HABER MERKEZİ- Tarafsız bir hukuk olsa 6-8 Ekim Kobanê eylemleri için Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer HDP’li yetkililerin değil, Erdoğan’ın cezalandırılması gerektiğini belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Erdoğan’ın hala “onlar devlete karşı ayaklandılar, suçludurlar” diyerek, açıkça yalan söylediğini vurguladı. Karayılan, “En son verdikleri cezaların ise hukuki bir temeli olmadığını herkes biliyor. Aslında bu biçimde rejim kendisini deşifre etti. Halkımızın direnişi ve Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’nin yenilmezliği faşist rejimin planlarını boşa çıkardı. Bu suçu işleyen HDP’liler ve Kürt halkı değil; bu faşist rejimin kendisidir” dedi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Dengê Gel Radyosu’nun sorularını yanıtladı. Karayılan’la söyleşinin ilk bölümü şöyle:
Kürt halk Önderi üzerindeki tecrit 38. ayını dolduruyor. En son Türk Adalet Bakanlığı 6 ay görüşme yasağı verildiğini açıkladı. Bu konu hakkında neler söylersiniz?
Öncelikle başta Önder Apo olmak üzere zindanlardaki tüm direnişçileri saygıyla selamlıyorum. Günümüzde Türkiye ve Kurdistan’ın en temel ve önemli sorunu, İmralı sistemi; yani tecrit ve Kurdistan’a dönük soykırım sistemidir. İmralı sistemi, savaş sistemidir. Bugün Türkiye ve Kuzey Kurdistan’da halkın yoksulluk, ağır bir fakirlik ve açlık içinde olduğu biliniyor. Bunun en temel nedeni savaştır. Savaş da İmralı sistemi temelinde yürütülmektedir. Onun için İmralı’daki soykırım, işkence ve tecrit sistemi, Türkiye ve Kurdistan halklarının yoksulluğunun nedenidir. Bundan dolayı da Türkiye ve Kürdistan’ın en temel sorunudur.
SAVAŞ BİTMEDEN YOKSULLUK BİTMEZ
Bakın; AKP-MHP rejimi kendisi de artık ekonomik sorunların çok ağırlaştığını itiraf ediyor ve devlet kurumlarının tasarruf politikası uygulayacağını söylüyor, ancak azaltılacak devlet masraflarına savaş harcamalarını dahil etmiyor. Savaş dışındaki masrafları azaltacaklar, çünkü bu yapı ve bu rejim, Kürt halkına karşı savaş temelinde kurulmuştur. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı bu temelde oluşmuştur. Onlar savaştan kesemezler. Türkiye’nin tüm geliri savaşa akmaktadır. Gizli ya da açık bir biçimde tüm gelir savaşa ayrılmakta olduğu için bugün halk açtır. İmralı sistemi, bu savaşın kaynağıdır. Onun için bu, temel bir sorundur. Kurdistan’da savaş olduğu ve İmralı’da bu sistem devam ettiği sürece Türkiye’de ekonomi düzelmez. Aynı zamanda Türkiye’de demokrasi ve hukuka dayalı bir sistem uygulanmaz. Her zaman soykırım, sömürgecilik ve savaş yasaları hakim olur. Bu durumda yasalarda ne yazarsa yazsın Kurdistan’da her zaman savaş yasaları esas olur. Bundan dolayı Türkiye halklarının bu yoksulluktan kurtulması ve Türkiye’de gerçekten zenginliğin gelişmesi için her şeyden önce Kürt sorununun çözülmesi, İmralı sisteminin ortadan kaldırılması, Önder Apo’nun ve Kurdistan halklarının özgürlüğünün sağlanması gerekiyor. Bu biçimde Türkiye sınırları içerisindeki halklar eşitlik temelinde birlikte yaşayabilirler. Tek yol budur.
TECRİT, SOYKIRIM SİYASETİNİN GEREĞİDİR
Bilindiği gibi Türk devleti hukuksuzluğunun üzerini örtmek için çeşitli çabalar içerisine girmiş durumdadır. Herkes de biliyor ki tam 38 aydır kimsenin İmralı’dan haberi yoktur. Bunun Türkiye yasalarında yeri olmadığı gibi hiçbir evrensel yasada da yeri yoktur. Yani kendi yasalarını kendileri çiğniyorlar. Her daim, birkaç ayda bir kere, ‘karar aldık, avukatlarla ve aileyle görüşme yasağı var’ diyorlar. Peki hangi temelde karar aldınız! Şüphesiz bunların hepsi birer oyundur. Bunlardan hiç bahsetmeye bile gerek yoktur. Önemli olan yürütülen siyasettir. Bugün Kurdistan’da soykırım siyaseti sürdürülmektedir ve onun için bu tecrit ve işkence sistemi de devam etmektedir. Buna karşı yetkin bir mücadelenin yürütülmesi gerekmektedir.
HEPİMİZ TECRİTLE MÜCADELEDEN SORUMLUYUZ
Bugün bu soykırımcı, işkenceci tecrit sistemi karşısında bilindiği gibi devam eden bir hamle vardır. Başta Kurdistanlı analar ve zindanlarda yeni bir yöntemle direnişlerini sürdüren arkadaşlar olmak üzere hamleye katılan herkesi saygıyla selamlıyorum. İmralı sistemi karşısındaki mücadelemizi daha da gürleştirmeli ve güçlendirmeliyiz. Bu sorumluluk önümüzdedir ve hepimiz bundan sorumluyuz. Herkes de bu konuda sorumluluğunu görmeli ve ona göre hareket etmeli. Bugün Önder Apo’nun İmralı’da sergilediği duruş ve verdiği mücadele ile halkımız ve gerillanın mücadelesi bir düzeye ulaşmıştır. Bu çerçevede hamle, soykırımcı-faşist sistemi zorlamaktadır. Bu sistemi yenmek ve onu dönüştürmek için mücadelenin daha da güçlendirilmesi gerekmektedir.
Hareket olarak Mayıs ayını, ‘Şehitler Ayı’ olarak tanımlıyor ve çok önem veriyorsunuz. Bu münasebetle şehitler gerçeği üzerine neler söylersiniz?
Doğrudur; Mayıs ayı ‘Şehitler Ayı’dır. Haki Karer yoldaşın şehadet günü olan 18 Mayıs günü ise ‘Şehitler Günü’dür. Tüm KUrdistan devrim şehitlerini, Haki Karer yoldaşın şahsında anıyor, onların anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara verdiğimiz sözü bir kez daha tekrarlıyorum. Yoldaşlık sözümüze bağlı olacağız ve şehitlerimizin hayallerini gerçeğe dönüştürmek ve de anılarını özgürlük mücadelesinde yaşatmak için elimizden ne geliyorsa yaparak, sonuna kadar onların takipçisi olacağız.
Şehitler Ayı, bizler için önemli bir aydır. Yalnız sadece bizler açısından değil, Türkiye Devrimi açısından da önemli bir aydır. Türkiye devrimci hareketinden de birçok öncü bu ayda şehit düştüler. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil ve daha birçok öncü devrimci bu ayda şehit düştüler. Yine İttihat ve Terakki döneminde 6 Mayıs 1916’da birçok Arap aydını Suriye’de ve Lübnan’da asılarak katledildi. Yani Mayıs ayının Arap halkı açısından da önemi söz konusudur.
ŞEHADET ZİNCİRİNİN ÖNEMLİ HALKALARI
Tabii Kurdistan’da bu ayın çok daha özel bir yeri vardır. Şehadet zincirinin çok önemli halkaları bu ayda yaşanmıştır. 1 Mayıs’ta Abdulkadir Çubukçu arkadaş Filistin’de şehit düştü. Yine 1 Mayıs’ta Mardin Komutanı Sabri (Mehmet Emin Aslan) arkadaş ve Garzan Komutanı Celal Hoca’nın (Ramazan Kaplan) şehadet günüdür. 2 Mayıs, Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin arkadaşların şehadet günüdür. Yine Cûdî Komutanı Hamza Emerini ile Amed Komutanları Azad Siser, Çekdar Amed ve onlarla birlikte olan arkadaşlar da bugünde şehit düşmüşlerdir. 9 Mayıs, Rojhilatê Kurdistan’na Şirin Elemhuli, Ferzad Kemanger, Ali Haydariyan ve Ferhad Vekili’nin idam sehpasında şehit edildiği gündür. 11 Mayıs, Hozan Mizgîn arkadaşın şahadet günüdür. 13 Mayıs Güney Kürdistan’dan Leyla Qasim ve dört arkadaşının Bağdat’da idam edilerek şehit edildiği gündür. 16 Mayıs, Hewlêr şehadetlerinin yaşandığı gündür. Salih, Helin ve Ozanların şahsında çok sayıda arkadaşımız bugünde direnerek şehit düştüler. 17 Mayıs günü Amed’deki zindanda Dörtler’in (Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyık, Necmi Öner) şehadet günüdür. 18 Mayıs, belirttiğimiz gibi Haki Karer ve Rezan Amed yoldaşların şehadet günüdür. 19 Mayıs’ta Halil Çavgun ve Müslüm Baran arkadaşların şehadetleri yaşanmıştır. 20 Mayıs, Sabri Gözübüyük ve Hıdır (Mehmet Yeşiller) yoldaşların öncülüğündeki 5 arkadaşın Bozova’da şehadete ulaştıkları gündür. 25 Mayıs’ta Cemşit, Sarı Ömer ve Sultan Yavuz arkadaşların şehadeti vardır. Yine aynı günde Kayseri’de Eriş ve Andok arkadaşlar fedai eylem yaparak şehit düşmüşlerdir. 27 Mayıs, Kasım Engin ve beraberindeki arkadaşların şehadet günüdür. Kısacası Mayıs ayında çok önemli şehadetlerimiz vardır. Bu saydığımız arkadaşlar şahsında bir kez daha tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum.
ŞEHİTLER GÜÇ KAYNAĞIDIR
Tabii ki esas konu, şehadetlere nasıl yaklaşılması gerektiğidir. Şüphesiz her hareketin tarihinde şehadetlerin bir yeri vardır. Bizde çok daha özel bir yeri vardır. Hareketimiz şehitlerin anısının yaşatılması temelinde partileşme düzeyine ulaşmıştır. Haki Karer arkadaş şehit düşünce Önder Apo, ‘artık kan döküldü, geri dönüş yok’ demiştir ve Haki arkadaşın anısına Parti programını hazırlamıştır. PKK böyle oluşmuştur. PKK, şehitlerin anısını yaşatmak için kurulmuştur. Bundan dolayı PKK bir ‘Şehitler Partisi’ haline gelmiştir. Şehitlerin mücadelesinin devam etmesi, onların anılarının yaşaması, onların amaçlarına ulaşılması için PKK kurulmuştur. Şehitler Partisi böylece oluşmuştur. Tarihimiz boyunca şehitlerimiz hiçbir zaman bir zayıflama nedeni olmamıştır; her daim güçlenmenin zemini olmuştur. Yani şehitlerimiz bizim için güç kaynağıdır. Her şehit düşen yoldaşın anısına Hareketimiz yeni atılımlar yapmıştır. Mesela daha en başta Hilvan’da Halil Çavgun arkadaş şehit düşüyor ama Hilvan’da o şehadet temelinde büyük ve tarihi bir direniş gelişiyor. Yine zindanlarda Mazlum, Kemal, Hayri ve Ferhat arkadaşların şahadetleri yaşanıyor; onların anısı temelinde 15 Ağustos Atılımı’nın kararlılığı daha da kesinleşiyor. Egîd arkadaşın şahadeti yaşanıyor; Egîd arkadaşın anısına ARGK (Kurdistan Halk Kurtuluş Ordusu) kuruluyor.
PKK’DE FEDAİ RUH GÜRLEŞİYOR
Özcesi en baştan günümüze kadar bu hep böyle süregelmiştir. Düşman Hareketimizi zayıflatmak için saldırmak ve şehit verdirmek istemektedir ama Hareketimiz de her şehadet halkasını kendisi açısından bir güçlenme ve yeni çıkışların temeli haline getirmektedir. Bu başta böyleydi ve günümüze kadar böyle gelmiştir. Şimdi de gerek Medya Savunma Alanları olsun gerekse de Kuzey Kurdistan’da olsun, arazide, yine tünel savaşlarında aynı ruhla mücadele söz konusudur. PKK’de fedai ruh bu şekilde gürleşmiştir. Her şehit düşenin yerini çoğu zaman aileden veya toplumdan birileri doldurmuştur; daha çok da yoldaşlarındaki fedai ruhta bir yükseliş söz konusu olmuştur. Yani PKK’de şehadet böyledir. Bunun için, “Şehitlerimiz dünümüz, bugünümüz ve yarınımızdır” diyoruz ve kendimiz için bir güç kaynağı olarak görüyoruz. Bundan dolayı şehitler çizgisinde yürümek, her yoldaş ve aynı zamanda her yurtsever için en önde gelen bir amaçtır. Hareketimizin güç kaynağı budur. Şehadet gerçeğine böyle yaklaşmamız gerekir. Bu temelde şehitlerimizin ölümsüzlüğü kesinleşiyor. Partimiz bir şehitler partisidir. Şehitlerimiz partimiz PKK’de yaşayan hakikattir ve onlar her zaman ölümsüz önderlerimizdir. Bu temelde bir kez daha ‘şehîd namirin’ diyorum.
Kobanê Kumpas Davası sonuçlandı ve kamuoyunda tartışılıyor. Türk yargısı, HDP’li siyasetçilere yüzlerce yıl ceza verdi. Bu dava hakkında neler söylersiniz?
Bilindiği gibi AKP-MHP-Ergenekon rejimi, Kürt karşıtı bir ittifak olarak Kurdistan’da soykırım siyasetini yürütmek üzere ortaya çıkmıştır. Özgürlük Hareketi’ni tamamıyla tasfiye edebilmek ve Kurdistan halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak için bu soykırımcı-faşist rejim kurulmuştur. İmralı’daki tecrit ve işkence sistemi de bunun için vardır. Yine gerilla karşısında yürütülen kapsamlı savaş da bunun için örgütlenmektedir. 2016’da yasal-demokratik Kürt siyasetine olan yönelim ve tutuklama furyası da aynı temelde gerçekleşmiştir. Bu temelde HDP Eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye eşbaşkanları, birçok HDP’li yetkili ve Kürt özgürlük davasına destek olan Türkiyeli sosyalistleri hedeflediler; hepsini zindanlara attılar. Bu biçimde halkımızı da susturmak istediler. Bu tutuklamalar esas olarak bunun için yapılmıştır. Dikkat ederseniz kaç yıl boyunca iddianame hazırlanmadı ve hiçbir şeyle suçlanmadılar. Önce tutukladılar, sonra onlara suç ürettiler. İşte Kobanê Davası’nı onlar için bir suç olarak düşündüler. O olaylarda toplam 37 kişinin yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Onların öldürülmesinden HDP’li yetkililer suçlandı. Onun için de her birine 38 kez ömür boyu ağırlaştırılmış ceza verilmesini planladılar.
PLANLADIKLARI CEZALARI VEREMEDİLER
Eğer bu AKP-MHP-Ergenekon rejimi amacına ulaşmış olsaydı, yani Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edebilselerdi; Önder Apo’nun ve zindanlardaki yoldaşların duruşunu, gerillanın direnişini ve halkımızın tutumunu yok edebilseydiler HDP’li tutuklulara çok daha fazla ceza verirlerdi. Fakat ne oldu? Özgürlük Hareketimizi yenemediler; çok büyük saldırılar oldu. Buna karşı Önder Apo’nun çok kararlı duruşu, gerillada fedai bir ruhla gelişen direniş ile halkımızın yurtsever çizgisindeki duruşu, Kürt yasal demokratik hareket ile Türkiye sol demokrasi hareketini geriletememesi tasfiye planını engelledi. Hedefine varamayan rejim, bir tür boşluğa düşme durumunu yaşadı. Artık o cezaları veremezlerdi. Etkili savunmalar da oldu, o cezayı verecek herhangi bir durum yok; hiç ceza vermese o da olmazdı. Cezasız da bırakmak istemiyorlardı, bu yenilgiyi kabul etme anlamına gelirdi. Bunun için HDP’li yetkililere hiçbir yasal-hukuki dayanağı olmayan temelsiz cezalar verdiler. Mesela, bu kişiler önce neyle suçlandılar? ‘İnsanları öldürdünüz’ dediler. Ancak öldürülen hiç kimseden dolayı cezalandırılmadılar. Oraya buraya çekerek, ‘örgüt üyesisiniz’ vb. diyerek HDP’li yetkililer hakkında bu kararı verdiler.
ERDOĞAN’IN CEZALANDIRILMASI GEREKİRDİ
Eğer gerçekten tarafsız bir hukuk olsa 6-8 Ekim olayları için Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer HDP’li yetkililerin değil Erdoğan’ın cezalandırılması gerekirdi. Niye? Çünkü Erdoğan kendisi Antep’e gelip, “Kobanê düştü, düşecek” dedi. Bu sözler toplumda rahatsızlık yarattı ve toplum sokaklara çıktı. Toplum, DAİŞ saldırıları karşısında Kobanê halkına destek olmak istedi. Bunun için de Türkiye’nin uyguladığı ambargo siyasetini durdurmasını istediler. Kısacası toplum, DAİŞ’i protesto etmek ve direnişçilere destek olmak için sokağa çıktı. Ancak bu sefer Erdoğan polise talimat verdi ve ‘vurun, öldürün’ dedi. Yani suçlu da suçlayan da Tayyip Erdoğan’dır. Hem kendisi gündem yarattı hem de halk sokaklara çıkınca ‘vurun’ dedi. Vurma talimatı veren kendisidir. HDP’li yetkililer ne çatışmalara katılmış, ne o süreçte yer almış ne de bunun talimatını vermiştir.
HİZBULLAH İLE İLGİLİ KISMI KARANLIKTIR
Bir diğer konu ise o dönemde Hizbullah’ın ortaya çıkmasıdır. Niye ve nasıl ortaya çıktılar; birileri mi onlara vurdu; onlara vuranları kim teşvik etti; Hizbullah’ın silahlarla sokağa çıkması için kim talimat verdi? Bunlar da bir araştırma konusudur. Çünkü bildiğimiz kadarıyla kimsenin Hizbullah’ı hedefleme gibi bir amacı yoktu. Esas olarak insanlar Kobanê’ye destek olmak istiyordu. Halkın amacı buydu ama orada kim tahrik etti ve niye o olaylar yaşandı; bu kısım şu an karanlıktadır.
ERDOĞAN AÇIKÇA YALAN SÖYLÜYOR
Yine bazı yerlerde korucular sokaklara çıkıp halkı taradılar. Kimi şehadetleri bunlar yaptı. Yine polisin yaptığı şehadetler de daha fazladır. Polisler insanlarımızı katlettikçe yurtsever insanlar da daha öfkeli ve kinli bir biçimde sokaklara çıktı. İnsanlarımız bu biçimde şehit düştüler. O direnişte şehit düşen insanlarımızın hepsini saygıyla anıyorum. Ancak tüm bunların sorumlusu AKP rejimi ve Erdoğan’ın kendisidir. Kendileri suç işlemiştir ama bu davayla HDP’lileri suçlu göstermek istemektedirler. Kaç gün önce Tayyip Erdoğan, ‘onlar devlete karşı ayaklandılar, suçludurlar’ dedi. Açıkça yalan söylüyor. Öyle bir şey yoktu.
YÜKSELEN TANSİYONU, KÜRT TARAFI DÜŞÜRDÜ
Peki o tansiyonu kim düşürdü? Önder Apo’nun çabalarıyla tansiyon düşürüldü. Yine Hareketimizin ve HDP’lilerin bu yönlü çabaları oldu. Çünkü o dönemde bir yandan Kobanê direnişi vardı, diğer yandan görüşme ve diyalog süreci vardı. Bundan dolayı Kürt tarafı, o yükselen tansiyonu düşürdü. Bunu Tayyip Erdoğan’ın kendisi biliyor ama şimdi gerçekleri tersyüz ediyor, yalan söyleyerek ‘onlar devlete karşı kalktıkları için böyle oldu’ diyor. Oysa o bunun böyle olmadığını biliyor.
SUÇU İŞLEYEN, REJİMİN KENDİSİDİR
Esasen onlar, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni tasfiye etmek ve Kürt halkının tüm kazanımlarını ortadan kaldırmanın yanı sıra hiç kimsenin bir daha Kürt-Kurdistan’dan bahsetmemesi ve demokrasi ile özgürlük mücadelesi yürütmemesi için, insanların gözünü korkutmak amacıyla HDP’li yetkililere ağır cezalar vermeyi planladı, ancak bu planları başarılı olmadı ve bunun için şimdi ortalıkta kaldılar. En son verdikleri cezaların ise hukuki bir temeli olmadığını, bu cezaların hiç de adilane olmadığını herkes biliyor. Aslında bu biçimde rejim kendisini deşifre etti. Halkımızın direnişi ve Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’nin yenilmezliği faşist rejimin planlarını boşa çıkardı. Bu suçu işleyen HDP’liler ve Kürt halkı değil; bu faşist rejimin kendisidir.
Devam edecek…