HABER MERKEZİ- PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’nın Değerlendirmesi
Devlet Eğitimi Kendi Kölesini Yaratma Amaçlıdır
Demokratik Özerklik sistemi veya Demokratik Konfederalizm sisteminde, sosyal boyut kapsamlı ele alındığında birçok alanı içeriyor. Fakat daha çok toplum yaşamında eğitim, sağlık olarak şekilleniyor. Gençliğin zihinsel, fiziki, spor vb hususları içine alıyor. Kadın-aile sorunu bir boyutuyla sosyal sorun olarak da ele alınıp değerlendiriliyor. Gençlik, kadın sorunları tümüyle olmasa da bu başlık altında bir yere kadar değerlendirilebiliyor. Esas olarak kapitalist modernitenin, ulus devletin toplumu yok etmede en çok saldırdığı alanlardan bir tanesi budur. İdeolojik ve zihniyet saldırısından sonra toplumun kendi varlığını, dayanışmasını, kendisi olacak bir örgütsel sistemi, yaşam
sistemini kurmasını engellemek; toplumu bitirebilmek için denetim altına almaya, devletleştirmeye çalıştığı temel
bir alan oluyor. Örneğin eğitimi buna göre oluşturuyor. Tümüyle devletleştirilmiş bir zihniyet durumunu yaratmak için, insan düşüncesini geliştirme değil de köleleştirme, devletleştirme, teslim alma, devlete bağımlı hizmet edecek bir insanı ortaya çıkartmayı hedefliyor. Adına “eğitim ve bilinçlendirme” dediği tüm faaliyetleri buna hizmet eder bir biçimde yapıyor.
Ulus-devlet eğitim adına her şeyi tekelleştirdi.
Ulus devletler eğitim denen olguyu tümden ellerine almış durumdalar. Bu konuda var olan ‘zorunluluk’ düzeyini daha farklı derecelere yükseltmeye çalışıyorlar. Zaten verilen eğitim, hizmet anlayışı temelinde yapılmıyor. “Özgür düşünceli insan yetiştirmek için yapıyoruz” diyorlar ama gerçeğin üstünü maskelemek için söylenen sözün ötesinde bir anlamı yoktur. Daha çok ulus-devlete hizmet edecek, onu güçlendirecek, onun hizmetine girecek insan ortaya çıkartmak, toplumu bir bütün olarak daha çocuk yaşta devlete bu biçimde bağlamak için böylesi bir eğitim sistemi geliştiriliyor. O nedenle eğitimin toplumsallığı çok önemli oluyor. Aslında devletlerin eğitim verme durumu ulus-devlete kadar yoktur. Son birkaç yüz- yıla kadar insanlık tarihi içerisinde böyle bir uygulama yoktur. Devletler tarihi içerisinde de bu uygulama yoktur. Ulus-devlet düzeninde böylesi bir eğitim biçimi geliştirilmiştir. Ulus-devlet öncesinde devletler sadece kendi kadrolarını, bürokrasisini, ordusunu, hizmetçisini eğitiyor. Devletin eğitimde bir sınır var, toplumla aynı değildir. Toplumun üstünde yer alan bir üst toplum olma özelliği taşıyor. Dikkat edilirse 20. yüzyıl başındaki değerlendirmelerde bu çok fazla hakimdir. Marks, Lenin değerlendirmelerinde bile devleti böyle değerlendiriyor. Çünkü ulus-devlet sistemi o zamana kadar hala bu duruma gelmemiştir. Devletler toplum üstünde yer alan bir yapı olarak değerlendiriliyordu. Devletin toplum, toplumun devlet haline getirilmek istendiği süreç 150 yıllık bir süreçtir. Bu durum söz konusu eğitim sistemini ortaya çıkardı. O zamana kadar devletin toplumun üstünde yer aldığı tarih dönemlerinde, devletin eğitimi kendi memurlarıyla, kendi çevresiyle sınırlıdır. Onun ötesine taşma, eğitim verme gibi bir durumu yoktur. Onun ötesindeki eğitim toplumun kendisine aittir. Devletin yaşamı gibi, toplumun da kendine göre bir yaşamı ve sistemi vardı. Kendi sorunlarını kendi çözme, kendi bireyini kendisinin eğitme durumu var. Bu bakımdan birçok düşünce akımı gelişiyor. Dinler, medreseler gelişiyor. Toplum kendi eğitim sistemini kuruyor. Nesilden nesille toplum içerisinde bu sistem devam edip gidiyor. Daha 40-50 yıl önce Ortadoğu’da, Türkiye toplumu içerisinde de eğitim sistemi ikiliydi. Toplumun kendi verdiği eğitim vardı, devletin de eğitimi vardı. Devlet mi eğitecek yoksa toplum mu eğitecek biçiminde bir çatışma da yaşanıyordu. TC, eğitimi toplumun elinden almak için toplumsal eğitim sistemine yakıştırmalarda bulunmuştur. Onları gericilikle her türlü kötülükle damgalamışlardır. ‘İnsanları insan yapan tek yerin devlet okulları olduğu’ propagandası yapılmıştır. Zorla, yasayla, baskıyla bu durum topluma kabul ettirilmiştir. Devletin eğitim alanında yaptıklarına hizmet denilemez. Devlet kendi dışında hiç bir şey bırakmadı. Ulus-devlet eğitim adına her şeyi tekelleştirdi.
Asimilasyon ve Sömürgeleştirme Merkezleri: Devlet Okulları
Öyleki daha bebek iken insanları teslim alarak denetim altına alıyor. Ne olur ne olmaz ya da şansa bırakmayarak çocukken alıp eğitiyor. ‘Büyüsün, olgunlaşsın iş yapar hale gelsin ondan sonra ona işimi yaptırayım’ demiyor. Aklından ne geçer belli olmaz ya da tehlikeli olabilir, bu açıdan çocukken aslında teslim alıyor. Tıpkı “Tunceli Kanununda” olduğu gibidir. Dersim soykırım fermanında, ileriki durumda olası Kürtlük ideali beyninden geçme ihtimali olanların katledilmesine ferman çıkarılmıştır. Ulus devlet bütün toplumu bu biçimde denetim altına alma fermanını ifade ediyor. Okul, eğitim sistemi aslında böyle bir fermandır. İlerisi için her çocuk bir tehlike olabilir, devlet dışında bir düşünce ortaya çıkarabilir, zararlı olabilir. O halde hiç birisine fırsat verilmemelidir. Kim olursa olsun böylesi bir sistemin içerisine alıyor. Burada bir hizmet yoktur, tam tersine en ileri düzeyde denetim altına alma vardır. Peki insanların açlıktan öldüğü alanlarda neden hizmet etmiyor da eğitim alanında hizmet ettiğini söylüyor? Öyle değildir. Hizmet için olsa herhalde yaşamın her alanında olurdu. Her alanda olmadığına göre devletin eğitim alanında yaptıklarına hizmet denilemez. Bu da asimile etmeyi, sömürgeleştirmeyi, denetim altına almayı, köleleştirmeyi ifade ediyor. Öyle makul ve normal bir durum değildir. Burada hizmet bir örtü, bir maskedir. Aslında zihinsel kırımın maskesi oluyor. Önderlik buna, “toplum kırım” dedi. Toplum kırımı insanların, toplumların belleğinden, beyninden gizlemek için geliştirilen bir maske oluyor. Tabiki bundan sonuç da alıyor. Zaten kesesinden bir şey gitmiyor. Toplumun vergisinden maliyesini ayırıyor, kendisine dair kaybettiği bir şeyi yoktur. “Topluma hizmet ediyorum!” derken, daha çocukken köleleştirmeyi ve kendisine bağımlı hale getirmeyi esas alıyor. Kendisine hizmet edecek, kendisini tanıyan, kendine tapan bir zihniyet ortaya çıkarıyor. Bütün beyinleri buna göre şekillendiriyor. Buna “beyin yıkama” deniliyor. Aslında ulus devlet eğitimi bir beyin yıkama sistemidir. Bir zihniyet katliamıdır. Bu konuda ne kadar katı olduğu gün gibi ortadadır. Öyle ki Kürde hiçbir hizmet yapmıyor ama en ufak bir mezrasına kadar okul ulaştırmak için büyük bir gayret içindedir. Bunu toplum kendini tanısın ve yaşatsın diye yapmıyor, kültürel soykırımın en etkili aracı olduğu için yapıyor. Çünkü devlet varlığını onunla sürdürüyor. Onun için bu kadar okul kuruyor, yaygınlaştırıyor, okula gitmeyi zorunlu kılıyor.Ulus-devlet zihniyet ve kültür asimilasyonunun en temel aracı olarak eğitimi Kullanıyor. Son yıllarda özel savaş kapsamında geliştirilen okullar var. Mesela okula gönderme kampanyaları, özellikle kız öğrencilere ilişkin geliştirilen kampanyalar vardı. Bunlar tamamen genelkurmay merkezli, özel savaş eksenliydi.
“Türkiye’nin en iyi okuluna gittim bildiğimi de unuttum”
Devlet, zihniyet ve kültür asimilasyonunun en temel aracı olarak gördüğü için okul sistemini, eğitimi bu kadar önemsedi. Bunları anlamak zor olmamasına rağmen hala ciddi zayıflıklar söz konusudur. Önderlik, “Türkiye’nin en iyi okuluna gittim bildiğimi de unuttum” dedi. Peki bu söylem neden esas alınmıyor? Yine Önderlik “Gençler kendilerini eğitsinler” dedi. İşte eğitim denince hemen TC okulları akla geliyor ve oraya göndermek için yarış var, hem de yurtseverlik adına bu yapılıyor. Böyle algılamaların Önderliğin söylemiyle hiçbir alakası yoktur. Önderlik ‘gençler kendisinin bilinciyle yoğrulmalarını’ istedi. Yoksa gidip TC zehriyle beyinlerini zehirlemelerini istemedi. Böyle bir algı hala devam ediyor ve bu giderilmiş de değildir. Doğru ve eleştirel bakabilmek önemlidir. Eleştirel bakamamak fethedilmiş, sömürgeleştirilmiş, kırıma uğratılmış zihniyetin sonucu oluyor. Devlet tarafından beyince fethedilmiş kişilik anlamına geliyor. O kişinin itirazı olmaz, devlete zararı olmaz; sömürgeciliğe, kültürel soykırıma karşı durması gibi bir tutumu olmaz. Orada kültürel soykırım zafer kazanmış oluyor. Bu konuda ciddi bir durum söz konusudur. Bu konuda muğlaklık, karmaşıklık, tutum zayıflığı, parçalılık, netsizlik var. Neyin doğru ya da neyin yanlış olduğu, neyi kabul edip etmeyeceği netleşmelidir. Çoğu, iyi niyet ve yurtseverlik adına yapılıyor ama özel savaş sisteminin “Kültürel Soykırımı” başarıya götürmede bu kadar umutlu ısrarlı olması bundan kaynaklanıyor. Toplum tümden tavır koysa Ankara’daki yönetim kendisini dayatamaz ve ısrar edemez. Onlar yok etmede o kadar ısrarlı, planlı, bilinçli ama var olma noktasında aynı derecede ısrar, duyarlılık gelişmelidir. Önderliğin 1970’lerin ortasından bu yana Kürdistan’ı aydınlatan değerlendirmelerini, yazılarını parti belgelerini incelemek lazım. ‘Onlar bir önceki paradigma döneminin düşünceleri, yazılarıdır’ diye düşünenler büyük yanılırlar. Bu bakımdan da PKK bu çizgi ve eğilimlere karşı sert bir eleştiri ile yola çıkarak yürüdü. PKK’yi PKK yapan bu konulardaki netliği ve keskinliği oldu. Fakat giderek mücadele toplumsallaşıp genişleyince politik mücadele de esneklik oldu. Politik esneklik gerekliydi ama politik esneklik işbirlikçilikle uzlaşmak demek değildir. Tehlike buradadır. O bakımdan bir düzeltmeye ihtiyaç var.
Sistemden kopma yaklaşımı derin, keskin, özlü olmalıdır.
“Eğitim konusu önemlidir” diyoruz. Peki gençliği, çocukları, kadınları toplumun bir bütününü eğitmek için ne kadar çaba harcıyoruz? Hiçbir imkân yokmuş gibi davranılıyor. Bir çaba meselesi, tercih meselesidir. Sistemden kopulamıyor, meşru görülerek oradan kopma olmuyor. Bir biçimde sistem tarafından biraz fethedilme herkeste var. Zaten PKK, buna karşı bir hareket olarak gelişti. Demek ki Önderlik ve PKK’yi anlamak önemlidir. Sistemden kopma yaklaşımı derin, keskin, özlü olmalıdır. Önderliğin ilk andan itibaren sistemden kopuşu gibi ola-
bilmelidir. Devrimci ve yurtseverlik her yerde Önderlik kopuşu biçiminde olmalıdır. Öyle olanlar kahramanca yürüdüler. Kalanlar ise bu noktada kahramanca yürüyemiyor ve bu ayrımlar ya görülmek istenmiyor ya da meş-
ru görülüyor. Bu bakımdan Sosyal Alanda eğitim konusu çok önemli oluyor. En kolay yürütebileceğimiz çalışmalardan biri budur. Kitle içerisinde her şeyin propagandası yapılıyor ama eğitim için yeterince propaganda yapılmıyor. Bu durum ya tehlike olarak görülmüyor ya da benimseniyor. Bu açıdan yurtseverlik çizgisi, Önderlik çizgisi temelinde tutarlı bir şekilde bu ölçüler ile kendisini örgütlemelidir. Muğlaklaştırmamak gerekiyor. Politik esneklik ayrı, ideolojiyi muğlaklaştırmak tehlikelidir. İdeolojiyi net koyarsın, keskin koyarsın o zaman bilinçli olarak
istediğin kadar politik esneklik yapabilirsin. Politikada esneyeceğim diye ideolojiyi muğlaklaştırılırsa çok tehlikelidir. Eğitim, bu biçimiyle birçok boyutta değerlendirilebilir. Bu konuda Demokratik Ulusun sosyal yaşamında eğitimi kendisinin yapması şarttır. Bir neferini bile devlete vermemelidir. Toplum bu noktada keskin, tutucu olmalıdır. Nasıl ki devlet dağda bir çoban bile bırakmaksızın eğiterek zihinsel olarak kendine bağlamak istiyorsa, Demokratik Ulus da bir neferini bile devlete vermemeyi ilke edinmelidir. Demokratik Ulus olmak buna bağlıdır. Demokratik Ulusun eğitim boyutu böyle olmak zorundadır. Eğitimi kesinlikle kendisi yapmalıdır. Toplum yapmalı, komün yapmalı, meclis yapmalı, yerel yönetim yapmalıdır. Devlet yönetimine, merkezi yönetime kesinlikle bırakılmamalıdır. Bırakma durumu olduğu zaman orada beyinsel sömürgecilik gelişir. Orada insanın köleleşti-
rilmesi, bağımlı kılınması gelişir. Özgür olarak topluma katılan birey ya da özgür yurttaş ortaya çıkmaz.
Bu Sistem Tanrı Yaratımı Değildir, Yıkılabilir
Demokratik Ulusun, demokratik toplumunun temelini oluşturacak özgür birey, özgür yurttaş ancak toplumun
eğitimiyle ortaya çıkar. Buradaki tehlike sanki ulus-devlet zihniyetinin dışında eğitim olamazmış gibi bir algıdan kopamadan ileri geliyor. Bu nedenle; birincisi, öncelikle bu tehlikeyi görmek, topluma göstermek ve iyi anlatmak gereklidir. İkincisi, bu sistemin bir tanrı yaratımı olmadığını, bir gereklilik, zorunluluk olmadığını, tersine bir saldırı olduğunu ve dolayısıyla da buna karşı mücadele edilebileceğini anlamak, bilmek ve aynı şekilde toplumu da bu mücadeleye sevk edebilmek gereklidir. Üçüncüsü, uygun, sonuç alıcı yol-yöntem bulmak, örgütsel sistemler
geliştirmek ve direnmek, mücadele etmek, politik-ahlaki toplum gerçeğini, demokratik toplum sistemin geliştirmek ve yaşatmak lazım. Aslında günümüzde devrim budur. Devrimci mücadelenin özünde bu vardır. Bu
çerçevede gençlik temel bir parti kurumlaşması olarak PKK’nin baştan beri temel gücü konumundadır. PKK gençlik içinden çıktı, gençlikten kadro aldı, ruh ve bilinç aldı, gençlik dinamizmine dayanarak bu hale geldi. Bu günde gençlik örgütü partinin en temel örgütü, temel mücadele eden gücüdür. Gençlik kendisini öncü olarak tanımlıyor.
Bu doğru bir tanım, yakıştırma değildir. O halde öncü gibi hareket etmeli, öncülüğün gereklerine göre hareket etmelidir. Bu gerçekse o halde gençlik sadece gençleri örgütleyen, gençlikle uğraşan bir hareket olamaz;
devrimin, mücadelenin tümünden sorumlu, mücadele alanlarının tümünden sorumludur. Hepsini bilen, gözeten, dinleyen, takip eden, yanlış olanı eleştiren, eksik olana güç veren konumda olmalıdır. Öncü, bunu yaparsa öncü olur. Başarı da böyle yaptığında olur. Genel hareket başarıya gitmezse gençlik de başarılı olamaz. Hareketin mücadelesinin öncüsü gençliktir, hareket başarısız ama gençlik başarılı olmuş! Bu mümkün değildir. Başka türlü olmaz. Eğer doğru buysa o zaman dar yaklaşımdan kurtulmak lazım.
Akışkan Olan Gençliktir
Gençliğin sadece genelden kopuk, onun kenarında bir hareket olarak ele alınması doğru değildir. Öyle bir durum eski paradigmaya göreydi. Gençlik işçi-köylü öncülüğünün bir müttefikiydi ve “ona göre örgütlensin, destek versin” deniliyordu. Oysa biz gençlik ve kadın öncülüğüne dayalı bir devrimci mücadele yürütüyoruz. Öncünün her yerde olması lazım, bütün görevlerde olması ve sorumluluk duyması gereklidir. Esas gençlik akışkan olandır. Bir kişi ister 20, ister 70 yaşında olsun akışkan değilse ona yaşlı derler. Önderliğe giden heyet “gençliğe bir mesajınız olacak mı?” diye sorduklarında, Önderlik “Kim genç, benden genci mi var” dedi. O zaman son söz olarak, Önderlik ilke ve ölçüleri ile donandıkça, Önderlik tarz, tempo ve üslubuna yaklaşıldıkça genç olunabileceğini söyleyebiliriz.
Kaynak: Yurtsever Gençlik Dergisi