HABER MERKEZİ-
Bermal (Güler Otaç), Batmanlı. 1988’de Kürt Özgürlük Hareketi’ne katıldı. 1989’da Diyarbakır zindanında düşmana ah etmedi. 1990’lı yılların kızılca kıyametinde haykıran bir sesti. Bermal, 29 Ekim 1996’da Sivas’ta yaptığı fedai eylemle Kurdistan’ın duyulmak istenmeyen çığlığı oldu.
“Bu çağda yaşıyor olduğunu gerçek anlamda hissetmek çoğu zaman insanı dünyanın yalnızı yapar. Acıyla barışık bir ülkede doğduk, sanırsam artık yalnız kalmak acı sayılmıyor bizde. Yalnız olmak erdemdir. Yalnız kalmak diyorum; kimsenin isim veremediği bir kudrettir, kimselere benzememektir. Bedeli ağır, sıra dışı bir varoluş sancısıdır yalnızlığından çoğul bir özgürlük doğurmak. Bu yüzden bu çağda kendi olmanın bedelini ödemiş olanlar gidip yalnız bir tanrıçanın mezar taşına başını yaslayıp kalbinin bağını o ana tanrıçanın köklerine bağlar. Özlerini asırlık kadın gözyaşlarıyla yıkayıp arınırlar. Dertlerini ve dermanlarını bu çağa ait olmayana anlatırlar, zira anca bu zamanın dışındakiler anlar ‘benden içeri olan benliklerini.’
İşte tam da bu yüzden anlatmak zordur fedaileri… Öyle bir çağda yaşıyoruz ki Bermal gibi bir meleği anlatmaya kıyamıyor insan. ‘Anlatırsam anlaşılır mı, gerçekten baştan ayağa erdem olan bu insanın varlığına hak ettiğince anlam verilir mi?’ diye soramadan edemiyor insan. Çünkü dokunulmadık, hırpalanmadık ve kirletilmedik hiçbir yeri kalmayan, ruhsal arılığını kaybeden bir çağda yaşıyoruz. Böylesi bir çağın orta yerinde Zîlan gibi, Bermal gibi, mucizeleri anlamak da anlatmak da zor. Berrak bir zihin, yüce bir duyguya merdiven dayamak gerekiyor.
Kabul edelim, insanların birbirine günahını bile vermediği bu zamanda canını seve seve insanlığa verenleri anlamamız asla kolay değil. Zira benzer değiliz. Bizler yürürken onlar uçmaya ant içmiş. Fedailer yüksek bilincin insanıdır. Düşlerine kanat takabilenlerdir. Çünkü derin farkındalığın yarattığı sıra dışı insanlar, benzersizdir.
Ölen biz, yaşayan onlardır
Onlar canlarından bezdikleri için ölümü seçenler değil; bizleri ölümün pençesinden kurtarmak için feda olmanın bilincine varanlardır. Bu sebeple gerçekte ölen biz, yaşayan onlardır. Farkında olan onlar, bilinci berrak olan onlardır. Aklı sistemin oyunlarıyla bulanan biziz. Nasıl bir coğrafyada olduğumuzu, nasıl bir düşmana sahip olduğumuzu anlayanlar onlar, anlam fakiri olan biziz…
Bu yüzden fedailerin her eylemi büyük. Büyük anlıyor, büyük yaşıyor, büyük intikam alıyorlar. Küçük olanı aşan, basit olana tenezzül etmeyen ruhları, onları bizden farklı kılan temel gerçekliktir. Bu yüzden onlar herkes değil, herkesin anlaması gereken sıra dışı gerçekliktirler.
Özgürlük mücadelesi içinde özgürlüğü benliğinde cisimleştirmiş onlarca fedai yoldaş tanımış olmanın şansına sahibiz artık. Bu yüzden kendimiz ve onlar arasında bir kıyas yapabiliyoruz. Ama gerçekte fedailerin her biri kıyaslanamayacak kadar benzersizdir. Ve her biri anlaşılmayı, araştırılmayı, tanınmayı hak ediyor. Evet, her yıl dönümlerinde onları anıyoruz ama gerçekten onları anlıyor muyuz? Tanıyor muyuz? Var oluş amaçlarını biliyor muyuz?
Bermal, düşmanı çıldırtan asi ruh
Belki de bu sebepten bugün çok tanınmayan bir fedai yoldaşı anlamak ve anlatmak gerek. 1967 yılında Batman’da dünyaya gelen Bermal (Güler Otaç), 1988’de özgürlük saflarına katılmış. Diyarbakır zindan vahşetiyle 1989’da tanışmış, Sakine Cansız (Sara) yoldaşla aynı davayı omuzlamış ve direnişiyle düşmanı çıldırtmış asi bir ruh. Kadın varlığının tartışıldığı bir coğrafyada özgürlük mücadelesinin öncülüğünü yapmış, halkı ayaklandırıp peşinden sürüklemiş bir Apocu. Düşmanın işkencelerine kahkahayla cevap verecek kadar davasından emin, bölge halkının idolü olan militan bir kadın. Yeni doğan her çocuğun ismini o versin isterdi insanlar. “Veririm tabi, Osman, Muhammet Kürtler için ne yapmış ki çocuklarımızın ismi Osman ve Muhammed olsun. Kurdistan’da doğan her çocuğun ismi; Mazlum, Ferhat, Zekiye, Kemal ve Delil olacak. Çocuklar kendini onlar için feda edenlerin adını taşıyacak” derdi.
Kızılca kıyametin haykıran sesi
1990’lı yılların kızılca kıyametinde ve Türk devletinin faşizmine karşı halka öz savunma bilincini aşılayan nadir militanlardandır. “Her Kürdün kendini savunması en meşru hakkıdır, bu yüzden her evin en az bir silahı olmalı, düşman bizi öldürmekten zevk alıyor o zaman biz de bu katil ruhlu kontralara ve Jitem’e karşı kendimizi savunacağız” dediğinde herkesin uyanan cesaretine ve serhildana kalkan halk gerçekliğine tanığım. O çocuk halimle bile bu konuşması bana adil gelmişti. Zira hepimizin ailesinden en az bir kişi devlet tarafından vurulmuştu. Faşist Türk devletinin “faili meçhul” dediği ama faili devlet olan en sevdiklerimiz bizden alınmıştı. Onlarcasının tek kemik parçasına bile ulaşamadıklarımız var hala. Bermal arkadaşın abisi Faik Otaç ve yeğni Çetin Abayay devletin kontraları tarafından katledilmişti. Bu yüzden düşmanı iyi tanıyordu. Düşmanın sürgününü de işkencesini de göçünü de ölümünü de bizzat yaşamıştı…
Söylemi eylemine denkti
Kalabalık bir sofrada dalıp giderken kısık bir sesle, “Ben devlet memuru iken kimseyi devlete karşı ayaklanmaya çağıramam” dediğini ve işinden ayrıldığını hatırlıyorum. O zamanlar bu sözlerinden hiçbir şey anlamamıştım ama şimdi anlıyorum ki bütün varlığıyla mücadeleye katılamamakta hep bir kendini kandırma var. Kendine yalan söyleme var. Düşmanına yeterince öfke duymamak var. Bermal arkadaş bunları kendine yediremedi. Bu yüzden herkesin saygısını ve güvenini kazanmıştı çünkü sözü özüne ters değildi. Bildiği gibi eyledi. Söylemi eylemine denkti. Halkın ona hayranlığı böyle başlamıştı.
Çocukların koruyucusuydu
Bazen anneler çocuklarını yaramazlıktan caydırmak için “asker geldi” derdi. Ve gerçekten çocukların gözleri kocaman açılır yerlerinde donarlardı. Bermal arkadaş öfkeyle annelere “Bu çocukları askerlerle korkutma hakkını kim size vermiş? Yarın büyüyecekler gidip o işgalci askerlere karşı savaşacaklar korkarak mı savaşsınlar?” diyordu. Sonra anneler asker dememek için “cin geldi” demeye başladı. Bermal arkadaş annelere bir çare bulamayınca çocuklara, “Cin sadece kadınları alıyor, size karışmaz” diyordu. Çocuklar da o güvenle özgürce tozu dumana katıyordu. Sonra o çocuklardan onlarcası gerilla saflarına katıldı; iki tanesi de Bermal arkadaşın yeğenleriydi.
Uzun zamanlar çocuklara ayrı sofra kurulur, büyüklere ise ayrı sofra kurulurdu. Neymiş çocuklar her şeyi kirletiyormuş. Bermal arkadaş, “Bu çocukları böyle ayrıştıramazsınız, midenizi onlardan bulandıramazsınız, yarın ezik olacaklar” dedikten sonra artık büyüklerin o gizemli sofrasına biz çocuklar da oturduk pek de farklı bir şey yokmuş zaten, büyükler boşuna bu meseleyi büyütüp abartmışlardı.
‘Siz yurtsever misiniz?’
Bermal arkadaşa göre, ülkesi için elinden geleni yapmayan kendine yurtsever dememeliydi. Bu yüzden ev ev dolaşır “Siz yurtsever misiniz?” diye sorardı. Onunla yüzlerce eve gitmişliğim var kimsenin yurtsever değilim dediğini hatırlamam. Yörede herkes kendine yurtsever diyordu ama kimse de ‘Yurtseverin görevi nedir?’ diye sormazdı. Bermal arkadaş da halkın yurtsever olduğunu biliyordu zaten. Sadece görevlerini hatırlatıyordu. Annelere yün alıp “Gerilla arkadaşlara çorap öreceksiniz”, kırtasiyecilere “Cezaevindeki arkadaşlara kitap göndereceksin”, maddi durumu iyi olanlara “Şehit arkadaşların çocuklarına bakacaksın” derdi. Hiç kimseyi işsiz bırakmaz, kimse de ben yapamam demezdi. Bermal arkadaş da zaten “yapabilir misin” diye sormuyordu halkı çok iyi tanıyor ve kimin ne yapacağını biliyordu. Öyle ki birileri gözden kaçıp görevsiz kalmışsa gelir Bermal arkadaşa “Bir kusurumuz mu var, bize güvenmiyor musun?” diye sorardı. Bermal arkadaş hiç tartışmayı uzatmaz hemen o insanlara da bir görev bulurdu. Böylece insanlar özgürlük mücadelesi için bir şeyler yaptığı için mutlu olurdu. Sonra zamanla bu kolektif bir örgütlenme biçimine döndü. Geceleri ise herkesi toplar Mahsum Korkmaz Akademi’sinden gelen videoları izletirdi. “Beka vadisi” “Apo” “Heval” kelimelerini ilk o zamanlar duymuştum.
Çok güzel bir öğretmendi
Hepimizin artık bilinci yavaş yavaş şekilleniyor, bu bilinç bizi eyleme sürüklüyordu. Öyle ki polis arabası mahalleye girse asla sağlam çıkamazdı. Mahallede polise, askere asla ev kiraya verilmezdi. Serhildan havasında geçmeyen düğüne düğün denmezdi. Xelef ve bablekan oyunlarını bilmeyenler alay konusu olurdu. ‘Ey Reqîp’ marşını bilmemek büyük ayıptı. Yazılı olmayan bu kuralların tümü Bermal arkadaşın anlatımlarından, tavırlarından dolayı kurala dönüşmüş toplumsal reflekslerdi. Bu ahlaki kurallar mücadele geliştikçe daha fazla anlam kazanıyor, daha başka kurallar gelişiyordu. Şehit cenazelerinde düşman karşısında ağlamamak, işkencelerde çözülmemek gibi. Bunun gibi onlarca ahlaki değer halk arasında birer ‘Toplumsal Sözleşme’ gibiydi. “Dörtlerin gecesi” kitabını daha 10 yaşında okumayanımız yoktu. Bermal arkadaş kuralları, sözleşmeleri ve ahlaki değerleri bize dayatmazdı. Gerçeği gösterirdi, o gerçeği anlamamız için materyal sunardı. Zaten Kurdistan’da mücadeleden başka çaremizin olmadığını çok erken yaşlarda öğrendik. Tek farkla çok güzel bir öğretmene sahiptik, şanslıydık.
Ağıt yakmayın, zılgıt çekin
Bermal dendiğinde; halkına karşı merhametle dolu olan kalbi anılır. Ve Bermal dendiğinde düşmana karşı nasıl lavlar püskürttüğü konuşulur. Hiç unutamadığım anılardan bir tanesi de Bermal arkadaşın abisi vurulmuş, hastanede katafalkın üstünde kadınlar cenazenin etrafında ağıtlar yakıyor, çevredeki polisler ise kadınlara bakıp sırıtıyor. Birden yeri göğü inleten bir zılgıtla içeri girdi. O zamana kadar sırıtan polisler öfkeyle kaşlarını çatıp tıslayarak küfür ettiler. O zamana kadar ağıt yakan kadınlar slogan atmaya başladılar. Bermal arkadaş böyleydi girdiği yer asla eski yer olarak kalmazdı.
Yavaşça abisinin baş ucuna gitti ve başından vurulmuş abisinin başına geçirilmiş bez torbayı çekti eğilip alnından öptü. Tam o esnada polislerin sorumlusu gelip Bermal arkadaşın karşısında durup “Cenazeye dokunamazsın” dedi. Bermal arkadaş dev gibi komiserin yakasından tutup sarsarak ileriye fırlattı. Metrelerce yerde sürüklenen komiser silkelenip ayaklanınca Bermal arkadaşa doğru parmak sallayarak “Sen de günlerini say” deyince Bermal arkadaş “ölüm baş üstüne, ama yemin ederim ki sizleri öldürmeden ölmeyeceğim” demişti. O zaman tüylerim diken diken olmuştu. O zaman anlamıştım düşmanımız var. Yanımızda yöremizde ölüm var. Ve her gün bir sevdiğimizi gömüyorduk. Her gün bir sevdiğimizi uğurluyorduk.
Bir bahar günü gitti
Yine o günlerden bir gün hepimiz tek sıra halinde dizilmişiz. Bermal arkadaş hepimize tek tek sarılıp bir bahar günü gitti… Babamın ağlayıp bizden uzaklaştığını görünce bir daha Bermal arkadaşı görmeyeceğimi, bu kez çok uzaklara gittiğini anladım ama nedense her zamanda yanımdaymış gibi hissediyordum. O zaman sıra dışı ve yalnızların asla bizi yalnız bırakmayacaklarını anlamıştım
İşte o zaman Garzan’a gitmiş insan üstü koşullarda direnişi destan gibi anlatılır. Sonrası Dêrsim’de işkencelerde sakatlanmış bedeniyle Besè ve Zarife’nin ayak izlerinde ilerledi. Aradan yıllar geçti. Bir gün eve geldim. Polisler yine eve karakol kurmuş, annemin yüzü sapsarı. Annemin bedeni orada ama ruhu çok uzakta. Ne polisleri görüyor ne bizi… Bakışları boşluğa kilitlenmiş ve tuhaf bir şekilde tebessüm ediyor. Annem Bermal arkadaşın sadece yengesi değildi, en yakın arkadaşlarındandı. Sırdaşıydı. Çocukluk arkadaşıydı. Hep güreşip dururlardı ikisinin kahkahasından uyuyamazdık. Bir yere gittiğimizde “Şimdi ne olacak halanız yine aç kalacak ne et ne tatlı bir şey yiyor” deyip kaygılanırdı. Biraz geç kalsa “Kalk gidelim bir yerlere soralım bak fırsat bulsalar vururlar onu” deyip babamın başına kıyametler koparan annem o an neye tebessüm ediyordu hiç bilmiyorum. Sormaya da kıyamadım…
Bermal ve ölüm…
Az ötede üstünde koca koca zırhlar olan bir polis babamı köşeye sıkıştırmış, “Bak birazdan televizyon kanalları gelecek kamera karşısına geçip bacımın akli dengesi yerinde değildi, bu yüzden örgüt onu intihar bombacısı olarak kullanmış dersen sizin için daha iyi olur, devlet de sizi suçlamaz” diyordu. Babam beni görünce yutkundu, gözlerini kaçırdı ve henüz hiçbir şeyden haberimin olmadığını biliyordu. Her gün yeni bir kıyamete uyanıyorduk. Bugün de o günlerden bir gündü herhalde… Köşeye sıkıştırılmış babamın sesi kulaklarımda yankılandı: “Benim bacım senden de benden de daha akıllıydı. Akli dengesinde de bir sorun yoktu. Yaşarken de hür iradesiyle yaşadı. Ona yol göstermek bizim haddimize değildi. Ölümünü de kendi hür iradesiyle seçtiğine eminim bunun için kimseyi de suçlayamayız, siz de bizi suçlayamazsınız.” Ölüm ve Bermal kelimeleri yan yana gelmişti…
Ne tuhaftı asla birbirine yakışmayan iki kelime. Bermal ve Ölüm… Oysa her gün belki gelir diye yolunu gözlüyorduk. Yine gelecekti, yine “Kızıl güller açınca Kürdistan dağlarında” şarkısını söyleyecektik. Yine bizi Hasankeyf’e götürecek orada halay çekecektik. Yine alnımıza sarı yeşil kırmızı bandanalar bağlayacaktı. İnsan bir şeyi kabul etmeyince kendine yeni kabuller oluşturur. Biz çocuklar da asla en sevecen arkadaşımız olan Bermal’in öldüğüne inanmadık. O gelmiyorsa biz ona gideriz diyenlerimiz de oldu hala onun çıkıp geleceğine inanlarımız da…
Kurdistan’ın duyulmak istenmeyen çığlığı
Gerçek şuydu; Bermal arkadaş 1996 yılında işgalci Türk Cumhuriyetinin kuruluş yıl dönümü olan 29 Ekim’de Kurdistan’ın sınır şehri olan Sivas’ta fedai eylem yapmıştı. O mesajını vermiş, düşman da anlayacağını anlamıştı… Bermal, Kurdistan’ın duyulmak istenmeyen çığlığı olmuştu. Ve son mektubunda şu kelimelere yer vermişti:
“İnsanca yaşamak, onurunu korumak isteyen her kadın gıdasını sizden almalıdır değerli Başkanım! Bütün varlığımla kendimi halkıma adasam bile, sizin emek ve çabalarınız karşısında bir hiçtir. Bu kutsal mücadeleye keşke canımdan da başka verebileceğim bir şey olsaydı. Sizi görmek, konuşmak ve kutsal eğitiminizden yararlanmak, benim en büyük arzumdu. Bunun imkânı olmadı. Fakat talimatlarınızla, çözümlemelerinizle sizi sürekli yakından hissettim. Ne mutlu size ki, binlerce insanın, uğruna her an gözünü kırpmadan feda edebilecek bir mücadelenin önderisiniz. Öyledir ki, bizler dünyanın en büyük düşmanlarına karşı amansız bir savaşımı başlatmaktan korkmayan, çirkinliklere ve haksızlıklara karşı savaşan bir öndere sahibiz.”
Anlatmaya kalp yetmez
Yıllar geçtikçe ve Şehit Bermal’e dair izler aradıkça çok şey öğrendim direniş öyküsüne dair. Bazıları romanlara konu olur. Bazı anılarını anlatmaya kalp yetmez. Aklımda hep bir ‘uçurum çiçeği’ imgesiyle anılır. Ulaşılmaz, kolay anlaşılmaz, kolaya kaçmaz asi bir uçurum çiçeği…
İki fedai, iki aydınlık ruh
Heval Bermal’e dair öğrendiğim en ilginç gerçek ise 1995’te bir çalışma için Adana’ya giderken Zîlan arkadaşla orada tanışıp onu da kendisiyle Dêrsim’e getirmesi gerçeği oldu. Sonrasında da yakınlıkları devam etmiş. Birbirine benzeyen iki aydınlık ruh. Parti tarihinde ilk fedai eylemciler. Bilinmez ama fedailiğin anlamını, eylemini beraber tartışıp kararlaştıklarını hissediyorum. PKK’nin fedai özünü başka türlü nasıl anlatırlardı bize…
Evet, bedeli ağır, sıra dışı bir varoluş sancısının kahramanları yalnızlığından çoğul bir özgürlük doğurmuştu. Ve bir halk ancak böyle yok olmaktan var olmaya adım atmıştı. Bu sebeple bizi yeniden doğuran tanrıçaları anlayalım, tanıyalım… Sadece anmayalım bıraktıkları fedailik mirasına layık olalım, bize emanet ettikleri anıları her anımızda yaşatalım…”