BEHDÎNAN- Besê Hozat, geçtiğimiz günlerde Kurdistan Kadın Özgürlük Partisi (Partiya Azadiya Jinên Kurdistan-PAJK) ve Kurdistan Kadınlar Topluluğu (Komalên Jinên Kurdistan-KJK) Koordinasyonlarının savaşa ve kadına yönelik şiddete karşı yayınladığı ortak deklarasyona işaret ederek, “Dünyanın her yerinde çok ciddi bir kadın kırım politikası var. Zaten savaşların geliştiği, şiddetin, faşizmin arttığı bir dünyada kadın düşmanlığı, cinsiyetçilik zirve yapar. Bu anlamda kadın kendisini bu sistemin ve egemen erkeğin insafına bırakamaz. Kadın her yerde kendisini bilinçlendirmeli, örgütlenmelidir. Örgütlü kadın en büyük güçtür. Örgütlü kadın öz savunmalı kadındır. Kadının öz savunması örgütlülüğünden gelir. Kadın örgütlü olmazsa öz savunma yapamaz. Kendisini savunamazsa sürekli katledilir, sürekli ölür. Her biçimiyle ölür” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın güncel gelişmelere dair Medya Haber televizyonunda yayınlanan konuşması şöyle:
Önderliğe özgürlük hamlesi çok önemli bir düzeye geldi. Gerçekten hem toplumsal direniş anlamında hem de hukuksal, diplomatik, siyasi mücadele ve ideolojik mücadele anlamında önemli bir düzey yakaladı. Fakat hamleyi çok daha ileri bir düzeye taşımamız gerekiyor.
Hamleyle esas amaç, Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlamaktır. Yani Önderliğin sağlık, güvenlik, özgürlük koşullarını yaratmaktır. Dolayısıyla bu çok daha kapsamlı, çok daha büyük bir mücadeleyi gerektiriyor. Mevcut mücadele düzeyi bu hedefe, bu amaca ulaşmayı yeterli kılmıyor.
Elbette siyasi, diplomatik, hukuksal mücadele önemlidir. Özellikle uluslararası hukuk çiğneniyor, Türkiye kendi hukukunu çiğniyor, İmralı’da hiçbir hukuk uygulanmıyor. Önderliğe karşı tamamen büyük bir vicdansızlık, ahlaksızlık söz konusu. Bu anlamda hukuksal mücadele de önemli oluyor. Fakat hukuksal, siyasi ve diplomatik mücadelede sonuç almak için de çok kapsamlı, çok büyük bir toplumsal mücadeleye ihtiyaç var. Bu alanda sonuç almanın yolu da toplumsal mücadeleden geçiyor. Çünkü toplumsal mücadele ve direnişle Türk Devleti üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturmamız gerekiyor. Yine Avrupa Konseyi, CPT, bir bütün olarak Avrupa ülkeleri, komployu uygulayan güçler üzerinde büyük bir toplumsal baskı bizim oluşturmamız gerekiyor ki siyasi, diplomatik, hukuksal anlamda bazı iyileştirmelere gidebilsinler, adım atabilsinler, bir politika değişikliğine gidebilsinler.
AVRUPA TÜRKİYE’NİN İNSANLIK SUÇU POLİTİKALARINA ALET OLUYOR
Mevcut durumda Avrupa Konseyi de, CPT de Türk Devleti’nin uyguladığı soykırım politikalarının ortağı durumundadır. Herhangi bir tutum Türkiye’ye karşı geliştirmiyor. Türkiye Avrupa Konseyi’nin, CPT’nin bu yaklaşımlarından cesaret alıyor. Ondan kaynaklı İmralı’da işkence tecrit sistemi devam ediyor. Üç yılı aşkındır Önderlik’le hiçbir görüşme olmuyor. Ne avukatları ne de aile görüşüyor. Herhangi bir haber alınamıyor. Tamamen insanlık dışı, ahlak dışı, siyaset dışı, hukuk dışı, vicdan dışı bir uygulama söz konusudur. Dolayısıyla bu tutumuyla Avrupa Konseyi de kendi hukukunu çiğniyor.
Türkiye, Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza atan bir ülkedir ama şu anda bunu ayaklar altına almış durumdadır. Türkiye şu anda hiçbir uluslararası sözleşmeyi tanımıyor, yok sayıyor. Bir nevi Avrupa’yı rehin almış durumdadır. Bunu bunu mültecilik üzerinden mi yapıyor, gizli bir anlaşma mı var, bu mülteci politikası İmralı’ya kadar da mı yansıyor, mültecileri Avrupa’ya göndermeme karşılığında İmralı’daki her türlü insanlık dışı uygulamaya Avrupa’nın göz yumması, ses çıkarmaması temelinde gizli bir anlaşma mı var yoksa daha başka boyutları mı var; insan bunu çok fazla bilemiyor.
Ama gördüğümüz, bildiğimiz şudur: Avrupa, Türkiye’nin bu insanlık dışı, yani bir nevi sadece insanlık dışı da değil, insanlık suçu politikalarına ortak durumdadır. Bir bakıma Türkiye’nin rehinesi durumundadır. Türkiye istediğini yapıyor, istediği biçimde uluslararası hukuku çiğniyor. Bu biçimiyle Avrupa Konseyi de CPT de uluslararası hukuku çiğnemiş oluyor. Yani kendi oluşturdukları hukuku kendileri çiğniyor. Türkiye’nin her türlü insanlık dışı, soykırım suçlarına ortak olmuş oluyorlar. Bu kabul edilecek bir durum değil.
Biz toplumsal, hukuksal, siyasi, diplomatik, ideolojik mücadeleyle Önderlik düşüncelerini daha iyi, daha güçlü, daha yaygın bir biçimde dünyaya taşırıp daha fazla bir sahiplenmeyi geliştirerek, Önderliğe özgürlük hamlesini önemli düzeyde küreselleştirdik. Ama bunu tamamen küreselleştirerek, evrenselleştirerek Kürtler dışında diğer toplumsal kesimlerden, halklardan yüz binlerce, milyonlarca insanı bu özgürlük hamlesine katarak Avrupa Konseyi, bir bütün olarak Avrupa ülkeleri, Amerika üzerinde de, yani komployu geliştiren bu güçler üzerinde de çok ciddi bir baskı kurmamız gerekiyor. Herkes Türkiye’ye dönük politikasını gözden geçirmek ve değiştirmek zorunda kalsın ki, İmralı’daki bu soykırım, işkence, tecrit politikaları son bulsun, Önderliğin fiziki özgürlüğü gerçekleşsin.
ÇOK DERİNLİKLİ BİR TOPLUMSAL MÜCADELEYE İHTİYAÇ VAR
Bu anlamda gerçekten çok kapsamlı, derinlikli bir toplumsal mücadeleye de ihtiyaç var. Mesela şöyle düşünelim; Avrupa’da on binlerce insan Avrupa Konseyi önünde, CPT önünde günlerce oturma eylemleri yapsalar.
Kürtler dünyaya yayılmış, çok ciddi bir Kürt nüfusu şu anda Avrupa’da var, dünyanın dört bir yanında var. Amerika’da da önemli bir nüfus var. Bununla birlikte çok değerli dostlarımız var. 25 yıllık “Önder Apo’ya özgürlük, Kürt sorununa çözüm” hamlesi gerçekten bize çok değerli dostlar kazandırdı. Biz bunu özellikle 10 Ekim’den bu yana geliştirdiğimiz özgürlük hamlesinde gördük. Hamlenin evrenselleşmesinde zaten bu dostların çok ciddi bir öncülüğü oldu, rolü oldu. Daha fazla dost çoğaltarak Avrupa toplumunu da bu hamleye dahil ederek… On binlercesinin Avrupa Konseyi, CPT önünde uzun süreli oturma eylemlerini geliştirdiğini düşünün. Bence Avrupa Konseyi de, bir bütün Avrupa da İmralı’daki bu işkence, soykırım politikalarına karşı bir biçimde sesini çıkarmak zorunda kalacak. Türkiye ile politikalarını, bu kirli çıkar ilişkilerini gözden geçirmek, bir biçimde değiştirmek zorunda kalacak. Çünkü toplumsal baskı Avrupa’da çok etkili oluyor.
Bu hamlenin Türkiye ayağı da çok önemlidir. Newroz’da, 31 Mart Yerel Seçimlerinde gördük ki artık Kurdistan’da da, Türkiye’de de o korku iklimi aşılmış. Çünkü bu faşist iktidar çok ciddi bir darbe aldı. Gerçekten ölümcül bir yara aldı. Toplumda o direniş ruhu da, direniş iradesi de, onun cesareti de çok önemli oranda ortaya çıkmış durumdadır. Türkiye’de de, Bakurê Kurdistan’da da bu hamlenin toplumsal ayağını çok güçlü bir biçimde geliştirmemiz gerekiyor. Mesela halkımız Wan direnişinde olduğu gibi, Newroz’da olduğu gibi yüz binler ayağa kalksa, Kurdistan’da, Bakurê Kurdistan’da ve Türkiye’de İmralı’ya yürüse, Adalet Bakanlığı’na, Ankara’ya yürüse, bulunduğu her yerde engel çıkarsalar bile on binler, yüz binler ayağa kalksa, her kentte, her şehirde, her metropolde tecrit kırılır, Önderliğin fiziki özgürlüğünün yolu açılır. Kürt sorununun demokratik çözümünün, Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu açılır. Çünkü bütün sorunların kaynağı, şu anda İmralı merkezli yürütülen soykırım politikalarıdır. Kürtlere karşı soykırım savaşı olmasa Türkiye’de faşizm olur mu? Olmaz. Kürtlere karşı soykırım savaşı olmasa, Türkiye’de bu kadar adaletsizlik, vicdansızlık, hukuksuzluk olur mu? Olmaz.
Kürtlere karşı savaş yürütmek, Kürtleri soykırımdan geçirmek için hukuku da kaldırmışlar. Zaten korkunç bir adaletsizlik, vicdansızlık, kirlenmişlik var. Siyasette kirlenmişlik, toplumda kirlenmişlik, çürümüşlük var. Şimdi bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi, adaletin, hukukun gelmesi, demokratik bir siyasetin, demokratik bir sistemin gelişmesi açısından bu soykırım politikalarının son bulması gerekiyor. Bunun merkezi de İmralı’dır. İmralı’da bu işkence, tecrit sisteminin kalkması gerekiyor. Önder Apo’nun özgürlük, güvenlik, sağlık koşullarının sağlanması gerekiyor. Böyle olursa Türkiye’ye demokrasi, özgürlük, adalet gelir.
Bu konuda da toplumsal mücadele çok önemli bir rol oynuyor. Türkiye demokrasi güçleri; demokrasiden, hukuktan, adaletten, eşitlikten, özgürlükten yana olan tüm kesimler Kürtlerin bu özgürlük mücadelesine, Önder Apo’yu özgürleştirme, Kürt sorununa demokratik çözüm hamlesine güçlü bir katılım sağlayamazlarsa, dayanışma ve birlik içerisinde bu mücadeleyi yürütemezlerse Türkiye faşizmden kurtulamaz.
Bu açıdan halkımıza da çağrı yapıyorum. Wan ruhuyla, Şirnex ruhuyla, Newroz ruhuyla halkımız Kurdistan’da, Türkiye’de demokrasi güçleriyle birlikte toplumsal mücadeleyi yükseltirse İmralı’da tecrit kırılır.
AKP DAĞILIYOR, ERİYOR
31 Mart Yerel Seçimleri çok önemliydi. Yerel seçimleri aşan bir siyasi ve toplumsal sonuç ortaya çıkardı. Faşist iktidar gerçekten ciddi bir darbe yedi, zayıfladı. Türkiye’nin en büyük sanayi kentleri, turizm yerleri, yani milli sermayenin biriktiği yer şu anda el değiştirdi. Hemen hemen tamamı CHP’nin eline geçti. Kurdistan kentlerini de DEM Parti kazandı.
AKP başta olmak üzere diğer sistem partileri Kurdistan’da buharlaştı adeta. Bu seçimin kazananı Kürt halkı oldu, Türkiye halkları oldu, Türkiye emekçileri oldu, kadınlar oldu, gençler oldu. Dolayısıyla Türkiye’de bu yerel seçimlerle demokrasi kazandı. Toplumun demokrasi, özgürlük, adalet talepleri kazandı. Bu çok önemli bir sonuç elbette. Ve sonuçta yenilen de faşist iktidar oldu. Kaybeden de AKP, MHP, Ergenekon faşist iktidarı oldu.
Bunun sonuçları olur. Bazı arkadaşlar da değerlendirdi; içeride sonuçları olacak. Dışarıda, dış siyasette bunun sonuçları olacak. Bu kaçınılmaz bir durum. Zayıflayan bir iktidarla elbette herkesin ilişkisi biraz daha farklı bir evreye girecek, yansıması olacak. Şimdiden Türkiye’de başladı zaten. Mesela şu anda AKP içerisinde çok ciddi bir çalkalanma var. MHP ile AKP ilişkilerini sorgulayan, MHP-AKP ittifakının AKP’yi bu noktaya getirdiğini sorgulayan ve eleştiren, bunu doğru bulmayan, MHP ile ilişkilerden, ittifaktan rahatsız olan, AKP’nin MHP’lileştiğini ve bunu AKP’ye kaybettirdiğini söyleyen, isyan eden, böyle birçok kesim ve eğilim şu anda AKP’nin içerisinde çıkmış durumdadır. Aslında eskiden de rahatsızlıklar vardı fakat bu seçim, bu kesimlerin düşüncelerini daha cesaretle dile getirmesine yol açtı.
Şimdi AKP içerisinde tartışma var. Erdoğan bilinçli bir biçimde kendi kitlesini, tabanını tutmak için öyle özeleştiri yapar gibi bir tutuma girdi. Şimdi onun üzerinden de birçok eleştiriler, özeleştiriler yapılıyor. Erdoğan baktı ki bu giderek AKP’yi yıpratan bir noktaya giriyor, şimdi ayar vermeye çalışıyor. Benim dışında kimse AKP’yi eleştiremez, diyor. Özeleştiri verecek kişi varsa da benim, eleştirecek kişi varsa da benim. Benim dışında kimse bu işi yapmasın. Diktatördür yani. Eleştirecekse de ancak o eleştirir. Özeleştiri verecekse de ancak o özeleştiri verir. Her şeye yansıyor bu. Türkiye’ye demokrasi gelecekse de ben getiririm, ne gelecekse de ben getiririm. Şimdi aynı şeyi partisinde de yapıyor. Böylelikle o eleştirilerin, özeleştirilerin önünü de mevcut durumda kesmiş.
Fakat bu mevcut durumda AKP’nin içerisindeki o çalkalanma, o parçalanma gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Gerçekten AKP dağılıyor, eriyor. AKP ile MHP ittifakı, AKP’yi tamamen MHP’lileştirdi, toplum düşmanı, kafataşçı, ırkçı bir parti haline getirdi. Şu anda yıllardır, özellikle 8-9 yıldır Erdoğan-AKP, tamamen MHP çizgisinde politika yapıyor. Yani MHP’nin politikalarını uyguluyor. MHP’nin zihniyeti, Devlet Bahçeli’nin zihniyeti her gün Erdoğan’ın dilinde ifade ediliyor. Politikalarıyla pratiğe geçiyor.
AKP-MHP ittifakı, AKP’yi bitirdi. MHP’leştirdi ve dolayısıyla bitirdi. Şimdi tabanda ciddi bir erime var. Yeniden Refah Partisi’nin bu kadar yükselişe geçmesi de aslında AKP tabanındaki eriyen o kesimlerin kayması sonucu bu kadar bir gelişme yaşadı. DEM’in güçlenmesinde de bunun rolü çok. AKP’den kopan belli bir kesim Kürt de DEM Parti’ye katılıyor.
Türkiye’de müthiş bir kutuplaşmayı geliştirdi. Zaten milliyetçilik, ırkçılık üzerinden yıllardır siyaset yapıyor. Artık bu seçimde bunun para etmediği de görüldü. 8-9 yıldır devam eden çöktürme planı da çöktü. Dolayısıyla bu soykırım politikaları, faşist politikalar iflas etti. Faşizm büyük bir hezimete uğradı bu seçimlerde.
KÜRTLER DEMOKRASİNİN KAZANMASI İÇİN ÇALIŞTI
Kürtler de çok güçlü bir cevap verdi tabii ki. Yani Kurdistan’da şu anda takip ettiğimiz kadarıyla DEM Parti, Kurdistan ve Türkiye genelinde 82 belediye aldı. Bu çok önemli bir başarıdır. Yine 13 kentte mecliste birinci partidir. Bu kentlerin dördü büyük şehirdir. İşte Amed, Mardin, Wan’ın dışında Urfa’da da DEM Parti mecliste birinci partidir.
Onun dışında AKP’nin gasp ettiği yerler oldu. Qers, Bedlis, Sirnex kentleri başta olmak üzere birçok ilçede gerçekten gasp etti seçimleri. El koydu, Kürtlerin iradesini gasp etti. Bunu Sirnex’te, Bedlis’te, Qers’te çok açık gördük. Hilvan’da, Beytüşebap’ta çok açık gördük. Fakat Sirnex’te de, Bedlis’te de, Qers’te de, daha birçok ilçede de DEM Parti mecliste birinci partidir. Bu çok büyük bir başarıdır.
DEM Parti, Kurdistan’da da Türkiye’de de aslında oylarını katlayarak arttırdı. Türkiye’de farklı yansıtılıyor; dördüncü parti olarak yansıtılıyor, işin gerçeği öyle değil. Türkiye’de kent uzlaşısı kazandı. Kürtler faşist iktidara kaybettirme temelinde çok bilinçli, stratejik oy kullandı. Ama uzlaşarak, anlaşarak yaptılar. Dolayısıyla demokrasinin kazanması için Kürtler çalıştı, demokrasi güçleri çalıştı ve gerçekten faşizm burada da büyük bir darbe aldı. Bunlar elbette çok önemli sonuçlardır. Bu sonuçlar tabii ki toplumda ciddi bir dinamizm ortaya çıkardı. Toplumsal direniş ruhu, mücadele ruhu ortaya çıkardı. Daha cesaretle, cesurca siyaset yapma iradesini, gücünü siyasi partilerde ortaya çıkardı.
DEM PARTİ HER YERDE HALKA GİTMELİ
Demokrasi güçleri açısından, Türkiye halkları açısından, Kürt halkı açısından bu sonuçları çok iyi toparlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Giderek daha fazla halklaşan, toplumsallaşan bir siyaset geliştirmek gerekiyor. Mesela DEM Parti açısından şu çok önemlidir. Zaman zaman DEM Parti’ye çeşitli çevrelerin eleştirileri de oluyordu. İşin gerçeği elbette o yapılan eleştiriler değil, yani onlar fazla gerçeği yansıtmıyor. DEM Parti bir Türkiye partisidir. Gerçek anlamda demokrasi mücadelesi veren, hem de radikal demokrasi mücadelesi veren ana muhalefet partisidir. Şimdi bu gerçeğe göre DEM Parti’nin Türkiye’nin her yerinde toplumsal siyasi zemini de oluştu. Türkiye’nin metropollerinde, şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde, her yerde halka gitmeli, halka kendisini anlatmalı. Türkiye toplumuna, Türkiye halklarına kendisini tanıtmalı, etkilemeli, örgütlemeli, taban kazanmalı, üye kazanmalı. Bu çok önemlidir. Öyle olmalı ki, önümüzdeki seçimlerde Türkiye’nin birçok şehrinde DEM Parti belediye kazanmalı, çok sayıda vekil çıkarmalı. Türkiye toplumuyla çok güçlü bir örgütleme zemini yaratmalı, kendisine taban oluşturmalı ve birçok toplumsal dinamikle ittifak geliştirebilmeli. Birçok toplumsal kesimle; bu kültürel olur, etnik, inanç, işçi emekçi, kadın, gençlik olur; çok geniş yelpazede demokratik ittifaklar geliştirebilmeli, örgütlenebilmeli. Şu anda bunun zemini oluşmuş durumdadır. O anlamda bütün Türkiye toplumuna hitap eden bir dil, bir üslup, bir tarz, bir anlayış, bir örgütleme anlayışı ve biçimi ortaya çıkarabilmeli. Bu son derece önemlidir.
Yine bir bütün olarak demokrasi güçleri, Emek ve Özgürlük İttifakının örgütlenmesi, gelişmesi açısından da çok önemli bir zemin oluştu. Bunu bundan sonraki süreçte çok güçlü değerlendirmek gerekiyor. Bunun zemini var. Biz bu seçimde de gördük. Türkiye toplumu demokrasi istiyor, gerçekten demokratik bir değişim istiyor. Demokratik bir hukuk devleti, demokratik cumhuriyeti istiyor. Bu örgütlenmek, çalışmak için çok muazzam bir toplumsal zemindir. Buna seferber olmak lazım. Bundan sonra çok büyük görevler bu seçimle birlikte demokrasi güçlerin öncülüğünü yapan DEM Parti başta olmak üzere bütün demokrasi güçlerin omuzlarındadır. Halkın bu beklentilerine kesinlikle cevap vermek gerekiyor.
DEMOKRATİK GÜÇ BİRLİĞİ ANLAYIŞIYLA ÇALIŞILMALI
Geçen gün Abbas arkadaş çok önemli bir çağrıda bulundu. Türkiye’de barış ve demokrasi hareketi gelişmeli” dedi. “Şu anda onun siyasi ve toplumsal zemini oluşmuş durumdadır” dedi. Kesinlikle öyledir.
Demokrasi güçleri açısından da biz bu seçimde gördük; çok önemli bir toplumsal zemin oluştu. Aslında bu seçim sürecinde de Demokratik Güç Birliği ortak bir programla bu seçimlere girmiş olsaydı, çok daha büyük kazanımlar olacaktı. Ben inanıyorum. Sadece Samandağ’da değil, Samandağ’da TİP kazandı. DEM Parti başta olmak üzere bütün demokrasi güçlerinin desteğiyle bu sonuçlar ortaya çıktı. Fakat ortak bir güç birliği olsaydı, bütün sol, sosyalist, demokrasi güçleri arasında bir birliktelik, ortak bir strateji, planlama, program olsaydı gerçekten Türkiye’de birçok ilçeyi hatta bazı illeri bile alabilirlerdi.
Örneğin, olumsuz bir örnek olarak söyleyeyim ben. Mesela Dersim’de aylarca biz takip ettik. Tartıştılar, görüştüler. Bir ittifak politikasıyla Dersim’de seçime girildi. Dersim’de o ittifak politikası çok yürümedi. Dersim merkezde öyle anlaşılıyor ki ittifaklar çok çalışmadı. Ya da çok az çalıştı. DEM Parti belediye eşbaşkanlığını aldı fakat mesela meclis çoğunluğunu DEM Parti Dersim’de sağlayamadı. İlçeler takip ettiğimiz kadarıyla ittifak temelinde ittifaklara verildi. Fakat Hozat dışında Dersim’in hiçbir ilçesinde ittifaklar ilçeleri alamadı. İlçeleri CHP ve AKP aldı. Hozat dışında bütün ilçeleri onlar almış. Örneğin, ortak bir ittifak anlayışı, güç birliği anlayışı, bunun programı ve stratejisiyle girilseydi, Dersim merkezde meclis çoğunluğu da DEM’de olurdu. Bütün ilçeleri de sol sosyalist ittifak alırdı. Ne CHP alırdı ne de AKP. Bu çok ciddi bir eleştiri kendileri açısından. Onun eleştirisini, özeleştirisini de yapıyorlar.
Aynı şey Türkiye açısından da geçerli. Demokratik Güç Birliği Türkiye’de seçime ortak bir programla girseydi, inanıyorum ki birçok yeri alırdı. Mücadele açısından da, toplumsal mücadele açısından da böyle. Mesela Wan çok önemli bir örnektir. Kürtlerin direnişi, Türkiye demokrasi güçlerinin direnişi, dayanışması, birlikteliği, sistem içi muhalefetin de desteğiyle faşist iktidara karşı çok güçlü bir duruş ortaya çıktı. Geri adım atmak zorunda kaldı. Dolayısıyla halk iradesi kazandı, demokrasi kazandı. Wan şahsında kazanan sadece Kürt halkı değil Türkiye demokrasisi oldu, Türkiye halkları oldu. İşte demokrasi güçleri, Emek Özgürlük İttifakı, bir bütün olarak Kurdistan ve Türkiye demokrasi güçleri Wan ruhuyla, ortak bir anlayışla, demokratik güç birliği anlayışıyla çalışır, mücadele eder, büyük bir barış ve demokrasi hareketini geliştirebilirlerse, büyük bir toplumsal direnişi, mücadeleyi arkasını alarak yürürlerse kesinlikle Türkiye’nin demokratikleşmesinde, cumhuriyetin demokratikleşmesinde belirleyici, öznel bir rol oynayabilirler.
TÜRKİYE TOPLUMU CHP’YE, 100 YILLIK CUMHURİYET KODLARINI DEĞİŞTİR, DEDİ
Biz Türkiye’nin demokratikleşmesini CHP’nin insafına bırakamayız. CHP bu 100 yıllık devleti kuran partidir. CHP hala resmi ideolojiyi savunuyor. Resmi ideolojinin kodlarıyla hareket ediyor, resmi ideolojinin politikasını yürütüyor. Elbette bu yerel seçimlerde Türkiye toplumunun, Kürtlerin, demokrasi güçlerinin CHP’ye dönük de çok önemli mesajları oldu. Oy vermelerinin temel nedeni de oydu. CHP’ye, cumhuriyetin demokratikleşmesinde rol oyna, bu resmi ideolojide ısrar etme, dediler. 100 yıllık cumhuriyet politikalarını, kodlarını değiştir dediler. Türkiye halkları, Türkiye toplumu CHP’den zihniyet, anlayış, program, politika değişimini istiyor. CHP buna yanıt vermek durumundadır yoksa CHP de biter, ömrü kısa olur.
Özgür Özel başta olmak üzere birçok CHP yöneticisi cumhuriyetin demokratikleşmesinden bahsetti. Dediler, biz cumhuriyete evet, cumhuriyet kuruldu, bugün de 100 yaşındadır. 200. yılına girdik fakat cumhuriyeti demokratikleştiremedik. Biz o iddiayla yola çıkıyoruz, dediler. Gerçekten bunu yapabilecekler mi? Bunu yapacaklarsa, yapılması gerekenler bellidir.
CHP 100 YILLIK SOYKIRIM TARİHİYLE YÜZLEŞECEK Mİ?
Her şeyden önce CHP’nin paradigmasını değiştirmesi, resmi ideolojiyi terk etmesi, İttihat Terakki politikasından vazgeçmesi gerekiyor. Kürtlerin inkarına, imhasına dayalı 100 yıllık cumhuriyet politikalarını reddetmesi gerekiyor. CHP’nin 100 yıldır Kürtlere bu Cumhuriyet’in yaptıklarıyla, Türk ulus devlet sisteminin yaptıklarıyla çok radikal bir biçimde yüzleşmesi gerekiyor. Şêx Seîd katliamıyla, Dersim, Zîlan soykırımlarıyla, Alevilere dönük yapılan katliamlarla yüzleşmesi gerekiyor. 100 yıllık Cumhuriyet tarihi bir soykırım tarihidir. CHP, 100 yıllık bir soykırım tarihiyle yüzleşecek mi? Özür dileyecek mi? Bu özür dilemeyi politikasını değiştirerek, zihniyetini değiştirerek yapacak mı? Demokratik bir programla Kürt halkının, Alevilerin, Türkiye halklarının karşısına çıkma biçiminde yapacak mı? Eleştiri, özeleştiri böyle olur. CHP savaşa karşı çıkacak mı? Bu Kürtlere karşı bir soykırım savaşıdır. Bu soykırım savaşına CHP karşı çıkacak mı? Bu soykırım savaşının merkezi İmralı’daki işkence tecrit sistemidir. CHP bu İmralı’daki işkence tecrit sistemine karşı çıkacak mı? Türkiye’deki bütün hukuksuzlukların, bütün adaletsizliklerin kaynağı İmralı’daki işkence tecrit sistemidir. Buna karşı çıkacak, tutum alacak mı? CHP diyor ben demokrasi istiyorum, hukuk, adalet istiyorum. İşte bütün adaletsizliklerin, hukuksuzlukların, demokrasisizliklerin kaynağı İmralı’dır. O zaman CHP’nin bir politikası, bir tutumu, bir tavrı olacak. Bu soykırım savaşına karşı bir tutumu olacak. Olacak ki CHP’nin samimiyetini Kürt halkı, Türkiye halkları, Aleviler görsün, inansın, destek versin, CHP’nin iktidara yürüyüşünde desteklerini sunsunlar. İnansınlar ki CHP gerçekten 200. yılda cumhuriyeti demokratikleştirmede önemli bir sorumluluk üstleniyor. Buna karar vermiş ve bu yolda yürüyor, desinler.
CHP SOMUT ADIMLAR ATMALI
Türkiye siyaseti tam bir demagojidir. Türkiye siyasetçilerinin hepsi tam bir demagog olmuş. Demagoji yapmada üzerlerine yoktur. Gerçekleri örtbas etmede, çarpıtmada, yalan söylemede, aldatmada, güzel sözler söyleyip pratikte de en kötüsünü yapmada… Artık kimsenin buna itibarı kalmamış. Ne Kürtler buna itibar ediyor, ne Aleviler, ne işçi emekçiler… Bir bütün olarak ne Kurdistan ve Türkiye demokrasi güçleri, ne Türkiye toplumu ne de Türkiye halkları buna itibar ediyor. Pratik istiyor herkes. Somut adım istiyor. Beklenen budur. CHP bunu gösterebilirse elbette Kürtlerin de, Kurdistan ve Türkiye demokrasi güçlerinin de, halklarının da CHP’nin iktidar olmasında destekleri olur. Ama CHP böyle somut adımlar atmazsa, net bir biçimde programını, stratejisini, politikasını, zihniyetini, uygulamasını değiştirmez ve yine AKP’nin koltuk değneği olursa, Kılıçdaroğlu sürecinde olduğu gibi olmaz. AKP-MHP faşist iktidarının bu kadar ayakta kalmasında Kılıçdaroğlu politikalarının çok belirleyici bir rolü oldu. Muhalefet yapmadı, mücadele etmedi. Ne dediyse yaptı. AKP-MHP, “vatan-millet-Sakarya” dedi, CHP hemen yanında hizalandı. CHP onay vermeseydi dokunulmazlıklar ortadan kalkmazdı. Bugün Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak ve daha binlercesi içeride olmazdı. CHP’nin desteğiyle bunlar oldu. CHP destek vermeseydi, Suriye’de, Irak’ta bu kadar Osmanlıcı, işgalci, ilhakçı, sömürgeci, soykırımcı politikalar yürütülmezdi.
Gerçekten CHP, özü sözüyle, sözü özüyle anlayışını pratikleştirecek mi? Şunun için belirtiyorum. Mesela AKP, iktidarını ayakta tutmak için bu yerel seçimlerden sonra şöyle bir arayışa giriyor. Bir, Kürtlere karşı soykırım, topyekûn soykırım savaşını yayarak, derinleştirerek sürdürmek. İki, bunu etkili bir biçimde yürütmek için de muhalefetle, özelde de CHP ile uzlaşmak, CHP’nin desteğini sağlamak. Bu yüzden şimdi Erdoğan böyle Özgür Özel’e yumuşak mesajlar veriyor. Daha düne kadar “bey, efendi” diyordu. Şimdi “sayın” demeye başladı. Görüşmek için sabırsızlıkla beklediğini, görüşmede çok şey tartışacağını söylemeye başladı. Tartışacağı şeylerin hepsi de Kürt soykırım politikalarıdır. Kürt soykırım politikalarına CHP’nin desteğini isteyecek.
Bu yeni anayasa dedikleri de budur. Bu soykırımcı, faşist, diktatöryal sistemin anayasasını çıkarmak istiyor. CHP’nin buna desteğini istiyor. Savaş yürütecek her yerde CHP’nin sessiz kalmasını isteyecek. Destek vermesini isteyecek sadece sessiz kalmasını da değil. Bu çok açık. Kılıçdaroğlu bunu hep yaptı. O yüzden AKP, MHP, Ergenekon, faşist iktidar 8-9 yıldır Kürtlere karşı topyekûn bir soykırım savaşı yürütüyor.
Türkiye’de dolu dizgin bir faşizm var. CHP ne yapacak? Bu, CHP açısından bir sınav tabii. Kürtler, Aleviler, işçi emekçiler, yani Türkiye demokratik toplumu, CHP’yi büyük bir dikkatle izliyor. CHP’ye şans veriyor, zaman tanıyor aslında. Bu süreç tarihi bir süreçtir. CHP açısından bir sınavdır.
Bizim açıklamamız da özünde bu anlama geliyor. Bu seçimler gerçekten önemliydi. Bu faşist iktidarı, bu Türkiye toplumuna kan kusturan, Türkiye toplumunun bütün kaynaklarını savaşa akıtan, Türkiye toplumunu yoksullaştıran, açlıktan ölecek duruma getiren, ortada demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, hukuk bırakmayan, adeta Türkiye’yi çökerten bu iktidarın böyle büyük bir yenilgi alması, demokratik zeminin az da olsa oluşması çok önemli. Elbette bundan sonraki süreci herkes çok iyi değerlendirmek durumundadır.
IRAK, KALKINMA YOLU PROJESİ OYUNUNA GELMEMELİ
AKP-MHP faşist iktidarı uzun süredir Kürtlere karşı topyekûn soykırım savaşı için içte dışta destek sağlama arayışındadır. Siyaset adı altında yoğun bir askeri diplomasi yapılıyor. Hem uluslararası güçlerin hem de bölge devletlerinin desteği alınmaya çalışılıyor. KDP, Güneyli güçler de bu savaşa aktif dahil edilmek isteniyor. Bu yönlü de çok yoğun bir çalışma var. Irak görüşmeleri de -sonrasında Washington’da da bir görüşme olacak-, bu soykırım savaşına destek sağlama amaçlıdır. Hewlêr’e gideceğini de söylüyor. KDP’yi daha fazla, daha aktif bir biçimde bu savaşa katmak için çalışıyor.
Şunu belirteyim. Kalkınma Yolu Projesi, Irak açısından bir tuzaktır. Türkiye Neo-Osmanlıcı, işgalci, yayılmacı politikalarını Kalkınma Yolu Projesi adı altında gizliyor. Irak, Kalkınma Yolu Projesi ile Türkiye’nin oyununa gelirse kaybeder. Kendi eliyle Türkiye’nin bu yayılmacılığına, işgalciliğine hizmet etmiş olur. Türkiye’nin, geliştireceği bölgeye dönük her türlü projede kesinlikle yayılmacı emelleri var. Her biri, ırkçı, kafatasçı ideolojinin bir ürünüdür. Neo-Osmanlı politikalarının bir ürünüdür. Tamamen bunu amaçlıyor. Ne Türkiye halklarına, ne bölge halklarına ne de o bölgenin devletlerine bir katkısı ve yararı vardır. Arkadaşlar çokça çağrı da yaptı. Irak bu oyuna gelmemelidir. Türkiye’nin bir bütün olarak amacı Misak-ı Millidir, Irak üzerinde hegemonya kurmaktır. Kerkûk’te örgütleniyor. Kerkûk’te Til Afer’de, Musul’da Türkmenleri çok yoğun örgütlüyor. Askeri, siyasi, ekonomik olarak girmiş Irak’a. Her yerde bir sürü şirket, bir sürü inşaat. Fırat ve Dicle su şantajını da kullanıyor. Irak’ın bu zayıf durumundan yararlanarak yayılmacı, Neo-Osmanlıcı politikalarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Irak bu oyuna gelmemelidir. Irak’ın bir tarihi var, bir tarihsel hafızası var. Derler ya Osmanlı’da oyun çok. AKP de kendisini Osmanlı’nın devamcısı olarak ele alıyor. AKP’de de, Türk Devleti’nde de hile, komplo, tuzak çoktur yani. Irak buna düşmemelidir.
BAŞÛR TOPLUMUNUN KIYAMET KOPARMASI GEREKİYOR
Kürtler direnir, Kürt gerillası direnir. Bu soykırımcı, sömürgeci işgal politikalarını asla kabul etmez. Şimdiye kadar da kabul etmedi. Çok güçlü direndi. Gerilla gerçekten destan yazdı. Çok görkemli bir direniş sergiledi. Türk ordusunu adeta bir batağın içine koydu. Bundan sonra da en güçlü, en kararlı, en iddialı, iradeli bir biçimde direnir. Kürt halkının onurunu, halkların özgürlüğünü gerilla savunur, fedaice savunur. Şimdiye kadar fedaice bir mücadele yürüttü, direniş geliştirdi. Bundan sonra da yürütür. Ama biz tekrar söylüyoruz; bu güçler de bu Türk devletinin bu oyunlarına gelmemelidir.
Gerilla bu saldırılara karşı fedaice direnecek fakat halkımız da her yerde çok güçlü bir biçimde bu saldırılara karşı tepki koymalıdır. Başûr’daki halkımız, Başûr işgal ediliyor. KDP, Başûr’un çok önemli bir kısmını Türk işgaline açmış. Şimdi statüden bahsediyor. Ne statüsü? Zaten Türk devleti statüyü ortadan kaldırıyor, statü mü bıraktı? Başûr toplumunun kıyamet koparması gerekiyor. Başûr’da çok onurlu insanlar var. Bu işgale, saldırılara karşı onurluca direnen, tutum koyanların hepsine karşı KDP, Türk devletiyle ortaklık geliştirerek tek tek katlediyor. Mesela geçen gün Bradost alanında katledilen değerli yurtseverimiz Server gibi. Daha önce Behdînan’da birçok yurtseverimiz öyle katledildi. Her yerde katlediyor, köyleri bombalıyor. Geçen gün yine Asos’ta bir yurtsever katledildi. Köyleri boşaltmak için sürekli köyleri, evleri vuruyor, yurtseverleri katlediyor. Ama halkımız buna karşı geri adım atmamalıdır. Her yerde karşı durmalıdır. Mesela şimdi Başûr’da on binler, yüz binler ayağa kalksa Türk devleti gidip Başûr’un köylerini bombalayabilir mi? Sivilleri katledebilir mi? Buna cesaret edebilir mi? Edemez. KDP bu soykırım savaşında yer alıyor; mesela Başûrlu partiler bir tutum, tepki koysa, Başûr halkıyla birlikte her yerde yüz binler ayağa kalksa böyle her yerde bu değerli yurtseverleri, bu değerli onurlu insanları katledebilir mi? Mümkün müdür? Değil.
Bu konuda da halkımızı bu soykırım, bu katliamcı politikalara karşı durmaya çağırıyorum. Türkiye, Başûr halkı üzerinde ikinci bir Enfal geliştiriyor. Buna karşı halkımızı tutum almaya, ayağa kalkmaya çağırıyorum.
KADIN KENDİSİNİ BU SİSTEMİN İNSAFINA BIRAKAMAZ
KJK Koordinasyonu’nun bu son süreçte önemli bir açıklaması oldu. Kadına dönük şiddete karşı öz savunmayı esas alan, kadını öz savunmaya, örgütlenmeye çağıran, çok önemli mesajlar içeren bir açıklamaydı. Dünyanın her yerinde çok ciddi bir kadın kırım politikası var. Kadına dönük şiddet her yerde çok fazla artmış durumdadır. Özellikle Türkiye neredeyse birinci sıradadır. Türkiye’de kadına dönük hem devlet hem erkek şiddetinin yüzde bin 400-bin 500 hatta daha fazla arttığını belirtiyorlar. Her yerde öyle.
Zaten savaşların geliştiği, şiddetin, faşizmin arttığı bir dünyada farklı bir şey de düşünemezsin. Kadın düşmanlığı, cinsiyetçilik zirve yapar. Zaten bütün savaşların en büyük mağduru kadınlar olmuştur. Şimdi birçok yerde ülkeleri faşist iktidarlar yönetiyor. Kapitalist modernist sistem çok büyük bir kriz, kaos içerisindedir. Bu, savaş demek, çatışma demek, şiddet demek. Ve bu politikalar bunun on katı kadına şiddet olarak dönüyor. Bu anlamda kadın kendisini bu sistemin insafına bırakamaz. Kadın kendisini egemen erkeğin insafına bırakamaz. Her yerde; aile içinde, sokakta, iş yerinde kadınlar katlediliyor. Eşi tarafından katlediliyor, sevgilisi, erkek arkadaşı, babası, erkek kardeşi tarafından katlediliyor. Kadınlar, toplumsal cinsiyetçi kültür ve o gerici geleneksel değer yargıları tarafından sürekli bir saldırı, psikolojik saldırı altındadır. Kadın, psikolojik şiddet görüyor. Şiddeti sadece kaba fiziksel şiddet olarak ele almamak gerekiyor. Kadın üzerinde korkunç bir özel psikolojik şiddet var. En ağır şiddet zaten bir de budur. Fiziksel şiddette ölüp gidiyorsun ama seni sürekli psikolojik özel savaş altında tutarak binlerce, yüz binlerce defa öldürüyor. Kadına karşı bir de böyle yoğun bir şiddet var aile içinde, toplumda, sokakta, iş yerinde. Zaten bu devletlerin faşist politikaları doğrudan topluma da, erkeğe yansıyor. Erkek de o erkekliği, cinsiyetçiliği, erkek egemen zihniyeti, anlayışı, davranışı hortlatıyor, körüklüyor. Toplumsal cinsiyetçiliği hortlatıyor, körüklüyor. Kadını daha fazla nesne gören, meta gören, adeta kendi güdülerini tatmin eden bir nesneye, bir metaya dönüştürüyor. Kadına şiddet uygulayarak kendisini psikolojik olarak terapi ediyor, deşarj oluyor.
ÖRGÜTLÜ KADIN EN BÜYÜK GÜÇTÜR
Bu erkek egemen sistem, kapitalist modernite sistemi ve devlet sistemi, ulus devlet sistemleri zaten faşist karakterli sistemlerdir. Bütün bu sistemler ve siyasetler, o toplumsal cinsiyetçilik zaten 5 bin yıldır var. Onu sürekli besliyor, üretiyor, derinleştiriyor, körüklüyor ve erkekte de erkek egemen egosunu kışkırtıyor. Bütün bunlar kadına şiddet ve katliam olarak dönüyor. Dolayısıyla kadın kendisini ne devletin ne de erkeğin insafına bırakabilir. Bu erkek baba olur, eş olur, sevgili olur, abi olur, kim olursa olsun, hiçbirinin insafına kendisini bırakamaz. Kadın her yerde kendisini bilinçlendirmeli, örgütlenmelidir. Örgütlü kadın en büyük güçtür. Örgütlü kadın öz savunmalı kadındır. Kadının öz savunması örgütlülüğünden gelir. Kadın örgütlü olmazsa öz savunma yapamaz. Kendisini savunamazsa sürekli katledilir, sürekli ölür. Her biçimiyle ölür. İrade parçalanması da, kişilik parçalanması da bir ölümdür.
Topluma baktığımızda; mesela evleniyorlar, evlendiği adam 3 ay sonra, 1 ay sonra eşini katlediyor. Sevgilidir, bakıyorsun bir süre sonra çok vahşi bir biçimde katledilmiş. Ve kadınlar gerçekten 24 saat erkeğin tecavüzüne maruz kalıyor. Önderlik diyordu; artık özel evin de genelevden bir farkı kalmamış. İradesiz, güçsüz kadın sürekli tecavüz altındadır. Özel ev olması bu gerçeği değiştirmiyor.
ÖNCE YAŞAMI KURTARMAK İÇİN MÜCADELE ETMELİ
Erkeğin bu kadar egemen, bu kadar kadın düşmanı, cinsiyetçi olduğu bir dünyada kadın gerçekten aşık olabilir mi? Mesela sana düşman bir erkekle, sana egemenlik kuran, seni egemenliği altına alan, seni köle gören, hizmetçisi gören bir erkeğe aşık olabilir misin? Bunun ismi nasıl aşk, sevgi olur? Bunun aşkla, sevgiyle ilişkisi yok. Yaşam kaybedilmiş.
Önderlik diyordu; yaşamın kaybedildiği yerde aşk aranmaz. Çünkü orada aşk yoktur. Aşk ölmüştür, aşk öldürülmüştür. Aşkı kurtarmak, aşkı yaratmak istiyorsan, aşık olmak istiyorsan o zaman önce yaşamı kurtaracaksın. Aşık olacağın bir yaşam yaratacaksın, aşık olacağın bir erkek yaratacaksın. Özgür bir erkekle, kadını kendisiyle eşit, özgür gören, kadınla özgür, eşit, demokratik bir ilişkiye, bir yaşama karar kılan erkek… Bununla kurulan bir yaşam, özgür kadın ve özgür erkekle kurulan bir yaşam ancak özgür bir yaşam olabilir. Özgür ahlaka ve politik topluma, ahlaka ve politik insanlara dayalı bir yaşam olabilir.
Şimdi yaşam kaybedilmiş, sevgi kaybedilmiş. Yaşamın heyecanı, aşkı, tutkusu kaybedilmiş. Bu yaşamda ilişki, aşk, sevgi olmaz.
Gerçekten bu kadınlar niye evleniyor, ben hiç anlam veremiyorum. Katiliyle evleniyorlar, ölüme gidiyorlar. Geçen gün televizyonda bir anneyi izledim ve çok etkilendim. Kızı yeni evlenmiş, eşi kızını katletmiş. Kızının gelinliğini sokak ortasında getirdi, benzin döktü, yaktı. Gelinliği almış, genç kadınlara sesleniyor. Evlenmeyin, evlenirseniz böyle olursunuz diyor. Kızımdan ders çıkarın, diyor. Yani kadınlar önce yaşamı kurtarmak için mücadele etmeli. Ortada ne kurulacak bir yaşam, ne yaşanacak bir erkek var.
O açıdan kadınların kendisini bilinçlendirmesi, iradeli kılması, örgütlemesi, savunmasını geliştirmesi, mücadele etmesi ve yaşamı kurtarması gerekiyor. Özgür, eşit, demokratik bir sistemi, bir yaşamı kurması gerekiyor ki özgür yaşayabilsin. Dolayısıyla bu tür şeylere hiç tenezzül etmemek, örgütlenmek, mücadele etmek lazım. Bu olmadığı müddetçe her yerde bin bir türlü saldırıyla karşı karşıya kalır.
Sirnex olayı önemlidir tabii ki. Mesela epey zamandır Kurdistan’da bir sürü taciz, tecavüz olayları oluyordu. Bu özel savaş elemanları, polisler, askerler tarafından toplumun sesi çıkmıyordu. Şimdi kadına yönelik bir özel savaş elemanı, bir polis, asker kadına tacizde bulundu, bir cinsel saldırıda bulundu. Sirnex halkı, gençleri ayağa kalktı, o alçağı linç ettiler. Keşke gebertselerdi! Gerçekten çok tarihi bir ders verdiler. Bu her yerde olmalıdır. Biri bir kadına, bir kıza, bir çocuğa bir laf mı söylüyor? Kötü gözle mi bakıyor? Böyle kötü bir davranış içine mi giriyor, linç edilmeli. Ona yaşam hakkı tanınmamalıdır. Bu çok önemli bir duruştur. Bunun her yerde gelişmesi lazım. Dolayısıyla kadınların da her yerde örgütlenmesi, kendi öz savunmasını sağlaması gerekiyor.
Jin Jiyan Azadî hamlesi ancak böyle sonuca ulaşır. Ve ancak bu biçimde de pratikleşir. Yani Jin Jiyan Azadî örgütlenerek, öz savunmasını geliştirerek, mücadele ederek, özgür, demokratik yaşamı ve sistemi yaratarak yaşamsal bir hale gelebilir, bu hamle de başarıya ulaşabilir.
GENÇLER BU DİRENİŞİN ORTAĞI OLMALIDIR
Newroz’da, 31 Mart yerel seçimlerinde, Wan’ın iradesi gasp edildiğinde, Sirnex’te, Colemerg’de, Elîh’te, Riha’da, yani Kurdistan’ın hemen hemen her yerinde ve Türkiye’de gençlerin çok görkemli bir duruşu, bir mücadelesi ve direnişi gelişti. Bu çok anlamlıydı. Ben bu anlamda gençleri kutluyorum. Çok anlamlı bir duruş ortaya koydular. Wan direnişinin sonuca ulaşmasında kadınlarla birlikte gençlerin rolü çok önemli oldu. Bu gaspa, işgale karşı Colemerg’de, Sirnex’te, Botan genelinde de çok güçlü bir gençlik duruşunun, mücadelesinin olduğunu biliyoruz. Gözümüzle gördük, seyrettik. Bu çok anlamlıdır. Bakurê Kurdistan’da, Türkiye kentlerinde adeta böyle bir gençler ordusu oluşmuş durumdadır.
Gençler gerçekten toplumun en dinamik güçleridir. Derler ya delikanlıdır. Yani kanı deli akıyor. Bu anlamda heyecanlıdır, coşkuludur, canlıdır, dinamiktir, gözü karadır, arayışçıdır, tutkuludur. Bütün bunlar gençlerin özellikleridir. Hepimiz de o gençlik sürecinden geçtik. Yaşadık o tecrübeleri. Bunlar çok önemlidir.
Mücadele dinamizmidir. Bir bakıma özgürlük umududur. Bu halkın, halkların özgür geleceğidir gençler. Özgür geleceğinin teminatıdır. O açıdan gençler için şunu söyleyebilirim. Gençler her yerde özgürlük mücadelesine çok güçlü bir katılım göstermelidir. Dağa gelebilen dağa gelmelidir. Genç kadın ve erkekler mücadeleye katılmalıdır. Bu sömürgeci, soykırımcı, düşmana karşı Zap, Metîna direnişçileri gibi bir irade ve duruş ortaya koyarak bu direnişin ortağı olmalıdır. Başûrê Kurdistan’da, Bakurê Kurdistan’da, gelemeyecek durumda olanlar bulundukları yerde de ülke savunmasını çok rahatlıkla yapabilirler. Biz bunu Wan’da, Şirnex’te, Colemerg’de, Elîh’te gördük. Kaldığı yerde de gençler çok güzel bir biçimde ülke savunmasını yapabiliyor. Büyük bir direniş iradesi, mücadele iradesi ortaya koyup halkını savunabiliyor, kadınları, geleceğini, değerlerini savunabiliyor.
Bu anlamda çocuğa, kadına, yaşlıya karşı, bir bütün olarak halkımıza karşı uzanan her eli gençler kırmalıdır. Bu sömürgeci, soykırımcı düşmana karşı güçlü mücadele etmelidir. Her yeri eylem alanlarına, serhildan alanlarına dönüştürmelidir. Toplumu serhildana kaldırmada müthiş öncülük yapmalıdır. Gençler yapmayacak da kim yapacak bunu? Gençlerin işidir bu.
Bu sömürgeci-soykırımcı rejim, soykırım politikalarını çok yönlü yürütüyor. Askeri, toplumsal, kültürel soykırım, bin bir türlü biçimde ekonomik, ekolojik, gençlere dönük de bir kırım politikası yürütüyor. Mesela uyuşturucu, gençlere dönük bir kırım politikasıdır. Kurdistan’ın her yerinde, her sokağında uyuşturucu tacirleri var. Polislerin, askerlerin hepsi uyuşturucu taciridir. Bazı melleleri de, devlet memurlarını böyle kullanıyorlar. Hepsi özel savaş elemanıdır. Kurdistan’da Kürt çocuklarını, daha çocuk yaşta olanları bile uyuşturucuya alıştırıyorlar. Gençleri uyuşturucuya alıştırıp mücadeleden, kendi değerlerinden, kültüründen, toplumsallığından koparmaya çalışıyorlar. Gençlerde irade kırıyorlar, kişilik parçalıyorlar, dejenere ediyorlar, yozlaştırıyorlar. Uyuşturucuyla, fuhuşla, tecavüzle, göç ettirmeyle… Buna karşı durmak lazım.
Mesela öyle olmalı ki, Kurdistan’ın hiçbir sokağında tek bir polis, tek bir asker, tek bir özel savaş elemanı, bir uyuşturucu taciri cesaret edip uyuşturucu satmamalıdır. Gençler, Kurdistan’ın bütün sokaklarını uyuşturucu tacirlerinden, özel savaş elemanlarından temizlemelidir. Kurdistan’ın bütün sokaklarını, bütün meydanlarını, mahallelerini, kasabalarını, şehirlerini tecavüzcülerden, özel psikolojik savaş elemanlarından, uyuşturucu baronlarından, uyuşturucu tacirlerinden temizlemelidir. Buna karşı çok güçlü mücadele yürütmelidir. Gençler kendi içinde örgütlenmelidir. Birilerinin gençlere talimat vermesine gerek yok. Birilerinin gençleri yönetmesine gerek yok. Bizim gençler gerçekten dünyanın en politik gençliğidir. Kürt gençleri dünyanın en politik, en bilinçli gençliğidir.
Her yerde çok rahatlıkla örgütlenebilirler. Komiteler kurabilirler, meclisler kurabilirler, öz savunma birimleri oluşturabilirler, Kürt toplumunu savunabilirler. Düşmanın her türlü saldırısına karşı Kürt kadınını savunabilirler. Kurdistan’ın bütün sokaklarını, kentlerini, kasabalarını bu özel psikolojik savaş saldırılarından temizleyebilirler. Ben gençlerin bunu yapacağına inanıyor ve bunu yapmaya da çağırıyorum.
TÜRKİYE İSRAİL-HAMAS SAVAŞININ YAYILMASINI İSTİYOR
İsrail-HAMAS savaşının ortaya çıkmasında, HAMAS saldırısının arkasında Türkiye’nin olduğu gün gibi açıktır. Hindistan’dan İsrail’e, Yunanistan üzeri Avrupa’ya kadar uzanan enerji hattını sabote etme, bu planı boşa çıkarma temelinde planlanan bir şeydi. Aynı zamanda İsrail, giderek Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştiriyordu. Anlaşmalar da yapmıştı. TC de bundan büyük rahatsızlık duyuyordu.
İran da bölgede uluslararası güçler açısından da, ABD açısından da giderek belirleyici güç olacaktı. Biraz İsrail üzerinden bölge şekillenecekti. Enerji hattının yönü de değişiyordu. Bu da İsrail’e büyük bir ekonomik gelir getirecekti, güç katacaktı. Türkiye’nin jeopolitik, jeostratejik konumu da geri plana düşecekti. Türk ulus faşist devleti, sömürgeci, soykırımcı rejim bunu kaldıramaz, kabul edemezdi. Buna karşı arayışlar içerisine girdi ve bunda rol oynadı.
Şimdi bu savaşın yayılması için de kışkırtıcı bir rol oynuyor. Türk basınını takip edin; İsrail ile İran arasında savaş çıkması için gerçekten can atıyor. Savaş naraları atıyor. Günün 24 saati, gün aşırı yayın yapıyor. Hepsi de kışkırtıcı yayınlar.
Bu savaşın yayılmasından da şöyle bir medet umuyorlar. Bu savaşla İran zayıflayacak. Çünkü İran’ı da kendilerine rakip görüyorlar. İran da bölgede bir hegemonik güçtür.
İran hegemonyasını da kabul etmiyor. Tarihsel çelişkileri de var zaten. İsrail’in de bölgede hegemonyasını kabul etmiyor. Kendi jeopolitik konumu tehlikeye giriyor. Bu anlamda İsrail’in de, İran’ın da zayıflamasını istiyor. Bu güçlerin zayıflamasıyla bölgede kendisine bir alan açılacağını düşünüyor. Kendisi de NATO ülkesi olduğu için. NATO’nun, Amerika’nın o boşalan alanı Türkiye ile dolduracağını düşünüyor.
Amerika’nın daha çok ağırlığını, yönünü Doğu Pasifik’e; Uzak Asya’ya vereceğini düşünüyor. Amerika’nın bölgede oluşturacağı, koalisyon oluşturacağı o boşluğu da kendisinin dolduracağı hesabı içerisindedir. Bununla birlikte böyle savaş yayılırsa bunu da emsal alarak kendisine İsrail’in bu soykırmıcı saldırılarını, kendisi de Kürtlere karşı bunu emsal yaparak çok rahatlıkla Başûr’da, Suriye’de, Bakurê Suriye’de, Rojava’da soykırım saldırılarını daha rahat bir biçimde bu toz duman arasında geliştireceğinin hesabını yapıyor.
Aynı politikayı Kafkasya’da da yürüteceğini hesaplıyor. İran, Kafkasya’da Ermenistan ile bir hat oluşturmaya çalışıyor. Zengazur yolu, köprüsü, orada da bir hat oluşacak. Şimdi oradan da bu Türki ülkeleriyle de bir enerji hattı geliştirmek istiyor. Ruslarla, o Türki cumhuriyetlerle de, Azerbaycan’la böyle bir arayış içerisindedir.
Alternatif yol arayışları içerisindedir. İşte bu Bağdat Kalkınma Yolu Projesi de bunun bir parçasıdır. O yüzden Türkiye bu savaşın yayılmasını istiyor, çok kışkırtıcı bir rol oynuyor.
İRAN DA İSRAİL DE KAPSAMLI BİR SAVAŞI KALDIRABİLECEK DURUMDA DEĞİL
İran bunun farkındadır. Gördüğümüz kadarıyla durum şöyle. İran da güçlü bir pozisyonda değil. Yıllardır İran’ın üzerinDe ekonomik ambargolar var. Ekonomik ambargo, silah ambargosu, diplomatik ambargo; yani çok yönlü bir ambargo altındadır. Bu anlamda ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor. Ekonomik olarak çok darboğazdadır. Bir de yıllardır İran’da da muhalefet ayaktadır. Toplumsal muhalefet çok güçlendi. Rahatsızlıklar çok fazladır. Demokratik bir yönetim istiyor. İran halkları, toplumu demokratik bir siyaset istiyor, reform istiyor. Son yıllarda da Jin Jiyan Azadî serhıldanları da, çok ciddi bir değişim, dönüşüm, demokratikleşme talebi ortaya çıkardı. Dolayısıyla mevcut iktidara karşı güvensizlik, rahatsızlık da var. Bu konuda da bir zorlanma var. Toplumsal bir baskı da söz konusu. Dolayısıyla hepsini topladığında İran savaş istemiyor bu koşullarda. Çok dikkatli yaklaşıyor. Savaşın yayılmasından çok yana değil.
İsrail ise Filistinlilere karşı gerçekten bir soykırım savaşı yürüttü ama kendisi de çok büyük zarar gördü. Ekonomik, askeri olarak çöktü İsrail. Şu anda İsrail de çok zayıflamış durumdadır. Amerika’nın, Batı’nın desteği olmasa İsrail ayakta kalamaz. İsrail Gazze’de bu savaşı yürütemez. Bu bir gerçektir. Dolayısıyla İsrail de daha çok İran’la bu gerilimi artırarak Amerika’nın, Batı’nın desteğini sağlamaya çalışıyor. Ama İsrail de İran’la kapsamlı bir savaşı mevcut durumda kaldırabilecek durumda değil. Ama Amerika bu savaşa katılırsa, İsrail buna da gelebilir. Fakat gördüğümüz kadarıyla Amerika da dikkatli yaklaşıyor. Acele etmiyor. Amerika biraz niyetini gizlemeye çalışıyor.
Aslında şu anda İsrail ile İran arasında bir düşük yoğunluklu bir savaş durumu var. Bir çatışma durumu var. Fakat bunu böyle açıktan, yaygın, kapsamlı bir savaşa dönüştürmeyi bu aşamada istemiyorlar. Bu konuda dikkatli bir yaklaşım var. İsrail, Amerika daha çok İran’ı yıpratmaya, zayıflatmaya, teslim almaya dönük bir politika yürütüyor. Savaşı da bu politikanın bir parçası olarak yürütüyor. Fakat Türkiye bu savaşın gerçekten yayılmasını istiyor. Bundan medet umuyor. Çıkarının bunda olduğunu düşünüyor. Böyle de uğursuz bir rol oynuyor.
Fakat biz savaşa karşı bir hareketiz. Bizim verdiğimiz mücadele de bir meşru savunma mücadelesidir. Bu anlamda bölgede daha fazla kanın akmasını, savaşın yayılmasını ne Kürtlerin ne de bölge halklarının çıkarına görüyoruz. Savaştan halklar kaybediyor. Bu halk artık gerçekten kana doydu. Bu topraklar kana doydu, çok fazlasıyla doydu. Daha fazla kanı bu bölge halkı kaldırmıyor. Dolayısıyla biz savaşa karşıyız. Her yerde de stratejimiz demokrasidir, sorunların demokratik, konfederal sistem anlayışına uygun biçimde çözülmesidir. Demokratik temelde, demokratik siyasi müzakerelerle sorunların çözülmesidir. Savaşın emperyalistler, soykırımcılar, sömürgeciler dışında halklara hiçbir faydası yoktur. Biz de halkçı bir hareketiz. Dolayısıyla biz savaşa karşıyız. Tutumumuz böyledir.