HABER MERKEZİ- Yeni Özgür Politika- Nurettin Demirtaş
Raperin çok susayınca küçük matarasını çıkarmak için çantasını açtı. Gözlerine inanamadı. Çantasında olmaması gereken küçük bir kutu gördü. Bu kutuyu kendisi koymamıştı. Rotinda’ya sordu, onun da haberi yoktu.
Azrail’in bile korktuğu bu dağlardır benim dostum
Direnenler bilir:
Savaştığı dağa benzer
Sevdiği kente benzer
En çok acısına benzer insan
Bir de gülüşüne
Dostunun…
Yüreğini ve beynini Önder Apo’nun felsefesiyle özgürleştiren gerillalar en ağır koşullara rağmen Zap savaşına hazırdılar.
En büyük savaş hazırlığı onlar için güçlü yoldaşlıktan geçiyordu.
Yoldaşlık duyguları ve dayanışması olmasa açlığa, uykusuzluğa, vahşi saldırılara karşı hangi inançla, nasıl direnilir ki?
Zaman bir kez daha yoldaşlığın kendini ispatlayacağını ve tüm acılara rağmen yürekten gülümseyeceğini gösterecekti.
Savaş tarihini kitaplardan değil birbirlerinin gözlerinden okumuşlardı. Hazırdılar!
Söz ve eylemin, düş ile gerçeğin bir olacağı zamandı.
14 Nisan günü, ancak mitolojilerde rastlanacak büyük bir kahramanlık tarihinin yazılacağı zamanın başlangıcıydı.
Akşam helikopterler Zap’ın her yerini taramaya başladılar.
Zap dev gibiydi ve bedenine değen her kurşun, her bomba ancak bir iğne etkisi yapıyordu. Fakat o kadar çok taradılar, o kadar çok bombaladılar ki Zap’ın kadim bedeni kanamaya başladı.
Bu fırsattan yararlanan faşist ordu 3 gün sonra çakal sürüleri gibi araziye girince, yıllarca kendilerini koruyan Zap’ı şimdi de gerillalar koruyacaktı.
Gerilla Zap’sız, Zap gerillasız olmazdı. Silahını kapan mevzilere koştu; mendili alıp halaya koşar gibiydiler. Silah seslerine zılgıt sesleri karıştı.
Zafer şarkılarıyla halayı genişlettiler. Ölümü gülümsemeyle karşıladılar.
Düşman her gülümsemeyle kahroldu ve kimyasal silahları, termobarik, taktik nükleer bombaları devreye koydu. Savaş tünelleri yakılarak, nefessiz bırakılarak, tarihin en büyük umudu olan gerilla yok edilmek istendi.
Fakat, zamanı avuçlarına alan gerilla dağların efsunuyla umudu sarıp sarmaladı.
Bir gerilla timi bir ordu gibi savaşarak ilerlemeye başladı. Günler geçtikçe erzakları azaldı ama iradeleri arttı.
Erzak depolarına ulaşmaları zaman alacaktı ve bir de öncelikleri vardı: Düşmana gerekli cevabı vermek! Bu ruh onlara gıda oldu. Bir lokma ekmeği dörde bölmenin hazzıyla daha çok savaştılar.
Cephaneleri azaldı ama inançları büyüdü. Gazlardan, zehirli dumanlardan ciğerleri yandı ama cesaretleri çoğaldı. Dizlerinde takat kalmayana dek yürüdüler; savaş tünellerinde savaşan yoldaşlarını arazide tamamladılar.
Cephaneleri tükenmeye yüz tuttuğunda 200 askerle çıplak iradeleriyle karşı karşıya kaldılar. Açlık, uykusuzluk umurlarında değildi ama cephane sorunu önlerini kesti. Askerler gözlerinin önünden geçip gidiyordu.
Bu kadar yakınlaşan düşmanı vuramamanın öfkesiyle göz yaşlarını tutamadı gerillalardan biri.
Komutanları Zagros duygulandı, bir çare bulmalıyız dedi. Ayakkabıları yırtılmıştı, sarı iple bağladığı halde zar zor yürüyebiliyordu. Bedeninde enerji kalmamıştı:
“Siz burada kalın. Keşfe gitmeli ve cephane getirmeliyim” dedi. Yanındaki yoldaşları “olmaz, biz gitmeliyiz” dediler.
Genç yoldaşlarına baktı Zagros. Gözlerindeki kararlılığı okudu, gülümsedi…
Dilsoz 18, Raperin 20, Rotinda ise 23 yaşındaydı. İki kadın gerilla yani Rotinda ve Raperin’de karar kıldılar.
Akşama doğru yola çıktılar. SİHA’lar dolaşıyor, her yer bombalanıyordu. Düşmana yaklaşmaları kolay olmayacaktı. Açlık ve uykusuzluğa aldırmadan düşman hareketliliğine karşın kelebekler gibi adeta dans ederek hedeflerine doğru ilerlediler. Ve sonuçta birkaç yüz metreden izleyebilecek kadar düşmana yaklaştılar.
Düşmanın konumlanma ve hareket tarzını takibe aldıkları için geceyi korkusuzca geçirdiler. O geceyi aç bilaç geride bırakırlarken ertesi gün keşfi sürdürdüler.
Birazcık gıdayla keşfi daha kapsamlı yapabilecek güce kavuşabilirlerdi. Geri dönüş yolu da zorlu olacaktı. Enerjileri tükendiği halde pür dikkat gerekli bilgileri topladılar. Nasıl cephane çıkaracaklarını öğrendiler…
Raperin çok susayınca küçük matarasını çıkarmak için çantasını açtı. Gözlerine inanamadı. Çantasında olmaması gereken küçük bir kutu gördü. Bu kutuyu kendisi koymamıştı. Rotinda’ya sordu, onun da haberi yoktu.
Neyin nesiydi bu? Nereden gelmiş, nasıl girmişti bu çantaya? Şaşkın halde kutuyu hafifçe salladı, tıkırtılar duydu. Açtı baktı, içinde iki tane şeker vardı!
Zagros bu şekerleri onların haberi olmadan çantaya koymuştu.
Ellerinde birer şekerle birbirlerine baktılar; anladılar ve gülümsediler…
Zap zaferini yaratan bu yoldaşlıktı işte.
Açlık, susuzluk, soğuk, uykusuzluk, yorgunluk, gerillaları zayıflatmıyor daha çok birbirine bağlıyordu.
Keşiften döndüler ve düşmanı vuracak hazırlıklara başladılar.
Savaş yeni bir destana dönüştü; yaman bir ceng oldu…
Kürt halkı ceng ve destan halkıdır. On bin yıllık gelenek Önder APO sayesinde yeniden canlanmıştı: Kürdün yaşamı da cengi de destansı olacak ya da hiç olmayacaktı!
Destansı direniş içinde on bin yıla bedel bir tarih yarattılar.
Dılsoz, Raperin ve Zagros… Üç yürek yoldaşı savaşarak kahramanca şehit düştüler.
Zap yoldaşlığı ve gururunu her yere taşıma kararlılığıyla; acıyla, inançla ve düşmana inat her dem gülümsemeyle bu kahramanlık destanını yaratan inanç ve irade önünde saygıyla eğiliyoruz.