Haber Merkezi– Tarihten günümüze kadar toplumsal yaşamda tarihin en sancılı, krizli ve kaoslu süreçlerinde açığa çıkan tüm halk önderleri, bilginler ve filozoflar dönemlerinde yaşanan sorunlara cevap olmaya çalışmışlardır. Öncelikli olarak ise tüm bilmelerin başlangıcına kendini bilmeyi koymuşlardır. İçinde bulunduğumuz toplumsal gerçekliğimizi bilmek, kendimizi tanımak ve hakikatimizi anlamak sadece entelektüel bir iş olmaktan öte hayati bir durumdur. Tüm canlılarda olduğu gibi insan ve toplumlarda da varoluşsal bazı temel özellikler önceliklidir. Her canlının yaşamyabilmesi için güvenlik konusu bir varoluş halini almaktadır. Hiçbir canlı bunu başkasına bırakmadığı gibi güvenliği için kendisini en aktif pozisyonda tutmaktadır. Başkasına bırakmak köle olmaya başlamaktır. Yaşayabilmek için hem de özgür bir yaşam için güvenliğe gereksinim olduğuna göre en çok güvenliğe ihtiyacı olan soykırım kıskacında olan Kürt toplumudur. Şüphesiz toplumsal yaşamda güvenliği salt fiziki olarak ele almak eksik ve yetersiz bir yaklaşım olacaktır. Toplumsal hakikate de ters düşecektir. Bir toplumu var eden onu kendisi yapan bir tarihi, bir hafızası ve bir kültürü olmaktadır. Toplumu yaşatan kültürel, siyasal, ekonomik ve ahlaki değerleri başta olmak üzere onu kendisi yapan değerleri onun yaşam öğeleri olmaktadır. Dolayısıyla bunlara yönelecek herhangi bir saldırı veya yok etme girişimi bir güvenlik sorunu ya da yaşam tehlikesini açığa çıkarmaktadır.
Nasıl yaşayacağız? Ne yapacağız? Nereden başlayacağız?
Bu yüzden Önder Apo “Bir topluluğu kendisi olmaktan çıkarmanın, başkalarına benzeterek yok etmenin en kalıcı yolu, o topluluğu anlam, zihniyet ve estetik yitimine uğratmaktır.” demektedir. Başkalarına benzetilmek istendiğimizi nereden anlayacağız? Zihniyet çarpıklığını veya bilinç kaybını yaşadığımızı nasıl bileceğiz? Soykırım tehlikesi altında olan bir halk ve toplum olarak kendimizi ve toplumumuzu nasıl koruyacağız? Nasıl yaşayacağız? Ne yapacağız? Nereden başlayacağız? Bu sorulara doğru cevap verebilmek için başlangıçta değindiğimiz temel sorudan başlamak gerekmektedir. Tüm bilginlerin, peygamberlerin ve filozofların şiar ettikleri ‘kendini bil’ düsturu önemini buradan almaktadır. Kendini bilmekle başlamak bizi kendi hakikatimize götürecektir. Hakikatin özü doğrulukla ilgilidir; doğru, iyi, güzel ve özgür olan bütün arayışlar hakikat arayışlarıdır. Boşuna Yunus Emre ‘’ ilim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir.’’ dememiştir. Ben kimim? Hangi toplumsal tarihten ve kültürden geliyorum? 200 yıllık sömürge politikaları altında soykırımcı zihniyet ve siyasetle üzerinde her türlü oyunlar oynanan toplum gerçekliğimizi bu kadar oynamışlığın, bozulmaya uğratılmışlığı ve özel savaş uygulamalarının çarpıtılmışlığı içinde nasıl tanımlayacağız? Var olan kapitalist sistemin yaşamasıyla verili olana katılmak hakikati ifade eder mi? Bu ne kadar doğru ve anlamlı olur? Sorular çoğaltılabilir. Lakin kendi gerçekliğimize bir bütün bakmadıkça bugünden bakmak ya da özel savaşın soykırımcı politikalarının yarattığı kişilik ve zihniyetle bakmak bizi kendi gerçekliğimize götürmeyeceği açıktır. Çünkü soykırımcı karaktere sahip özel savaş, içerisinde fiziki imhayı barındırsa da esasında amacı zihniyetini çarpıtmak, kültürünü bozmak ve kendisi olmaktan çıkarmaktır. Deyim yerindeyse beyin nakli yapmaktadır. Bunu günümüzde ne ameliyat masalarında ne de salt zora dayanarak yapmaktadırlar. Asimilasyon merkezleri olan okullarıyla, basın-yayınlarıyla, TV’lerle ve günümüzde adeta insanların bir uzvu halini almış sanal medya araçlarıyla yapmaktadırlar. Bu kadar basit midir? Nasıl olur? diyerek şaşırmamak gerekiyor. Bir film veya bir dizideki allanıp pullanmış tiplerin söylemiş olduğu kelimeler, espriler veya sözler hemen ertesi günlerde toplumun büyük bir kesiminin ağzındadır. Neye gülüp, neye ağlanacağı, hangi ton ve aksanla söyleyeceğine ve hatta hiç ihtiyaç olmamasına rağmen ihtiyaçları belirleyebilmektedir. Bunları izleyenler sadece zamanlarını geçirmek için ya da eğlenmek için izlemiyorlar. Şüphesiz böyle yaklaşanlar da vardır. Fakat bunu bu temelde yapanlar bile rol ve model olarak sunulan tipler gibi olmaya başlıyor, saç kesiminden giyimine kadar onlar gibi davranıyor, onların söylediği kelimeleri ve cümleleri kullanmaya başlıyor. Bu tiplerin yaptığı her şeyi taklit ederek yapmaya başlıyorlar. Tüm bunları verilmek istenen model-tip gibi yapmaya başladığı zaman insanlar artık onlar gibi düşünmeye, davranmaya başlamaktadırlar. Zaten özel savaşın amacı da insanları etkilemek, bilincini çarpıtmak, bilincini yönlendirmek, istediği hale, biçime getirerek istediği davranış içerisine girmesini sağlamaktır. Böylece iradesiz kılarak teslim almaktadır. Teslim alınmış bir insandan doğru muhasebe yapması beklenemez. Esas saldırı zaten insanların muhasebe yeteneğini öldürme üzerinedir. Lemki’nin ‘soykırıma uğramış bir toplum, soykırımı tanımlayamaz’ demesi bu yüzdendir.
Devrimci Halk Savaşinda önemli olan kendilik bilinci edinmektir.
Çünkü bilinç ve duygular çarpıtılarak cenneti cehennem, cehennemi cennet gösterebilmektedirler. Ne kadar kutsal varsa lanetlenmekte, lanetli ne varsa kutsanmakta; doğruyu yanlış, yanlışı doğru; iyiyi kötü, kötüyü iyi; çirkini güzel, güzeli çirkin gösterebilmektedirler. Bu yüzden ben kimim sorusuyla başlamak kadar verili olanı ret etmek bizi kendi hakikatimize götürecektir. Ancak o zaman kendi toplumsal gerçekliğimizi daha doğru kavrayabiliriz.Kürt halkının gerçekliğini Önder Apo şöyle değerlendirmektedir: “1970’ler sonrasında Kürt sorununu özgürlük sorunu olarak ele almak bir yönüyle doğru olsa da, diğer bir yönüyle önemli bir eksikliği beraberinde taşımaktadır. O da Kürtlerin varlık (ontolojik) sorunudur. Kaldı ki, varlığı imhayla karşı karşıya olan bir gerçekliğin ilk sorunu özgürlük değil, öncelikle varlığını korumak ve bu mümkün olduğu ölçüde iç içe özgür kılmaktır. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. Özgürlük ancak varlıkla mümkün olabilir. Çağdaş Kürt ulus gerçekliğindeki özgünlük buradadır. Yine yakın tarihlerde yaşanan Ermeni ve Yahudi soykırımlarından farklı olarak (Bu soykırımlarda fiziki imha ön plandadır), Kürt soykırımında kültürel (kendilik olmaktan zihnen vazgeçiş) boyut ön plandadır. Kendilik olmaktan çıkmış bir kültür grubu, ister fiziki ister zihni olarak gerçekleşmiş olsun, soykırımdan geçmiş veya soykırımı gerçekleştirilmiş demektir. Kürtlerin dört parçalı bölünüşü ve her parça üzerinde varlığına yönelik değişik tasfiye uygulamaları nedeniyle süreç (soykırım) farklı işlemiş, her parça değişik düzeyde soykırımdan nasibini almıştır. Tabi tutulduğu soykırımın karakterinden ötürü bu süreç halen devam etmektedir. Bu yönüyle işgal, sömürgecilik, asimilasyon ve soy tükenişiyle karşı karşıya olan Kürt gerçekliği böylesi bir süreç kapsamında değerlendirilmelidir: Ulusal kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılan bir gerçeklik! Faşist, soykırımcı TC gerçekliğinde özel savaş, halklara yönelik soykırım, asimilasyon, inkâr ve imha politikaları biçiminde yürütülmektedir. Bu kapsamda halkların tarihsel hafızaları, dil, kimlik ve kültürleri hedeflenir. Asimilasyonla başkalaşıma uğratma, inkârla köksüzleştirme, korku ve dehşet atmosferi yaratarak köleleştirme ve açlıkl,yoksulluk,- la terbiye etme temel politikaları olmaktadır. Toplumları; kültürel, siyasi, sosyal, ekonomik, fiziki ve ahlaki olarak çökerterek soykırıma uğratmaktadır. Böylelikle toplumsal kimliğinden kopartılmış, kendi gerçekliğine yabancılaştırılmış, köksüzleştirilmiş ve her türlü kötülüğe açık bireyler ortaya çıkartılmak istenmektedir. TC’nin uyguladığı özel
savaşın en önemli hedeflerinden biri de Kürt halkının aidiyet duyularını köreltmek, bozmak, parçalamak, kendine, tarihine, kimlik ve kültürüne yabancılaşmasını sağlayarak kültürel soykırıma uğratmaktır. Kültürel soykırım neleri hedefliyorsa onları sahiplenmek, neleri kutsuyorsa onları lanetlemek, neleri bitirmek istiyorsa onları yaşatmak ve geliştirmekle ancak bu kültürel soykırım kıskacı parçalanabilir. Bu yüzden devrimci halk savaşında öncelikli olarak kendini ve toplumsallığını tanımak, kendilik bilincini edinmek gerekmektedir. Sistemin yarattığı kişiliği aşmak, düşmandan etkilenmemiş bir gözle gerçekliğe bakmak, düşmanın değil halkın duymak istediklerini söylemek önemlidir. Düşmanın kendisine taktığı gözle bakmamak, sunduğu yaşamın ihanete bandırılmış bir yaşam olduğu bilinciyle red etmek devrimci halk savaşında nereden başlamalı sorusuna cevaptır. Bu olmadan ne doğru mücadele bilincine ne yöntemine ne de aracına ulaşılabilinir. Sonrası soykırımcı saldırılara karşı serhildan ruhuyla mücadele, görev ve sorumluluklarını üstlenmektir. Buna karar kılındıktan sonra her mücadele kendi dönem karakterine göre tarzını ve yöntemini açığa çıkarmaktadır. Yeter ki seni sen yapan ve direnerek bu günlere getiren serhıldan gerçeğini görmek kadar seni senden çıkarmak isteyen soykırımcı, faşis zihniyet ve politikaları da anlamak ve bun cevap olma bilincini edin. Gerisi Wan ve Şırnax halkımızın göstermiş olduğu yurtseverlik duruşudur.
KAYNAK: Yurtsever Gençlik Dergisi