BEHDÎNAN- AİHM ile CPT arasında aslında danışıklı dövüş olduğuna dikkat çeken Duran Kalkan, “Aslında Avrupa Konseyi, Türkiye hükümeti, AİHM, CPT, yani NATO ve Avrupa Birliği çerçevesindeki devletler, hatta BM de dahil bütün devletler buna uyuyorlar. Ve çeşitli kurumlar, ilgili bütün kurumlar ortak bir şey yürütüyorlar. İcra organları bu uyduruk, disiplin cezaları temelinde siyaset belirledi. Yirmi beşinci yılda Önder Apo’nun yeniden yargılanmasını ve fiziki özgürlüğüne kavuşmasını engellediler. AİHM’in yeniden yargılama kararını engellediler, boşa çıkardılar. Burada bir suç ortaklığı var, ortak görüş var” ifadelerini kullandı.
Medya Haber TV’de özel programa katılan PKK Yürütme Komite Üyesi Duran Kalkan, Önder APO’nun fiziki özgürlüğü ve uluslararası icra organlarının İmralı konusundaki hukuk hilelerini, zindanlarda ve toplumsal alandaki eylemleri, Mayıs Ayı Şehitlerini, işgal saldırılarını, Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın savaşını, KJK ve PAJK Koordinasyonlarının yayınladığı deklarasyonu ve gündemdeki diğer konuları değerlendirdi.
Değerlendirmelerin tamamı şöyle:
Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Hamle kapsamında İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen eylemler sürüyor. Kitle eylemleri her alanda var. En kayda değer gelişme, dış alandan CPT’ye uyarı niteliğinde gönderilen mektuptu. Çok sayıda aydın, sendikacılar, sanatçılar, siyasetçiler birleştiler. Önemliydi, bir uyarı düzeyindeydi.
Tecrit sisteminde bir değişiklik yoktur. Bu çerçevede de bazı açıklamalar oldu. CPT raporu bazı bakımlardan itiraftı. Bazı bakımlardan da gerçekten anlaşılır gibi değildi. Yapılan açıklamalara göre CPT diyor ki, “Biz bir yürütme organıyız aslında. Yani Avrupa Konseyi’ne bağlı, devletlere bağlı yürütmenin organıyız. Onlara rapor veririz. Onlar isterlerse açıklarlar, istemezlerse açıklamazlar. Bizim bir rapor açıklayacak kadar bile gücümüz, yetkimiz yoktur”. İşte bu çerçevede AKP, MHP hükümetine bağlı bir kurum derecesine düşüyor. Bir raporu bile açıklayamıyor.
İŞKENCEYİ ‘GİZLEME’ KOMİTESİ DEMEK DAHA UYGUN
Böyle olunca İşkenceyi Önleme Komitesi demek anlamsız. Kim işkence yapıyor? Devletler yapıyor. Herhalde toplumdaki işkence yapanları önlemek için değil. Güç devletlerin elinde. Bu devletlerin, onların yönetimlerinin memuru konumunda olan bir kurum, işkenceyi önleyemez, sadece gizleyebilir. Bu anlamda da “işkenceyi gizleme komitesi” demek daha uygun düşüyor. Fakat çeşitli hukukçuların yaptığı açıklamalardan, özellikle Asrın Hukuk Bürosu’ndan yapılan açıklamalardan anlıyoruz. Öyle değil aslında. Onlar da diyorlar ki, CPT’nin yetkileri çoktur. Ama konu İmralı olunca, Önder Apo olunca, Kürtler olunca bunları kullanmıyor. Yürütmeden yana, iktidardan yana davranıyor. Dolayısıyla işkenceden yana davranıyor. Bu daha mantıklı geliyor tabii. İsmine bakıldığında ise avukatların, hukukçuların açıklaması daha mantıklı geliyor. Çeşitli konularda kullanmışlar yetkilerini çünkü. Sadece İmralı’da, Önder Apo söz konusu olunca kullanmıyorlar. “AİHM uygulayacaktı, onlar uygulamadı” dedi. O doğru olabilir. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi on bilmem kaç yıl önce, Önder Apo’nun yeniden yargılanması için karar aldı ama kararını uygulamadı, takip etmedi. Yirmi beşinci yıl oldu, herhangi bir şey yapmadı. O da talimat alıyor. Siyasetin emrinde. Öyle hukuki falan değil.
AİHM’in iş yapmasında CPT’nin rolü nedir? CPT girişim yapsaydı acaba AİHM farklı davranabilir miydi? Orada aslında bir danışıklı dövüş var. Aslında Avrupa Konseyi, Türkiye hükümeti, AİHM, CPT, yani NATO ve Avrupa Birliği çerçevesindeki devletler, hatta BM de dahil bütün devletler buna uyuyorlar. Ve çeşitli kurumlar, ilgili bütün kurumlar ortak bir şey yürütüyorlar. İcra organları bu uyduruk, disiplin cezaları temelinde siyaset belirledi. Yirmi beşinci yılda Önder Apo’nun yeniden yargılanmasını ve fiziki özgürlüğüne kavuşmasını engellediler. AİHM’in yeniden yargılama kararını engellediler, boşa çıkardılar. Burada bir suç ortaklığı var. Ortak görüş var. Böyle olmasaydı Tayyip Erdoğan’ın Adalet Bakanı öyle pervasız konuşamazdı. Bu kadar hakaret, dalga geçici, bütün insanlıkla, alemle dalga geçici bir tutum ortaya koyamazdı. Böyle göz göre göre aleni, “İmralı’da tecrit yok, her şey mükemmel işliyor” demesi, arkasının ne kadar sağlam olduğunu, kendisine karşı çıkılmayacağını bildiği içindir. Onu sadece öyle değerlendirmek lazım.
SADECE GÖRÜŞMEYİ DEĞİL AİHM’İN YENİDEN YARGILAMA KARARINI ENGELLEMEK İÇİN YAPIYORLAR
En son yine uyduruk bir disiplin cezası açıkladılar; 3 ay. Avukatlar dedi; görüşmeyi engellemek için yapıyorlar bunu. Evet, bir boyutu bu olabilir. Fakat biz hep bir şeylere dikkat çektik. O tespit yetersiz. Sadece görüşmeyi engellemek için değil, aynı zamanda AİHM’in yeniden yargılama kararını engellemek için yapıyorlar. Hukukçular bunu bilmeliler; 25. yılında yeniden yargılama hakkının kullanılmasını engellemek için yaptılar. CPT, AİHM, Avrupa Konseyi, TC’nin kurumları bir araya geldiler, bunu nasıl boşa çıkartırız diye düşünüp ortak yol aradılar, bunu buldular: Disiplin cezaları. Türkiye yaptırıyor. Onlara veriyor; diyor ki bizim hukuki kurumlarımız, orayla ilgili mahkemelerin kararıdır, diyor. Disiplinsiz bir tutuklu olarak gösterip yeniden yargılama gereksiz diyorlar. Yeniden yargılama biraz da kişinin tabii ki cezaevindeki duruşu tutumu da değerlendirilecek. Onu en olumsuz bir biçimde gösteriyorlar. Avrupa hukuku biçim hukukudur, usul hukuku. İşin esasıyla uğraşmaz, kılıfına uyduruyorlar. Böylece engellediler.
Ben 6 sene hapis yattım. Hukukçu değilim ama 6 yıl boyunca yan gelip yatmadık da. Biraz Avrupa’daki ceza sisteminin ne olduğunu inceledik. Avrupa’da müebbet ceza 15 yıl. En ağır ceza 25. yılda mutlaka yeniden yargılanır. İmralı’da da Avrupa hukuku geçerli. TC hukuku da var ama İmralı sistemi, Avrupa Konseyi’nin, CPT’nin organize ettiği bir sistem. Önder Apo, “Geldiğimde karşımda CPT’yi buldum” dedi. Dolayısıyla örneğin Avrupa hukukuna göre 25. yılda mutlaka yeniden yargılama gerekiyordu. Bunu engellemek için yaptılar ve engellediler de. Bunu görmemiz lazım.
ÖNDER APO’NUN HUKUKİ MÜCADELE YÜRÜTMESİNİ ENGELLEDİLER
TC’nin benim yasalarım bunu gerektirmiyor demesi yetmezdi. Böyle bir hukuki kılıfla engellediler. Buradan şuraya gelmek istiyorum. Önder Apo, 25 Mart 2021 tarihinde kardeşiyle kısa telefon görüşmesinde ne dedi? Avukatlarım niye gelmiyor, dedi. Hepiniz bu durumda suç işliyorsunuz, dedi. Şimdi hepimiz dahiliz. Peki ne suçu işledik? Durumu anlamama suçu işledik. Niye kardeşi konuşunca “sen konuşuyorsun, avukatlar konuşmuyor” dedi. Çünkü avukatlarla işi vardı. Ne yapacaktı? İşte bu durumu gördü. Hile yapılıyor. Bu hileye karşı hukuki mücadele yürütmek için avukatları üzerinden girişimde bulunacaktı. Avukat görüşlerini engelleyerek, uyduruk disiplin cezalarında sözde o faşist, o Kürt düşmanı mahkemelere verdirterek hukuka kılıf uydurdular. Önder Apo’nun mücadele yürütmesini, hukuki mücadele yürütmesini bu biçimde engellediler, boşa çıkardılar. Bunun görülmesi lazım.
Bu anlamda onu yapanlar da, bunu engelleyemeyenler de suçlu tabii. Madem ki Önder Apo’nun mücadele etmesini engellediler, o halde biz mücadele edecektik. Mücadelemiz bu hileleri, oyunları bozmaya yetmedi. Yani suçluluk durumundan kurtaramadık kendimizi. Önce böyle değerlendireceğiz. Bence durumu önce böyle görmeliyiz. Buna hepimiz dahiliz. Çünkü zamanında görüp bu hile ve oyunları bozacak çalışmalar yapmadık. Yaptıklarımız yetmedi. Evet mücadele edildi, eylemler oldu, hamle yürütüyoruz ama dikkat edilirse bunlar yetmedi. O halde önce bu durumu değerlendirmemiz lazım. Yetersizliğimizi görmeliyiz. Önder Apo’nun suç tanımlamasının neresindeyiz, görmeliyiz. Durumu anlamak ve yetersiz konumdan çıkmak için Özeleştirel yaklaşmak lazım.
HİLE YAPIYORLAR, BİZİ BU DURUMA ALIŞTIRMAK İSTİYORLAR
Evet, şimdi eylemler oluyor, mücadele sürüyor. Her alanda selamlıyoruz eylemcileri. Yurt dışında da, dört parça Kurdistan’da da halk ayakta, kadınlar ayakta, analarımız ayakta. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü talebi bütün dünyaya yayılıyor. Bunlar birer gelişme. Fakat dikkat edilirse bu, oyunları bozmak, sonuç almak için yeterli değil. Hile yapıyorlar. Göz göre göre hile yaptılar. Ve ondan sonra da işte bu yetersiz durumla bizi böyle yani bu duruma alıştırmak istiyorlar. Bu defa alışmayacağız diyeceğiz.
Zindan direnişinden söz ediliyor hep. Zindanlar direniyor, biz de destekliyoruz diyorlar. Zindan direnişi doğru çizgiye biraz yaklaştı şimdi. Nasıl yaklaştı? Biz buna alışmayacağız, dedi. Bu suça ortak olmayacağız, dedi. Bu devletin bize verdiği şeyleri kullanmayacağız, dedi. Çünkü haksızlık yapıyor. Önder Apo’ya farklı, bize farklı davranıyor; bizi Önder Apo’dan koparıyor, dediler. Önder Apo’ya bu şeyler yoksa neden bize var? Biz Önder Apo’ya katılmışız. O halde bizi başka bir şeye çekmek istiyorlar. Çekilmeyeceğiz. Biz de Önder Apo’nun çizgisinde olduğu gibi olacağız. Devletle bütün bağımızı koparıyoruz, dediler. Ne kadar yapıyorlar, ne kadar bilincindeler bilemem ama yeni eylem çizgisi bunu ifade ediyor. Bu doğruya yaklaşmadır. Ne dedi Önder Apo? İmralı’ya bakın, Kürt’ün gerçeğini görün, dedi. Önder Apo’ya bakacağız. Tabii ki özgür Kürt’üm diyen herkes kendisinin nasıl olması gerektiğini görecek. Zindandaki yoldaşlar devletle bağlarını kopardılar, Önderlik ölçüleriyle yaşayacağız, dediler; Zindana destek veriyoruz diyenler, herkes öyle desin. Herkes devlete karşı tutum alsın.
Mevcut eylemleri değerlendirmemiz lazım. Gerçekten yetersizliklerimizi görmemiz gerekiyor. Yeterli hale getirmeliyiz. Süreç ciddidir. Bu biçimde her yıl aslında Önderliğin yeniden yargılanması durumunun değerlendirilmesi gerekiyor artık. Onu önlemek için sürekli disiplin cezaları veriyorlar, uyduruk cezaları hep verecekler. Bunu bir çizgi olarak tutturdular ve böyle sürdürecekler. Eğer bu durum yıkılmazsa herkesi buna giderek alıştıracaklar ve böyle oyalayıp gidecekler. Buna dur dememiz lazım artık. Biz bu noktadayız. Mevcut yetersiz durumla yetinemeyiz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen eylem hamlemizi geliştirmemiz lazım, yaymamız lazım. Eylemleri zenginleştirmeliyiz, çeşitlendirmeliyiz, güçlendirmeliyiz büyütmeliyiz. Diyorlar ya kıyamet koparmak gerekli. Şimdi öyle bir zamanı yaşıyoruz. Böyle yumuşak şeylerle belli ki olmuyor.
O bakımdan biz durumu böyle değerlendiriyoruz. Bu iş böyle gitmez. Bu tarz eylemlikle de biz sonuç alamadığımıza göre o zaman çareyi kendimizde bulacağız. Şu yapmıyor, bu yapmıyor diyemeyiz. Kendimiz yaptırır hale geleceğiz. Eylem gücümüzü yükselteceğiz. Bunu herkes görmeli. Hepimizi değerlendirmeliyiz. Bir bütün olarak hareket ve halk olarak, dostlar olarak herkes değerlendirmeli. Bazı açıklamalar yapıyor yurt dışında hukukçular, akademisyenler; diyor suçtur. Bunun tartışması bile olmaz. Buna karşı her şey yapılmalı. Gerçekten de her şey yapılmalı. Herkes olduğu yerde her şeyi yapabilmeli. Biz öyle bir durumda olmalıyız. Kısaca sözün bittiği noktadayız artık. Sözle bir şey olmaz. Eylem gerekli, sonuç alıcı eylem gerekli. Ben herkesi böyle bir durum değerlendirmesi yapmaya davet ediyorum. Biz kendimiz de böyle bir değerlendirme içerisindeyiz. Yani gerekleri neyse hareket etmeye çalışacağız.
PKK’DE HER GELİŞME ADIMI ŞEHİTLERİN MÜCADELESİYLE OLDU
Ben öncelikle şehadetinin 47. yıl dönümünde büyük devrimci Haki Karer yoldaşı ve şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 48. şehitler yılında amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümü bir kere daha yineliyorum. Yine şehadetinin 51. yıl dönümünde Türkiye devriminin önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’yı ve şahsında tüm Türkiye devrim şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
İbrahim Kaypakkaya da 1973 18 Mayıs’ında işkencede katledildi, şehit düştü. Haki Karer yoldaş da 18 Mayıs 1977’de Antep’te aynı güçler tarafından alçakça katledildi, şehit düştü. 4 yıl sonra Mayıs ayı Türkiye devrimcileri için de bir şehitler ayı oldu.
6 Mayıs’ta Deniz Yusuf ve Hüseyin idam edildiler. 9 Mayıs’ta Ulaş Bayraktaroğlu yoldaş şehit düştü. Mayıs’ın sonu Sinan Cemgil ve arkadaşlarının şehadet yıl dönümü. Arap devrimcileri de 16 Mayıs’ı şehitler günü olarak değerlendiriyorlar. 16 Mayıs 1916’da Arap aydınları İttihat ve Terakki yönetimi tarafından katledilmişlerdi. İşgale, sömürgeciliğe karşı direnerek şehit düşen tüm bu şehitleri de saygı ve minnetle anıyorum. Türkiye ve Kurdistan devrimlerini birleşik olarak geliştirdiğimiz mücadelede bu şehitleri yaşatıyoruz, izinden yürüyoruz, anılarını yaşatıyoruz.
Aynı zamanda Kürt-Arap ittifakı temelinde geliştirdiğimiz demokratik Ortadoğu mücadelesiyle de bu şehitlerin anılarını yaşatıyoruz. Biz hareket olarak daha da yaşatacağız.
Hareketimizin karakterinin bilinmesi açısından ben şunları ifade edebilirim. Önder Apo her zaman 12 Mart 71 darbesine karşı direnişin içinden çıktığını, o büyük direnişin, şehitlerin anılarına sahip çıkma temelinde devrimci örgütlenme ve eyleme yöneldiğini söyledi. Yani şehitlerin anılarına doğru sahip çıkmak için bu mücadeleye girdi. Denizlerin, İbrahimlerin, Mahirlerin anılarına sahip çıkmak için… Daha sonra da PKK’nin, Haki Karer’in anısının örgütlenmesi ve eylemli kılınması olduğunu söyledi. Şehitlerin PKK’li olduğunu belirtti. Şehitlerimizin PKK biçiminde yaşadığını ifade etti. Haki Karer’i kendi gizli ruhu olarak tanımladı. PKK, 18 Mayıs’ı birkaç yıl sonra Kurdistan Şehitler Günü olarak tanımladı, ilan etti. Gerçekten de PKK’ye ve yürüttüğü mücadele tarihine bakılırsa her gelişme adımı şehitlerin mücadelesiyle oldu. Şehitlerin anılarına sahip çıkma temelinde gelişti ve gerçekleşti. Hilvan direnişi Halil Çavgun’un anısına geliştirilen bir mücadeleydi. Halil Çavgun, Haki Karer’in şehadet yıl dönümünde onu anma eylem yaparken faşist, sömürgeci, soykırımcı düşman tarafından katledildi, şehit düşürüldü. Tarihi Hilvan direnişi şehidin anısına doğru sahip çıkma temelinde gelişti.
Zindan direnişi; örneğin Dörtler’i ele alalım, Ferhat Kurtay ve arkadaşlarını… Mazlum Doğan’ın direnişini 14 Temmuz’a bağladı. Tarihi zindan direnişinin bu kadar etkili hale gelmesine yol açtı. 17 Mayıs’ta oldu. Neden? Ne ilham verdi Ferhat Kurtay ve arkadaşlarına? Haki Karer’in şehadet yıl dönümü, şehitten aldığı güç. Onun anısına doğru sahip çıkma ve doğru yaşatma çabası yön verdi. Büyük zindan direnişi ortaya çıktı. Hilvan direnişi, zindan direnişi, ondan sonra 15 Ağustos atılımı temelinde Mayıs ayı eylem ayı haline geldi. Her gününde onlarca eylem, onlarca şehitle bugüne gelindi. Büyük bir şehitler ordusu ortaya çıktı.
ŞEHİTLER KOMUTA EDİYOR BU MÜCADELEYİ
Şehitler komuta ediyor bu mücadeleyi. Bu halkı şehitler eğitiyor, şehitler birleştiriyor. Şehitlerimiz, Önderlik çizgisine en doğru katılan ve en başarılı uygulayanlar oluyor. Önderlik gerçeğini doğru anlamak ve başarıyla uygulamak, her şeyden önce şehitler gerçeğini doğru anlamayı ve şehitlerin izinde doğru yürümeyi gerektiriyor. Bu kadar iç içedir. Bu bakımdan 18 Mayıs, Şehitler Günü olarak tanımlandı.
Peş peşe her yıl dönümünde Mayıs şehadetleri yaşanınca, her güne neredeyse onlarca şehit sığdırılınca Mayıs ayı şehitler ayı haline geldi. Sadece bir karar ve tanımlama değildir, yaşamın ortaya çıkardığı bir gerçektir. Evet, tanımlama da var ama yaşamın ortaya çıkardığı bir gerçek. İşte Haki Karer’in anısı adım adım bir örgütlü mücadele yarattı. Ve bir şehitler ordusu, bu mücadelenin öncüsü haline geldi. Mücadeleyi yürüten de onlar oldu. Dolayısıyla Hareketimiz ve halkımız nasıl ki 18 Mayıs’ı Şehitler Günü olarak tanımladıysa, Mayıs ayını da bundan dolayı Şehitler Ayı olarak tanımladı. Bu temelde anıyor, Mayıs ayını bu temelde değerlendiriyor, şehitlerine bu temelde sahip çıkıyor.
Şehide doğru sahip çıkmanın iki temel boyutu var kuşkusuz. Bir tanesi şehitler gerçeğini, dolayısıyla Önderlik gerçeğini doğru anlamak ve doğru katılmak. Hatayı, eksikliği görüp gidermek. Şehitler çizgisinde kendini eleştirel, öz eleştirel sorgulamadan geçirerek yenilemek. Yeniden katmak, yeniden devrimcileştirmek.
Bu, tüm devrimci ve yurtseverlerin yapması gereken bir durum. Bu Mayıs ayında Hareket ve halk olarak, devrimci ve yurtseverler olarak hepimiz böyle yapıyoruz. Böyle yapmalıyız. Şehitleri doğru anlayacaksak, o zaman şehitler gerçeğinde kendimizi yenileyeceğiz, değiştireceğiz, düzelteceğiz, bu gerçeğe daha yakın hale geleceğiz. Duygu, düşünce, zihniyet davranışta ondan uzak tutan yanlarımız varsa onları bir yana atacağız. Şehitlerin ölçüleriyle, ruhu, duygusu, düşüncesiyle kendimizi dolduracağız. Şehitlerin yaşamına daha yakın olacağız. Mesafeyi uzaklaştırmayacağız, dedi Önderlik. Şehitlerimize her zaman yakın yaşayacağız. Şehitler çizgisinde yaşayıp çalışacağız. Mücadele edeceğiz.
İkincisi mücadeledir tabii. Anıya doğru sahip çıkmak, amacını başarmak için mücadele etmektir.
Şehitler bu özgürlük mücadelesinin şehitleri. Kurdistan’ın özgürlüğüne, halkın özgürlüğüne, kadın özgürlüğüne, toplumsal özgürlüğe tüm benlikleriyle inanarak, tüm varlıklarını buna feda eden bir mücadeleyi yürüttüler. Özgürlüğe bu denli tutkuluydular. Önder Apo’nun tanımladığı özgürlük çizgisini bu düzeyde benimsediler. Böyle içten katıldılar ve tereddütsüz yürüdüler. Şehitler gerçeği bunu ifade ediyor. Bir mücadele gerçeğidir. O halde mücadele edeceğiz. Mücadeleyi daha çok geliştireceğiz. Olduğumuz yerde özgürlük mücadelesini, imkanları, fırsatları azami kullanma temelinde geliştireceğiz, ilerleteceğiz. Başka türlü şehide doğru sahip çıkılmaz. Şehitler ayı ve günü doğru anlaşılmaz, doğru yaşanmaz. Doğru yaşayacaksak kesinlikle doğru yaşam böyledir. Doğru yaşam şehitlerin kendileridir. O halde biz de doğru yaşayacaksak şehitler gerçeğini doğru anlayacağız ve oraya ulaşmaya çalışacağız. Hedefimiz o. O temelde yaşayacağız, mücadele edeceğiz. Başka türlü olmaz.
Bu bakımdan da özellikle şehit yakınları, şehit aileleri, şehit anneleri hepsini saygıyla selamlıyorum. Bu gerçeği daha iyi bilecekler, daha iyi temsil edecekler. Şehitlerin amaçlarını başarmak için daha çok örgütlenecekler, mücadele edecekler. Daha çok topluma onları taşıracaklar. Toplumun şehitler çizgisinde, Önderlik gerçeği temelinde eğitilmesi, örgütlenmesi için daha fazla çaba harcayacaklar. Bunu bütün parti olarak, kadrolar olarak bizim yapmamız gerekiyor. Ama şehit yakınlarına da görev düşüyor, sorumluluk düşüyor. Şunu bir kere daha ifade etmeliyiz. Şehitler bizi eğitiyor, şehitler bizi bir arada tutuyor, şehitler bizi örgütlü kılıyor. Her zaman, her yerde en temel güç kaynağımız oluyor. Sıkıştığımız her yerde şehitler gerçeğinden güç alıyoruz. Çareyi şehitler çizgisinde buluyoruz. İradeyi, bilinci, iddiayı şehitler gerçeğini doğru anlama temelinde ortaya çıkartıyoruz. Bu açık bir gerçek. Başka bir güç kaynağımız yok.
Önderlik gerçeği de şehitler gerçeğinin toplamı oluyor. Önder Apo, “Ben şehitlerin sözcüsüyüm” dedi. “Şehitler çizgisini doğru yürütmek için çaba harcayan, doğru anlaşılması ve doğru sahiplenilmesini sağlamaya çalışan bir konumdayım” dedi. Bütün şehitler, son nefeslerinde Önderlik çizgisini hayata geçirmek için şehit düştüler. Bijî Serok Apo, dediler. Önder Apo’nun çizgisinin yaşama geçmesi, zafer kazanması için haykırdılar. Yaşamlarıyla ve mücadeleleriyle, şehadetleriyle bu çizginin doğruluğuna ve zafer kazanacağına şahitlik ettiler. Şehit demek, şahit demektir. Neyin şahidi? Uğruna can verilen davanın doğruluğuna ve zafer kazanacağının şahidi olmaktır. Şimdi elli binden fazla şehidimiz var. O halde Önderlik düşüncesi, paradigması, PKK-PAJK çizgisi bu kadar şahitle doğrulanmış, zaferi bu kadar şahitle kanıtlanmış durumda. O halde bundan tereddüt duyulamaz, kuşku olmaz. Zayıf yaklaşımlar olamaz. Bu gerçekler varken başka türlü yaşayamayız. Başka ölçüler, hedefler önümüze koyamayız. Doğru anlamak böyle oluyor.
Son olarak şunu da ifade edeyim. 16 Mayıs da Hewlêr Katliamının yıl dönümü oluyor. Katliam şehitlerimizi Salih, Hêlîn ve Ozan yoldaşlar şahsında saygı ve minnetle anıyorum özel olarak.
İhanet ve işbirlikçilik nedir, doğru anlayalım. Hewlêr Katliamı nasıl oldu? Neydi ve bugün işbirlikçilik, ihanet ne yapıyor; doğru görülmesi açısından önemli. Şunu gösteriyor şehitler gerçeği bize. Sömürgeciliğe, soykırıma, faşizme karşı mücadele, işbirlikçiliğe ve ihanete karşı mücadeleden ayrılmıyor. Bu gerçeği de görmemiz, doğru anlamamız gerekli.
Bu temelde Haki Karer yoldaş ve şahsında tüm Mayıs şehitlerimizi Mehmet Karasungur’dan Kasım Engin’e kadar gelen tüm Mayıs şehitlerimizi, onların şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi bir kere daha saygıyla anıyor, anılarını özgürlük mücadelemizde daha güçlü yaşatacağız diyorum.
ÖNDERLİĞE VE GERİLLAYA AYNI DÜZEYDE, AYNI AMAÇLA SALDIRIYORLAR
Savaşın geçmişi biliniyor. Tekrarlamak gerekmiyor. Çok değerlendirildi, tartışıldı. Aslında daha fazla tartışmaya, anlamaya da ihtiyaç var. Ama yeni durum denilirse, Merkez Karargah kurumlarımız açıkladılar. 16 Nisan’dan itibaren Metîna’ya dönük başlatılmış bir işgal saldırısı var. Aslında çevresinde, çeşitli yerlerinde işgal saldırıları daha önce olmuştu. Onları ilerletme ve bir bütün Metîna’yı işgal etmeye dönük parça parça süren bir işgal saldırısı var. Bunu HPG-BİM defalarca açıkladı. Haber alan gazeteciler, basın mensupları yapılanları ifade etti. Merkez Karargahımız da saldırının özelliklerini belirtti. Parçalı bir saldırıdır, dedi. Yani adım adım çeşitli yerleri tutarak birleştirip bir genele varmak istiyorlar.
Aslında Metîna’yı işgal ederek o büyük direniş kalesi olan Zap’ı daha çok kuşatmaya almak istiyorlar. Deniliyor ya, Irak devleti tampon bölge adı altında 20 kilometreyi Türkiye’ye vermiş sınırda. Aslında o 20 kilometreyi şimdi tümden işgal etmek istiyorlar. Gerilla bu işgali önlemek için direniyor yıllardır, bu kadar şehit vererek.
Şimdi de bu işgali daha da ilerletmeye karşı önemli direnişler var. Buna karşı Metîna’da eylemler oldu. Şeladizê’den diğer alanlara kadar darbeler vuruldu. AKP-MHP faşist sürüleri işgal için adımlar attıkça gerilla da fırsatı yakalıyor, vuruyor. Böyle yoğun çatışmalı bir durum var.
HPG-BİM Türk ordusunun kayıplarına dönük bilançolar verdi. Şehitlerimizi de açıklıyorlar. Bu konuda kamuoyundan HPG’nin gizlediği, saklı tuttuğu bir durum yok. Fakat bir; gerilla tedbirli, ikincisi; eylem yapıyor. Artık sadece saldırıldığında direnen konumda değil. Kendisi eylem planlıyor, yapıyor. Yani taktik olarak saldırı konumunda. Dolayısıyla tabii ki kayıpları az oluyor. Şehitlerimiz azdır. Ben bu direnişi yürüten HPG ve YJA Star güçlerini selamlıyorum bir kere daha. Direnişin şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Belki geçen yılların bazı dönemlerindeki yoğunlukta değil ama amacı, çerçevesi öyle olan bir saldırı durumu var. Bir de bazı şeyler vardır. HPG’nin de açıkladığı gibi, Türk ordusu başarısız olduğu, zorlandığı yerde yasak silah kullanıyor. Bugün de açıkladılar; kimyasal silah kullanıyor diye. Taktik nükleer bomba kullanıyor. Bunlara ağırlık veriyor. Bir de son zamanlarda hava bombardımanında artış vardır. Öyle anlaşılıyor ki İsveç’in NATO’ya girişi temelinde Amerika ile yaptıkları pazarlıklar belli sonuçlar vermiş. Uçakları almışlar. Havadan daha fazla saldırı yapıyorlar.
İmralı’daki tecridi, bütün hukuki şeyleri nasıl kılıfa uydurarak engelliyorlarsa, gerillaya dönük saldırıyı da o düzeyde yapıyorlar ve destek alıyorlar yani. Kendi başına yapmıyor. Bütünlük var burada. İmralı tecrit işkence ve soykırım sistemi üzerinde nasıl bir bütünlük varsa, -BM devletleri temelinde, NATO ve TC uygulama gücü tabii-, aynı durum gerillaya dönük saldırıda da var. Zaten Önderliğe ve gerillaya aynı düzeyde, aynı amaçla saldırıyorlar; imha etme. Aslında İmralı’da yapılan da imha etmedir. Başka türlü anlamamak lazım. 9 Ekim 98’de imha etmek istediler, başaramadılar. İdam ederek imha etmeyi 15 Şubat’ta öngördüler, başaramadılar. İmralı sisteminde çürütme politikasıyla; ideolojik, siyasi, örgütsel olarak imha ederiz dediler, başaramadılar. İntikam alırcasına bir taraftan gerillayı imha etmek için saldırıyorlar, bir taraftan da her türlü hukuku çiğneyerek, yok sayarak, aslında hukuksuzluğu kılıfına uydurarak saldırıyorlar Önderliğe. İmralı mücadelesinde kazanamadılar, yenildiler. Bu biçimde intikam almak istiyorlar. Başarabilirlerse yenilgilerini tersyüz edecekler. Burada çok önemli bir şey gerillanın ezilmesi hedefi oluyor. Aynı güçler, aynı amaçla bunu yapıyorlar.
HERKES KDP DEĞİL Kİ TÜRKİYE’YE ASKERLİK YAPSIN
Tabii savaş üzerinde duruyoruz, savaşın iyi değerlendirilmesi lazım. Türkiye’deki sonuçları yeterince tartışılmadı. Az tartışılıyor. Halbuki iyi bir Türkiye analizi yapmak gerekiyor. Ekonomik kriz, siyasi kriz, toplumsal kriz, kültürel kriz, her türlü yozlaşma, bu uyuşturucu, her türlü toplumsallığın yok edilmesi savaş için yapılıyor. Savaşa toplanan şeyler hep savaşa yatırılıyor. Savaşa kimse ses çıkartmasın diye bunlar yapılıyor. Tayyip Erdoğan kendisi de bitti, aslında Türkiye’yi de bitirdi, toplumu da bitirdi. Seçim sonrası, “bu bitiş değil” diyordu. Bir bitişti ama Türkiye’yi de bitirdi, kendisini de bitirdi. Durumu öyle görmek lazım. Şimdi de hala yeni arayışları var. O kadar yalvar yakar etti NATO’dan, ABD’den güç alacağım diye. Olmadı; İran’dan, Irak’tan, KDP’den, YNK’den güç alayım diye. Bunlar değerlendirildi.
Sözde ABD’ye gidecekti, Amerika yönetimi davet etmişti, Biden’la görüşecekti. Haftalarca propaganda etti AKP basını. Bir anda bir ABD’li yetkili bizim böyle bir programımız yok deyince söndü balon gibi. Onu kamufle etmek için her tarafına Türk bayrakları astırarak gövde gösterisi yapmaya çalıştı. Demezler mi sen Barzani’nin ayağına gittin. 30 sene önce PKK yokken bir çavuşun gitmiyordu, onbaşın gidiyordu. Onlarla işleri hallediyordun. Şimdi sen neyin havasını atıyorsun? Barzaniler de Güney Kurdistan’ı kendi yönetimlerinde Türkiye’nin, AKP-MHP faşizminin bir vilayeti haline getirmekte çok istekliler. Öyle davranıyorlar. Onlar için her şey söylenebilir. O ayrı bir konu. Fakat Tayyip Erdoğan’ın içine düştüğü durum ortada. Bunları görmek lazım.
Çeşitli anlaşmalar yapıldı. Ona dayalı olarak saldırı geliştirilecek deniliyor. Herkes bekliyor böyle, bu saldırı ne olacak diye. Olabilir de yani. Herkes hazırlıklı olmalı. Biz öyle yaklaşıyoruz. Basite almamalıyız. Hiçbir şeyi basite almamalıyız. Çünkü yaşam basit değil. Her zaman hazırlıklı olmalıyız. Ama dikkat edilirse çok kolay değil. Öyle her şeyi yapabilecek durumda değiller. Öyle olsalardı yapabilirlerdi zaten. Öyle olamıyorlar. Peki ne oluyor? İşte bazı anlaşmalarla şeyler yapmaya çalıştılar. Öyle anlaşılıyor ki, kendi planladıkları o müşterek gücü oluşturamadılar. Bu mümkün değildi zaten. Onu ne İran ister ne Irak. Kimsenin buna ne gücü var ne de buna ihtiyacı var. Niye Türkiye’ye askerlik yapsın? KDP mi oldu herkes? Barzani midirler? Değildirler yani. Mücadele ediyorlar bunlara karşı. Herkesin kendine göre bir çıkarı var.
‘KALKINMA YOLU’ DEDİKLERİ SAVAŞ YOLU PROJESİDİR
Fakat bu kalkınma yolu projesi denen şeyi doğru anlamak lazım. Aslında öyle bir yol falan yok. Ticaret de yok. Olanı yapıyorlar zaten. Gerçekten öyle bir proje olsa, buna Amerika’dan İsrail’e herkes karşı çıkar. Aslında Irak’ı kandırıyorlar. Bazı arkadaşlarımız da açıkladılar. Yani yol adı altında oraya daha fazla girmek istiyorlar. Irak’ın içlerine girmek istiyorlar. Yani yol yapım için gönderecek, arkasından asker gönderecek, polis gönderecek, istihbarat gönderecek. Müşterek güçle Zaxo’dan Süleymaniye’yi kuşatacağım diyordu. Medya Savunma Alanları’nda başaramadı. Bu yolla bütün Başûrê Kurdistan’ı, güneyinden kuşatmış oluyor. Öyle bir askeri amacı taşıyor bu savaş yolu projesi. Güç girecek ve bir savaş alanına dönüştürecek. Bunu herhalde İran, Irak herkes görüyor. Bu, Irak için felaket olur tabii. Hiç kimse kabul etmez. Buna karşı herkesle savaşır. Böyle bir şeye karşı elbette ki biz mücadele ederiz, savaşırız yani. Bu çok bir şey değil, denilmemeli. Türkiye’nin güçlerinin bu kadar çok Irak’a girmesi işgaldir. Nasıl çete bölgeleri oluştu? Buralarda da kendi şeyiyle Türkmen adı altında çete bölgesi oluşturacak. Kıbrıs’tan başladı, birçok yerde bunu yapıyor. Böyle olmamalı.
Diğer yandan KDP’nin bazı hareketlilikleri oluyor. O konuda uyardı yönetimimiz. Bizim diyeceğimiz bir şey yok. Fakat son diyorlar, hazır olun denmiş savaş güçlerine. Bu kendisi için felaket olur. KDP’nin daha fazla ileri adım atarak TC ile birlikte doğrudan savaşa girme durumu kendisinin bitişi olur. Kendisine felaket gelir. Bu kadar söyleyebilirim. Her yerini kuşatırız. PKK de, gerilla da her yerde. Bunu herkes bilmeli. Gerillanın ne olduğunu, nasıl savaştığını herkes görüyor. Dolayısıyla biz izliyoruz, bakıyoruz.
Biz mücadelemizi sürdürüyoruz. İşte küresel özgürlük hamlemizi askeri cephede de sürdüreceğiz. Her alanda yayılıyor. Gerilla da yayılıyor, şehirlerde de eylemler oluyor. Önümüzdeki süreçte inanıyoruz, bu çok daha fazla gelişecek. Bu savaşı geliştiren, savaşta ısrar edenler döktükleri kanda boğulacaklar genel deyimle.
ÖZ SAVUNMASI OLMAYANIN ÖZGÜRLÜĞÜ DE YOKTUR
PAJK ve KJK Koordinasyonu’nun ortak öz savunma deklarasyonu önemliydi, anlamlıydı da. Zamanlama itibarıyla da belli bir tartışmaya da yol açtı. Biz PKK olarak bu deklarasyona katılıyoruz tümüyle. Öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemini geliştirmek için her şeyi yapmamız lazım. Bu konudaki eksikliklerimizi kesinlikle gidermek gerekli.
Deklarasyon kadınlar içindi. Kuşkusuz en ağır baskı zulüm, tecavüz, katliam altında kadınlar. En ağır köleliği yaşıyorlar. Dolayısıyla öz savunma kadınlar için ekmek sudan daha çok önde, daha fazla gerekli. Fakat toplumun genelinin duruşu da kadınlardan çok farklı değil. Deniliyor ya bir toplumun özgürlük düzeyini, kadınların özgürlük düzeyi belirler. Bunu diğer türlü de okuyabiliriz. O zaman bir toplumun durumunu, kölelik durumunu, kadınların durumu belirler. Kadınlar bu kadar öz savunmaya ihtiyaç duyuyorlarsa, o duruma gelmişlerse, o kadar üzerlerinde baskı, zulüm varsa, benzer şey. Demek ki toplumun tümü üzerinde var.
O halde evet, kadınlar için çok önemli. Kadınlar öncü. Onu kesinlikle değiştirmemeliyiz. Ama bütün topluma da bu bilinci, örgütlülüğü ve eylemi yaymalıyız. Toplumun tümü bu faşist, sömürgeci, soykırımcı, özel savaş zihniyeti, sistemi ve saldırılarına karşı kendini savunma bilincinde, örgütlülüğünde ve eyleminde olmalı. Yediden yetmişe böyle olunmalı. Kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes böyle olmalı. Öz savunma demek güvenlik demek. Güvenlik, beslenme ve üreme ile birlikte varoluşun üç temel koşulundan bir tanesi. Var olmakla; yani yaşamakla ve bir de özgürlükle kopmaz bağlara sahip. Dolayısıyla öz savunması olmayanın güvenliği yok demektir. Güvenliği olmayanın da en azından özgürlüğü yoktur. En ağır köleliği yaşıyordur. Çünkü güvenliğini elinden kim almışsa onun kölesi demektir. Gücü o ele almıştır.
Bu ulus devletler ordular kurdular. Ordular, gücü ifade ediyorlar ve toplumu güçten düşürerek bütün gücü kendi ellerinde, dolayısıyla iktidar ve devlette topladılar. Toplumu da, kadını da böyle köle, özgürlükten yoksun, baskı, zulüm altında bir konuma getirdiler. O halde buna karşı herkes kendi güvenliğini sağlama bilincinde, tutumunda, iradesinde olmalı. Güvenlik başkasına emanet edilemez. Güvenlik başkasına verilemez yani. Güvenlik gücü diyemezsin. Kimse kimsenin güvenlik gücü olmaz.
Herkes eğer özgür yaşayacaksa ancak kendi güvenliğini sağladığı oranda özgür olur. Dolayısıyla kadın özgür olacaksa güvenliğini sağladığı orandadır. Toplum özgür olacaksa güvenliğini sağladığı oranda, birey özgür olacaksa güvenliğini sağladığı oranda. Böyle bir bilinci, örgütlülüğü, eylemi toplumda geliştirme, toplumu bu temelde kendini eğitir, örgütler ve eylemli kılar hale getirmemiz lazım.
Devletler bunun tersini yapıyorlar. Özellikle faşist, sömürgeci, soykırımcı diktatörlükler soykırım altında, toplum kırım altında insanları bu duruma getiriyorlar. Toplumları böyle güçten düşürüyor, bütün gücü kendi ellerinde alıyorlar. Tersine gücü tekrar bireye ve topluma, kadına vermeliyiz yani. Devrimci mücadelenin, özgürlük, eşitlik mücadelesinin hedefi, çabası kesinlikle bu olmalı. Bu konuda bazı yanlış anlayışlar da ortaya çıkmamalı. Yani öz savunma, en meşru haktır; hangi meşruiyet, hangi haktan söz ediyoruz? BM mi kaldı, devletlerin hukukuna ve meşruiyetine kim ne kadar güvenebilir? Öyle bir meşruiyet kalmış mıdır? Yok. Onun için kimse hakkımız, hukukumuz var, dememeli. Sen kendini bilinçli, örgütlü ve eylemli kıldığın kadar yaşama, özgür olma hakkın vardır. Başka yoktur, kimse sana vermez. Tutum, bilinç, duruş böyle olmalı.
ÖZ SAVUNMAYI BİLİNÇ, ÖRGÜT, EYLEM BÜTÜNLÜĞÜ İÇİNDE ELE ALMAK LAZIM
Diğer yandan öz savunmayı sadece bir fikir, bilinç, bir tartışma olarak görmemek lazım. Yine sadece bir örgüt, eylem olarak da görmemek lazım. Bütünlük içinde, bilinç; yani eğitim, örgüt ve eylem bütünlüğü içinde ele almak lazım. Bu bütünlüğe ulaşmazsa yanlış olur. Örneğin bilinçsiz örgüt ve eylem nereye gideceği, ne yapacağı, hangi sonucu vereceği, kime vuracağı belli olmayan bir duruma yol açabilir. Çetecilik yaratabilir. Fakat sadece bilinç kaldı, örgüt yok, eylem yok; bu boş, güzel bir hayal olur, öteye geçmez. Herhangi bir pratiği, yaptırımı, bir etkisi olmaz. O nedenle böyle parçalamamak lazım. Bütünlükle ele almak gerekiyor. Parçalayıcı yaklaşımlar var sanki. Daha çok öz savunmayı bir fikir düzeyinde tartışan, böyle bir bilinç olayıymış gibi ele alan, öz savunma bilinci ve mücadelesi diyen oluyor. Ama bunun örgütü, eylemi nasıl olacak; onun üzerinde durmayan, onunla bütünleştirmeyen yaklaşımlar var. Bunlar yanlış. Bunu net ifade edebilirim. Bu bakımdan çok fazla sonuç vermiyor, geliştirmiyor. Bu giderek her türlü faşist, sömürgeci, soykırımcı, özel savaş saldırısı karşısında mücadeleyi, direnişleri zayıflatıyor. Eylemi basite indirgiyor.
TÜRKİYE’DE FAŞİZM REFORMİST MÜCADELE YÖNTEMLERİYLE YIKILABİLİR Mİ?
Mevcut durumda, örneğin Bakur’da, Türkiye’de çok aşırı bir legalizm vardır, yani yasalcılık var. Dolayısıyla zengin eylemler geliştirilemiyor. Faşizm baskı, saldırı yapıyor; bunun karşısında onu boşa çıkartacak, kıracak bir örgütlülük, bir eylem gücü, çizgisi yok. Eylemler yetersiz. Radikal değil, çok reformist. Eylemler oluyor bu saldırılara karşı ama çok reformist, radikal değil. Oysa biz radikal demokrasi dedik. O halde demokrasinin dili de eylemdir, eylem çizgisi radikal olmak durumunda.
Radikal olamıyor. Neden? Çünkü çok aşırı legalize olmuş, çok aşırı yasalcı. Bu legallik, yasallık neye dayanıyor? Faşizme dayanıyor. Faşizm sadece reformist mücadele yöntemleriyle, yasal çalışmayla yıkılabilir mi? Mümkün değil. Bunun tedbirlerini alıyor zaten. O halde sadece legalizme, yasala hapsolmayı aşmak lazım. O aşılırsa yapılan bütün eylemler anlam kazanır. Ama o olmazsa fazla eylem yapamazsın, yapıldığında bir etkisi olmaz. Nitekim pratikte görülen bu oluyor zaten. Bu anlamda ben özellikle Türkiye gençliği ve Kürt gençliğini, Apocu gençliği, gençliğin dikkatini buraya çekmek istiyorum. Çünkü gençlik bu konuda daha çok en dinamik güç, en iyi anlayan ve her türlü mücadele, yol yöntemini geliştirmeye sahip olan bir güç. Dolayısıyla gençlik bunu doğru anlamak durumunda.
Gençlik kendisini bu kadar aşırı legalize eder, yasalcılığa boğarsa gerçekten de devrimci gençlik olmaktan çıkar. Radikal mücadele yürütemez. Pasif, reformist diyeceğimiz mücadeleler de çok etkili olmaz o zaman. Onların anlamı olmaz. Devrimci, radikal mücadele olsa, onlar da o mücadeleyle birlikte anlam kazanır. Ama bu durumda kazanmıyor.
Bu bakımdan genç yoldaşlar, Apocu gençlik durumu doğru anlamalı. Yani faşizme karşı nasıl mücadele edilir, nasıl örgütlenilir, bunu bilmeli. Tarihine bakmalı, YCK’yi incelemeli, YDGH’ı incelemeli. Hiç onların adı bile anılmaz oluyor. Oysa ki bir tarihi var bu gençliğin. Apocu gençlik deyip geçmemek lazım. Bu gençliğin gerçekten de bir tarihi var, bir çizgisi var. Onun gereklerine göre kesinlikle olabilmek durumda. Bu bakımdan da faşizmi yıkacak bilinci, örgütlülüğü, eylemi daha iyi geliştirebilmeliyiz. Yani bu yasalara kendimizi hapsetmemeliyiz. Kendi meşruiyetimizde her türlü çalışmamızı, örgüt ve eylemimizi geliştirebilmeliyiz. Radikal mücadeleci olmalıyız. Faşizme karşı antifaşist savaşı örgütleyen ve yürüten olmalıyız. Öz savunma bir savaş işidir. Öz savunma savaşını geliştirmeliyiz. Mücadele diyerek savaş özelliğini yumuşatmamalıyız, ortadan kaldırmamalıyız. Savaşla birleştiği zaman mücadele geneli anlam ifade edebilir. Diğer eylemler anlam ifade edebilir. Ama savaşsız olursa, oradan hiçbir sonuç çıkmaz. Bu bakımdan doğru yaklaşmak, düşünmek çok çok önemli. Genç yoldaşlara tavsiyem bu. Çağrım böyle. İyi düşünsünler. Tarihi iyi incelesinler.
Örgütlenme ve mücadelede gerçekten de devrimci gençlik olmayı, radikal mücadele yürütmeyi nasıl bir örgüt ve eylemle sağlayacaklar? Gençliğin özgün, özel örgütlülüğünü, iradesini nasıl ortaya çıkartacaklar? Bunu görmeliler. Mesela böyle bir gençlik hareketi yok. Türkiye’de de yok. Dev-Gençler anılıyor. Dev-Genç’in karşılığına gelen var mıdır? Yok. Önderlik Kurdistan’da Dem Genç olarak önerdi. YCK vardı, diğer gençlik örgütleri vardı. Mesela bir iradeydiler. Topluma öncülük ediyorlardı, eylem çizgisi geliştiriyorlardı. Gençliğin iradesini, duygusunu ve eylemini katıyorlardı. Şimdi bu konularda zayıflıklar vardır. Yanlışlıklar var, düzeltmek lazım. Ben bu vesileyle genç yoldaşları yani faşist, soykırımcı sistemi daha doğru anlamaya, ona karşı doğru ve yeterli mücadele nasıl yürütülür, örgütü, eylemi nasıl gelişir sorularını doğru anlayıp başarıyla uygular hale gelmeye çağırıyor, başarılar diliyorum.
CHP HERKESİ UZLAŞMAYA ÇEKERSE ORADAN FAŞİZMİN BAŞARISI ÇIKAR
Hem demokratik güçlerine, özgürlük ve demokrasi güçlerine dair bir demokrasi hareketinin radikal demokrasi olarak daha güçlü ve etkili geliştirilmesi yönünde değerlendirmemiz vardı. Hem de CHP’ye dönük bazı değerlendirmelerimiz, tavsiyelerimiz olmuştu. Biz takip ediyoruz Özgür Özel yönetiminin durumunu, yaptıklarını. Bir şey söylemek için henüz erken ama şunu söylemeyi bu noktada gerekli görüyorum. Toplumun, halkın verdiği krediyi tam doğru ve iyi kullanmıyor. Böyle olursa Kılıçdaroğlu yönetimini aşamaz. Herkesi uzlaşmaya çekerse oradan faşizmin başarısı çıkar. Zaten kendinden önceki yönetimin çizgisi oydu ve CHP’yi de, Türkiye’yi de hangi noktaya getirdiği, nasıl AKP-MHP’ye teslim ettiği görüldü. Asgari bir demokratikleşme yönünde, Cumhuriyeti demokratikleştirmek için, ikinci yüzyılı demokratikleşme yüzyılı yapmak için hangi adımlar atılacak? Ciddi bir şey göremedik. Ama böyle uzun uzadıya da şey etmeyiz. Bu kredi biter. Bilgilerinin olmasında yarar var.
İkinci husus, yani yaşamını yitiren önemli şahsiyetler oldu. Ben bu vesileyle İlhami Aras ve Celal Başlangıç’ı saygıyla anmak istiyorum. İlhami Aras’ın Türkiye devrim mücadelesine katkıları vardır, çoktur. Önder Apo’nun iyi bir arkadaşıydı, dostuydu. Yakınlarına bunu da bu vesileyle iletmek istedim.
Celal Başlangıç ise gerçekten de dik duran, doğru bildiğinde ısrar eden bir demokrattı. Gazeteciliğin hakkını verdi. Kurdistan’daki uygulamaları gördükçe, yani Kürt halkına daha yakın olduğu, onlara karşı hiçbir tereddüt göstermeden en zor ortamlarda mücadele etti, teşhir etti. Bu özel savaş uygulamalarının, saldırılarının, komploların, katliamların aydınlatılmasında önemli bir payı oldu. Bu anlamda Kürt Özgürlük Mücadelesine de, Türkiye demokratikleşme mücadelesine de katkılar sundu. Bu katkılarla anılacak. Zaten tanıyanlar, arkadaşlar, herkes böyle tanımladı. Bu temelde her ikisini de bir kere daha saygıyla, minnetle anıyorum.
Diğer konu, bu geçen süreçte yer veremedik. Colemêrg’in köylerinde, bu kömür-maden adı altında doğayı yağmalayan özel savaş saldırılarına, kapitalist modernite saldırılarına karşı tutumları oldu köylülerin. Oldukça anlamlıydı. Marînos köylüleri mesela, iyi bir tutum koydular. Açıklamaları da iyiydi. Gerçekten selamlıyorum o duruşlarını, direnişlerini. İyi bir duruştu, direnişti. Anlamlıydı, örnektir. Bütün doğamızı yağmalayan, talan eden anlayış ve tutumlara karşı her yerde hepimiz öyle olmalıyız. Bütün köylüler öyle olmalı, kentliler öyle olmalı. Kadın, erkek, yaşlı, genç, bütün toplum böyle olmalı. Çünkü doğasız biz ne yapabiliriz, nasıl var olacağız? Varlık bu yerküre üzerinde, bu doğa üzerinde oldu. Bunu yok eden, toplumu, var oluşu yok ediyor demektir. Bu kadar vahşi bir saldırı. Bu bakımdan bu bilinç ve onu eyleme geçirme çok çok önemli.
Bu temelde Ekoloji Birliği adı altında Amed’de toplantılar yapılıyormuş, basına yansıdı. Çeşitli kurumlar katılıyorlar. Yani bütün ekolojik çalışmalarını anlamlı ve önemli buluyoruz biz. Başarılar diliyoruz bu çalışmalarda.
Bu konuda eleştirimiz sadece şudur. Yani ekolojik mücadeleyi devlete bağlamayacaklar, siyasete kurban etmeyecekler. Yani nasıl diyelim, kuzuyu kurda emanet etmeyecekler. Çünkü ekolojik sorunu yaratanlara yeşil mücadeleyi, ekoloji mücadelesini vermeyecekler. Bu önemli bir çizgi. Niye söylüyorum? Bazı yeşil hareketler devletleşti, iktidarlaştılar ve gerçekten de ekoloji mücadelesine zarar verdiler. Onları değerlendirmek, eleştirmek lazım. Hareketi gerilettiler yani. Bu temel ölçü olmalı. Bu anlamda ekoloji, doğanın korunması için yürütülecek her türlü mücadeleyi selamlıyorum. Başarılar diliyorum.
Son olarak Amedspor önemli bir başarı kazandı. Başarısını kutluyor, daha büyük başarılar kazanmasını da diliyorum. Amedspor taraftarlarını da selamlıyorum. Gerçekten takımlarına iyi sahip çıktılar. Fakat şunu söylemek isterim. Aynı oranda Kürt kimliklerine ve özgürlük mücadelesine de sahip çıkarlarsa en doğrusunu yaparlar. Böyle bir sahiplenme tutumu içinde olmaya da çağırıyorum.