HABER MERKEZİ- Diyarbakır zindanında işkence ve faşizme karşı 1982 Newroz’unda 3 kibrit çöpüyle gerçekleştirdiği eylem ile Newroz direnişçiliğini güncelleyen PKK Merkez Komite Üyesi Mazlum Doğan, Kürt ulusal ve toplumsal özgürlük mücadelesinde yeni bir dönem başlattı. Bu nedenle Mazlum Doğan “Çağdaş Kawa” olarak tanımlanırken, Newroz’u kahramanlık düzeyeni getirmesi nedeniyle de 21 Mart Kürt uluslaşmasında Kahramanlık Günü olarak kabul edildi.
Zindanda başlatılan kahramanlık, dağda gerilla mücadelesiyle siyasi ve askeri anlam kazandı. 15 Ağustos 1984 tarihinde Mahsum Korkmaz (Egîd) komutasında başlayan gerilla mücadelesi Kürdistan ve dünyaya yayıldı. Mahsum Korkmaz 28 Mart 1986 tarihinde Gabar Dağı’nda şehit oldu. Bu nedenle 28 Mart da “Ulusal Kahramanlık Günü” Mahsum Korkmaz da “Ulusal Kahraman”, “Kahramanlık Döneminin Sembolü” olarak adlandırıldı. 21-28 Mart arası da “Ulusal Kahramanlık Haftası” olarak ilan edildi.
Kahramanlık Haftası nedeniyle Mazlum Doğan’ın Diyarbakır zindanında yazdığı son mektubunu yayınlıyoruz.
MAZLUM DOĞAN KİMDİR?
Xarpêt’in Dep (Karakoçan) ilçesi Teman köyünde 1955 yılında dünyaya gözlerini açan Mazlum Doğan, ilk ve ortaokulunu Dep’te okur. Kaydını Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne yapan Doğan bu bölümü bitirdikten sonra, 1974 yılında Ankara Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü’ne kaydını yapar.
Burada Önder Abdullah Öcalan ve arkadaşlarını tanıyarak Kürt Özgürlük Mücadelesiyle katılır. Mücadelede aktif bir rol alarak Bakûrê Kürdistan’ın birçok alanında örgütleme çalışmaları yürütür. 30 Eylül 1979 günü Urfa-Mardin yolunda esir alınıp Diyarbakır 5 Nolu zindanına götürülen Doğan ağır işkencelere uğrar. Zindanda yapılan insanlık dışı uygulamalara karşı Mart 1981 yılında PKK’nin öncü kadroları açlık grevi başlatır.
43 gün süren açlık grevi direnişi faşist cunta rejiminin geri adım atmasıyla sonlandırılır. Ancak verdiği sözleri yerine getirmeyen zindan yönetimi aksine tutsaklara karşı işkenceyi arttırır. Tüm bu işkence, Türkleştirme ve teslim alma politikalarına karşı Mazlum Doğan, 21 Mart 1982 Diyarbakır 5 Nolu zindan hücresinde üç kibrit çöpüyle zindanı aydınlatarak, gerçekleştirdiği eylemle yeni bir direniş geleneği başlatarak, çağın Çağdaş Kawası olarak tarihe geçti.
Bu direniş tarihe ‘Dörtlerin Eylemi’ olarak geçen Ferhat Kurtay, Eşref Aynık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner’in 18 Mayıs 1982’de ‘Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ şiarıyla bedenlerini ateşe vererek fedai eylem gerçekleştirmeleriyle harlanır.
PKK Merkez Komite üyesi Mazlum Doğan, eyleminden önce kendi el yazısıyla iki adet pelur kâğıdı üzerine yazdığı 17 Şubat 1981 tarihli mektupla, Diyarbakır zindanında yaşadıkları koşulları ve direnişi dışarıdaki arkadaşlarına aktarıyor.
Küçük kahverengi bir bavulun içinden çıkan bu iki parça pelur kağıdına yazılmış mektubun bir bölümü daha önce Berxwedan ve Serxwebûn dergileri için daktilo edilmiş olsa da 2008 yılında ilk kez “Mazlum Doğan’ın son mektubu!” başlığıyla yayınlandı. Bu mektup 1980’lerin sonunda kahverengi bir bavul içinde bir kadına emanet edilmiştir. “Bu emanet benim yanımdayken bir gün bile rahat uyumadım” diyen kadın bugün hayatta değil.
Mazlum Doğan’ın Diyarbakır zindanında yazdığı son mektubunun tamamı;
Son günlerde üzerimizdeki baskı alabildiğine yoğunlaştı. Son olarak Hayri’yi koğuştan aldılar. Nereye, niçin götürüldüğünü bilmiyoruz. Fakat tahminimize göre bu hafta içinde iddianamelerimiz gelecek. Hayri’yi kitlemizden ve bizden tecrit etmek için Kolordunun emri ile akıp, tek başına bir hücreye kapattılar. Aldıkları zaman koğuştakilere “başka koğuşa götürüyoruz” demişler. Bu demektir ki, artık sürekli olarak hücrede ve kitleden tecrit edilmiş olarak kalacak.
Bu hafta içinde Hayrilerin kaldığı koğuşun bitişiği olan 9 ve 13. koğuş hepten boşaltılmış. Arkadaşlar tonlarca dayak atılarak hücreye atılmışlar. Yüne 19. koğuştaki Parti taraftarları da koğuştan çıkarılarak saatlerce dövülüp koğuşa götürülmüşler. Duyduğumuza ve tahminimize göre Parti taraftarlarının kaldığı ve sömürgecilerin uygulamalarına karşı direnişin sürdüğü diğer koğuşların da başına aynı şey gelmiş. Dayak yiyen arkadaşların kafaları kırılmış, falakaya yatırılan arkadaşların iniltileri ve feryatları bir hafta boyunca cezaevinde hiç eksik olmadı. Duyduğumuza göre dayak yiyen arkadaşların çoğu koma halinde imişler. Arkadaşlarda ne kol, ne ayak, ne kafa, ne de ağız burun kalmış.
Şimdilik biz altlı üstlü iki koğuş kaldık. Fakat bizim de dayaksız günümüz yok. Hele ziyarete, avukata, savcılık ya da mahkemeye götürülenlerimiz çok feci dövülüyorlar. Arkadaşlar ağız-burun kan içinde, sürünerek koğuşa yetişiyorlar. Üzerimizdeki maddi ve manevi işkence arkadaşları çok sarsıyor. Koğuşlarda kalan kitleye tamamen korku, tedirginlik, kuşku egemen. Zaten kitle denetimimizden çıkmış durumda. Özellikle Mazlum ve Yıldırım’ın altlı üstlü kaldıkları koğuşlar hariç diğer koğuşlarda tam bir teslimiyet hakim. Bizim sempatizanlarımız da kaldığı fakat yönlendirici arkadaşların olmadığı bazı karışık koğuşlarda artık tırşıkçılar, DDKD, Özgürlük Yolu vb. idareye boyun eğiyorlar. Açıkçası tahminimize ve aldığımız haberlere göre M ve Y arkadaşların koğuşları dışında idareye boyun eğmeyen koğuşlar kalmadı. Zaten yalnızca bizim koğuşlar direniyor. Dev-Yol, Ala Rizgari gibi vb. ise idareye isteksizce boyun eğiyorlardı. Şimdi zayıf direnmeler de yerini boyun eğmeye bıraktı (hücreler hariç).
Direnen son iki koğuşun hiçbir güvenceleri yok. Her gün, her saat alınıp dövülerek hücreye atılmayı bekliyorlar. Atılmasalar bile tamamen tecrit edilmiş durumdadırlar. Kendi kitlemizi bırakalım, diğer siyasetlerden bile herhangi bir koğuşla ilişki kurmalarına olanak yok. Fakat bu iki koğuş ta mutlaka dağıtılacak. Partiye bağlı direnen arkadaşlar hücreye atılacaklar.
Şu anda hücrelerde 500’e yakın arkadaşımız olduğunu sanıyoruz. Sayıları en az 300 olan bu arkadaşlar tam manası ile direniyorlar. Bu nedenle kendilerine kantinden ihtiyaç temin etmek, doktor, banyo vb. yasak. Her gün dayak yiyorlar. Toplam olarak 1000 civarındaki parti yandaşından geri kalanları farklı koğuşlara dağılmış durumdadır. Kadro düzeyindeki arkadaşların olduğu koğuşlar direniyor. (Bizim şu anda yalnız iki koğuştan haberimiz var). Diğerleri ise idareye, duyduğumuza göre boyun eğiyorlar. (Bu koğuşlar karışıktır). Yani ziyarete çıkarken, avukatla görüşürken, mahkemeye, savcıya giderken kol uzatıp hizaya giriyorlar. Komutla uygun adım yürüyorlar. Yemeklerde “ordu-millet var olsun” biçiminde dua okuyorlar. İstiklal marşı okuyorlar. “Ne mutlu Türküm diyene” diye slogan atıyorlar. vb…
Bizim idareye boğun eğen taraftarlarımız ya halktan sıradan kişiler ya da poliste çözülmüş kişiliksiz unsurlar. Bir kısmı ise kararsız-dürüst sempatizanlar. Bu son kesim korkudan ve koğuşlarındaki diğer kişilerden kopmamak için idareye boyun eğiyorlar. Çünkü teslim olmuş, kitle içinde tek tek direnen unsur çıktığı zaman çok hırpalanıyor. Bu arkadaşlar ise yeni geldikleri ve örgütsüz oldukları için direnemiyorlar. Hatta aynı koğuşta kalan arkadaşların bir ortak komün yaşantıları bile yok. Açıkçası mahkemelere bölünmüş ve yarısı (en az) teslimiyeti kabul etmiş olarak çıkacağız. Hapishanenin halihazır yapısı direnme eğilimini egemen kılmamızı çok zorlaştırıyor. En başta birbirimizden habersiziz.
İdarenin bize karşı güttüğü taktik çok ilginç ve basit. Bir kere bizi diğer siyasetlerden tecrit etmek, onların bizimle tavır almalarını önlemek için ne lazımsa yapıyor. Diğer siyasetlerin tümünü dayakla, tehditle, biraz da ılımlı davranarak teslim almış durumda. Özellikle DDKD tam idaresinin gözde koğuşu. Tırşıkçılara bile örnek gösteriliyorlar. Özgürlük yolu da DDKD’den farksız. Özgürlükçüler “idarenin her dediğini aynen yaparak işi laçkalaştırıyoruz. Böylece yürüyüş yapmak, ant okumak, marş söylemek önemsizleşiyor. Eski önemini yitiriyor” diyorlar. Açlık grevine dek direnen Dev-Yol ve Ala Rizgari ise istemeyerek de olsa artık boyun eğmiş durumdalar.
İkinci olarak bizi içten bölmek. Bu konuda da hayli başarı sağladılar. Sıradan sempatizanlarımızı ve halktan kişileri önemli oranda dayakla bizden koparmış durumdalar. Bunları ya diğer siyasetlerle ve sıradan kişilerle aynı koğuşa koyarak ya da koğuşlarda direnen insanları (kadrolarımızı) ayıklayıp hücreye atarak başsız bıraktılar. Maddi ve manevi işkence ile teslim aldılar. Bazısının yüreğinde direnme istemi olsa bile bu koşullarda aktif direnmeye dönüşmesi çok zor. Çünkü teslimiyet öyle bir yol ki bu yola giren ayrılamıyor.
Üçüncüsü gözaltından yeni gelen ve gözleri korkmuş arkadaşlar aynı koğuşlara düşseler bile bir araya gelip toparlanmamaları için sürekli dayak ve psikolojik işkence ile teslim alınıyorlar. Bunların direnen unsurlarla her türlü teması kesiliyor. Bu nedenle sorgulamadan yeni gelen acemi arkadaşlar idareye boyun eğmekten başka çare görmüyorlar.
İki aydır (açlık grevinin başından bu yana) bizim (DDKD dışındaki tüm koğuşların) radyo, TV, ısıtıcı vb şeyleri alınmış durumda. Satranç dama vb. eğlence araçları da dahil her türlü kültürel araçtan yoksunuz. Koğuşlarda küçük bir gazete parçası, kanun kitapları vb bile yok. 15 güne kadar bize haftada 4-5 gün gazete verilir ve sabah verilen gazete akşam alınırdı. Şimdi (dua okumadığımız için midir nedir bilmiyoruz) o da yok. Artık dış dünya ile hiçbir bağlantımız yok. Eskiden günde iki kişiye verilen bir ekmek şimdi üç kişiye veriliyor. Kantinden hiçbir ihtiyacımız karşılanmadığı için ekmek de alamıyoruz. Arkadaşlar açlıktan kıvranıp duruyorlar. Eskiden elbise gibi dışarıdan sigara da alabiliyorduk. Şimdi sigarasız da kaldık. İdarenin uygulamalarına boyun eğmemiz için yemek, ekmek, sigara, gazete havalandırma şantaj aracı olarak kullanılıyor. İki aydır çay, havalandırma, kantinden ihtiyaç temini, doktor vb. görmedik. İlaçlarımız da toplandığı için hasta arkadaşlar acıdan kıvranıp duruyorlar.
2- Urfa’da yakalanan Giresunlu Zeki Yılmaz arkadaş idam cezasına çarptırıldı. Zeki’nin idamına gerekçe gösterilen olayla ilgisi yoktu. Üzerindeki silah temizdi. Silah sonradan polisçe kullanılıp boş kovanları olayda kullanılan silaha aittir denilerek balistiğe gönderilmiş. Ayrıca Zeki poliste de olayı kabul etmemişti. Hatta 12 Eylül öncesi bırakılma durumundan söz ediliyordu.
Açıkçası Zeki’nin idam kararı tıpkı Orhan’ınki gibi kasıtlıdır. Sırf arkadaşın siyasal bir kadro oluşu idam kararına temel teşkil etmiştir. Yani bizim arkadaşlar hangi maddeden (450, 168 vb.) yargılanırlarsa yargılansınlar aslında 125. maddeye göre cezalandırılıyorlar. Kararlar hukuki değil siyasal oluyor. (Bu durum iç ve dış kamuoyunda deşifre edilmelidir).
Bir de bize olduğu gibi idam cezası almış arkadaşlara da eziyet ve işkence yapılıyor. Duyduğumuza göre arkadaşların ağzından sahte pişmanlık ya da itiraf belgeleri almaya çalışıyorlarmış. Fakat arkadaşlar direniyor, moralleri iyidir. Zeki karardan sonra “Yaşasın PKK! Kahrolsun sömürgeci-faşist TC., Yaşasın Marksizm-Leninizm” sloganları atmış. Bu nedenle mahkeme salonunda askerlerce dövülmüş. Hücreye geldiğinde arkadaşlardan tecrit edilerek tek koğuşa konmuş ve hayli hırpalanmış.
3- Bizim savunma hazırlıkları iki aydır durmuş. Eldeki metinleri de dağıtmıştık. Bir kesimini yaktık. PKK tarihi kısmını size göndermeye çalıştık. Elinize geçip geçmediğini bilmiyoruz. Çünkü dışarı göndermesi için verdiğimiz arkadaşın akıbetini bilmiyoruz.
– İddianameler elimize geçince, iddianameye cevap hazırlayacağız. Eğer fırsat bulursak (yani yazabilirsek) size de iletmeye çalışırız. Asıl savunma metnimizin ise ne olduğunu bilmiyoruz. Eğer elde kalmış ise tamamlarız. Dana doğrusu ne pahasına olursa olsun tamamlamaya ve size ulaştırmaya çalışırız. Fakat yukarıda belirttiğim gibi çalışma koşullarımız yok. Ne olacağımız, çalışmaya fırsat bulup bulamayacağımız belli değil. Sömürgeciler bizim siyasi tavır koymamızı, savunma yapmamızı önlemek için ne lazımsa yapıyorlar. Sabah akşam, gece gündüz göz altındayız. Gece saat 11’den sonra ayakta görülen adam koğuştan alıp götürülüyor, bir ton dayak ve işkenceden sonra hücreye atılıyor. Koğuşlar didik didik aranıyor. Öyle ki mektuplardaki pullar bile tek tek kaldırılıyor. Yani yazmak ve saklamak imkansız gibi bir şey. İdare ve gardiyanlar her türlü yazı ve yazılı şeye düşmanlar.
4 – Duyduğumuza göre Ankara’daki 11 arkadaşın ve Elazığ’daki arkadaşların dosyaları Diyarbakır’da imiş. Fakat iddianameleri henüz ortada yok. Tahminimize göre diğer bölgelerdeki arkadaşların da dosyaları Diyarbakır’da toplanacak, iddianameleri bizimki gibi Ankara’dan hazırlanıp gönderilecek. Karar ise Diyarbakır’da verilecek. Yani arkadaşlar Diyarbakır’a getirilmeyebilirler. Zaten karar demek cuntanın ve MİT’in kararı demek olacak. Hatta biz Diyarbakır cezaevindeki arkadaşların bile “huzursuzluk çıkarıyorlar” denilerek sorgudan sonra mahkemeye çıkarılmama tehlikesi var. Hedef savunma yapmamızı ve kamuoyunun oluşmasını engellemek ve bu arada çok ağır cezalar verip infaz etmektir.
Partiye bu konuda kamuoyunu oluşturmak ve davalarımıza dikkati çekmek için çok görev düşüyor. Biz elimizden geleni ardımıza koymadık ve asla koymayacağız. Birbirimizle (içte) ilişki kurduğumuz müddetçe kitlemizin parçalanmasına, düşmana boyun eğmesine, teslimiyete izin vermedik. Geceli-gündüzlü savunma için hazırlık yaptık. Bundan sonra da Partinin çıkarlarını ve prestijini yüksekte tutmak için ne lazımsa yapacağız. Bundan kuşkunuz olmasın. Fakat bu notumuzun son olacağından, artık sizinle ve cezaevindeki diğer arkadaşlarla ilişki kuramamaktan korkuyoruz. O zaman partiye propaganda materyali olarak kullanabileceği bir savunma materyali veremesek bile düşman karşısında Partiyi, ideolojiyi ve politikasını sözlü olarak savunmaya çalışırız. Suçumuz savunma metnini 12 Eylül öncesi hazır hale getirip, bir nüshasını size ulaştırmış olmamamızdır. Fakat o zaman içte (cezaevinde) arkadaşların eğitimi ile uğraşıyor ve savunma hazırlığını yalnızca geceleri ve çok gizli olarak yapıyorduk. Bu nedenle tamamlayamadık.
5- Dışarıdaki durumu bilmiyoruz. Bu nedenle herhangi bir öneride bulunamıyoruz. Fakat hissettiğimiz kadarıyla Cunta, Türkiye’yi ABD ve NATO’nun Ortadoğu’daki Truva atı haline getirme çabasındadır. Politikası Reagan ABD’sinin emperyalist Ortadoğu politikası ile çakışıyor. Cunta bölge gericiliği ile tam içli-dışlı olmuş durumda. Gördüğümüz kadarıyla Irak ya da Irak’taki muhtemel değişikliğe hazırlanıyor. Kerkük ve Musul’u gasp etmek için sabırsızlanıyor.
Azgın gerici ve saldırgan Türk cuntası, Partimize ve Türkiye’deki devrimci güçlere karşı saldırısını sürdürmeye devam edecek. İnsan haklarını hayasızca çiğnemeye ve halkımızı azgınca sömürmeye hız verecek. Çünkü Türk burjuvazisinin bunalımdan çıkış için baskı ve zulmü yoğunlaştırmaktan başka çaresi yoktur. Partimiz, cuntaya karşı hazırlığını, iç ve dış ittifaklarını bu durumu dikkate alarak geliştirmelidir. Bilinmelidir ki barış döneminde legalizm batağında gelişen sağ oportünist politikalar iflas etmişlerdir. Bir daha eski güçlerini toparlamaları imkansızdır. Parçalanacaklar ve güçsüz düşecekler. Bu nedenle DDKD, Özgürlük Yolu gibi teslimiyetçi siyasetçilerin şeflerinden çok tabanları, taraftarları mücadeleye çekilmelidir.
Şu anda sol maceracı anlayış da tehlikelidir. Partimizi yıpratır, gücümüzü dağıtır. Hazırlık ve toparlanma taktiği doğrudur. Acelecilik ve gözü dönmüş atılganlıktan çekinmek gerekir. Bizce örgütlenme, propaganda ve askeri hazırlık bir iki yıl sürmelidir.
Selamlar