ortaya çıkaracak. Toplumu değiştirecek, dönüştürecek. Değişen, dönüşen, demokratikleşen, özgürleşen toplum ve siyaset, devlet iktidar sistemini zorlayacak. Faşist, sömürgeci, soykırımcı politikaları, zihniyetleri, anlayışları zorlayacak, zayıflatacak. Bu korkutuyor devleti, iktidarları. O yüzden ne yapıyorlar? Saldırıyorlar. Dolayısıyla buna saldırı, kadın özgürlük çizgisine saldırıdır. Özgür kadına, özgür topluma, özgür siyasete, özgür yönetim tarzına saldırıdır. Devlet bunu yapıyor. Baştan beri bunu yaptı. O yüzden bütün eşbaşkanları zindana doldurdu. Kadın kazanımlarının hepsini kadınların elinden almaya çalışıyor. Önce eşbaşkanlık sistemine saldırdı, sonra İstanbul Sözleşmesini feshetti. Şimdi kendi anayasasında kadın lehine en ufak böyle yararlı bir şey varsa onu anayasadan, yasalardan çıkarmaya çalışıyor. Tüm gericilik kadın özgürlük çizgisi ve mücadelesi karşısında birleşti. Toplumsal mücadele ve direniş karşısında birleşti. Devlet bunu yapıyor. Bu anlamda saldırıyor eşbaşkanlık sistemine.
Ama bir de erkek saldırıyor yani. Egemen erkeğin de bir saldırısı var. Bu da devleti besleyen, devlet-iktidar sistemini besleyen güçlendiren bir saldırı biçimidir. O nasıl oluyor? O da erkek egemen zihniyetten vazgeçmiyor, anlayıştan vazgeçmiyor. Yönetim tarzından vazgeçmiyor. Kadınla ortak yaşamaya gelmiyor. Kadınla kolektif yaşamaya gelmiyor, paylaşmaya gelmiyor. Eşit, özgür, demokratik temelde ortak yönetime gelmiyor. Kendi tarzında ısrar ediyor. Egemenlik tarzında, bastırma tarzında, hegemonik tarzında ısrar ediyor, Tek olmak istiyor. Bu belediyelerde de yaşandı. Bu bütün alanlarda şu anda yaşadığımız temel bir sorundur. Erkek arkadaşlar erkek egemenliği anlayış ve zihniyetten vazgeçmediği için kadın arkadaşlarla birlikte özgür, eşit, demokratik bir yönetim ve çalışma tarzını esas almadığı için problem oluyor. Sürekli bir çatışma, sürekli bir tartışma, sürekli bir mücadele içerisinde bu süreç gelişiyor. Bu da işin doğasıdır.
EŞBAŞKANLIK MÜCADELESİ SADECE KADINLARIN MÜCADELESİ DEĞİL
Erkek, kolay kolay erkek egemenlikli anlayıştan elbette vazgeçmez. Kadının güçlü mücadele etmesi lazım. Özgürlük arayışı olan erkeğin çok güçlü mücadele etmesi lazım. Özgürleşmek isteyen, demokratikleşme isteyen toplumsal kesimlerin toplumumuzun çok güçlü bu sistemi sahiplenmesi, erkek egemenlikli ataerkil sisteme, cinsiyetçi kültüre, devlete, iktidara karşı mücadele etmesi lazım. Bu mücadele sadece kadınların mücadelesi olmuyor. En başta elbette kadınlar mücadele edecek ama bir de özgürlük arayışı olan erkeğin, toplumsal kesimlerin de mücadele etmesi gerekiyor. Yani gerekiyor ki sistem otursun, işlesin, başarılı olsun. Bu sistem başarılı olursa, kesinlikle toplumda ciddi bir dönüşüm, özgürleşme düzeyi ortaya çıkar, demokratikleşme düzeyi ortaya çıkar. Toplum özgürleşir, demokratikleşir. Artık bu faşist ulus devlet sistemleri, iktidar devlet sistemleri hükmünü sürdüremez, çözülür, dağılır gider. Yani halklar üzerinde de baskı kuramaz, faşizm uygulayamaz. Dolayısıyla eşbaşkanlık, eşit temsiliyet sisteminin kültür bileşkesi, yaşamsallaşması, sistemleşmesi, bir yönetim tarzı, bir siyaset tarzı ve anlayışı haline gelmesi demek. Cinsiyetçiliğin ortadan kalkması demek. Milliyetçiliğin, ırkçılığın, dincilik mezhepçiliği ortadan kalkması demektir. Toplumun özgürleşmesi, demokratikleşmesi, nefes alması demektir. Yani sadece nefes alması değil özgürce yaşaması demektir. Bu kadar önemlidir. Özgürlüğün gerçekten direnç noktasıdır. Ama maalesef bunu kavrayacak, anlayacak, ona göre de yaklaşacak bir erkek yaklaşımı ortaya çıkmamıştır. Bunu derinliğine kavrayacak, özümseyerek çok daha radikal, etkili mücadele edecek, yürütecek bir kadın mücadelesi de halen tam yeterli değildir. Bu konuda sıkıntılar var. Fakat bunu kesinlikle aşmak gerekiyor. Yerel yönetimlerde de toplumun demokratikleşmesinde de, siyasetin yönetimi demokratikleşmesinde de özgürleşmesinde de bu sistem çok önemli.
Şimdi de yerel yönetimlerde, Kurdistan’da demokratik siyasi partinin girdiği her yerde, yani demokratik ulus paradigmasını esas alan siyasi partinin seçime girdiği her yerde eşbaşkanlık sistemi esas alınıyor. Bunu kesinlikle özüne, felsefesine, anlayışına uygu olarak kesinlikle uygulamak gerekiyor. Bu çok önemli.
Belediyeler açısından şunu da belirtmek gerekiyor. Halkımız nasıl bir belediyecilik istiyor, görüyoruz. Halkın talepleri açık. Halk çoğulcu, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, çok kültürlü, çok dilli, toplumcu bir belediyecilik istiyor. Doğrudan kendisinin katılacağı, yönetime dahil olacağı, söz sahibi olacağı, kendisine ilişkin hizmetler konusunda, yerelin sorunları konusunda söz sahibi olacağı, irade sahibi olacağı bir belediye yönetim anlayışı istiyor. Yani bunu her yerde dile getiriyor. Bir belediye demokratik ve toplumcu olmazsa o belediye halkın yönetimi olmaz. O belediye demokratik, özgür, eşit bir biçimde halka hizmet de götürmez, adil olmaz yani. O yüzden toplumcu demokratik olan bir belediye yönetim anlayışı, halka da daha adil, eşit bir biçimde, herkese fark gözetmeksizin hizmet götürür. Gerçekten gerçek anlamda toplumcu bir belediye olur, halkçı bir belediye olur. Halkın talebi de istemi de budur. Böyle de olacağını düşünüyoruz. Çünkü Kurdistan’da demokratik siyasi parti adayların hepsi de bu vaatlerde bulundular. Vaatlerini yerine getirmeleri gerekir. Halk onlardan vaatlerini pratikte getirmelerini elbette bekliyor, uygulamalarını bekliyor.
Şöyle bir özel savaş da var; -basından takip ediyoruz- bazı AKP yetkilileri, özel savaş elemanları -biraz önce de bahsettiğim- Önderlik konusunda da onu yapıyorlar. Fakat yani şöyle de bir algı yaratmaya çalışıyorlar Geçen gün parti yetkilileri de değerlendiriyordu. Sevgili Tülay Hatimoğulları da dün bir televizyona katılmıştı, dinledik. Çok önemli değerlendirmelerde, çağrılarda bulundu. Orada da belirtti. Demek ki gerçekten ciddi bir durum. AKP çevreleri, yetkilileri Kürtlerde şöyle bir algı yaratmaya çalışıyor; işte 1 Nisan’dan sonra farklı bir süreç gelişebilir! Yani adeta şöyle şey yapmaya çalışıyorlar. İşte bu yerel seçimlerde Kürtlerin oylarını devşirmeyi hedefliyorlar. İşte AKP’ye oy verilirse seçim sonrası yeni bir çözüm süreci de başlayabilir, diyorlar. Çok yoğun bir propaganda ve algı çalışması, özel savaş çalışması yürütüyorlar Kurdistan’da. Bu çok tehlikeli. Tamamen bir özel savaştır. Seçim sonrası Kürtlerin yaşayacağı tek şey var; topyekün soykırım savaşının daha da derinleşmiş, yayılmış ve şiddetlenmesi biçimi olacak. Şu anda bu iktidarın bütün hazırlıkları bu temelde. Bu tür özel savaş propagandaları tamamen Kürtlerin kafasını karıştırmaya dönük beklenti yaratıp, kafa karışıklığı yaratıp oy devşirmeye dönük özel savaş politikalarıdır. Tamamen özel savaş politikalarıdır. Psikolojik harptir yani. Halkımız bunlara inanmıyor. Zaten uygulama ortadadır, politikalar ortadadır. Bunlar tamamen özel savaş uygulamalarıdır. Halkımız itibar etmiyor, biz inanmıyoruz. Biraz böyle kulak kabartan varsa da asla kulak kabartmalı. Bu soykırımcı, sömürgeci, faşist bir iktidardır. Ve kesinlikle bu soykırım politikasını da seçim sonrası bir-iki yıl içerisinde sonuca götürmek istiyor. Bu temelde çalışıyor, bu temelde hazırlanıyor. Kimse öyle farklı özel savaş elemanlarının kurduğu sözlere kanmamalıdır. Özel savaşın etkisine asla hiç kimse girmemelidir. Halkımız sandığa gitmeli, kendi iradesini, kendi değerlerini temsil edenlere oylarını vermelidir. Bu konuda hiçbir kafa karışıklığı yaşamamalı. Güneş kadar net olmalıdır. Su kadar zelal olmalıdır. Hepsi özel savaştır.
DEVLETLE SEÇİME GİRİLİYOR
Devlet, bu AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakı, Kurdistan’da bazı yerler üzerine çok daha önemle duruyor. O yerleri pilot alanlar olarak da belirlemiş. Bu seçimde gasp etmeye, el koymaya çalışıyor. Aslında kayyum politikası bu dönemde biraz daha biçim değiştirmiş. Bu süreçte de seçmen kaydırma biçiminde yapıyor. Her yere bir sürü böyle polis, jandarma, asker doldurmuş. Orduyu Kurdistan’a yaymış, her birini de seçmen haline getirmiş. Hayali seçmen de oluşturmuş. Zaten bir sürü hile hurda da yapacak. Bu çok açık. Bu yerleri de gasp etmeye çalışacak. Özellikle geçmiş seçimlerde oy oranlarının, oy farkının az olduğu yerler üzerinde çok daha önemle duruyor. Mesela Ağrı, Şırnak, Urfa, Kars üzerinde şimdi çok ciddi duruyor. Iğdır üzerinde ciddi duruyor. Siirt’e ciddi bir seçmen kaydırmış. Urfa üzerinde çok özenle duruyor. Şırnak’ın bazı ilçeleri öyle. Böyle bu alanlar üzerinde yoğunlaşıyor. Bin bir türlü yol yöntem geliştiriyor. Ben inanıyorum halkımız duyarlıdır. Siyasi partinin çağrılarına halkımız uymalıdır. Türkiye şehirlerinde ve metropollerinde olan bütün seçmenler yerlerine gitmeli, şehrine gitmeli, kasabasına gitmeli, oy kullanmalıdır. Buna kesinlikle uyulmalıdır. Bulunduğu yerde halkımız mutlaka ama mutlaka sandığa gitmelidir. Oyunu kullanmalıdır. Oyuna sahip çıkmalıdır, iradesine sahip çıkmalıdır. Sadece oy kullanıp geri gelmemelidir. Aynı zamanda sonuçlar açıklanıncaya kadar sandığa da sahip çıkmalıdır. Çünkü çok yoğun bir saldırı var, özel savaş var, hile var, tuzak var. Bütün bunları boşa çıkaracak olan halkımızdır. Halkımızın duyarlılığıdır, sorumlu yaklaşımıdır, katılımıdır, iradesine sahip çıkmasıdır, Oylarına sahip çıkmasıdır, oy kullanmasıdır. Bunlara kesinlikle dikkat etmek lazım. Tedbir budur. Biz halkımıza güveniyoruz. Halkımız kendisine güvenmelidir. Yoksa Kurdistan’da demokratik siyasi parti devletle giriyor. Öyle bir partiyle falan girmiyor. Bütün devlet partileri Kurdistan söz konusu oldu mu demokratik siyasi partiye karşı, Kürtlere karşı ittifak geliştiriyor. Bu çok açıktır. Devletle seçime giriliyor. Kurdistan’da bazı yerlerde bazı uzlaşmalar sağlamış olsalar bile, kim bilir o partiler bile alttan alta kendi tabanını yine devlet partilerine ayırabilir. O yüzden her yerde çok duyarlı olunmalı. Halkımız oy kullanmalıdır. Sandığa sahip çıkmalıdır. Türkiye şehirlerine gidenler kendi yerine gelmeli, şehrine gelmeli, kasabasına gelmeli, orada oyunu kullanmalıdır. Böyle bir fedakarlıkta bulunmalıdır. Çünkü seçimi bu düşman, bu devlet, iktidar bir savaş olarak ele alıyor. Kürtlere karşı irade kırma savaşı olarak, yeni bir kıyım politikası geliştirme biçimi olarak ele alıyor. Halkımız da buna karşı gerçekten direnmeyi, mücadele etmeli, iradesini çok güçlü bir biçimde tutumunu ortaya koymalıdır. Bu önemlidir. Bu temelde çağrıda bulunmak istiyorum.
TÜRK DEVLETİ İŞGAL, KATLİAM POLİTİKALARIYLA TEŞHİR OLDU
Sekiz yıldır bu faşist soykırımcı devletin, iktidarın yürüttüğü soykırım savaşı geldi, bir yerde tıkandı. Şu anda çok ciddi bir tıkanmayı ve çıkmazı yaşıyor. Aslında planları farklıydı. 2023 yılında bütün Medya Savunma Alanlarını işgal etmek istiyorlardı. Musul, Kerkûk gibi alanlarda da işgal geliştirmek istiyorlardı. Hem Başûr’da hem Rojava Kurdistanı’nda Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmak istiyorlardı. Dolayısıyla hedef Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmaktı. Irak ve Suriye üzerinde de hegemonyasını kurmaktı. Bu anlamda işgalci, yayılmacı, neo Osmanlıcı emperyalist bir politika yürüttüler. Bu çok açık. Ve en geç 2023’te de bunu sonuçlandırmak istediler. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Her şey böyle masa üzerinde çizilen haritalara, planlara göre gitmiyor. Geldi, gerillanın görkemli direnişine çarptı. Halkın görkemli, kesintisiz mücadelesine, direnişine çarptı. Tıkandı kaldı. Çıkmazdadır. Bu çıkmazı da aslında aşmak istedi. 2022-23 boyunca sürekli kimyasal silah kullandı, yasaklı silah kullandı. KDP bu savaşın içerisinde yer aldı ,her biçimiyle yararlanmak istedi. Bu savaşı da meşrulaştırmak istedi. Meşrulaştırmak için de KDP zaten hiçbir şeyi ardına koymadı. Elinden geleni yaptı fakat yine sonuç alamadı. Çok teşhir oldu. Kullandığı yasaklı silahlar, kimyasal silahlar gündeme girdiği teşhir oldu. Çok sıkıştı, zorlandı devlet.
Diğer taraftan da bir işgal harekatı var. Bir sürü sivil katletti, köyleri bombaladı, köyleri boşalttı. Sivil yerleşim yerlerini gerçekten yerle bir etti. Rojava’da halkın yeraltı yerüstü kaynaklarını bombaladı. Petrol kuyuları, gaz, gaz tesisleri, elektrik tesisleri, matbaası, bir sürü gıda fabrikası siviller, sivil asayiş, çocuk, kadın, yaşlı, genç, sivil demeden katletti. En son Süryani savaşçılarını katletti. Tam bir soykırım savaşı yürütüyor. Yani İsrail şu anda Filistinlilere karşı Gazze’de ne yapıyorsa Türk devleti sekiz yıldır Kürtlere karşı iki kat soykırım yapıyor. Son iki yıldır da bunu yoğunlaştırdı. O yüzden bu işgal, soykırım, katliam politikalarıyla da çok teşhir oldu. Şimdi mesela ne yapıyor? Biraz Irak’ı, YNK’yi de bu işin içerisine dahil ederse, İran’ı da, Amerika’yı da, herkesi de böyle işin içine dahil eder, açıktan desteklerini alırsa, bu yayılmacı, işgalci, soykırımcı politikalarına da biraz daha meşruiyet kazandırmış olacak ve böylece tepkileri frenleyecek. Kimyasallara karşı, yasaklı, silahlara karşı çok teşhir oldu. Biraz böyle bu yüzünü yumuşatacak. O yüzden şimdi bunları yapıyor.
Artık yürüyemiyor. Şimdi gerillanın taktik teknikte yakaladığı eylem kapasitesi, yakaladığı düzey onları daha fazla zorluyor. O yüzden öyle her türlü tekniği de kullanarak, KDP’yi katarak da sonuç alamıyor. O yüzden bu güçlerin de katılmasına ihtiyaç duyuyor. Hem biraz daha bu soykırımcı, yayılmacı, işgalci politikalarını biraz daha yumuşatmak, bunlara meşruiyet oluşturma, bu politikaları o örtüyle gizlemek ama diğer taraftan da bunların desteğini sağlayarak, her biçimiyle saldırarak kendince bazı sonuçlar almak istiyor.
Türk devletinin politikası çok açıktır. Kesinlikle Misak-ı Milli’dir. Bunu sağlayarak Irak üzerinde de nüfuzunu artırmaya, siyasi, ekonomik, askeri olarak hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Aynı politikayı Suriye’de yürütüyor. Suriye devletini de çetelerle tehdit ediyor. Elinde on binlerce çete var, işgal ettiği yerler var. Bunlarla tehdit ediyor. Böyle hegemonyasını Suriye üzerinde, Irak üzerinde bu biçimde de test etmeye çalışıyor. İşte DAİŞ’i de -son aldığımız somut bilgiler, yakalanan çeteler var, itiraf etmişler- örgütlemiş. Irak’a gönderiyor DAİŞ eylem yapsın diye. Irak’a karşı. Şimdi açığa çıktı, deşifre oldu. Muhtemelen bu Rusya’dakini de onlar yaptı. Açıklama da yaptık. Bizim düşüncemiz böyledir. İran’daki bombalama da Türk devletinin işidir.
AKP’nin elinde, Türk devletinin elinde bir sürü çete var. Binlerce, on binlerce çete var. Baştan beri zaten DAİŞ’le ilişki, ittifak içindeydi. DAİŞ’i geliştiren, güçlendiren Türk devletiydi. Şimdi de o ilişkisi sürüyor. Şimdi de almış DAİŞ çeteleriyle, diğer çetelerle örgütlüyor. Irak’ı dize getirmek için Irak’a karşı kullanıyor. İran’ı dize getirmek için İran’a karşı kullanıyor. Rusya’yı dize getirmek için Rusya’ya karşı kullanıyor. Amerika’yı Avrupa’yı dize getirmek için, herkesi kendi politikasına çekmek için, yani Kürt soykırım politikasına herkesin desteğini sağlamak için alıyor. Bu çeteleri herkese karşı kullanmaya çalışıyor.
Türkiye çete merkezi haline gelmiş, karargah haline gelmiş. Besliyor, büyütüyor, donatıyor, eğitiyor, önüne planlama koyuyor, her yerde eylem yaptırıyor. Devletleri kendi politikasına, soykırım politikasına destek verir pozisyona getirmeye çalışıyor. Taviz koparmaya çalışıyor. Şimdi Irak da biraz zorlanıyor. Ekonomik sorunları ciddidir, siyasi sorunlar ciddidir, toplumsal bunalım had safhadadır. İstikrar yok, su sorunu var, ciddi bir çölleşme var. Bütün bunları, Irak’ın bu zorlanmasını da görüyor; bundan da yararlanmaya çalışıyor.
OSMANLICI POLİTİKALAR IRAK’IN VARLIĞINI TEHDİT EDİYOR
Osmanlıcı politikaların, Irak’a hiçbir faydasının olmadığı, tam tersi Irak’ın varlığını tehdit ettiği ortadadır. Şimdi Irak’la anlaştığını söylüyor. Belki bu sıkışmışlık halinden kaynaklı. Bilemiyoruz hangi konularda nasıl anlaştılar? Belki bazı konularda anlaşmış da olabilirler. Onu biz halen pek bilmiyoruz. Fakat yani biz şuna inanıyoruz. Türkiye’nin ne Osmanlıcı, işgalci, yayılmacı politikaları Irak’ı tehdit ediyor. Irak’ın varlığını tehdit ediyor. Irak’ın bekasını tehdit ediyor. Hiçbir biçimde Irak’ın çıkarına değil, Irak’ın çıkarına olmayan, faydasına olmayan, Türk devletinin hegemonyasına hizmet eden bir politikayı herhalde Irak desteklemez, desteklememesi lazım. Bu siyaseten akıl kaybıdır.
Tarihsel olarak baktığında Türk devletinin gerçeği ortadadır, işgalcidir, yayılmacıdır, talancıdır. Yarın zeminini oluştursa, işgal ettiği yerleri ilhak etmek de istiyor. Zaten plan odur. Kesinlikle Misak ı Milli çerçevesinde işgal edip ilhak etmektir. İşte Türkiye’nin yeni yüz yılı dedikleri budur yani. O yüzden de biz Irak’ın da bu oyuna gelmeyeceğini düşünüyoruz. Bu oyuna gelmeyeceğini de açıkçası düşünüyoruz. Bu Irak’a zarar dışında hiçbir şey getirmez. Üzerinde de yoğun baskı uyguluyor. YNK’yi de KDP çizgisine getirmeye çalışıyor. Teslim almaya, yurtseverlik çizgisinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Herkesi kendi bu soykırım politikalarını hizmetine sunmaya çalışıyor. Şimdiye kadar YNK’nin tutumu değerliydi. Biz YNK’nin bu tutumunda ısrar edeceğini düşünüyoruz. Yurtseverlik çizgisinde siyaset, yurtseverlik çizgisinde mücadele, kesinlikle YNK’yi Kurdistan’da çok itibarlı hale getirir, saygınlık kazandırır, güçlendirir. Böyle bir YNK bütün Kürtlerin nazarında da çok büyük bir değer ve saygı görür. KDP çizgisi hain bir çizgidir. Soykırıma ortak olan bir çizgidir. O çizginin Kürtlere bir faydası, yararı yok, o yüzden itibarsızdır. Değeri yoktur, saygınlığı yoktur.
Son olarak şunu da belirteyim. İçinde bulunduğumuz süreç Newroz olduğu için, bir türlü onun atmosferinden çıkamıyoruz. Onun coşkusu, heyecanı hepimizi halkımız gibi sarmış durumdadır. Dün izledik Frankfurt’ta, Paris’te de Newroz çok görkemli kutlandı. Urfa da dün Newroz yaptı. Urfa Newroz’u da çok önemliydi. Bundan sonra da bazı yerlerde daha kutlamalar sürecek sanıyorum. Bu temelde halkımızı selamlıyorum, halkımızın Newroz’unu kutluyorum. Frankfurt, Paris, Urfa Newrozlarını da kutluyorum. Gerçekten muhteşemdi bu Newroz’da hepsi. Herkesi özgürlük hamlesine güçlü katılmaya ve mutlaka bu hamleyi zafere götürmeye çağırıyorum.