HABER MERKEZİ- Ebdru Günay: JIN Dergisi
“Biz kadınlar bize dayatılan bu yaşam biçimine itirazlarımızın artık isyan düzeyine ulaştığı zamanlardan geçiyoruz. O nedenle bize reva görülen bu şiddet ortamına karşı mücadele ettiğimiz kadar aynı zamanda kendi hayatlarımızı kadın dayanışması ile yeniden inşa ediyoruz. Dizilerde gösterildiği gibi birilerine bağımlı olmadan, güçlü ve kararlı bir şekilde hayatlarımızı örgütlüyoruz
Günlük hayatta hangi toplumsal kesimden olursa olsun; yaş, cinsiyet, kimlik ve sosyal kültürel farklılık gözetilmeden televizyon en önemli medya araçlarından biri oluyor. Toplumsal rıza üretim ile değişim dönüşümde elbette ki etkisi yadsınamaz. Dijital medyanın da gelişmesi ile anlık, saatlik olarak kapitalist sistemin ve erkek aklının ideolojik saldırısı altındayız. Bu konudaki en önemli araç TV’ler ve TV dizileri.
Kadına yönelik şiddetin kadın kırım düzeyine ulaştığı toplumsal ortamda kuşkusuz televizyon ve medya araçlarındaki şiddet ve kadın düşmanlığı dili önemli bir role sahip. İktidarın erkek aklının yaratmaya çalıştığı “makbul kadın” profili için neredeyse bütün TV dizileri sözleşmiş gibi erkek egemen düzene hizmet ediyor. Her bir dizi, karakterleri ve diyalogları ile başlı başına ele alınması gereken erkek aklı ile yazılmış bir durum.
Egemen ve iktidar olmak tek başına yönetmek ile oluşacak bir şey değil. Aynı zamanda topluma biçim vermek, toplumsal cinsiyet rollerini inşa eden alanların oluşturmasını da hedefliyor. Erkek egemen sistem de bu saikten hareketle “makbul kadın” profili oluşturmada kendi egemenliğini inşa etmek için TV dizilerini en önemli araçlar olarak kullanıyor.
Dizilerdeki kadın karakterlerine şöyle bir bakalım;
– Her dizide vazgeçilmez erkekler ve onlar için birbiriyle yarışan, her türlü entrika ve kirli oyunu çeviren kadın karakterler ön plana çıkıyor. Bu karakterler dizilerin olmazsa olmazları arasında yer alıyor.
– Kadınların ezici çoğunluğu ne iş yaptığı belli olmayan, karakterler. Erkeklerin ezici çoğunluğu ise plazalarda çalışan patronlar! Mesleği olmayan kadınlar, patron erkeklere bağımlı ve bu nedenle erkeklerin her türlü şiddetini normal gören en nihayetinde her yapılanı affeden ve idare edenler olarak karşımıza çıkıyor.
– Zorla evlendirilmeyi, kaçırılmayı, her türlü psikolojik şiddeti bir sevgi nişanesi olarak gören ve sürekli erkeklerin yaptıklarını normal gören kadın karakterler mevcut.
– Her dizide anneliğin nasıl bir fedakârlık gerektirdiğini, kadının adeta çocukları için kendini yok saydığı, her türlü şiddete katlandığı sahneler göze çarpıyor. Hürriyeti tehdit, cana kast, gibi birçok suçun gerçekleştiği ve normal görüldüğü sahneler söz konusu.
– Erkek şiddetinde sınır tanımayan, hatta erkeklerin aklına gelmeyecek şiddet yöntemlerini de öğreten düzeyde olmaları dikkat çeken başka bir durum. Kadınların sürekli kaçırıldığı, çocuklarıyla tehdit edildiği, yine boşanmak isteyen kadınların akıl sağlığının bozuk olduğunu göstermek için her türlü düzenbazlığın tezgahlandığı, bunda da kadınların erkeklere yardımcı olduğu sahneler ekranlardan eksilmiyor.
– Her büyük ailede bütün “kötülüklerin anası” bir anne karakteri oluyor. Oğullarını kadınlara yedirmemeye yeminli, yine son dönemin trend psikolog sahneleri olan dizilerde ise travmatik tüm insanların hayatında şiddet uygulayan bir anne karakteri. Özetle; erkek sistemin uygulayıcı ve taşıyıcısı rolündeki kadın karakterler ile erkekliğin tüm suçunun yüklendiği kadınlar.
Ana hatları ile dizilerdeki durum böyle olsa da her ayrıntıda mutlaka erkek aklının yansıması var. Toplumun her alanında yaygınlaşan kadın dayanışmasına inat bir şekilde esas temanın “kadın kadının kurdudur” fikri üzerine kurulduğu, kurnaz erkek aklına karşı her türlü entrikanın ve kötülüğün özdeşleştirilmeye çalışıldığı kadınlık kimliği yaratılmaya çalışılıyor. Dahası itirazı olmayan, olsa bile en nihayetinde boyun eğmek durumunda kalan bir toplumsal düzen tarifleniyor. Özetle klasik bir erkek aklı ile hazırlanmış dizi senaryolarında kadının erkek sistemin modern kölesi olarak gösterildiğine tanık olmaktayız. Aynı zamanda kadınlar, erkek sistemin taşıyıcısı olarak lanse edilip erkek egemen düzenin sürdürücüsü olarak yansıtılıyor.
“Hayat filmlerdeki gibi değil” sözü çok klişe olsa da bir hakikati ifade ediyor aslında. Kadın dayanışmasının her geçen gün büyüdüğü ve güçlendiği toplumsal bir gerçeklik var. Kadınların, iktidarın tüm çabalarına rağmen “makbul kadın” rollerine itirazı yüksek, dahası bunun için sürekli mücadele içerisindeler, dizilerdeki kabullere inat bir şekilde. Erkeğe bağımlılığı reddediyor, boşanmaktan korkmuyor, arkasına bakmadan çekip gitmesini biliyor, şiddete, manipülasyona razı olmuyor. Hiç öyle dizilerdeki gibi bir plaza erkeğine bağımlı ya da annelik adı altında eve hapsolmuyor. Kadınların bu kadar güçlü olmasının nedeni de elbette ki yukarıda da bahsettiğim gibi kadın dayanışması ve örgütlülüğüdür.
Kadın özgürlük mücadelesinde en önemli eşiklerden biri de kuşkusuz kopuş teorisidir. Erkek aklı, işte bu kopuş teorisini boşa çıkarmak için bir ideolojik savaşım yürütüyor. Kadın özgürlük mücadelesi ve onun yarattığı özgürlük çizgisi; kadınların üretim alanlarında aktif olduğu, yaşamın her alanında yer aldığı toplumsal adalet ve eşitliğin olabildiğince tesis edildiği bir yaşam gerçekliğidir.
Biz kadınlar bize dayatılan bu yaşam biçimine itirazlarımızın artık isyan düzeyine ulaştığı zamanlardan geçiyoruz. O nedenle bize reva görülen bu şiddet ortamına karşı mücadele ettiğimiz kadar aynı zamanda kendi hayatlarımızı kadın dayanışması ile yeniden inşa ediyoruz. Dizilerde gösterildiği gibi birilerine bağımlı olmadan, güçlü ve kararlı bir şekilde hayatlarımızı örgütlüyoruz.”