HABER MERKEZİ- Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Yürütme Komitesi yayınladığı yazılı bir açıklama ile Birleşik devrim mücadelesine karşı yapılan saldırıları ve buna karşı verilen mücadele pratiklerini Askeri politik durum değerlendirmesi yaparak kamuoyuna paylaştı. Yapılan açıklamada “İktidarın en büyük korkusu direnişi şehirlerde ve kırlarda kırılamayan silahlı mücadeledir. Milislerimizin eylemleri kararlılık göstermektedir, gerillalarımızın silahları susturulamamaktadır. Kürdistan’da gelişen özgürlük mücadelesinin Türkiye cephesinde gelişen özgürlük mücadelesiyle buluşması engellenememektedir.” denildi.
Açıklama şu şekildedir:
Dünya ve coğrafyamızda önemli gelişmelerin yaşandığı bir tarihsel dönem içerisindeyiz. Dünya planında işçi sınıfı, emekçiler, ezilen halklar ve uluslar, kadınlar ve gençler olmak üzere birçok ezilen kesim kapitalist sömürü düzenine karşı hoşnutsuzdur ve farklı biçimlerde tepkisini dile getirmekte, yer yer başkaldırmaktadır.
Bu koşullar içerisinde gerçekleşen … Konseyimiz özellikle ülke ve bölge planında birleşik devrim mücadelesinin gelişim dinamiklerini doğru kavrayıp bu dinamiklere doğru temelde perspektifler sunmanın çabası içerisindedir.
Emperyalist- kapitalist sisteminin kendi yapısallığının ürünü olan krizler, onu sürekli olarak bir savaş ve yeni yeni krizler sarmalı içerisine sürüklemektedir. Yoksul ve emekçi halklar için savaş ve krizin sonucu olarak sömürü politikaları daha da derinleşirken bu durum karşısında halkta oluşan muhalefet kapitalist emperyalist sistemin savaş ve baskı politikalarını daha da derinleşmesiyle sonuçlanmaktadır.
Emperyalist- kapitalist sistemin krizi
Dünya planında emperyalist-kapitalist sistemin krizi her geçen gün daha da derinleşmektedir. Kapitalist sistemin ortaya çıkışından bugün uzanan tarihinde belirli aralıklarla ortaya çıkan kriz, her defasında bir öncekinden daha şiddetli bir şekilde kendini göstermektedir. Kapitalizmin yaşadığı ekonomik-siyasi ve toplumsal kriz hali, aşılamaz ve ertelenemez bir hale dönüşmüş ve kapitalizmin çöküş sürecini başlatmıştır. Doğanın geri dönüşsüz yıkımı, derinleşen sefalet, derin bir yozlaşma ve çürüme yaşanmaktadır.
Emperyalizm, kendi içerisinde krizleri daha yoğun bir şekilde yaşamaktadır. Kapitalizm ve savaş, ekolojik dengeyi geri dönülmez bir biçimde bozmaktadır. Bir yanda bunu kâra dönüştürerek sermayesine sermaye katanlar, diğer yanda ise milyarlarca insan ve aynı doğayı paylaştığımız diğer canlılar içecek temiz suya muhtaç durumda. Göçmenlik bu dönemde de artan oranda devam etti. Emperyalistler, İngiltere örneğinde olduğu gibi göçmenleri tıpkı köle gibi ihraç ediyorlar.
Avrupa ülkelerinde özellikle ırkçılık her geçen gün kendini daha yoğunlaşmaktadır. Faşist ve milliyetçi hareketler tek tek Avrupa ülkelerinin hepsinde güç kazanmaktadır. Aynı zamanda Avrupa ülkeleri özellikle Türkiye faşist rejimine dönük verdikleri tavizleri her geçen gün artırmaktadırlar. Erdoğan iktidarıyla yürütülen ekonomik-siyasi pazarlıklar çerçevesinde politik mülteciler faşist TC devletine iade edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Son olarak Ecevit Piroğlu’nun 3 yıla yakın bir süredir Sırbistan’da tutsak edilmesi ve iadesi meselesinin faşist TC devletiyle bir pazarlık kozu olarak değerlendirilmesi önümüzdeki dönem politik mültecilere yaklaşım konusunda ciddi tehlikeler oluşturmaktadır.
Dünya emperyalizminin jandarması ABD bir süredir önemli hegemonya kaybı yaşamaktadır. Geçmişten gelen bütün askeri ve ekonomik üstünlüğüne rağmen dünya sistemi içerisindeki etkin konumunda bir zayıflama kendini her geçen gün hissettirmektedir.
Sovyetler’in yıkıldığı dönemde olduğu gibi dünyanın her yerinde istediği müdahaleyi yapabilen ve mutlak zaferini ilan etmiş ABD imajı adım adım zayıflamaktadır. Ukrayna savaşına ve NATO’nun çevreleme-kuşatma stratejisine rağmen Rusya’nın Latin Amerika ülkeleri üzerindeki etkisi ve ilişkisi, Afrika ülkelerinde varlığını artırması ve en son Çin ile yaptığı bir dizi stratejik anlaşma hegemonya mücadelesinde ABD’nin karşısındaki pozisyonunu güçlendirirken, aynı durumda yükselen ekonomik güç olarak Çin’in de bu mücadelede ABD karşısında bir konum aldığını belirtmek gerekmektedir. ABD’nin hegemonik üstünlüğü varlığını korusa da tek bloklu bir dünyadan bahsetmek olanaklı değildir. Her ne kadar Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle ABD-AB birbirine yakınlaşsa da bölgesel çıkarları gereği birbirlerinin rakibi emperyalist-kapitalist odaklardır ve rakiplerdir, yine bu rekabette Rusya ve Çin’de yer almaktadır ki, buradan çıkan sonuç çok bloklu bir dünya gerçekliğidir. ABD dünya planında var olan bu çok blokluluğu kabul etmese de ve kendi hegemonyasını güçlendirmenin çabası içerisinde olsa da gerçek başkadır, emperyalist-kapitalist sistem çok blokludur…
Özellikle BRICS ülkelerinin kendi aralarında kurdukları ekonomik ilişkiler ABD emperyalizminin dünya planındaki hegemonyasına büyük bir darbe vurmaktadır. ABD, ekonomik ve siyasi olarak eski pozisyonunda değildir.
ABD ekonomisi ağırlıklı olarak altın karşılığı olmayan para basımıyla kendisini ayakta tutmaktadır. Bu durum dünya planında yaşanan ekonomik gelişmelerle birlikte her gün biraz daha sürdürebilir olmaktan uzaklaşmaktadır. Ki, bu da çok bloklu dünyanın ekonomik ifadesidir. AB, NAFTA-USMCA, Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi oluşumlar sermayenin çıkarlarına göre şekillenen birliklerdir ve aynı zamanda çok bloklu dünyaya örneklerdir.
Siyasi hegemonya mücadelesi
Dünya ölçeğinde siyasi hegemonya mücadelesinin yoğunlaştığı güncel eksenler vardır. Bunlardan bir tanesi Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında Doğu Avrupa’dır, diğeri ise Ortadoğu’dur. Rusya-Ukrayna/NATO Savaşında, NATO ciddi anlamda askeri-teknik gücünü konumlandırmasına rağmen istediği sonucu elde edemedi. Geldiğimiz aşamada Rusya, savaşta inisiyatif üstünlüğüne sahip oldu. Asya’da giderek yükselen Çin-Tayvan gerginliği emperyalist-kapitalist hegemonya mücadelesinin bir diğer yansımasıdır. Bir diğer rekabet alanı da Kafkasya’dır.
Burada Ortadoğu üzerine biraz duralım.
Ortodoğu’da biriken çelişki ve çatışmalar
Bir önceki konseyimizden bu yana önemli gelişmelerden biri, Filistin direniş örgütleri tarafından işgalci İsrail devletine karşı “El Aksa Tufanı Operasyonu”yla mücadeleyi yeni bir aşamaya taşımıştır. Vurulamaz denilen İsrail, Filistin Direnişçilerinin başarılı savaş taktikleriyle vurulmuş, direnişçiler fedaice savaşmıştır. Filistin Davası bir kez daha bütün dünyanın gündemine taşınmıştır. Bunun karşısında Siyonist İsrail ve onun müttefikleri -ABD, İngiltere- birleşik karşı saldırı başlatmıştır. Bölgedeki Arap devletleri Filistin ulusal sorunuyla araçsal bir ilişki kurdukları görülmüştür. Sözde Filistin davasından bahsedip Siyonist İsrail Devleti ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Kendisini Müslümanların hamisi olarak gören AKP-MHP iktidarı da baştan itibaren Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olduğunu söylerken aynı zamanda İsrail devletiyle her türlü ekonomik, askeri ilişkiyi devam ettirmiştir. İsrail Gazze’yi yerle bir ederken insanlar açlıktan ölmeye başlamışken İsrail askerlerine kumanyayı AKP-MHP faşist devleti tedarik etmeye devam etmiştir. Bundan farklı olarak Yemen’de kendisini meşru hükümet olarak gören Enserullah hareketi jeopolitik konumunu değerlendirerek emperyalist tedarik zincirini Kızıldeniz’de darbelemiştir. Yoksul Yemen belirli bir anda emperyalist devletleri bloke ederek Filistin’in yanında yer almıştır.
Bir kez daha Filistin ulusunun özgürlük mücadelesiyle gerçek anlamda dayanışan farklı dinlerden, uluslardan ezilenler olmuştur. Özellikle gençlik 68 ruhuyla Filistin Davasını sahiplenmiştir. Amerika’da en son üniversite işgal eylemleri gençliğin devrimci dinamizmini ortaya koydu. Türkiye’de de özellikle gençlik içinde Filistin mücadelesine yönelik eylemler, etkinlikler tüm süreç boyunca devam etti. Amerika, Avrupa ve Türkiye’de destek eylemlerine yönelik gözaltı, tutuklama saldırılarına rağmen dayanışma ve direnişe geri adım attırılamadı. Filistin davası ezilenlerin kalbinde, bayrağı ellerindedir.
Bu dönemde İran devleti, İsrail’i kınamış ancak doğrudan Filistin Direnişinin içinde yer almamıştır. Buna rağmen İsrail devleti tarafından İran’ın Şam konsolosluğu vurulmuştur. Bu saldırıya İran devleti de İsrail içinde misillemede bulunmuştur. 1967’deki Altı Gün Savaşlarından sonra ilk kez bir devlet İsrail’i içerden vurmuştur. İsrail, ABD, İngiltere ve İran henüz bu karşılıklı atakları yeni bir evreye taşımadılar. Atılacak her adım bölge genelinde bir çok taşı birden yerinden oynatma kabiliyetine sahiptir. Bunun ortaya çıkaracağı kaosu yönetme ya da çözme iddiası henüz olgunlaşmamıştır. Suriye, Lübnan, Irak’taki belirsizlikler devam etmektedir. Bölgede aynı zamanda silahlı mücadele veren anti-emperyalist devrimci özneler dinamiktir, geniş bir devrimci birikimi, tecrübesi bulunmaktadır.
Hindistan’dan başlayarak BAE, Suudi Arabistan ve Gazze’den Kıbrıs ve Yunanistan’dan geçerek oradan Avrupa’ya ulaşan “Enerji Yolu” ve Basra Körfezi’nden başlayarak Irak ve Türkiye’den geçerek Avrupa’ya ulaşması hedeflenen “Kalkınma Yolu” üretim, tedarik, hammaddeyi daha kısa yoldan ve daha ucuza batı metropollerine taşımak için bir süredir gündemde olan yol projeleri kapsamında bu dönemde adımlar atıldı. Elbetteki bu yolların üzerinde egemenlik ve denetim hakkını eline geçiren Ortodoğu’daki hakimiyet mücadelesinde üstünlük sağlayacaktır. Şimdi güncel emperyalist planlar bunun üzerine kuruludur. Tarihsel ve yapısal olana bu eklenmiştir.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da güncel durum
Dünya emperyalist- kapitalist sistemi büyük bir siyasi ve ekonomik kriz yaşarken Türkiye kapitalist sistemi bu krizden bağımsız değildir. Hatta Türkiye kapitalizminin krizinin daha derin bir şekilde yaşandığını görmek gerekiyor. Bu kriz hali, T.C faşizmi açısından bir yönetememe krizine dönüşmüştür.
Büyük bir ekonomik kriz Türkiye ve Bakur Kürdistan halklarının bütün yaşam alanlarında kendisini hissettirmektedir. Temel tüketim ürünlerinde yaşanan fiyat artışları, döviz fiyatlarının artışı ve yoksullaşma ülke emekçilerinin temel gündemidir. Geliştirilen savaş politikaları, emekçilerin yaşamını daha ağırlaştırırken, bu savaş politikaları yoksullaşmanın hem nedeni hem de sonucudur. Faşist iktidar girdiği ekonomik ve siyasi krizi savaş ve faşist baskı yoluyla aşmaya çalışmaktadır.
AKP-MHP iktidarı özellikle 2023 Başkanlık seçimlerinden sonra esasen batı emperyalizmi ile uyumlu ekonomi politikaları uygulama konusunda daha atak politikalar uygulamaya başlamışlardır. Faizlerin artırılması aynı zamanda işçi ve emekçi ücretlerinin enflasyon karşısında sürekli olarak erimesiyle sonuçlanmıştır.
AKP-MHP ittifakı kendi etrafındaki sermaye kesimlerini sürekli zenginleştirirken beraberinde bu kesimlerin yaşadıkları lüks hayat ve zevki sefa durumu geniş halk kesimlerinde büyük bir hoşnutsuzluk yaratmaktadır.
İktidar daha önce savunduğu “Faiz haramdır” v.s. gibi görüşlerden vazgeçerken esasen uluslararası sermayeyi ülkeye çekmeye yönelmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında özellikle işçi ve emekçi sınıflardaki öfke her geçen gün daha da artmaktadır.
AKP-MHP faşist iktidarı Kürt özgürlük mücadelesine dönük olarak kapsamlı bir savaş politikası yürütmektedir. Özellikle son dönemde bu politikayı bölgesel düzeyde yürüttüğü çeşitli ittifak arayışlarıyla başka bir düzeye taşımış bulunuyor. Son dönemde Irakla geliştirmeye çalıştığı siyasi, askeri, istihbari ve ekonomik ilişkilerin merkezinde PKK’nin tasfiyesi durmaktadır.
KDP ve Irak devletiyle yürütülen müzakereler sonucunda Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek için Medya Savunma Alanlarını ve Rojava’yı hedefleyen bir işgal saldırısında yeni bir aşamaya geçmek hazırlığı yapılmaktadır.
Faşist iktidar kurduğu ittifak ilişkilerinin yanı sıra PKK’nin tasfiyesi konusunda ABD ve NATO’dan destek almaktadır. Ortadoğu ve dünyada silahlı devrimci güçlerin tasfiyesi NATO’nun strateji ve taktiğinin odağında durmaktadır.
İşgalci güçlerin saldırıları karşısında gerillanın direnişi bütün hesapları bozmaktadır. Özellikle Medya Savunma Alanlarında keşif saldırılarına karşı elde edilen teknik gelişmeler keşif uçaklarını düşürmeye başlamıştır. Bu faşist iktidarın işgal saldırıları karşısında dengeyi özgürlük mücadelesi lehine çevirici önemli bir gelişmedir.
T.C iktidarının egemenlik aracı olan devletin zor ve ideolojik aygıtlarının, baştan aşağı şiddet unsurlarına göre tahkimi, özellikle faşizmin temel siyasetidir. İktidar toplumsal dinamiklere, devrimci ve komünist güçlere, Kürt ulusu ve gerilla güçlerine karşı sürdürdüğü savaş stratejisine göre biçimlendirdiği devlet kurumlarını “yüzyılın hedefleri” kapsamında yeniden ele almakta ve askeri güvenlik politikaları adı altında bu kurumsallaşmayı derinleştirmektedir.
Türkiye ve Kürdistan’da hapishaneler faşizme karşı mücadelenin dünden bugüne önemli bir direniş mevzisi olmuştur. Devrimci siyasi tutsaklara dönük hak gaspları artarak devam etmektedir. Faşist generaller, çete üyeleri, uyuşturucu baronları, Hizbullah üyeleri, kadın katilleri çeşitli gerekçelerle serbest bırakılırken, hapis cezası biten siyasi tutsaklar disiplin cezaları gerekçe gösterilerek tahliye edilmemekte-serbest bırakılmamaktadır.
Faşist T.C’nin Kürt sorununa yönelik tasfiye saldırısının bir ayağı da İmralı hapishanesinde uyguladığı mutlak tecrit politikasıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla ve ailesi ile görüşmesi engellenmektedir. Bu tecrit ve baskı politikalarına karşı tutsaklar, uzun bir süredir devrimci eylemlerle bu saldırıya karşı mücadele etmektedir. Açlık grevi, protestolarla direniş devam etmektedir. İçerde ve dışarıda tecrite karşı mücadele kararlıca yükselmektedir.
Geçtiğimiz günlerde sonuçlanan Kobanî Davası’nda iktidarın Kürt sorununda nasıl bir yaklaşıma sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Verilen onlarca yıllık cezalar Türk ve Kürt halklarının birleşik mücadelesine dönüktür. Faşist Türk devletinin en büyük korkusu ezen ve ezilen ulusların işçi ve emekçilerinin ve onların devrimci öncülerinin birleşik mücadelesidir. Cezaların esas amacı bu birleşik zemini dağıtmaya dönüktür. Yeni işgal saldırılarında yükselecek birleşik mücadeleye karşı bir ön almadır.
AKP-MHP faşizminin topyekün saldırı konsepti
Faşist iktidar işçi sınıfı ve emekçilere dönük faşist baskılara hız vermiş durumdadır. Ekonomik krizin sonucu olarak alım gücü düşen emekçi halkların daha da yoksullaşması, açlıkla daha fazla yüz yüze gelmesinin doğal sonucu olan tepkilere karşı baskı ve şiddeti arttıran AKP-MHP iktidarının, bu baskıları daha da arttırmaktan başka çaresi yoktur. Faşist iktidarın önümüzdeki dönem genel siyaseti esasen neo-liberal batı merkezli bir ekonomi politikası uygulamak ve bununla birlikte NATO üzerinden bölgede saldırgan politikalar yürütmektir.
Ancak bütün bu saldırılara rağmen işçilerin, emekçilerin, gençlerin direnişi engellenemiyor. İşçi sınıfının eylemleri ciddi bir artış ivmesi içindedir. İşçi hareketinin örgütlenme koşulları gelişirken aynı zamanda birbirinden bağımsız bir şekilde farklı işçi direnişleri ortaya çıkmaktadır. Artan eylemler ve kendiliğinden oluşan direnişler, mücadeleci sendikaların tutumu; Türk-İş, Hak-İş, DİSK içinde oluşmuş statükoları sorgular hale getiriyor. Özellikle sınıf hareketi içerisinde düzen içi güçlerin inisiyatifinin gelişme ihtimali vardır. Buna karşı militan bir işçi hareketi hatında ısrar etmek gerekmektedir.
AKP-MHP faşist iktidarının kadınlara yönelik saldırıları ve buna karşı direniş de bu dönemde de devam etmiştir. En son Şırnak’ta kadınların ve halkın tacizcilere karşı ortaya koydukları öz savunma pratiği erkek egemen adalete karşı kadın adaletinin bir örneği olmuştur. Burjuva adalete mahkum değiliz. “Kendi adaletimizi kendimiz uygulayacağız” kararlılığı kadın hareketinde kendi durumuna önemli bir müdahale olmuştur. Protestocu, bekleyen, talep eden tarzdan doğrudan tacizcileri cezalandırmaya geçilmiştir.
8 Mart’ta patriyarkaya karşı yaygın ve kitlesel biçimde sokağa çıkan kadınların, ezilen cinsel kimliklerin kararlı pratikleri, büyüyerek 21 Mart’ta kitlesel ve coşkulu Newrozlar’a dönüşmüştür. İstanbul’da yüz binlerce, Amed’de milyonlarca Kürt, Türk ve diğer uluslardan kadınların, işçilerin, gençlerin, yoksulların görkemli eylemi kitle hareketinde yeni bir duruma geçişin göstergesi olmuştur. Yerel seçimlerde özellikle kayyum siyaseti Kürdistan’da yenilmiştir. Tüm baskılara, nüfus kaydırmalarına rağmen devlet istediği sonucu elde edememiştir. Kazanımları gasp etme ve eşbaşkanlık sistemine yönelik tasfiye saldırısına karşı Wan’da, Kürt illerinde ve başta İstanbul olmak üzere Batı kentlerinde yükseltilen serhildan ve mücadeleler T.C’ye geri adım attırmıştır. Bu kez işlerin hiç de kolay olmadığını bir kez daha göstermiştir. Halklarımızın özgüveni yükselmiş, kazanımlarına sahip çıkma iradesi güçlenmiştir.
Bu yıl Taksim tartışması sadece devrimci öncülerin değil tüm toplumun konusu olmuştur, Taksim etrafında yeni bir saflaşma yaşanmıştır. Taksim Meydanı işçi ve emekçilere kapatılırken aynı zamanda 1 Mayıs sonrası gerçekleşen gözaltı ve tutuklamalarla iktidarın saldırgan politikaları somutlaşmış oldu. 1 Mayıs’a bu koşullarda gidilmiştir. 1 Mayıslar’a katılım yaygın ve kitlesel olmuştur.
İşçi sınıfı ve emekçilere düşman olan faşist iktidar sömürü politikalarını derinleştirirken aynı zamanda özellikle devrimci güçlere dönük saldırıyı derinleştirmektedir. 1 Mayıs sonrası yaşanan tutuklama terörü faşist iktidarın önümüzdeki dönemde yönelimlerinin ip uçlarını vermektedir.
Yerel seçimlerde bir yenilgi alan iktidar CHP ile belirli noktalarda uzlaşarak düzen içi bir restorasyon arayışı içindedir. Bu restorasyondan işçi sınıfına, emekçi halklara, kadınlara, gençlere, ezilen inançlara, Kürt ulusuna sömürü ve baskı düşmektedir. Bizzat Erdoğan tarafından dillendirilen ve CHP tarafından da kabul edilen “yumuşama” söyleminin arkasındaki gerçek esasen sermaye ile uzlaşma, ezilen halklarla çatışmadır. “Yumuşama, normalleşme” süreci olarak dillendirilen, esas olarak büyük bir manipülasyondan ve halkları beklenti koridoruna sokarak aldatmak içindir.
Birleşik devrim güçlerine dönük saldırılar
Faşist iktidar Birleşik devrim hareketine dönük saldırı konusunda özel bir yönelim içinde olmuştur. Kürt özgürlük mücadelesiyle Türkiye devrimci hareketinin buluşmasının yaratacağı sinerji ve politik etki her zaman faşist iktidarın önemli korkularından biri olmuştur.
Birleşik devrim hareketinin askeri yapısını hedeflerken aynı zamanda yönetim düzeyinde bileşenlerimize dönük özel bir saldırı konsepti bizzat faşist iktidar tarafından yürütülmektedir.
Aynı zamanda birleşik devrimci mücadelesinin demokratik mevzileri de bizzat faşist iktidar tarafından hedeflenmektedir. Bu zeminde özellikle devrimci-sosyalist kurumlar özel olarak hedeflenirken reformist düzen içi güçlerin önü açılmaktadır.
Birleşik devrim mücadelesini yükseltme görevlerimiz
Bütün bu gelişmeler düşünüldüğünde birleşik devrim hareketimizin gelişme dinamikleri açısından olumlu koşulların mevcut olduğunu görmek gerekmektedir. AKP-MHP iktidarı özellikle son yerel seçimler sonra ciddi bir zayıflama süreci yaşamaktadır. İçinde bulunduğu bu durumdan çıkış için faşist iktidar yine işçi sınıfı ve ezilen halklara, Kürt ulusunun demokratik kazanımlarına dönük yürüttüğü savaşın şiddetini artırmaya yönelmektedir.
Medya Savunma Alanlarına dönük operasyonları artırırken aynı zamanda KDP ile kurduğu kirli ittifakı daha fazla tahkim etmektedir.
Gerilla direnişi karşısında her yıl bitiriyoruz değerlendirmesi yapan iktidar açısından söylemin sahibi olan yöneticiler değişirken gerilla direnişi varlığını korumaya devam etmektedir.
Birleşik devrim hareketimizin önünde duran en temel görev Kürt ulusunun özgürlük mücadelesiyle Türkiye işçi sınıfının, emekçilerinin, gençliğin ve kadınların birleşik mücadelesini büyütmektir. Tüm milislerinin odaklandığı görev budur.
İktidarın en büyük korkusu direnişi şehirlerde ve kırlarda kırılamayan silahlı mücadeledir. Milislerimizin eylemleri kararlılık göstermektedir, gerillalarımızın silahları susturulamamaktadır. Kürdistan’da gelişen özgürlük mücadelesinin Türkiye cephesinde gelişen özgürlük mücadelesiyle buluşması engellenememektedir.
Halklarımız bunca aşağılanmayı, yok sayılmayı, baskı ve zulmü, sömürü ve savaşlarla yoksullaştırılmayı kabul etmemeli, ayağa kalkmalıdır. Kaybedecek hiçbir şey yok!
Son sözü direnenler söyleyecek. Bu dün de böyleydi. Bugün de öyle.
Birleşelim, savaşalım özgür ve eşit bir yaşamı kazanalım!
HBDH Konseyi
Mayıs 2024