BEHDÎNAN- Stêrk TV’de yayınlanan özel bir programda konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin işkence boyutlarına vardığına dikkat çeken Bayık, son olarak Nobel ödüllü 69 ismin ve Fransız Senatör Pascal Savoldelli’nin tecride tepki göstermesinin önemli olduğunu belirtti. Kürt sorunu çözülmediği sürece Türk devletinin soykırım politikasını sürdüreceğini vurgulayan Bayık, Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması ile Kürt sorununun da çözüleceğini ifade etti.
Türk devletinin Başûr’u işgal etme planlarına Irak devletinin alet olmaması gerektiğinin de altını çizen Bayık, “Bu vesileyle Irak hükümetini uyarmak istiyorum; Türk devletinin soykırım siyasetine hizmet etmeyin. Bu Irak’a büyük bir zarar verir. Irak ve Başûr’daki Türkiye ittifakına karşı olanlar tepkilerini sadece açıklama ile sınırlandırmamalı. Madem siz de bu ittifakın büyük bir zarar verdiğini düşünüyorsunuz, o zaman buna karşı durmalısınız. İşgalcileri ülkenizden çıkarmalısınız” dedi.
Son dönemde ısrarla Esad ile görüşmek isteyen Erdoğan’ın Suriye’yi işgal etme amacından vazgeçmediğini, sadece taktik değiştirdiğini vurgulayan Bayık, Suriye’nin yıkılmasına, binlerce kişinin yaşamını yitirmesine, milyonlarca kişinin topraklarını bırakıp göç etmesine Erdoğan’ın sebep olduğunu hatırlattı.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Stêrk TV’de yayınlanan röportajında şu değerlendirmelerde bulundu:
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit ve işkence aralıksız bir şekilde devam ediyor. Şüphesiz Kürt halkı ve dostlarının mücadelesi de sürüyor. Yine yakın zamanda Nobel ödüllü 69 isim Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep eden bir bildiri yayınladı. Fransız Senatör Pascal Savoldelli de Kürt Halk Önderi Öcalan’la görüşmek için Türk Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Bu gündeme ilişkin neler söylemek istersiniz?
Sorunuzu cevaplamadan önce şunu belirtmek istiyorum; Temmuz ayında halkımıza yönelik birçok yerde çok büyük katliamlar yaptılar. Bu vesile ile bu katliamları yapanları kınıyorum. Öyle normal katliamlar da değil. Mesela 24 Temmuz’da yapılan Lozan Antlaşması Kürtlere karşı bir ittifaktı. İşgalci, soykırımcı Türk devleti tam da böyle bir ayda hareketimize ve halkımıza yönelik çok büyük bir saldırı başlattı. Lozan Antlaşması’nın olduğu tarihten bu yana bu katliamlar devam ediyor. Kürt halkı da bugün bu ittifaka karşı mücadele ediyor. Halkımız mücadelesi ile birçok adım atmış durumda. Fakat Kürtlere karşı geliştirilen bu ittifak tamamen ortadan kalkmış değil. Hatta Kürt halkının düşmanları ittifakı yenilemek istiyor ve bunun için de çalışıyorlar. İnanıyorum ki; Kürt halkı bu ittifakı tamamen ortadan kaldıracaktır. Çünkü bu ittifakta Kürtler inkar ediliyor, parçalanıyor, imha ediliyor. Kürtler bu ittifakla yaşamını sürdüremez. Kürtler de zaten bunun farkında.
27 Temmuz’da Rojava’da, Halep, Qamişlo’da halkımıza karşı çok büyük bir katliam yapıldı. Sadece Qamişlo’da 62 insanımızı katlettiler, birçok kişi yaralandı. Bu katliamı yapanları kınıyorum. Bu katliam halkımızın özgürlük mücadelesini daha da büyütmesine sebep olmalıdır. Yine 1930 yılının Temmuz ayında Qelqelî’de halkımıza karşı büyük bir katliam yapıldı. Halkımız her zaman o tarihte katledilen şehitlerine sahip çıkıyor, sahip çıkmaları da lazım. 3 Temmuz’da Hani’de de 10 gerilla arkadaş kimyasal silahla katledildi. Tüm şehitlerimizi saygı ile anıyorum.
3 Ağustos da yaklaşıyor. 3 Ağustos 2014 tarihinde Êzidî halkımıza yönelik katliam yapıldı. Êzidî halkımıza yönelik ferman tehlikesi hala da devam ediyor. Bundan dolayı Êzidî halkımız hem bugüne kadar yaşanan fermanları, hem de yeni ferman tehlikesini unutmamalıdır. Bu yüzden kendilerine sahip çıkmalı, kaderlerini tamamen ellerine almalı. Bunun dışında Êzidî halkımızı koruyacak hiçbir şey yok. Yakın tarihte herkes gördü; Şengal’de iktidarız diyenlerin hepsi kaçıp gitti ve Êzidî halkını da DAİŞ’e teslim etti. Hala binlerce Êzidî kadın ve çocuğun akıbeti belli değil. Êzidî halkımız bir daha böyle bir ferman yaşamamak için örgütlenmeli, güçlenmeli, birlik olmalı, irade sahibi olmalı, kurumlarını ve öz savunmalarını güçlendirmelidir. Ancak bu şekilde fermanlara karşı kendilerini koruyabilir ve yaşamlarını sürdürebilirler. Bu vesile ile Êzidî halkımıza selam ve saygılarımı iletiyorum.
AYDINLAR, YAZARLAR, BİLİM İNSANLARI RÊBER APO’NUN PARADİGMASINA SAHİP ÇIKIYOR
Rêber Apo hakikati diye bir şey var. Rêber Apo felsefeye, bilime çok önem veriyor. İnsanlık değerlerine sahip çıkıyor. Tarihte insanlığa hizmet eden her şeye sahip çıkıyor. Bu temelde bir paradigma geliştirdi. Bu paradigmayı okuyanlar Rêber Apo’ya ve paradigmaya sahip çıkıyor. Daha çok da aydınlar, yazarlar, sanatçılar, siyasetçiler, bilim insanları paradigmaya sahip çıkıyor. Rêber Apo için uluslararası bir hamle geliştirdik. Bu hamle aslında Kürt halkının dostları tarafından geliştirildi, biz de hamlede yer aldık. Bu hamle birçok önemli sonucu ortaya çıkardı. Bu temelde bir gündem oluşturuldu. Bunun üzerine biz de ikinci hamlenin gelişmesini istedik. Birinci hamleyi gerçekleştiren halkımızın, hareketimizin, partimizin dostları, özgürlüğe, demokrasiye sahip çıkanlar ikinci hamleyi de geliştirmelidir. Biz de yine tüm gücümüzle bu hamlede yer alacağız.
Hamle başlamış durumda, her geçen gün de geliştiriliyor. İnsanlığa, demokrasiye, özgürlüğe sahip çıkanlar bu hamlede yerini alıyor, açıklama yapıyor. Rêber Apo’nun insanlık değerlerini temsil ettiğini ve zindandan çıkması gerektiğini belirtiyorlar. ‘Böyle bir insanı zindanda tutamazsınız’ diyorlar. Her geçen gün Önderliğe daha fazla sahip çıkıyorlar. Son olarak Nobel ödüllü 69 insan açıklama yaptı, mektup yazdı. Mektuplarında Rêber Apo’ya nasıl sahip çıktıklarını, nasıl Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesine nasıl sahip çıktıklarını geniş bir şekilde yazmışlar. Bu yüzden CPT’ye, AK’ye, birçok uluslararası kuruma mektup gönderip, çağrıda bulundular. Basında da yer aldı. Çok güçlü çağrılarda bulundular. Sizin de dediğiniz gibi Fransız Senatör, Türk Adalet Bakanlığı’na bir mektup göndererek Rêber Apo ile görüşmek istediğini söyledi.
Yine Rêber Apo’nun ilk avukatlarından olan Ercan Kanar, Rêber Apo’ya yönelik geliştirilen kanunların artık pratikte bir hükmü olmadığını söyledi. Rêber Apo’nun artık fiziki olarak özgürleşmesi gerektiğini belirtti. Bu vesile ile daha önce de açıklama yapanlara, Nobel ödüllü 69 isme, Fransız Senatöre ve Ercan Kanar’a selam ve saygılarımı iletiyorum. Bunlar insanlığın vicdanını, insanlık değerlerini temsil ediyorlar. Bu yüzden yaptıkları çalışma çok kutsaldır. İnsanlık için yapılan bir çalışmadır. Zaten bunların hepsi insanlık için çalışmış, bu yüzden Nobel almışlar. Birçoğu Rêber Apo’nun geliştirdiği paradigma ile birçok açıdan kendilerinden güçlü bir çözüm ürettiğini söylüyorlar. Rêber Apo’ya, özgürlük ve demokrasi mücadelesine bu kadar güçlü sahip çıkmalarının nedeni, hakikati Rêber Apo’nun paradigmasında görmeleridir. Çünkü Rêber Apo bilindiği gibi bir filozoftur. İnsanlığın, doğanın sorunu nedir bunun üzerinde duruyor, bu sorunları çözmek istiyor.
HEDEF RÊBER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜ
Rêber Apo üzerindeki tecrit sıradan bir tecrit değil, çok üst bir aşamaya ulaşmış durumda. Türk devleti tüm kanunlarını, uluslararası kanunları, ahlak, insanlık, vicdanı, yani her şeyi ayaklar altına almış durumda. Rêber Apo’ya yönelik yürütülen bu siyaset dünyada başka bir siyasetçiye karşı yürütülmemiştir. Rêber Apo’dan intikam alıyorlar. Neden Kürtleri uyandırdın, bilinçlendirdin, örgütledin, ayaklandırdın, Kürtler neden kendi yaşamları için mücadele ediyor, biz Kürtleri ortadan kaldıracaktık diyorlar. Bundan dolayı Rêber Apo’yu suçlu buluyorlar ve intikam almak istiyorlar. Rêber Apo’ya yönelik yürütülen siyaset Kürt halkına yönelik yürütülen siyasettir. Rêber Apo’ya sahip çıkmak, fiziki özgürlüğünü istemek, bunun için mücadele etmek, Kürt sorununun çözümünü istemektir.
Türk devleti Kürtleri ortadan kaldırmak istediği için Rêber Apo’ya karşı böyle bir siyaset yürütüyor. Bu yüzden Rêber Apo ve Kürt hakikati artık iç içe geçmiş durumdadır. Bunları ayrı ele alamazsın. Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğüne sahip çıkanlar Kürt sorununu da gündeme getirmelidir. Doğru olan budur. Çünkü Rêber Apo’yu İmralı’da bir tabutta tutmalarının, ona karşı vahşi bir siyaset yürütmelerinin sebebi budur. Kürt sorunu çözülmediği sürece bu siyasete devam edeceklerdir. Bu yüzden Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için mücadele edilmelidir. Bu Kürt sorununu da çözecektir. Bu temelde çalışmalar yürütülmelidir.
Siz de takip etmişsinizdir. CPT, ANF’ye bir röportaj verdi. İlginç bir konu ortaya çıktı. Örneğin Azerbaycan’ın aynı pratiklerine karşı CPT bir tavır sergiliyor ama Rêber Apo’nun durumuna karşı bir tavır göstermiyor. Şu bu kişiye işkence yapabilirsin, şu kişiye yapamazsın anlamına gelmiyor mu? Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devleti NATO’ya üye bir devlettir. Uluslararası Komplo da NATO tarafından geliştirildi. NATO adına bazı devletler buna öncülük etti. CPT de Avrupa Konseyi’nin bir kurumudur. Avrupa da NATO’da. Uluslararası Komplo geliştirildiğinde Avrupa’nın yaklaşımını herkes biliyor. Belki Eski İtalya Başbakanı Massimo D’Alema farklı bir duruş sergiledi ama Avrupa komplonun başarıya ulaşması için çalıştı. CPT Avrupa Konseyi’ne bağlı bir şekilde çalışıyor. AK’nin kararlarını esas alıyor. Bazı devletlere karşı insanların haklarını korumakla görevli diye tanımlanıyor ama CPT’ye baktığımızda tamamen Türk devletine sahip çıkıyor. Türk devletine karşı insan haklarını, halkların haklarını savunmuyor. Türk devletinin Rêber Apo ve Kürt halkına karşı yürüttüğü siyaseti esas alıyor. Bunun anlamı nedir?
Türk devleti Kürt halkına ve Rêber Apo’ya karşı soykırım politikası yürütüyor. CPT’nin Rêber Apo’nun ve Kürt halkının haklarını savunması gerekir fakat Türk devletinin yanında duruyor. Yani soykırım siyasetine alet oluyor. Bu yüzden CPT de bu siyasetin ortağıdır. İnsanlığın vicdanını temsil eden, insanlığa hizmet eden, bunun için ödül alanlar herkese çağrı yapıyor, mektup yolluyor ama CPT’nin sesi çıkmıyor. Çünkü CPT devletlere hizmet ediyor. Halkımız da bunu görüyor. Bu yüzden halkımız mücadelesini daha da güçlendirmeli. Dostlarıyla bu mücadeleyi ne kadar güçlendirirse o kadar sonuç alır. Yürütülen mücadele CPT’nin, Avrupa Konseyi’nin hukukunu, gerçekliğini ortaya çıkardı. Türk devletinin gerçekliğini ortaya çıkardı. Bu insanlık için büyük bir kazanımdır.
GERİLLA İLE BİRLİKTE MÜCADELE EDİLMELİ
Şu an işgale karşı Medya Savunma Alanları merkezli çok kritik bir savaş yürütülüyor. Türk devleti Cizîr, Şirnex ve Bakur’un diğer şehirlerinde yaptıklarını şimdi de Başûr’da yapıyor. Evlere baskın yapıyor, kendilerine karşı çıkan insanları arıyorlar. Bu saldırıların asıl amacı nedir?
Son süreçte Zap alanında şehit düşen arkadaşlar oldu. Newal, Jiyan, Dijwar, bu arkadaşlar şahsında işgalcilere, soykırımcılara karşı savaşan, Kurdistan’ı, Kürt halkını, insanlık değerlerini savunanların hepsini selamlıyor, saygılarımı iletiyorum. Bu hareket, Kurdistan halkı ve insanlık, onların emeklerini asla unutmayacaktır. Çünkü çok zor koşullarda, bombardıman, yasaklı, kimyasal silahlar altında kahramanca mücadele ediyorlar. Kendileri için hiçbir şey istemiyorlar. Çok zor şartlarda bu savaşı yürütüyorlar ve bir gün bile “şartlarımız çok zor” demiyorlar. Görüntülerini de herkes görüyor. Halk için, Kurdistan için heyecanla, keyifle ve gönüllü bir şekilde görevlerini yerine getiriyorlar. Onlar sadece PKK’nin değil, Kurdistan halkının, insanlığın şehitleridir. İnsanlık değerlerini savunmak için mücadele ediyorlar, canlarını veriyorlar. Hakikatleri budur. Bu yüzden halkımız ve insanlık onları hiçbir zaman unutmayacaktır.
Türk devleti şu an Başûr’u işgal ediyor. Bunu yapmalarını sağlayanlar kimlerdir? Barzani ailesi. Barzani ailesinin desteği ile Türk devleti Başûr’a girdi. Başûr’da her geçen gün güçleniyorlar. Şu an Batufa’dan tutun Şeladizê’ye kadar yollara asfalt yapıyorlar. Tüm o şehirlere yerleştiler. Barzani ailesinin desteği ile dağlara yerleşiyorlar. Barzani ailesinin iktidarı ortadan kalkmış durumda. Sürekli statüden bahsediyorlar ortada bir statü bırakmamışlar. Bu statüyü Barzani ailesi ortadan kaldırdı. Her şeyi Türk devletinin hizmetine soktular. Bu yüzden Türk devleti rahat bir şekilde hareket ediyor. Gerillaya üzerine gelmelerinin nedeni de budur. Çünkü gerilla işgale, soykırıma karşı duruyor. Başûr halkını savunuyor, hatta Irak’ı savunuyor, insanlık değerlerini savunuyor. Faşist Türk devleti ise insanlık değerlerine karşı, Kürtlere, Kurdistan’a karşıdır. Bu yüzden Kurdistan’ı tamamen ele geçirmek istiyor. Buna engel olanlar kimler? Rêber Apo, PKK ve gerilladır. Rêber Apo, PKK ve gerillaya böyle vahşi bir şekilde saldırmalarının sebebi budur. Kimse önlerinde dursun istemiyorlar. Kendilerine engel olan herkesi düşman görüyor ve ortadan kaldırmak istiyorlar.
Bu vesileyle her Kürt’e, demokrat, sosyalist, yurtsever, şeref sahibi, amacı demokrasi ve özgürlük olan, Kürt değerlerine bağlı insanlara çağrıda bulunuyorum. Hakikati görmeleri lazım. Gerillaya ve gerillanın mücadelesine sahip çıkmalılar. Sadece destek vermemeli, gerillanın yanında durmalılar. Mücadeleye, değerlerine, kendilerine sahip çıkmalılar. Halkımızdan, insanlıktan istenen budur. Çünkü çok zor şartlar altında amansız bir mücadele yürütülüyor. Büyük kahramanlıklar ve fedakarlıklar yaşanıyor. Ellerinde iradeleri, inançları ve silahları var. Aç susuz günlerce mücadele ediyorlar. Büyük fedakarlık yapılıyor. Bu yüzden herkes bu hakikati görmeli, sahip çıkmalıdır. Her türlü imkanlarını kullanarak gerilla ile birlikte mücadele etmelidir. O zaman gerilla işgale karşı daha fazla mücadele eder. Kürt gençlerine çağrım var; gerillaya katılmaları lazım. İşgalcilere, soykırımcılara karşı mücadelede halka öncülük etmeliler. Halk arasında bazı rahatsızlıklar var fakat öncülük sorunu var. Kürt gençleri öncülük etmelidir. Bu şekilde Kurdistan halkını ayağa kaldırmalıdır ki halk gerilla ile birlikte işgale karşı dursun. Gençlerden istenen budur.
Bir tarafta 20 yıl çalışan yarbayın ölümünü ilan eden bir güç var, diğer tarafta ise mütevazi imkanlarıyla fedai bir şekilde savaş yürüten bir güç var. Düşmanın çok güvendiği İHA-SİHA’ları rutin bir şekilde her gün gerilla tarafından düşürülüyor. Bu savaşın iyi anlaşılmasında acaba bir sorun mu var?
Şuan 3. Dünya Savaşı yaşanıyor. Hareketimiz üzerinde uluslararası bir konsept yürütülüyor. Türk devleti bunları kendi hizmetine sokmak istiyor. Bu şekilde amacına ulaşmak istiyor. Nedir amacı? PKK’yi ortadan kaldırmak ve Kürt soykırımını tamamlamak. Çünkü PKK’yi ortadan kaldırmadıkları sürece Kürt soykırımını tamamlamaları mümkün değil. Bu yüzden Türk devleti 3. Dünya Savaşını bir fırsat olarak görüyor. Bunun için de çok çalışma yürüttü. Fakat bunun yeterli olmadığını gördü bu yüzden Ortadoğu’da yeni bir konsept geliştirmek istedi. Bu iki konsepti kullanarak amacına ulaşmaya çalışıyor.
Bilindiği gibi Kürt halkına karşı bazı kurumlar gelişmişti. Fakat İran’da İslam devrimi olduğunda, Şah düştüğünde Kürtlere karşı geliştirilen kurumlar da yenildi. Kürtler bu durumdan faydalandı. Türk devleti bir kez daha işgalci devletlerle birlikte böyle kurumlar kurmak istiyor. Bölgenin muhafazakarlarının da yardımını alarak hem Orta Doğu konsepti hem de uluslararası konsepti ile 3. Dünya Savaşındaki hedeflerine ulaşmak istiyor. Bu yüzden Suriye ile, Irak ile, birçok güç ile ilişki geliştiriyor.
Hareketimizin kuruluşundan bu yana Türk devleti amaçlarında ısrar etti. Amacı neydi? Kürt-Kurdistan adına bir özgürlük hareketinin gelişmemesi. Eğer gelişirse de ortadan kaldırılmalıdır. Zaten Kürt soykırımı için birçok adım atmışlardı, şimdi de tamamlamak istiyorlar. Amaçlarında bir değişiklik yok. Onların tek bir kanunu var; o da Kürtlere karşı ne yaparsan haktır. Şu an içerideki ve dışarıdaki tüm imkanlarını da bunun için kullanıyorlar. Barzani ailesi her anlamda buna hizmet ediyor. Bunu herkes görüyor. Ne kadar hizmet etseler de gerilla da imkanları doğrultusunda darbe vuruyor. Türk devleti zaten yediği tüm darbeleri açıklamıyor. Çocukları, eşleri ya da akrabaları savaşta ölen ailelerle konuşmamaları, basına demeç vermemeleri için imza almışlar. Bu yüzden savaşta öldürülen birçok kişiyi gizliyorlar. Hatta aileleri duymasın diye de farklı şekilde bilgi veriyorlar. İşte kaza oldu, intihar etti diyorlar. Mesela bir yarbay öldürüldü mecbur kalıp açıkladılar. Yoksa onu da açıklamazdılar. Yani çok kirli bir savaş yürütüyorlar. Sürekli gerillaların şehit düştüğünü açıklıyorlar, çok fazla sayı da veriyorlar. Örneğin bir arkadaş şehit düştüğünde “20 gerillayı öldürdük” diyorlar. Psikolojik, özel bir savaş yürütüyorlar. Bu konuda uzmanlar.
Yıllardır PKK’ye, Kürt halkına karşı yürüttükleri savaşı şimdi de PKK’ye karşı yürütüyorlar. Barzanileri de bu temelde eğitiyorlar. Barzani ailesi de, basını da tamamen Türkiye’yi taklit ediyor. Türk devleti şimdiye kadar nasıl ki yalan haberler yapmışlarsa onlar da şu an aynısını yapıyorlar. Türk devleti psikolojik, özel savaşı şu an Başûr’a da taşımış durumda. En son “Kerkûk, Hewlêr çarşılarını PKK yaktı” dediler. Böyle büyük bir yalan söylediler.
Sadece yalan söylemiyorlar; bazılarını çok büyük paralarla satın da alıyorlar. Bu konuya ilişkin de duyumlarımız var. Mesela; Musul, Kerkûk, Şengal’deki istihbaratlar tamamen Parastin-MİT istihbaratının kontrolü altında. Onlar ne derse Parastin-MİT de rapor ediyor. Tüm raporlarda da şu var; PKK’yi Irak için nasıl büyük bir tehlike olarak gösteririz. Çünkü Türk devleti ve Barzani, Irak’ı da kendileri gibi PKK’ye karşı harekete geçirmek istiyor. Hatta YNK’yi de bu şekilde harekete geçirmek için yalan söylüyorlar, baskı yapıyorlar, para dağıtıyorlar. Psikolojik, özel savaş Başûr’da çok güçlü bir şekilde yürütülüyor. Türk basınına ve Barzani basınına baktığımızda tamamen psikolojik, özel savaş yürütüyorlar. İnsanların aklını karıştırıyorlar. Ne doğrudur, ne yanlıştır, kimse anlayamıyor. Savaş bu temelde yürütülüyor.
BARZANİ AİLESİNİN DESTEĞİ OLMASAYDI TÜRK DEVLETİ BAŞÛR’A GİREMEZDİ
Halkımız, Kurdistan’ın aydınları, yazarları, sanatçıları, siyasetçileri, kadınlar, yaşlılar, gençler, çocuklar, tüm Kurdistan toplumu Barzani ailesinin gerçekliğini iyi anlamalı. Eğer bu hakikat iyi anlaşılmazsa Kürt halkı büyük bir zarar görecektir. Bazıları Barzani ailesinin Kürtler için hizmet ettiğini düşünüyor, bu yüzden seslerini çıkarmıyorlar. Belki bazıları Türk devleti ile nasıl bir işbirliği içinde olduğunu da görüyor ama buna karşı güçlü bir tavır almıyorlar. Sebebi nedir, biz de tam olarak bilmiyoruz. Belki Barzaniler bazılarına ses çıkarmamaları için para vermiştir, bazıları da aynı çizgide. Eğer bu ihanete, işbirlikçiliğe karşı çıkarmazlarsa, ülkeleri için, halkları için tarihi görevini yerine getirmezlerse, buna karşı durmazlarsa çok büyük günaha girerler. Bunun altından kalkamazlar. Kürt halkı, tarih onları mahkum edecektir. Kürt halkının yüz karası olacaklardır.
Bakûr’a bakın, Kürtlerin başına neler getiriyorlar. Agirî’de birkaç genç Kürtçe şarkılar söyleyip halay çektikleri için tutuklandı, Mersin’de halay çektikleri için tutuklandılar. Bu devletle işbirliği yapanların Kürtlere hizmet etmediği ortada. Kimse şimdiye kadar Barzani ailesinin Türk devletine karşı çıktıklarını duymadı. Tamamen PKK’ye karşılar. PKK’yi nasıl karalarız, nasıl ortadan kaldırırız, bu temelde çalışıyorlar. Yani Barzani ailesi ve Türk devleti PKK’yi yok etmek için ortak karar almış durumdalar. Her şeyi aileleri için yapıyorlar Kürt halkı için değil. Kürt halkı için bir şey yapmak isteselerdi Türk devleti ile işbirliği içinde olmaz, Türk devletine karşı çıkarlardı. Eğer işbirliği yapmasalardı Türk devleti Başûr’da böyle bir adım atabilir miydi? Mümkün değil. Tanklarıyla, toplarıyla, helikopterleriyle Başûr’a girebilirler miydi? Barzanilerin desteğiyle Türk devleti tüm bunları yapıyor. Onların desteğiyle Türk devleti Kürt gençlerini katlediyor, Kurdistan doğasını talan ediyor. Onlar Türk devletinin ortaklarıdır.
Tarihlerine bakalım; her zaman işgalci devletlerle birlik olmuş Kürtlere saldırmışlar. Rojava’da, Başûr’da yaptıkları şey bu. Kürt aydınları, sanatçıları, siyasetçileri bu ihaneti anlatmalıdır. Kurdistan’da şu an iki çizgi var; ihanet ve yurtseverlik çizgisi. Her yurtseverin görevi; yurtseverlik çizgisinde ihanete karşı durmaktır. Öyle seyredemezler, Kürt güçleri arasında savaş var, PKK ve KDP arasında savaş var diyemezler. PKK ve KDP arasında bir savaş yok, PKK ile işgalciler ve ihanetçiler arasında bir savaş var. Gerçek budur. Yurtseverlerden istenen, yurtseverlik görevlerini yerine getirmeleridir. Yurtseverliğin görevi ihanete göz yummak ya da ihaneti muğlaklaştırmak değildir.
Bu durumu görenler de var. Yaklaşık 100 Iraklı ve Arap aşiret Türk devletinin işgaline karşı tavır alarak açıklama yaptılar. Başûr ve Bakur’da da birçok Kürt aşiret de var. Onlara ne söylemek istersiniz?
Türk işgaline karşı bazı açıklamalar yapılıyor bu açıklamaları yapanları selamlıyor, saygılarımı iletiyorum. Yaptıkları önemli bir şeydir ama zayıftır ve örgütlü değil. Sürekli olan bir çalışma değil. Bazıları açıklama yapıyor ve görevini yerine getirdiğini düşünüyor. Halbuki sadece açıklamalarla hareket etmemeleri lazım, Türk devletinin işgaline karşı kurumlar oluşturmalılar. Türk devletinin işgali sadece Irak için değil Başûr için de büyük tehlikeler yaratıyor. Bu işgale karşı örgütlü bir şekilde mücadele edilmeli. Irak ve Başûr’a yönelik çok büyük tehlikeler var. Bakın Kerkûk’te seçimler oldu, Kürt bir valinin seçilmesi gerekiyordu; fakat kaç aydır hala kimin vali olacağı belli değil. Bunu kim engelliyor, kim boşa çıkarıyor? Barzani ailesi. Türkmenlerle, Türk devletinin hizmetinde olan Araplarla Kürt valisinin seçilmesini engellemeye çalışıyorlar.
Neden peki, Kerkûk’te gerilla mı var?
Orada gerillanın olmadığını herkes biliyor. Mesele o değil. Birazcık düşünen, aklını kullanan ne için olduğunu anlar. Irak ve Türkiye bir ittifak kurdular. Bu ittifakla Irak Türk devletine ve Barzanilere büyük hizmet etti. Çünkü Türk devletinin işgalini yasalaştırdı. Kabul etti. Yine Barzanilerin hem Kürtlere hem Iraklılara ettiği ihanet sonucu Türk devleti ile olan işbirliğini yasalaştırdı. Ben hükümetim, diyorlar ama böyle bir hükümet Irak’ı temsil edemez. Bir devlet geliyor, topraklarını işgal ediyor ve bunu kabul ediyorlar. Bunun bir manası var. Yine Barzani ailesi de, ben hükümetim, ben statüyü koruyorum diyor fakat Türk devletini alıp Başûr’a getirdiler, birçok Başûr şehrini onlara teslim ettiler. Bu nasıl bir hükümet, bu nasıl statüyü savunmaktır? Ortada zaten hükümet yok, statü de kalmadı. KDP Türk devletini getirerek bunu ortadan kaldırdı. Irak da bunu kabul etti. Bundan daha kötü bir şey olamaz. DAİŞ, Irak ve Başûr için büyük tehlike yarattığında PKK buna karşı çıktı. O zaman Türk devleti de DAİŞ’e yardım ediyordu.
Eski Irak Başbakanı ‘PKK insani bir harekettir, topraklarımızı, halkımızı savundu, bunun için teşekkür ediyoruz’ dedi. Şimdiki hükümet de çıkıp “PKK Irak’ta yasak” diyor. Çünkü Türk devleti ve Barzani bunu istiyor. Buradan bile Irak’ın neden böyle bir karar aldığını, kimin bu kararı kabul ettirdiğini anlıyoruz. Irak devleti demiyorum ama Irak hükümeti, Türk devletinin siyasetine hizmet ediyor. Türk devletinin işgalini ve Barzanilerin ihanetini yasalaştırıyor. Irak ve Başûr halkı bunu görmeli, ülkelerine, değerlerine, topraklarına, geleceklerine sahip çıkmalıdır. Türk devleti açık bir şekilde yeni Osmanlı’yı yaratmak istiyor. En yakın hedefleri de Irak ve Suriye’dir. Bu temelde işgali geliştirdiler. Kim Irak’a, Başûr’a düşmanlık ediyor, kim dostluk ediyor göz önündedir. Türk devleti Barzanilerle Irak’ı parça parça ediyor, buna karşı gerilla da Irak ve Başûr’u savunuyor. Böyle bir durumda Irak hükümeti nasıl PKK’yi yasaklar? Bu Türk devletinin işgaline hizmet ediyor.
Bu vesileyle Irak hükümetini uyarmak istiyorum; Türk devletinin siyasetine alet olmayın, soykırım siyasetine hizmet etmeyin. Bu onlara büyük bir zarar verir. Belki şu an Türk devleti ‘Musul ve Kerkûk’e elektrik vereceğim, petrolünüzü Türkiye üzerinden dünyaya ulaştıracağım, Avrupa için körfez yolunu açacağım, ekonomik açıdan sizi zenginleştireceğim’ gibi vaatlerde bulunuyor ve bu şekilde Irak hükümetine siyasetini kabul ettiriyor. Bu Türk devletinin bir oyunudur. Irak hükümetinin buna karşı dikkatli olması gerekir. Bu vesileyle Irak ve Başûr’da Türkiye ittifakına karşı olanlara tepkileri sadece açıklama ile sınırlandırmama çağrısında bulunuyorum. Madem siz de bu ittifakın büyük bir zarar verdiğini düşünüyorsunuz, o zaman buna karşı durmalısınız. İşgalcileri ülkenizden çıkarmalısınız. O zaman açıklamaları doğrudur deriz. Böyle olmadığı taktirde tepkiler sadece söylemde kalır ve bunun da bir kıymeti kalmaz.
ERDOĞAN’IN AMACI İŞGAL VE SURİYE’Yİ ELE GEÇİRMEK
Türkiye, Suriye ve Rusya arasında kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılıyor. Bu görüşmelerde Erdoğan’ın Esad ile görüşmek istediği ortaya çıkıyor. Önce ‘Kardeşim Esad, sonra katil Esad, şimdi de Sayın Esad tekrar dost olabiliriz’ diyor. Erdoğan’ın bu şekilde zikzak çizmesinin nedeni nedir ve neden Esad ile bu kadar çok görüşmek istiyor?
Bilindiği gibi Erdoğan, Suriye’yi değiştirmek istiyordu. Yani Suriye rejimi, iktidar yıkılacak ve orada Türkiye’ye bağlı bir iktidar seçeceklerdi. Bu şekilde Suriye’yi Türkiye’nin hizmetine sokacaktı. Bunu açıkça söylediler. Bunun için de çok çalıştılar. Suriye’yi yıktılar, Suriye halkını mülteci yaptılar, milyonlarca insan topraklarından göç etti, Suriye’de ekonomi kalmadı, halkı, toplumu perişan ettiler. Suriye’den intikam aldılar. Birçok çete kurup, eğittiler ve şu an birçok ülkede bu çeteleri kullanıyorlar. Yine hem Suriye’de hem de Suriye dışında birçok katliam yaptılar. Milyonlarca insanı mülteci yaptılar ve “bunları Avrupa’ya göndereceğiz” diyerek Avrupa’yı korkuttular. Avrupa’dan hem para aldılar, hem de Kürtlere karşı yürüttükleri siyasete Avrupa’nın ses çıkarmaması için o mültecileri kullandılar. Ya yanımda durursunuz, Kürtlere ne yaparsam yapayım ses etmeyeceksiniz, göz yumacaksınız ya da Suriye’den gelenleri size gönderirim diye tehdit etti. Bu yüzden Avrupa sessiz kalıyor.
Suriye’den giden insanları Türkiye’ye hizmet etsinler diye kullandılar, ucuz iş gücü yaptılar, Türkiye’nin sermayesi bu insanlardan faydalandı. Yine birçok kişiyi ajan yaptılar. Yani bilinçli bir şekilde milyonlarca Suriyeliyi Türkiye’ye çektiler ve bu çerçevede kullandılar. Fakat şu an Suriye’den gidenler onlara büyük bir yük olmaya başladı. Bundan kurtulmak istiyorlar ve nasıl kurtulacaklarının üzerinde duruyorlar. Bunun zeminini hazırlamaya çalışıyorlar. Nasıl ki 6-7 Ekim olaylarında Rumları katlettiler, mallarını gasp ettiler, evlerini talan ettiler, geçtiğimiz aylarda da aynı şekilde Suriyelilere yaptılar. İnsanları katlettiler, dükkanlarını, evlerini talan ettiler, mallarına, mülklerine el koydular. Neden? Çünkü gitmelerinin zeminin oluşturuyorlar. Onları göndermek için de Rojava’da yeni bir işgal başlatmak istiyorlar. Buna karşı da kimse tepki vermesin, “iyi yapıyorlar”, “Suriyelileri gönderiyorlar, biz de bu yükten kurtuluruz” diye düşünsün istiyorlar. Bu şekilde Avrupa’ya da bir mesaj veriyorlar. “Bakın bu yükü sizden daha da uzaklaştırmak istiyorum, Rojava’ya yollamak istiyorum; bu yüzden Rojava’yı işgal etmeliyim ki bunları göndereyim, bunu kabul edin” mesajı veriyor. Türkiye halklarına da “sizi bu yükten kurtarmak istiyorum, onları Suriye’ye göndereceğim, bunun için de Rojava’da bazı yerleri almalı ve Suriyelileri yerleştirmeliyim, ancak böyle olursa bu yükten kurtulabilirsiniz” mesajı veriyor. İşgalin zeminini bu şekilde hazırlamak istiyor.
Suriye siyasetleri başarılı olmadı, yenilgiye uğradılar. Bunu sadece biz değil Türkiye’de de birçok kişi söylüyor. Hatta bu siyasete karşı duruyorlar. “Türkiye Suriye’de yanlış adımlar attı”, “Efrîn ve diğer yerlerde büyük tahribatlar yarattınız” diyorlar. Demografiyi değiştirdiler, coğrafyasını bozdular, imkanlarını talan ettiler. Bunu açıkça dile getiriyorlar. Bu doğrudur. Yani siyasetleri başarılı olmadı. Fakat bu durum Recep Erdoğan’ın bu siyasetten vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Şimdiye kadar yürüttüğü siyasette taktik değişikliği yapıyor. Suriye’deki sorunları çözmek istiyorum, “eskiden ailecek görüşüyorduk şimdi de görüşebiliriz” diyor. Bu şekilde çetelerini de Suriye’ye yerleştirerek Suriye’yi ele geçirmek istiyor. “Tek şartım var; o da Suriye Kürtlerin statüsünü kabul etmemeli ve ortadan kaldırmalıdır” diyor. Halbuki kendileri İdlip’ten tutun Girê Spî, Efrîn, Serêkaniyê kadar birçok yeri işgal etmiş durumda. Öncelikle oradan çıkmaları gerekiyor. Doğru olan bu. Türkiye’nin şart koşacak hali yok. Önce Türk devletinin Suriye topraklarından çıkması gerekir, çıkmadığı taktirde nasıl görüşmeler yapılacak? O zaman Suriye’nin hiçbir anlamı kalmaz, Suriye’nin kendisi de kalmaz. Suriye’yi bu hale getiren de Erdoğan’dır. Tahmin ediyorum ki Suriye de bunu çok iyi biliyor. Erdoğan’ın eski siyasetini değiştirmesi amaçlarından vazgeçtiği anlamına gelmez. Yürüttüğü taktikle sonuç almadı, yeni bir taktik geliştirerek amacına ulaşmak istiyor. Amacı da Suriye’yi ele geçirmek ve Türk devletinin hizmetine koymak. Bu siyaseti yürütüyorlar.
Rojava Devrimi 13. yılına girdi. Fakat hem içeride hem de dışarıda sıkıntılar var. Rojava yönetimi de konuştu, sorunların çözümü için şartları ve koşulları açıkladılar. Siz Kuzey ve Doğu Suriye ve genel olarak Suriye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sorunlarını nasıl çözebilirler?
Öncelikle Rojava halkımızı, yine Rojava’da Kürt halkı ile birlikte yaşayan Arap, Ermeni, Süryani, Çerkes, Türkmen yani Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan tüm halkları selamlıyor, saygılarımı iletiyorum. Rojava Devrimi’nin de selamlıyorum. Rojava Devrimi büyük bir devrimdir. Ortadoğu’da büyük etkileri oldu, olacaktır da. Birçok değişim gerçekleştirdi. Özellikle de kadınların devrime öncülük etmesi tüm Orta Doğu toplumu üzerinde bir etki ve değişim yarattı. Hem zihniyette hem de yaşamda. Demokratik bir değişim gelişti. Bu devrimin gerçekleşmesinde Rêber Apo’nun büyük emekleri var. Çünkü yıllarca Rojava’da çalışma yürüttü ve bu çalışma temelinde devrim gerçekleşti. Şu an hem içeride hem de dışarıda bu devrim için tehlikeler var. Devrim artık tamamen kendini savunabilir diyemeyiz. Çünkü siyasi alanda evet devrim gerçekleşti fakat kültürel anlamda daha tamamlanmadı. Eğer bir devrim kültürel ve toplumsal olarak tamamlanmazsa o devrim her zaman tehlikededir. Bu alanda da devrimi savunmak, devrimi kalıcılaştırmak için de çalışmalar yürütülüyor.
Türk devleti Kürtlere düşman olduğu için bu devrimi yenilgiye uğratmak istiyor. Bunun için de yine Barzanilerden yararlanmak istiyor. Barzanilerin eliyle devrime darbe vurmak istiyor. Geçtiğimiz günlerde Hakan Fidan bir açıklama yaptı. Açıklamasında; “PKK Irak’ın her yerini sarmış. Irak’ı bundan kurtarmak, bunun için çalışmak istiyoruz” diyor. Yine Suriye için de “Rojava’dakiler petrole el koymuş, bu petrolü onlardan alıp Suriye’nin hizmetine koymak… Bunu yapmaya da kararlıyız” dedi. Tamamen Suriye ve Irak için çalıştıklarını, Türkiye için bir şey yapmadıklarını göstermeye çalışıyorlar. Suriye ve Irak halkına aşıklar! Tüm maddi ve manevi imkanlarını bu iki halkın hizmetine sunmuşlar, kendileri için bir şey istemiyorlar! Bu yüzden askerlerini öldürtüyorlar! Bununla kimi kandırabilirler? Kimseyi kandıramazlar ama amaç herkesi kandırmak. Yeni Osmanlı’yı Suriye ve Irak’ta gerçekleştirmek istiyorlar ve bu şekilde Orta Doğu’da hakimiyet kurmayı hedefliyorlar. Bu yüzden kendilerini melekmiş gibi gösteriyorlar. Bu, Türk devletinin gerçekliğini; psikolojik, özel savaşta ne kadar güçlü olduklarını gösteriyor. Nasıl yalan söylüyorlar, nasıl şantaj yapıyorlar, nasıl kandırıyorlar ve amaçlarına nasıl ulaşmak istediklerini gösteriyorlar. Hem Irak hem de Suriye halkının bu konuda dikkatli olması lazım.
Rojava Devrimi’ni gerçekleştirenler özgürlüğün tadına varmışlar; bu yüzden kendilerine de devrimlerine de sahip çıkacaklardır. Sahip çıkmaları da gerekir. Hiçbir zaman etrafa kulak asmamalılar. Kendi imkanlarıyla, mücadeleleriyle devrimlerini geliştirmeliler. Sorunların çözümü için de Suriye ile diyalog kurmalılar. Eğer Suriye rejimi çözüme yanaşmazsa başka yollar da denemeliler. Birçok yol var. Tek bir yola mahkum değiller, özgürlük ve demokrasinin mahkumlarıdırlar. Eğer kendilerini çok iyi hazırlarlarsa, halklarla kurdukları ilişkileri daha da güçlendirirlerse, çok iyi örgütlenirlerse her şeye karşı durabilirler. Bir diğer nokta ise Türk devletinin taleplerinin karşılanmasının Suriye’ye hiçbir faydası yok. Türk devletinin talepleri ortada ve bugüne kadar Suriye’de ne yaptıysa bundan sonra da onu yapacaktır. Bunlar Suriye’nin sonunu getiriyorlar. Suriye Türk devletinin değil, Suriye halklarının taleplerine göre hareket etmelidir. Eğer Türk devletinin taleplerini kabul edip, Kürtlere düşmanlık yaparlarsa Türk devletine hizmet etmiş olurlar. Erdoğan yıllardır Suriye’yi talan edip gerçekleştiremediği hedeflerini bu şekilde gerçekleştirir.
HER İNSANIMIZ KÜLTÜRÜNÜ YAŞAMALI
Siz de örnek verdiniz; gençler halay çektikleri için ya da Kürtçe şarkı dinledikleri için birçok kez linç ediliyor, sistematik saldırılara maruz kalıyor. Son olarak tutuklananlar oldu. Asimilasyon ve Kürt soykırımı politikasının devam ettiği çok açık ortadadır. İşgalcilerin bu siyasetinin yanında sizce oto-asimilasyon da var mı? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devleti Kürtleri ortadan kaldırmak için Kürt kültürüne saldırıyor. Kürt adına ne varsa ortadan kaldırmak istiyor. Bir halkı yok etmek istiyorsanız, o halkın kültürünü ortadan kaldırırsınız. O halk o zaman yok olur, artık kendisine sahip çıkamaz. Erdoğan ne diyordu? “Tamam, birçok adım attık ama kültürel alanda henüz adım atmadık. Bu adımı atmalıyız ki iktidarımızı kalıcılaştıralım” diyordu. Türkiye’nin tarihini değiştiriyorlar, kültürünü değiştirmek istiyorlar. Her anlamda kendilerine göre bir Türkiye ve toplum yaratmak istiyorlar. Fakat Kurdistan’da da bunu geliştirmeleri lazım. Bu yüzden Kurdistan’da Kürt kültürüne ait her şeyi yasaklıyorlar. Kürtler adına yapılmak istenen her şeyi yasaklıyorlar. Mesela bütün ilkokullarda öğrencilere tablet dağıttılar. O tabletlerle de tüm çocukları Kürt kültüründen uzaklaştırmayı hedefliyorlar. Türk devletini o çocuklara sevdirmeye çalışıyorlar. Tabletlere birçok program yüklemişler; bu şekilde daha ilkokulda çocukları Kürtlükten uzaklaştırmak istiyorlar. Bu şekilde Kürt toplumunu tamamen ortadan kaldırmak istiyorlar.
Halay çekenleri tutukluyorlar, Kürtçe eğitimi yasaklıyorlar, sloganları, Kürtçe yazıyı yasaklıyorlar, yani Kürt kültürüne yönelik çok büyük saldırılar var. Festivaller yapıyorlar. Bu festivallerle asimilasyonu geliştirmek istiyorlar. Tutuklama, linç ve öldürmelerle de toplumu korkutmak, kimse onlara karşı çıkmasın ki rahat bir şekilde Kürtleri Türkleştirmek olmayanları da ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu temelde bir siyaset yürütüyorlar. Buradan çağrıda bulunuyorum; Türk devletinin Kurdistan şehirlerinde düzenlediği festivallere kimse gitmemelidir hatta o festivallerin yapılması engellenmelidir. O festivallerin yerine Kürtler kendileri şehirlerde festivaller yapmalıdır. Yine tüm mitinglerinde, yürüyüşlerinde, nerede, ne çalışma yapıyorlarsa hepsinde Kürtçe konuşmalıdırlar. Türkçe konuşmamalılar. Zindandaki arkadaşlar da tamamen Kürtçeyi, Kürtçe edebiyatı geliştirmelidirler. Tiyatro, edebiyat, şiir, roman, hikaye tamamen Kürtçe olmalıdır. Mahkemelerde Kürtçe ifade vermelidirler. Her insanımız evinde kendi kültürü ile yaşamalı, dilini konuşmalı. Tüm aileler Kürtçe temelli bir hayat yaşamalı. Asimilasyona karşı böyle çalışmalılar.
Devletin asimilasyonun yanında kendileri de oto-asimilasyonu geliştirmemeliler. Bu yanlıştır. Buna savaş büyük bir kültürel savaş vermeliyiz. Birçok değerimiz var, bu değerlerimizi insanlığın hizmetine sunmalıyız. Bu da Kürtçe ile olur. Eğer Kürtçe yazmasan bu Kürtçe edebiyatı olmaz. Bu asimilasyona hizmet eder. Şarkıların tamamı Kürtçe olmalıdır. Mesela bazı sanatçılarımız var, halkın karşısına Türkçe şarkılarla çıkıyorlar. Halbuki artık Kürtçe şarkılarla halkın karşısına çıkmalıdır. Türk devleti Kürtleri ortadan kaldırmak istiyor onlarında da Kürtleri yaşatması lazım. Böyle bir savaş verilmelidir. Bu temelde tüm Kürtlere kendilerine sahip çıkmaları çağrısında bulunuyorum.
Kurdistan’da her zaman ekolojik kırım da var. Bakûr’dan Başûr’a, Rojava’dan Rojhilat’a kadar Türk devleti her gün ağaçları kesiyor, ormanları bombalarla yok ediyor, Kurdistan’ın suyunu ve havasını kirletiyor. Kurdistan doğasına yönelik bu ekolojik kırımın sebebi nedir?
Türk devleti Kurdistan’ın tamamını mülkü yapmak istiyor. Hem maddi hem de manevi her anlamda bu amacına ulaşmak için çalışıyor. Son dönemde de özellikle Şirnex ve Colemêrg üzerinde duruyor. Buralarda askeri karargahlarını kurmak ve buraları enerji alanı yapmak istiyor. Bu yüzden Kürtleri buralardan silmeyi hedefliyor. Bu şekilde hem Kurdistan parçalarındaki ilişkiyi kesmek, hem de buradaki Kürtlüğü tasfiye etmek istiyor ki, diğer yerleri daha rahat tasfiye edebilsin. Şu an Başûr’u da işgal etmek, bunun için de Şirnex ve Colemêrg’i arkasına almak istiyor. Kürt toplumunu ortadan kaldırmak için eroini, fuhuşu, ajanlığı geliştiriyor, doğayı tahrip ediyor, ağaçları kesiyor, petrol çıkarıyor, suyu kirletiyor, buraları hizmetine sokmak ve bu şekilde hem Başûr’a yönelik amacını gerçekleştirmek hem de Bakur’u ele geçirmek istiyor. Bu yüzden hem toplumda hem de doğada büyük tahribatlar yaratıyor.
Doğada ve toplumda yarattığı tahribatlarla büyük tehlike oluşturuyor. Türk basınında bazıları dile de getiriyor; her geçen gün Colemêrg’de gençler arasında intiharın arttığını söylüyorlar. Sadece Colemêrg değil diğer birçok yerde de intiharlar yaşanıyor. Hatta eroin 5, 6 yaşındaki çocuklara kadar düşmüş. Bu toplum için çok büyük bir tehlikedir. En son Çewlîg’de eroin kullanan biri, birçok insanı şehit etti, yaraladı. Bunu devlet yapıyor. Bu, devletin yürüttüğü siyasettir. Kürtleri nasıl ortadan kaldırırım diyerek, hem toplumda hem de doğada sınırsız bir şekilde tahribatlar yaratıyor. Kürtlerin yaşam imkanını ortadan kaldırıyor. Mesela Şirnex bölgesinde birçok su içilmiyor. İnsanlar gördüğümüz su katran gibidir, içilmiyor diyorlar. Zaten ağaç bırakmadılar, köy bırakmadılar, şehirlerde bile insanlar yaşayamayacak hale geldi. Hava artık eskisi gibi değil, mevsimler birbirine karışmış durumda. Yani insanların yaşamı artık tehlike altında. Bu şekilde insanların göç etmesini istiyorlar. Özellikle de Şirnex ve Colemêrg’i temel almışlar. Orada yürüttükleri siyaseti Kurdistan’ın tamamında yürütecekler.
Mezopotamya Ekoloji Hareketi çağrıda bulundu, sadece Kürtlere değil Türkiye toplumuna da, doğada ve toplumda yaratılan tahribatı durdurmak istiyorlar. Fakat bu, sadece çağrı yapmakla olmaz. Basında, petrol çıkarıldığını, suyun kirletildiğini, ağaçların kesildiğini, gerillanın burada yaşamaması için bunların yapıldığı şeklinde hem şahsi hem de kurumsal açıklamalar yapılıyor. Fakat açıklamalarla bu tahribatların önü alınamaz. Bakın; Türkiye’de de birçok köy ekolojik tahribatlara karşı duruyor, Kurdistan’da da buna karşı durulmalı, mücadele edilmeli. Toplumun, doğanın tahrip edilmesine izin verilmemeli. En son basında gördüm; Amed tarafında ekolojik hareketinden insanlar evleri gezip bu tahribatların toplumdaki sonuçlarını izah ediyorlar, sonunda neler olacağını anlatmaya çalışıyorlar. Bu önemli bir çalışmadır ve her yerde yapılması gerekir. Şehirde, kasabada, köylerde insanlarımız kendilerine, kimliklerine, iradelerine, emeklerine, değerlerine, kültürlerine, dillerine, doğalarına sahip çıkmaları lazım. Tek tek evlerin ziyaret edilmesi, insanlara durumun anlatılması lazım. İstenen budur. Tek bir yerde bile tahribat yaratılıyorsa oraya gidip karşı durmaları lazım. Yani bizi tutuklayıp, öldürürler dememeleri gerekir. Zaten bu şekilde toplumun tamamını öldürüyorlar, doğanın tamamını tahrip ediyorlar, yaşama imkanı bırakmıyorlar. Herkesin bunu görmesi ve buna karşı durması lazım. Toplumunu, doğasını, insanlığını ve değerlerini korumaları gerekir. Herkesten istenen budur.