HABER MERKEZİ- Kadınların Birleşik Devrimci Hareketi (KBDH) yaptığı yazılı bir açıklama ile çok yönlü bir dönem değerlendirmesi yaptı.
Değerlendirme şu şekilde:
“3. emperyalist paylaşım savaşına somutluk kazandıran yerel-bölgesel savaşların yoğunlaştığı yanı sıra özel savaş uygulamalarının, nükleer saldırı hazırlık ve tehditlerinin, orduların güçlendirilmesi kararlarının gündeme taşındığı bir dönemin içerisindeyiz. Ukrayna-Rusya savaşı, İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım savaşı, İran ve İsrail’in birçok yerde yürüyen kaçak çatışmaları; aşırı sağ çizgideki partilerin iktidarlara taşınması; Lübnan, Irak, Yemen, Sudan gibi ülkelerde yıllardır süren çatışmalar; Afrika kıtasında sürekli bir hal alan askeri darbeler ve sonuçları da gündemde bulunmaya devam etmektedir. Hegemonya savaşında emperyalist çıkar projeleri, “güvenlik, istikrar ve kalkınma sorunlarına çözüm” adı konularak servis edilmekte, bu adımlar üzerinden yeni ilişki ve çelişkiler giderek öne çıkmaktadır.
İsrail’e yönelik Filistin Direniş Örgütlerinin El Aksa saldırı eylemi ardından faşist TC iktidarı AKP-MHP’nin soykırım savaşına dönüşen bu durumdan nemalanmaya çalıştığı netlik kazanmıştır. T.C. faşizmi İsrail’in soykırımcı saldırılarının benzerini yıllardır ve özelde son dokuz yılda kesintisiz olarak Kürdistan’da sivilleri katlederek, köyleri bombalayıp boşaltarak, işkence ve baskıyla göçe zorlayarak yürütmektedir. Faşist AKP-MHP iktidarı bir yandan sanki kendisi Kürtlere karşı soykırım saldırısı yürütmüyormuş gibi İsrail’in Filistin halkına karşı saldırılarını kınamakta bir yandan da İsrail ile her türlü ticareti devam ettirmektedir. AKP-MHP faşist rejiminin inanç istismarcısı karakterinin; Filistin halkına katliam uygulayan soykırımcı İsrail’le ticari ilişkilerini katlayarak arttırdığının belgelenmesi halklar nezdinde de görülmesi bakımından önemli olmuştur. Şimdi de uluslararası güçlerin verdiği görev temelinde Hamas’ın siyasi bürosunu Türkiye’ye taşımanın diplomasisi yürütülmektedir.
AKP-MHP faşist sömürgeci rejimi, Neo-Osmanlıcı hayallerle Irak üzerinde de hegemonya kurma amacını; Irak’taki siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunların yol açtığı zayıflığı kullanıp tavizler kopararak, yeni projeler adı altında işbirliği anlaşmalarıyla hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu çabaların merkezinde ise; Neo-Osmanlıcı hayallerinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü Kürtlere yönelik soykırım saldırılarını sonuçlandırma hedefi bulunmaktadır. Irak başta olmak üzere, bölgede ve uluslararası alanda diplomatik, siyasi ve askeri olarak yoğun bir hareketlilik içindedir. AKP-MHP, iktidarını ayakta tutmak için artık daha fazla kirli çıkar ilişkilerine ve ittifaklara ihtiyaç duymaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı, aldığı askeri ve toplumsal yenilgiler ardından, siyasi ve ticari görünümlü yoğun bir askeri diplomasiyle, topyekûn soykırım savaşı için hem içeride muhalefetten hem de dışarıda uluslararası güçler ve bölge devletlerinden destek sağlama arayışındadır. Bu hareketlilik ve arayışlar; Türkiye’de işçi grevleri, emekçilerin direniş mücadelesinin kırılamadığı, İmralı’dan başlayarak dağda gerilla güçlerine ve tüm Kürdistan parçalarında direnen halka karşı yürütülen amansız soykırım savaşının başarıya ulaştırılamadığı, sürdürmede zorlanma ve çıkmaz yaşandığı bir dönemde gerçekleşmektedir.
Faşizm ve soykırım politikalarına karşı İmralı adasında mutlak tecrit işkencesi altında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 25 yıldır direnmektedir. Dağda gerilla zafere kilitlenen iddiası ve iradeli duruşuyla sömürgeci işgal politikalarına ve saldırılarına karşı savaşta fedaice direnmekte, başarı destanları yazmaktadır. Medya Savunma Alanları başta olmak üzere gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları başlatan faşist TC ordusu, NATO desteğiyle artırılmış savaş tekniğine, hava kuvvetlerine ve on binlerce askerine, savaş suçu olan yasaklı kimyasal bombalara, taktik nükleer silahlara rağmen YJA-Star’ın öncülük ettiği HPG gerillalarının görkemli direnişi karşısında istediği sonucu alamamakta, ağır darbeler yemektedir.
Faşist TC; İşgal harekâtında gerilladan aldığı darbeler sonucunda, 16 Nisan’da gürültüsüz bir şekilde Metîna’dan başlayarak ve alanları birbirinden koparmaya dayalı olarak operasyonu genişletme aşamasına geçmiştir. Bu kez yerel düzeyde Irak hükümeti, KDP ve YNK’yi aktif ve açık dahil olmaya zorlamaktadır. Medya savunma alanlarında yoğunlaşan savaşta Türk ordusu, Başûr halkına yönelik de zamana yayılmış katliamlarla Enfallerin sürdürücüsü pozisyonundayken, işgalci düşman güce teslim olmuş KDP; işbirlikçi tutumuyla Başûr’un sömürgeci Türk devletinin işgaline açılmasında rol oynamaktadır. Sivillerin de hedef alındığı, doğanın tahrip edildiği bu işgal saldırılarına karşı Başur Kürdistan halkının tepkileri artmış, KDP Kürt halkı nezdinde de soykırım ve işgal ortağı olarak teşhir olmuştur. YNK’nin yürütülen tehdit ve fiili zorlamalara karşı ulusal kaygılar ve değerleri esas alan bir siyasi tavırda ısrar edip etmeyeceği, önümüzdeki dönem netlik kazanacaktır.
Diğer yandan AKP-MHP faşist iktidarı; DAİŞ’in kurulması ve yönlendirilmesinde oynadığı rolü, bugüne kadar da kadın devrimi olarak gelişen Rojava devrim alanlarına yönelik sürekli bir hal alan tasfiye plan ve saldırılarıyla sürdürmektedir. Yaz aylarında başlatacağını duyurduğu Başur Kürdistan’a yönelik büyük operasyonun ardından Rojava’ya da saldıracağı tehdidinde bulunmaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı, 2019 da BM toplantısına sunduğu “30 km’lik güvenli bölge”den fazlasını, Rojava’yı boydan boya işgal planını tamamlamanın siyasetini, diplomasi trafiğini ısrarla sürdürmekte, ancak henüz beklediği karşılığı alamamaktadır. Devrimin başlangıcından bu yana sömürgeci TC devletinin saldırıları Rojava’da yaşayan Kürt, Arap, Türkmen, Asuri-Süryani ve Ermeni halklarının kesintisiz direniş tutumlarıyla karşılanmaktadır.
Tarihte de hep görüldüğü gibi emperyalistler ve yerel sömürgecileri, daha fazla kazanmak için savaşlar başlatmakta ve sürdürmekte ısrar etmektedir. Türk faşist devleti de bu siyaset ve uygulamalarıyla, başta Türkiye halkları olmak üzere, tüm işçi ve emekçilerin, işsizleşenlerin, kadınlar, ezilen cinsel kimlikler ve gençlerin bölge halklarının düşmanı konumundadır.
Türkiye’de ve Bakur Kurdistan’da faşizm ve İmralı merkezli yürütülen soykırım savaşının en temel sonuçlarından biri; devletin kirli siyaseti, soygun ve gasp rejimi karakteriyle yol açtığı ekonomik krizlerin, adaletsizliğin ve çürümenin derinleşmesi olmuştur.
Fiilen son 40 yıldır ülke kaynakları akıtılarak yürütülen sömürgeci savaşla; bir tarafta yoksulluğa mahkum edilen milyonlar, diğer tarafta savaş rantıyla zenginliğine zenginlik katan bir avuç kirli savaş siyasetçisi vardır. Sınıfsal eşitsizlikler, gelir adaletsizliği derinleştirilerek soykırım savaşının yükü, işçi ve emekçilerin omuzlarına yığılmaktadır. Savaş hırsıyla Kürdistan dağlarına ölüme gönderilen yoksul askerlerden kimilerinin cenazeleri yakılmış, çoğunun ise akıbeti, isimleri devlet sırrı gibi saklanmaktadır. Aynı biçimde kar hırsıyla katliama uğrayan işçiler, gündem dahi olmamaktadır. Alın terine rağmen sefaletin derinleşmesine, işsiz kalmaya, emek sömürüsüne karşı parçalı da olsa direnişler gelişmektedir. Tüm işçilerin ve emekçilerin aynı ezilen ve sömürülen tarafta olduğu bilincini, örgütlülüğünü yaygınlaştırıp direnişe dönüştürebildiğimiz oranda faşist talancı düzen ayakta kalamayacaktır.
Türkiye ve Kürdistan’da gelişen tüm bu direnişlerin sonucu olarak AKP-MHP faşist iktidarı; siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik ve toplumsal krizler içinde en zayıf dönemini yaşamaktadır. AKP-MHP faşizmine dağlarda ve şehirlerde etkili askeri darbe vurabilmek ve sömürgeci rejime kitlesel karşı duruşu güçlendirerek yıkıma sürüklemek, ancak birleşik devrim mücadelemizin örgütlülüğü ve öncülüğüyle mümkündür. Bu hakikate inançla Türkiye ve Kürdistan devrimci güçleri olarak hem silahlı direnişte hem de toplumsal mücadelede faşizmi geriletme anlamında ileri adımlar attığımız bir dönem yaşadık.
Kadın devrimine yol alan özgürlük mücadelemiz, dağlarda ve şehirlerde halkların geleceği için umut ve cesaret kaynağı oluyor. Türkiye ve Kürdistan şehirlerinde 2024 yılı 8 Mart’ında bir kez daha baskı, yasak ve yıldırma politikalarına rağmen kadınlar olarak yaşamın her alanında dayatılan sömürüye ve soykırım saldırılarına, taciz ve tecavüz politikalarına karşı alanlardaydık. Kadın öncülüğü, tüm Mart ayı boyunca etkisini gösterdi, halklarımıza moral verdi. Hegemon erkek sisteminin yarattığı yaşamsal krizlerin kaybedeni, öldürüleni, sömürüleni, yoksullaşanı, işsizleşeni olmaya itiraz ettiğimizi, güçlü bir sesle dile getirdik. Cinsiyetçi, milliyetçi, ırkçı, sömürücü sisteme karşı çağı kadın devrim çağına dönüştürme mücadelesinde ortaklaşma ihtiyacı daha iyi görüldü ve birçok yerde kadın gücünün birleştirilmesi mesajları verildi. Elbette 8 Mart direniş ruhunu bir günle sınırlı bırakmayacağız. Giderek tüm kadınları kolektif özgürlük bilincine katıp toplumsal mücadeledeki öncülüğümüzü büyüterek, kadın katliamlarına, toplumsal cinsiyetçiliğe karşı mesajlarımızı örgütlülüğe dönüştürerek, erkek egemenlikli zihniyete, kurumlarına karşı redlerimizi eylemlerimizle ortaya koyacağız.
20 Mart’ta HSM gerilla komutanlığı, Türk ordusunun İHA ve SİHA’larına karşı elde edilen teknikle sonuç aldığının müjdesini verdi. Bu müjdenin coşkusunun da yansıdığı Newroz alanlarında bu yıl Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’a fiziki özgürlük talebi milyonlar tarafından dile geldi, özüne uygun olarak devrimci direnişler selamlandı, Newroz halkların direniş bayramı olarak kutlandı. 31 Mart yerel seçimlerinde meşru olan eşbaşkanlığın seçim propagandalarında ve temsillerinde ortaya konulması, kadın iradesinin temsili açısından güçlendirilmiş bir hamle oldu. AKP’nin 22 yıllık iktidarında ilk kez bu düzeyde bir yenilgi yaşaması, Kürdistan şehirlerinde tüm engellemelere, hukuksuzluklara, taşımalı ve sahte seçmenlere rağmen elde edilen başarı, faşist iktidarın kabul edilmediğinin açığa çıkması, bu yönüyle yeni bir döneme girildiğini de göstermektedir. 31 Mart yerel seçimlerinde ve ardından irade gaspına, işgaline karşı Wan’da Kürt halkının direniş mücadelesi ve başta İstanbul olmak üzere Türkiye kentlerinde devrimci demokratik güçlerin bu saldırıya itirazı sonucu faşist iktidara karşı güçlü bir duruş sergilendi. Böylelikle bir seçimi tekrar kazanmanın ötesinde kazanımlar elde edildi.
31 Mart seçimleriyle birlikte AKP-MHP şer ittifakının faşist politikalarının sonuca ulaşamadan iflas ettiği, gerçekleri gizleyip çarpıtmayla, algı operasyonlarıyla yarattığı tabanında ciddi bir azalma, erime olduğu açığa çıkmıştır. Yoksulluğa mahkûm edilen, korku iklimiyle teslim alınmaya çalışılan toplum, faşist rejime önemli bir yenilgi yaşatmıştır. 8 Mart’tan başlayarak seçimler sonrasında da devam eden toplumsal mücadele ile direniş cesareti, ruhu ve iradesi yeniden canlanmış, faşist iktidar ciddi bir darbe almıştır.
Dünya genelinde de emperyalist kapitalist sisteme karşı birçok yerde zaman zaman tepki eylemlerinin geliştiği bir süreçte işçi sınıfının ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ı karşıladık. 1 Mayıs 1977 katliamı şehitleri şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyor, direniş çizgilerinin takipçisi olduğumuzu bu vesileyle ifade ediyoruz.
Türkiye ve Bakur Kürdistan’da 2024 yılı 1 Mayıs’ı faşist yağma düzenine karşı meydanlarda daha kitlesel ve yaygın olarak kutlandı. Birleşik devrim amacımız doğrultusunda örgütlü kitlelerimizin sokaklardaki birliğinin hayati karakteri daha fazla görünür olmuştur. Ancak İstanbul için Taksim’de 1 Mayıs kararlılığımıza rağmen açığa çıkan sonuçtan dersler çıkarmak önem taşımaktadır. Ezilen, sömürülen işçi ve emekçileri, yaşam hakları gasp edilen kadınları, bugünleri karartılan gelecekleri çalınan gençleri daha fazla örgütleyerek ve eyleme geçirerek devrime yol alacağız.
Kapitalizm için daha fazla ucuz ve güvencesiz işgücü olan, ev emeği görülmeyen, en yüksek oranda işsizliğe mahkûm edilen kadınlar, kimliğine, emeğine sahip çıkarak özgürlük ısrarını dile getirmiştir. İşsizliğe, işçi yoksulluğuna, sefalete mahkûm edilen toplum gerçeğinde iki kat sömürüye mahkûm edilen kadın emekçiler, işçi direnişlerinde de yerini almıştır.
Hegemon devletlerin iktidar ve güç büyütmesinin yanı sıra devrim ve mücadele potansiyelini kontrole alma çabalarının sonucu olarak; yaşama dair her özne ve alan, ekonomi, kadın, çocuk, sağlık, inanç, eğitim ve doğa sorun yumağı haline getirilmiştir. Kapitalist üretimin sonucu olarak kadın emek sömürüsü yoğunlaştı. Cinsiyetçi, milliyetçi, ırkçı ve dinci ideolojiler, sömürü politikaları ve savaşlarıyla beslenen kapitalist dünya sisteminin karşısında kadınlar ve ezilen tüm sınıflar, kültürler, kimlikler olarak özsavunmaya ihtiyacımız olduğu her geçen gün kendini daha fazla hissettirmektedir. 1 Mayıs eylemlerine müdahale de bunun ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
AKP-MHP faşist sömürgeci rejimi, kadınların özgürlük arayışına ve çabasına açtığı savaşta öncelikli olarak kadın özgürlük mücadelesi öncülerini hedef alsa da tüm kadınlara yönelik planlı saldırı ve özel savaş faaliyetleri yürütmektedir. Türkiye ve Bakur Kürdistan’da faşizm yaşamın her alanına sirayet ettikçe paralel olarak cinsiyetçilik, kadın düşmanlığı, devlet ve egemen erkek şiddeti ve saldırganlığı da artmaktadır.
Türkiye ve Kürdistan’da erkek egemen politikanın ürünü olarak geliştirilen ve yakın tarihte de tekrarlanan saldırı biçimi, özsavunmanın hayati değerini yeniden ortaya koymuştur. Kürdistan’da uzun yıllardır özel savaş elemanı polis, asker ve korucular yoluyla cinsel saldırılar yapılmaktadır. Bedenleri bir intikam ve işgal alanı olarak görülen kadınlar çocuklar, büyük çoğunlukla faillerinin “devlet arkamızda” tehditleri ve devletin cezasızlık politikaları nedeniyle yaşadıklarını açıklayamamakta; kimi öldürülmekte, kimi intihara sürüklenmekte, geri kalanları da travmalı bir yaşama mahkum olmaktadır. Böylesi yüzlerce olaydan istisna olarak gündeme taşınabilen bazıları; Batman’da uzman çavuş Musa Orhan, Van’da uzman çavuş Talip Korcan (2 çocuğa yönelik saldırısı), Derik’te korucu Yakup Akyol, (arkadaşlarını da dahil ettiği sistematik tecavüz), Şırnak’ta uzman çavuş Alparslan Akbudak, Bingöl’de 6 uzman çavuş (16 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz), Nusaybin’de bir uzman çavuş (4 çocuğa yönelik cinsel şiddet saldırı) ve isimleri gizlenen başka onlarca asker, polis ve korucunun fail olduğu saldırılardır. Delillerle açığa çıkan suçlara rağmen, her defasında erkek devletin sömürge yargısı, görevlilerini korumaya aldı. Katliam ve tecavüz failleri yaratmayı işi bilen, bu failler açığa çıktığında da koruyup teşvik eden bir devlet gerçekliğinden adalet ve savunma asla beklenemez. Erkek egemen sistem ve onun evdeki, sokaktaki, işyerindeki temsilcisi erkekler, kadınların öz savunmasızlığı, her türlü saldırıya karşı hiçbir silaha sahip olmaması nedeniyle rahatlıkla saldırmaktadırlar.
Türkiye ve Kürdistan’da kadınlara ve çocuklara saldıran, gençlerimizi uyuşturucu bataklığına sürükleyen özel savaş elemanlarına karşı şehirlerden mahallelere, köylere dek özsavunma birimleri kurarak hak ettikleri ceza verilmelidir. Faşist, sömürgeci ve işgalci güçlerin bu saldırılarına en iyi cevap; adaletin halk ve kadınlar eliyle işletilmesidir. Şırnak’ta halk taciz faili uzman Çavuş Zekeriya Çelik’i özsavunma yaparak cezalandırdı. Sonuç cezalandırma sonrası erkek egemen sistem yargısına havale edilmiş olsa da bu kitlesel savunma refleksi oldukça önemlidir. Bu tür öz savunma duruşu ve tutumu yaygınlaşırsa erkek-devlet eliyle yapılan saldırıların önünü almak da mümkün olacaktır. Bu bilinci ve toplumsal refleksi örgütlemek, duyarlılığı sürekli kılmak oldukça önemlidir.
Elbette bu saldırılar karşısında önleyici en temel güç; bilinçlendirme ve örgütleme faaliyetidir. Erkek devlet ve egemen erkek saldırılarına maruz kalan kadınlarla dayanışma içinde olmak, mücadele yoldaşlığı geliştirmek, kadın savunması örgütlülüğünü yaygınlaştırmak ve her türlü öz savunma yöntemini hayata geçirmek yaşamsal önemdedir.
Devrimci tutsaklara yönelik genel baskının yanı sıra, siyasi ve uydurma gerekçelerle sayısı gün geçtikçe artan kadın tutsaklara yönelik olarak da işkence ve tecrit ağırlaşmaktadır. Çıplak arama ve taciz, hasta tutsakların tedavilerinin ve tahliyelerin kabul edilemez gerekçelerle ertelenmesi gibi yıldırma politikaları yürütülmektedir. 70 yaşındaki Hatice Yıldız, 79 yaşındaki Hanife Arslan, 82 yaşındaki Makbule Özer ve daha nicesini tutsak eden anlayış, zayıftır, çırpınmaktadır ve bu yolla ömrünü uzatacağını sanmaktadır.
Faşist iktidarın kadınlara saldırılar üzerinden kanıtlanan yaşam karşıtlığı sistematik olarak çocukları da kapsamaktadır. AKP-MHP faşist rejimi; emek sömürüsü için oyun alanlarından kopararak işçileştirdiği çocukların yanı sıra, ideolojik ve askeri savaş politikaları gereği cinsiyetçi, milliyetçi ve gerici eğitim sistemiyle okul çocuklarını da rejime tabi kullar olarak yetiştirme çabasındadır. Okullar tarikatlara, vakıflara ve MİT’e açılarak asimilasyon ve militarizm, çocuk dünyasına içerilmek istenmektedir. Öğrencilere yönelik etkinlik ve projeler bu amaçla geliştirilirken son olarak “gizli ajan, istihbarat ve güvenlik” konularıyla çocuklar için yarışma düzenlenmiştir. Kadınlar başta olmak üzere toplumun tüm kesimleri, geleceğinin kirletilmemesi adına bu çabalara karşı direniş ve mücadele içinde olmalıdır.
İdeolojik, siyasi, ekonomik, psikolojik ve fiziki saldırıların tümüne karşı kadınlar olarak donanımlı olmamız, yaşamın her alanına bilinçli varlığımızla katılmamız, haklarımızı ve irademizi gasp etmeye çalışanları iyi tanıyarak geliştirdikleri her saldırı aracına ve silahına karşı silahlanmamız hayati değerdedir. Direniş ve mücadele irademizi ortaya koyabildiğimiz kadar kendimizi, hakkımızı, halklarımızı savunabiliriz.
Özsavunma bilincine dair farkındalık yaratmak ve bu bilinci toplumsallaştırmak, evrenselleştirmekle yükümlüyüz. Kadın özgürlük mücadelemizin evrenselleşmesi anlamında özelde kimi kadın örgütleri ve kimi feminist çevrelerin özsavunmanın askeri biçimlerini peşinen reddetmeleri nedeniyle çözümde ortaklaşmayı sağlayamazsak da kadınların, dünya insanlığının ve doğanın kurtuluşu için ortak hedef ve amaçlarda buluşmalar gerçekleşmektedir. Bu buluşmalardan çok daha fazlasını ifade eden devrimci kadın yoldaşlaşmamızla KBDH olarak, Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve dünya kadınları için özgür ve eşit bir yaşam mücadelesi yürütüyoruz. Kadın devrimi hedefiyle, bu mücadelenin bizden istediği her bedeli vermeye hazır kadın militanlar olarak, erkek egemen sisteme bedel ödetmeye kararlıyız.
Sömürgeci, soykırımcı, kadın düşmanı sisteme karşı nasıl direnileceğinin timsali olan nice öncü yoldaşımız var. Bu duruşumuzdan güç alan, heyecan duyan her kadını, kadın özgürlük mücadelemize ve devrimci silahlı savaşımıza profesyonel ya da milis gücü olarak katılım çağrısı yapıyor, birleşik devrim mücadelemizi zafere taşıma sözümüzü yineliyoruz.”