HABER MERKEZİ- Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel programda konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, KDP’nin Başûr’da özgürlük savaşçılarını hedefleyen saldırılardaki rolü konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Başûrê Kurdistan’da MİT ile KDP ya da Parastin’in kuruluşlarından beri işbirliği içinde olduğunu belirten Duran Kalkan, 2018 yılından bu yana Medya Savunma Alanlarındaki bütün saldırılarda Parastin’in parmağı olduğunu dile getirdi. Başûrê Kurdistan’da ihbarların tümünün Parastin’dan geldiğini kaydeden Kalkan, “Elleri değil bütün vücutları kan gölünde kaybolur hale geldi. Bu 6 yılda onlarca yüzlerce değil binlerce özgürlük savaşçısını katlettirdiler bunlar. Henüz daha bu konuları açıklamış değiliz. Açıklayabilecek durumdayız. Bir sürü kanıt gösterebilecek durumdayız” dedi.
Barzanilerin ipliğinin artık pazara çıktığını da ifade eden Kalkan, KDP’nin nasıl bir işbirlikçilik ve ihanet içinde olduğunun ortada olduğunu kaydetti.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın Medya Haber televizyonundaki değerlendirmeleri şöyle:
“Tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. İmralı tecridi 25 yıl 6 ay 16 gündür devam ediyor. Tecrit, işkence, soykırım sistemi devam ediyor. Komplocular, İmralı sisteminin yaratıcıları, özgürlük taleplerini, özgürlük mücadelesini İmralı sistemiyle boğma amaçlarını en vahşi saldırı yöntemleriyle sürdürüyorlar.
Buna karşı kuşkusuz büyük direnişler var. 10 Ekim 2023’te başlayan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlemiz 11. ayını dolduracak. Bir yılını tamamlamaya doğru gidiyor önümüzdeki Ekim ayında. Aynı zamanda 9 Ekim komplosunun da yeni bir yıl dönümüne gireceğiz.
Bu çerçevede dört parça Kürdistan’da, yurt dışında, dünyanın dört bir yanında gençlerin, kadınların, halkımızın, dostlarımızın kitlesel eylemlikleri sürüyor. Yeni eylem biçimleri de bulunmaya çalışılıyor. Büyük bir çaba, büyük bir mücadele var. Bir defa bunu görmek gerekli. Bu mücadele 11 ayda önemli bir düzey kazandı. Hem İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini teşhir etti hem de İmralı’daki hukuk tanımaz uygulamaları ve aynı zamanda Önder Apo gerçeğini, Önder Apo’nun savunmalarını ve demokratik uygarlık paradigmasını dünyaya yaydı. Her alanda kadınlar, gençler, işçiler, emekçiler, ezilen halklar, tüm ezilen kesimler mevcut kapitalist modernite sisteminden, onun ulus devlet baskı ve sömürüsünden kurtulmak için Önder Apo’nun paradigmasından çözüm yolu arıyor. Bu paradigmaya daha çok ilgi duyuyor, sarılıyor. Kurtuluş yol ve yöntemlerini, amaçlarını bulmak istiyor. Böylece giderek özgürlük ve demokrasi hareketi, kapitalist modernite sistemini aşan, onun alternatifi olan bir temelde gelişim gösteriyor bütün dünyada, bölgemizde ve Ortadoğu’da.
DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ GERÇEKLEŞTİRECEK TEK KİŞİ ÖNDER APO’DUR
Bu oldukça önemli bir durum. Bu çerçevede dünyanın tanınan insanları, toplumların ruhu, beyni, vicdanı olan insanlar daha çok ilgi duyuyorlar. Hem bu hukuksuzluğa karşı çıkıyorlar hem de özgürlük ve demokrasi çizgisinde Önder Apo’nun açtığı yeni yola büyük ilgi duyuyorlar. Kendi düşüncelerini buna göre tazeliyorlar, yeniliyorlar, yeniden yapılandırıyorlar. Burada yeni bir kurtuluş umudu, yeni bir özgürlük ve demokrasi umudu görüyorlar ve kampanyaya katılıyorlar. Kürdistan’da Kürt toplumunun nezdinde geliştiği kadar dünyanın dört bir yanında, dünya halkları, ezilenleri, kadınları, gençleri elinde de, sosyalist, devrimci, demokratik güçleri elinde de gelişiyor. Bu temelde toplantılar oluyor, konferanslar oluyor. Nobel Ödülü almış onlarca insan birlikte çağrı yaptılar. Şimdi de Berlin’de Barış ve Demokrasi Konferansı adıyla geçen iki gün içerisinde bir konferans oldu. Önemli hususlar tartışıldı basına yansıdığı kadarıyla. Takip etmeye, anlamaya çalıştık. Önder Apo’nun fizik özgürlüğü için çağrı yaptılar. En çok Kürt sorununun çözümü, dolayısıyla Türkiye’nin, Ortadoğu’nun hatta Dünya’nın barışında Önder Apo’nun belirleyici rolünü öne çıkardılar. Buna parmak bastılar, dikkat çektiler. Barış için Önder Apo’yla diyalog, Önder Apo’nun fizik özgürlüğünün derhal sağlanması çağrılarında bulundular. Bunlar önemli tabii. Ciddi tespitlerdi de. Çünkü biz şunu defalarca ifade ettik. Eğer Kürt sorununun bir barışçıl çözümü, siyasi, demokratik çözümü olacaksa bunu gerçekleştirecek tek kişi Önder Apo’dur.
Kürt toplumu, Kürt halkı, kadınları, gençleri sokaklarda bunu sürekli haykırıyorlar, dillendiriyorlar. Doğru olan, gerçek olan bu.
Bizim de bir kere daha buna parmak basmamızda yarar var. Çünkü yanlış hesap yapanlar var, gaflet içinde olanlar var. Türkiye’yi tehlikeli uçurumlara sürükleyenler var. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi, Önder Apo üzerinde uygulanan bu kadar baskı, psikolojik işkence, bunun Kürdistan’a, bütün Türkiye’ye yayılması hatta bölgeyi ve dünyayı etkiler hale gelmesi, felaketi gösteriyor. Bu oldukça önemli. Bu bakımdan ilgili çevreleri bir kere daha uyarmamız ve bu gerçeğin altını bir kere daha çizmemiz önemli. Müzakereci çözümün temsilcisi Önder Apo’dur. Barışçıl, demokratik, siyasi çözümün tek gerçekleştiricisi Önder Apo’dur. Onun dışında hiç kimse bunu gerçekleştiremez. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünü gerçekleştiremez. Bu da elbette ki barış olmaz. Bu temelde çağrı yaptılar. Bu, aynı zamanda İmralı direnişinin anlamını, tanımını da ortaya çıkardı. Bu direniş gerçeğinin anlaşılması için zaman zaman buna da dikkat çekiyoruz.
ÖNDER APO’NUN DİRENİŞİ KAZANDIRACAK
Genelde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için küresel düzeyde bir eylem hamlesi var ama direnişin merkezi tabii ki İmralı’dır. Tarihin en büyük ve anlamlı özgürlük ve demokrasi direnişi İmralı’da yaşanıyor. Önder Apo yürütüyor bunu. Yirmi beş yıl, altı aydır böyle. Günümüzde bu gerçeklik çok daha fazla ortaya çıkmış durumda. O halde şunu bu vesileyle bir kere daha tekrarlamak isterim ben. Özgürlük hamlemiz birinci yıl dönümünü doldurmaya doğru gidiyor. Bu süreçte eylem hamlemizi daha çok geliştirelim. Daha çok büyütelim, daha çok yayalım. Eylem yöntemlerimizi daha fazla zenginleştirelim. Birinci yıl dönümünde gerçekten de yeni bir zirve, eylemsel zirve her alanda ortaya çıksın. Çünkü bu mücadeleyle kazanılır. Mücadele kazandırır. Buna inanmak lazım.
Savaşıyoruz halk olarak, hareket olarak. Faşist, sömürgeci, soykırımcı sisteme, saldırılara karşı direniyoruz. Tüm halk olarak bunun öncülüğünü Önder Apo yapıyor. Hareketimiz Önder Apo direnişin kazandıracağını çok iyi biliyor. Bu direnişle sonunda Kürtler kazanacak. Ne olursa olsun kazanacaklar yani. Buna inanmak lazım. Bu gerçeği görmek lazım. Böyle olmasa hiç böyle bir direniş yürütür mü Önder Apo? Her şeyi en iyi değerlendiren, sıkı sıkıya irdeleyen, inceleyen, bu temelde yol yöntem bulan, karar veren bir önderlik olarak direnişte bu kadar karar kılmışsa, bu denli saldırılara karşı bir milim gerilemeden, özgürlük için, demokratik çözüm için bu kadar kararlılıkla direniyorsa, bilmeliyiz ve anlamalıyız ki, bunun sonunda zafer vardır. Bunun sonunda kurtuluş vardır, özgürlük vardır, demokrasi vardır. Kürt sorununun özgürce ve demokratik çözümü vardır. Bu da kazanmak demektir. Bu direniş kesinlikle Kürtlere kazandıracak. Her halükarda kazandıracak. Yeter ki bunu doğru yöntemlerle, zengin yöntemlerle etkili bir biçimde yürütelim, büyütelim direnişi. Kazanacağız! Buna inanmalıyız, bu temelde güvenmeliyiz. Bu bakımdan da başta gençler, kadınlar olmak üzere tüm halkımız, dünyanın dört bir yanına yayılmış emekçi topluluklarımız, dostlarımız bu direnişin tarihi anlamını iyi bilsinler. Sonucunun büyük zafer olacağını görsünler.
Onun için de en küçük bir tereddüt göstermeden, zayıflığa başvurmadan kesinlikle daha güçlü geliştirmek için dirensinler. Direnişi büyütelim, yayalım. Mutlaka ve mutlaka kazanacağız. Bunu da bilelim, emin olalım.
GERİLLA TAM BİR KAHRAMANLIK ÇİZGİSİNDE DİRENİYOR
İmralı direniş çizgisini en iyi anlayan ve en doğru etkili uygulayan, gerilladır. Bunu çok iyi bilmemiz gerekli. Kırk yıldır böyle. Bütün gelişmeler varlık adına, özgürlük adına, demokrasi adına, insanlık adına yaşanan, yaratılan bütün gelişmeler bu gerilla direnişi sayesinde oldu. Gerilla direnişi öncülüğünde gerçekleştirildi. Gerilla Kürdün onuru oldu, şerefi, haysiyeti oldu. Kürde bilinç verdi, örgütlük verdi, cesaret verdi, fedakarlık kazandırdı. Kürdü eğitti, örgütledi; direnir, savaşır, özgürlük için fedaice mücadele eder hale getirdi. Kürdü diriltti, yeniden var etti ve şimdi de kurtuluşu için İmralı direniş çizgisinde her alanda kahramanca mücadele ediyor.
Bakurê Kurdistan’ın her yanında gerilla eylemleri var. Biraz önce haberlerde de veriyordu; Bagok Dağı’nda yoğun çatışmalar var. Haftalarca yasak bölge ilan etmiş, faşist Türk ordusu kimseyi girdirmiyor. Amed’de de vardı. Serhat’ta çatışmalar oldu, Botan’da sürekli oluyor. Zagros’ta, Gever’e kadar her alanda gerilla eylemleri var, çatışmalar var. Gerilla direnişi tam bir kahramanlık çizgisinde, Apocu, fedai ruhu, bilinci, iradeyi temsil etme temelinde ve zafer çizgisinde sürüyor. Bir defa bunu herkes görmeli. Bu direnişi yürüten kahraman gerillamızı bu vesileyle selamlıyorum. Berwar Dersim yoldaş şahsında Bakur’da direnen, savaşan, şehit düşen tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
TÜRK ORDUSU SEKİZ YILDIR BATAKTA
Gerilla savaşı direnişi denince günümüzde Medya Savunma Alanları öne çıkıyor. Temel alan, Zap, Metîna, şimdi bu direnişin odak noktalarından. Heftanîn’de gerilla eylemleri oluyor. Xakurkê’de gerilla eylemleri oluyor. Tüm Medya Savunma Alanları tarihin en anlamlı gerilla direnişine sahne oluyor. Bu yeni bir gerilla. Merkez Karargah Komutanlarımız zaman zaman bu konularda açıklama yapıyor. Demokratik Modernite Gerillası diyor. Yeni bir tarzla savaşılıyor. Gerçekten de tim, tünel koordineli savaşı belli bir alanda NATO’nun ikinci büyük ordusu olan, NATO’dan istediği her türlü desteği alan hatta başka yerlerden de desteği alan, tüm işbirlikçiliği ihaneti kullanan, çeteciliği en ileri düzeyde yürüten düşmana karşı tarihin en anlamlı, en önemli özgürlük ve demokrasi direnişini yürütüyor. Buna öncülük ediyor.
Hiç kimse yapamaz bu direnişi. Bunu her zaman söyledik. Gerçekten de hiçbir ordu Medya Savunma Alanlarındaki gerilla gibi direnemez. Bu direniş koşullarına bir gün, bir saat dayanamaz. Buna umut bağlamıştı AKP-MHP faşist diktatörlüğü. “Dayanamazlar, direnemezler, alt ederiz onları” diyordu. O umutla, hevesle saldırdılar. Sekiz yıldır belli bir alanı belirlemişler. Çıkmazdan çıkmaza sürükleniyorlar. Kendileri için batak haline geldi bütün bu alanlar. Bir türlü işgal edemiyorlar, ilhak edemiyorlar. Her türlü kimyasal silah kullanıyorlar, taktik nükleer silah kullanıyorlar. Katabildikleri herkesi de katmaya çalıştılar. Ama gerilla gerçekten de tarih yazıyor. Kahramanlık destanları yazıyor. Bu gerçeği çok iyi görmemiz gerekli. Bu direnişi de bir kere daha selamlıyorum.
Bu direnişi yürüten HPG ve YJA Star komuta ve savaşçı gücüne başarılar diliyorum. Başarılarını kutluyorum. Her gün eylem haberleri basına düşüyor. Kürt halkının, insanlığın göğsünü kabartıyor bu. Moral güç oluyor bu kadar. Olumlu etki yapıyor.
ŞEHİTLERİN DİRENCİYLE ÖZGÜRLÜK UMUTLARI GELİŞİYOR
Şehitlerimizi, büyük komutanımız Orhan Bingöl ve yine Rosîda Mêrdîn yoldaşlar şahsında saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Gerçekten bu şehitleri de doğru anlamak lazım. Rosîda Mêrdîn’e ilişkin de, Orhan Yoldaş’a ilişkin de basın yeterli bilgiler verdi. Mücadele tarihlerini ortaya koydu. Bunlar çok önemli, çok anlamlı. Öyle basit bir şey değil.
Yaşamın bu kadar büyük kısmını bilinçli ve planlı yaşamın tümünü Kürt varlığı, özgürlüğü için, insanlık için büyük bir cesaret ve fedakarlıkla, Apocu fedai çizgisinde gerilla mücadelesine adamak, halkın varlığı ve özgürlüğüne feda etmek, ona öncülük için her şeyini vermek… Söylemesi kolay ama gerçekleştirilmesinin ne anlama geldiğini, nasıl sağlandığını herkesin iyi bilmesi gereken bir durum.
Bu bakımdan her iki yoldaşı da yakından tanıyorum. Uzun süre hepsiyle birlikte çalıştık, mücadele ettik, savaş yürüttük ama savaş bedelsiz olmuyor. Bu şehitlerin direnciyle, öncülüğüyle, cesaret ve fedakarlığıyla, kahramanlığıyla faşist, sömürgeci, soykırımcı, zihniyet ve sistem darbe üzerine darbe yiyor, kırılıyor. Özgürlük umutları gelişiyor, özgür yaşam ölçüleri gelişiyor, özgürlük bilinci, örgütlülüğü ve eylemi gelişiyor ve Kürdistan’ın dört bir yanına, her tarafa yayılıyor. Bu direniş sürdükçe gerçekten yayılacak.
Bu vesileyle ben şunu ifade edeyim. Yaz bitti; bugün 1 Eylül, güze girdik. Birileri bizim için, PKK için “bu yaz bitecek” demişti. Hem de “Kuzey Irak’ta hiç izleri bile kalmayacak” demişti birileri. Şimdi sanki caymışlar gibi, onu unutmuşlar gibi. Kasım diyorlar, kış diyorlar. Yani Allah’ın haftası, ayı, yılı tükenmiyor. Yıllardır bu hikaye böyle devam ediyor, geliyor.
Şimdi şunu söyleyebilirim, PKK dimdik ayakta, tüm gücünü koruyor. Her yönüyle kahramanca direniyor. Gerillası direniyor, parti öncülüğü direniyor, kitlesi direniyor. Her türlü çalışması, edebiyatı, sanatı, her şeyi birlikte topyekun, bütünlüklü, direniş halinde. Dostları direniyor.
Birileri kendilerini bu saldırılarla PKK’yi yok etmeye inandırmışlar. Bu bir gaflettir. Kendi güçlerini tüketmekten başka bir sonuç getirmeyecek. Görecekler ama bunu anladıkları zaman zaten güçleri de tükenmiş, kendileri de bitmiş olacaklar. Siz neyi tüketiyorsunuz? PKK’nin on binlerce aktif militanı var, yüz binlerce aktifleşmeye hazır potansiyeli var. Yirmi milyondan fazla Kürt’ü yönlendiriyor.
HALKIMIZ MUTLAKA ZAFER KAZANACAK
Dünyanın dört bir yanında yüz binlerce değil, milyonlarca hatta on milyonlarca dostu var. Siz neyi tüketiyorsunuz? Böyle bir hareketi nasıl, neyle yok ediyorsunuz? Bunu söyleyenler ancak kendi hayallerinde kendilerini yok ederler. Zaten o yok oluşu da yaşayacaklar, sonları da öyle olacak. Bunu net ifade edebilirim. Gerillamız böyle bir direnişin zafer öncüsüdür. Bu zafer öncülüğünde direnişimiz, halkımız mutlaka zafer kazanacak.
PKK zafer çizgisinde daha çok büyüyor, daha çok yayılıyor, genişliyor. İnsanlığı daha fazla etkiliyor. Önder Apo’yu İmralı’da tutarak sözde etkisini azaltmak, çürütmek istiyorlar. Ama Önder Apo, bütün dünya oldu. Dedi ki, “savunmalar neredeyse ben oradayım.” Savunmalar, şimdi dünyanın dört bir yanında, herkesin elinde. Her türlü ırktan, toplumdan, ulustan, kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin, devrimci sosyalist güçlerin elinde. Önder Apo her yerde. Herkesin elinde, beyninde, yüreğinde. Dolayısıyla Önder Apo’yu İmralı’da kuşatmak, çürütmek mümkün mü? Bunu umanlar, bekleyenler sadece kendi kendilerini çürütürler. PKK’yi yok etmek mümkün mü? Mümkün değil. Güz geldi, bir kere daha başarısızlıkları ortaya çıktı. AKP-MHP faşizminin bir kere daha başarısızlıkları net ortaya çıktı. Çünkü PKK dimdik ayakta, her zamankinden daha güçlü, zafere her zamankinden daha yakın. Özgürlük mücadelesini her alanda, her zamankinden daha güçlü ve anlamlı bir biçimde yürütüyor. Zafere kadar da yürütecek.
ÖZGÜR BASIN SUSTURULAMAYACAK
Irak ve Türkiye arasındaki 15 Ağustos görüşmesi önemli. Bazı kararlar aldıkları basına yansıdı ama ondan önce de anlaştılar. Fakat hemen ardından 23 Ağustos’ta Süleymaniye’de alçakça saldırı oldu Özgür Basın üyelerine. Herhalde bir hafta geçmemişti anlaşmanın üzerinden. Bu ittifaka dayalı olarak oldu bu saldırı. Bazı çevreler, Özgür Basın hareketi bunları böyle tanımladı, değerlendirdi. Doğru ve isabetli değerlendirmelerdi. Tamamen 15 Ağustos anlaşmasının ilk uygulaması oldu. 23 Ağustos’ta Seyîdsadiq’taki Özgür Basın üyelerine, sivil, silahsız insanlara korkakça, alçakça saldırdılar.
Faşizm korku demek zaten. Korku rejimi… İhanet de faşizmden daha fazla korku rejimi. Korkularını böyle silahsız sivil insanlara saldırarak, onları katlederek, kanlarını dökerek yenmeye çalışıyorlar. Kendilerini teskin etmeye çalışıyorlar. Kesinlikle başka herhangi bir şey değil.
Bu temelde Gulistan Tara ve Hêro Bahadîn’i saygı ve minnetle anıyorum. Onlar şahsında tüm Süleymaniye şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Basın gerekli cevabı verdi. Özgür Basın hiçbir zaman susturulamadı. Bundan sonra da kesinlikle susturulamayacak.
Şimdi diğer noktaya gelince; 22 Nisan’da anlaşmalar imzalandı. 22 Nisan’dan bir hafta önce Irak Başbakanı Sudani Amerika’ya gitti, birkaç gün kaldı. Döndü ve stratejik anlaşma yapacağını Türkiye ile ilan etti. Birkaç gün sonra da Tayyip Erdoğan Bağdat’ı ve Hewlêr’i ziyaret etti. Söz konusu anlaşmalar yapıldı. Irak imza attı, Irak yönetimi nasıl attı? Yani imza atacağını Amerika’dan gelince açıkladı Sudani. Herhangi başka bir yerden değil. Demek ki bu karar Amerika’dan çıktı. Bunu anlamak zor değil. Amerika Irak yönetiminden istedi, Irak yönetimi de kabul etti. Kürtlerin suyunu, Kürtleri soykırıma uğratmakta pazarlık konusu yapıyorlar. Özellikle AKP-MHP, faşizmi bunu çok kötü bir biçimde kullanıyor. Irak’ı sıkıştırmışlar, Suriye’yi sıkıştırıyorlar bu konularda. Eskiden beri bu Fırat ve Dicle suları meselesi var, enerji meseleleri var. Bunları gerekçe yapıyorlar ama işin arkasında kesinlikle ABD var.
ANLAŞMA ABD’NİN İSTEĞİYLE GERÇEKLEŞTİ
ABD istedi, Irak imza attı. ABD niye istedi bunu? Çünkü Tayyip Erdoğan yönetimi ABD tarafından uluslararası komployu başarıya götürmesi için görevlendirilen bir yönetimdir. Öyle Türkiye’de seçimle geldi, seçim kazandı şu bu deniliyor; bunlar hikaye, formalite hepsi. Gerçekle bir alakası yok. Gerçek olan görevlendirilmiş bir yönetim olmasıdır. Ecevit hükümeti başarısız kalınca İmralı mücadelesini, Önder Apo kazanıp Ecevit hükümeti kaybedince yeni bir hükümet gerekti. Bu işi yapabilir diye aradılar, seçtiler. Tayyip Erdoğan’ı buldular, görevlendirdiler AKP adında bir parti etrafında oluşturarak… Tayyip Erdoğan da tüm gücüyle saldırı yürüttü İmralı’da. Onun sonu da Ecevit’in sonu gibi oldu. İmralı mücadelesini Önder Apo kazandı. Tayyip Erdoğan da daha 2005’e geldiğimizde kaybetti.
Ondan sonra başka alternatif bulamadı komplocu güçler. Tayyip Erdoğan’ı sürekli desteklediler. ABD başkanıyla görüştüler, bilmem dışişleri bakanları Türkiye’ye geldiler. Kürdistan’da mücadelede hep Tayyip Erdoğan yönetiminin arkasında oldular. Ne yaptılarsa siyasi saldırılar yaptılar, oyunlar geliştirdiler, askeri saldırılar yaptılar, hileler geliştirdiler, çözüm şu bu adıyla oyunlar oynadılar. Başarılı olamadılar. Tayyip Erdoğan yönetimi yıkılma noktasına geldi. Koltuk değneği olarak Devlet Bahçeli’nin MHP’si bir koltuğunun altına verildi. İkisi birlikte yıllarca saldırdılar. Başarılı olamadılar. Çökme noktasına geldi. Diğer koltuğa Barzaniler verildiler koltuk değneği olarak. Onlarla bu çöktürme eylem planını yürütüyorlar. Bununla PKK’nin ezilmesi, imha edilmesi istendi. O umut ediliyordu.
ERDOĞAN, BAHÇELİ, BARZANİ İTTİFAKI PKK’Yİ EZME AMACINI BAŞARAMADI
AKP-MHP-KDP; yani Tayyip Erdoğan, Bahçeli, Barzani ittifakı uluslararası komployu başarıya götürme, PKK’yi ezme ve imha etme amacını başaramadı. Yeni koltuk değneklerine ihtiyaç oldu. İşte ABD, bu sefer de Irak yönetimine “siz de destek verin” dedi. Şimdi o destekle saldırıyorlar. Yani bütün bu saldırıların arkasında ABD var, NATO var. Onlardan izinli oluyor yani. AKP-MHP faşizmine, KDP işbirlikçiliğine, ihanetine, Irak devletini de katarak, şimdi en azından PKK’yi iyice zayıflatmak, gerillayı özellikle zayıf duruma düşürmek, siyaset üzerinde, Kürdistan’daki, bölgedeki mücadele üzerinde etkisini azalır hale getirmek istiyorlar. Amaç bu. Bu ittifak bu temelde oluşmuş bir ittifaktır.
Bunu oluşturan, yönlendiren de kesinlikle uluslararası komplocu güçler. Arkasında komployu yürütenler var. ABD var, İngiltere var. Zaten oralardan icazet alarak yapılıyor. NATO en büyük desteği veriyor. Kesinlikle öyle bilmek gerekli. Bazıları sanıyor ki Tayyip Erdoğan yapıyor, Devlet Bahçeli yapıyor, onlar karar alıyorlar. Hikaye! Onlar da kendilerini şişiriyor, abartıyorlar; kendileri yapıyormuş gibi.
Gerçekle bir alakası yok bunun. Arkasında o güçler var. Niye yaptırıyorlar bunu? Türkiye’ye müdahale edecekler. Ameliyat yapacaklar. Sistem bu biçimde yürümüyor. İç çelişkileri ve çatışmaları çok derin. Dolayısıyla Irak’a müdahale ettiler, Afganistan’dan başladılar, Suriye’ye müdahale ettiler. Bütün Ortadoğu’yu savaş alanı haline getirdiler. Ama bir türlü krizi, kaosu aşamıyorlar. Çıkış, çözüm bulamıyorlar. Savaşın önemli odak noktası, Türkiye. Müdahale edecekler Türkiye’ye. Değişiklik yaratacaklar kendi çıkarları doğrultusunda. Fakat PKK var olunca yapamıyorlar bunu. Korkuyorlar. “Biz müdahale edersek PKK kazanır. Türkiye’de yönetimi değiştirmek istersek, Türkiye de bundan yararlanır, kazanır” diyorlar. Nasıl? 10 yıldan fazla Bağdat’ta Saddam Hüseyin’i yönetimde tuttular; “Önder Apo ve PKK vardır. Biz üzerine gidersek PKK Güney Kürdistan’a ve Irak’a yayılır” diye. Pazarlıklar yaparak Uluslararası Komplo’yu gerçekleştirdiler. Önder Apo’yu İmralı sistemi altına aldılar. Ondan sonra Bağdat’a saldırabildiler. Şimdi de Türkiye’ye müdahale edebilmek için, kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye’ye müdahale edebilmek için PKK’yi engel olmaktan, kendi isteklerini gerçekleştirmeye engel olmaktan çıkarmak istiyorlar.
ÖNDER APO’NUN UYARILARINI DİNLEMEDİLER
Korkuyorlar. PKK bir alternatif geliştirir, demokratik moderniteyi, alternatif sistemi, Kürt özgürlüğü temelinde demokratik Türkiye, Ortadoğu ve dünyaya demokrasi yayar, öncülüğünü geliştirir diye korkuyorlar. Bunun için PKK’ye el birliğiyle saldırıyorlar. Açık bir gerçek bu. Bunu anlamak zor değil. Yoksa Tayyip Erdoğan’ın, Devlet Bahçeli’nin ne gücü var? Bunlar aslında ne idüğü belirsiz kişiler. Bazı ahmaklar Türkiye’de beyinleri yıkanmış, o temelde peşlerine takılmışlar, alkış çalıyorlar. O kadar faşist bir güruh oluşturulmuş. Yoksa onun ötesinde bir şey yok. Kürdistan’ı işgal ediyor, Başika’ya yerleşiyor, Kerkûk’ü alacak, Rojava’yı alacak, bütün bu enerji kaynaklarının hakimi olacak. Peki yedirirler mi? Bunu Türkiye’ye yedirselerdi Birinci Dünya Savaşı niye oldu? Yüzyıllık bu Ortadoğu savaşı niye yaratıldı? Bunun akılla izah edilecek bir yanı var mı?
Bazıları da sanıyor ki yedirirler, Türkiye’ye vermişler. Alakası yok! Hepsi bir oyun, planlı yürütülüyor. Türkiye’ye karşı oyunlar oynanıyor. Fakat Türkiye’de bunu anlayacak akıllı beyin gerekiyor. Biz bunu bulamıyoruz. Önder Apo görüşmeler oldukça yıllarca bunu açıkladı, feryat etti. Oyunlar var, komplolar var, felaketle yüz yüze geleceksiniz diye uyarılarda bulundu. Dinlemediler, kimse anlamadı, sahip çıkmadılar.
Şimdi felaketin eşiğine de değil, eşiğine gelme de değil, içine girilmiş neredeyse. AKP-MHP, mevcut Kürt düşmanı politikalarıyla Türkiye’yi böyle bir felaketin içine itti. Hala da buna destek veriyorlar, hala buna aktif karşı çıkan yok. Böyle bir durumda çözüm ne, çare ne? Tek çare, Kürt özgürlüğüne dayalı Türkiye’nin demokratikleşmesi. Bu Türkiye’nin çaresidir, Ortadoğu’nun çaresidir, dünyanın çaresidir. Barış arayanlar varsa, bunun tek ve yegane yaratıcısı Önder Apo’dur. Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik konfederalizm, demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm paradigması çözümü, demokratik modernite çözümüdür.
Türkiye’nin kurtuluşu Önder Apo’nun elinde. Felakete götüren ise, AKP-MHP. Bunu görebilmek, anlayabilmek gerekliydi. Bu temelde biz defalarca hem çözüm projeleri ortaya koyduk hareket olarak hem açıklamalar yaptık. Çabamızı sürdüreceğiz. Umutsuz değiliz ama Türkiye’de bunun karşılığı çıkmadı. Türkiye’nin kendine sol sosyalist demokratik diyen çevreleri bile bu gerçeği anlayamadılar. Bu oyunu göremediler. CHP bunun bir parçası olmaya yöneliyor. Sen nereye gideceksin o biçimde? Neyi kurtaracaksın? Bir uzantıları olmaktan öteye geçemeyeceksin. Şimdi durum bu, gerçek mesele böyle. Aslında durumu anlasalar Türkiye’de bütün bu felaket gidişe karşı bir duruş, bir mücadele olsaydı elbette ki bu kadar kan dökülmezdi. Çözümler daha erken gelişirdi. Halklar daha çok kardeşçe ve bu kadar baskı, zulüm, sömürü yaşamadan demokratik yaşama ulaşırlardı.
BU ALÇAKLARI SEYREDENLER DE UTANSIN
KDP, özellikle de Barzanileri gerçekten de daha çok anlatmak gerekli. Anlaşılır kılmak lazım. Bu konuda üstü kapanmış aldatma, oyun en çok burada var. Dikkat edin; mesela Bradostların, Rêkanîlerin, Nêrwehîlerin, Berwarîlerin, Sindîlerin; onlarca aşiretin köyü, yeri yurdu yakılıyor KDP’nin eliyle. TC’ye en büyük desteği KDP veriyor. Arazi yakılıyor, köyler yakılıyor yıkılıyor, bahçeler yok ediliyor, insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor. Tam bir katliam var.
Gazze’nin resimleri gösteriliyor. Gelsinler de insanlık felaketi nasıl yaşanıyor, Metîna’ya baksınlar, Zap’a baksınlar, Heftanîn’e baksınlar, Bradost’a baksınlar. Kürt köylüleri basına o kadar yasağa rağmen çıkıp feryat ediyorlar. “Canlarımızı zor kurtardık” diyorlar. Eşyalarını, hiçbir şeylerini kurtaramamışlar.
Bunun karşılığında Barzaniler şişiyor da şişiyorlar. Büyüyorlar. Hanedan büyüdü. Hewlêr’i aldı, diğer yerleri aldılar. Zengin bir topluluk oldular. İşte 10 sene önce bir istatistik verilmişti. Neçirvan Barzani dünyanın 100 zengininden bir tanesi. 10 yıl geçti, herhalde şimdi 50 zenginden birisi haline geldi. Muhtemelen Mesrur Barzani de onu takip ediyordur. Bu kadar çaldılar çırptılar yani. 35 yıldır Güney Kürdistan’ın bütün imkanlarını kendi ellerine aldılar. Bunu artık basın da yazıyor, dünyanın değişik yerlerinde de yazıyorlar. Bizim söylememize gerek yok.
Buna nasıl fırsat verilir, nasıl sessiz durulur? Nasıl bu durum seyredilir? Bu kadar yakıp yıkanlar gerçekten de alçaktırlar. Alçaklık yapıyorlar ama seyredenler de utansın. Öyle seyredilecek bir durum değil bu.
BİNLERCE ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISININ KANINDA KDP’NİN PARMAĞI VAR
MİT-KDP ya da Parastin işbirliği yeni değil. Ta kuruluşlarından beridir var. Onlarca yıldır bu işbirliği çok ileri düzeyde var. Bunu herkes biliyor. Kendileri de bunu inkar edecek durumda değiller. Birçok sefer açık olarak söylüyorlardı. Dahası 2018 yılından bu yana, bu şimdiki belirtilen ortak soruşturma odaları, ortak operasyon odaları en ileri düzeyde uygulanıyor zaten.
2018’den bu yana son 6 yıldır Medya Savunma Alanları’nda gerçekleşen bütün saldırılarda Parastin’in suçu vardır, parmağı vardır. TC basınına veriyorlar, haber yaptırıyorlar. MİT’in silahlı kuvvetler işbirliği temelinde “şu kadar saldırı yaptık, PKK’li vurduk” diye. Bu Türk saldırılarını yaptıran MİT değildir. MİT falan yok Güney Kürdistan’da. Parastin var. MİT, Parastin birlikte, iç içeler. Bütün ihbarları Parastin yapıyor. Bütün istihbaratı Parastin topluyor. Bu temelde katliam üzerine katliam yaptırdılar. Elleri değil bütün vücutları kan gölünde kaybolur hale geldi.
Bu 6 yılda onlarca, yüzlerce değil binlerce özgürlük savaşçısını katlettirdiler bunlar. Henüz daha bu konuları açıklamış değiliz. Açıklayabilecek durumdayız. Bir sürü kanıt gösterebilecek durumdayız. On ya da yüz demiyorum; binlerce özgürlük savaşçısının şehit düştüğü, TC’nin “şu kadar katlettim” dediği saldırıların hepsi Parastin ihbarıyla oldu. Evet, MİT adıyla verildi ama MİT’e bu bilgilerin hepsini Parastin verdi. Bunların hepsi belgelidir elimizde. Hiç kimseyi suçlamak için söylemiyoruz. Dolayısıyla yeni bir durum değil bu. Yıllardır yaşanıyor ve hem de en alçakça bir işbirliği temelinde yaşanıyor.
Şimdi burada önemli olan şu. Artık Barzanilerin ipliği pazara çıkmıştır. Nasıl bir işbirlikçilik ve ihanet içinde oldukları ortada. Fakat bu AKP-MHP faşizmi, biraz köylü kurnazlığı yapmak istiyor. Gördü ki ihanetin desteği kendilerine biraz nefes aldırıyor, çeteler biraz daha nefes aldırıyor, köy koruculuğu adı altında o çeteler biraz daha nefes aldırdı; şimdi Barzaniler gibi benzer güçleri Kuzey’de de çıkarmaya çalışıyorlar.
HÜDAPAR’I BAKUR’UN SİYASİ VE ASKERİ ÇETELERİ HALİNE GETİRMEK İSTİYORLAR
Son olarak işte Ahlat’ta, Tayyip Erdoğan’la, Bahçeli’yle el tutup kaldıran, kendisine “Kürt partisi” diyen, bizim Hizbulkontra dediğimiz, kendilerinin adlarını Hüdapar koydukları, bir dönem Hizbullah olarak bilinenler ve onlar etrafındaki bazı çevreler, tıpkı Başûr’da Barzanilerin, KDP’nin yaptığı gibi, Bakur’un yeni siyasi ve askeri çeteleri haline getirilmek isteniyorlar. Bu açık bir gerçek. Ciddi bir tehlike şimdi bu. Bunu herkesin görmesi lazım.
Bu bakımdan bu çevreleri uyarmamız gerekiyor. Zaman zaman uyardık. Yani 100 yıl önce Kürtlere işbirlikçilik ve ihanet kaybettirdi. Şimdi o tarihi, uğursuz tarihi yeniden tekerrür ettirenler, tarihin en kötü, en karanlık insanları olarak anılırlar. O duruma düşmemeliler. Buna izin vermeyecek PKK. Bunu dayatmaktan vazgeçsinler. Yoksa tarih de toplum da kendilerini lanetler, tarihin en lanetlileri durumunda olurlar. Bunlara aldanan çevreler uzak dursunlar. Ne alakası var bu durumların Kürt yurtseverliğiyle? Bakur’daki katliamlar yetmediği gibi, Başûr’da, Rojava’da nerede Kürt varsa orada katliam yapan AKP-MHP faşizmiyle Kürt’ün ne ilişkisi olabilir? Öylesine Kürt denir mi? Hele hele yurtsever ya da öyle milliyetçi olur mu? Devlet Bahçeli gibi ne idüğü belirsiz bir faşist. Türkiye’de kimse onun elini tutmazdı. Onun elini tutup bu süreçte kaldıran ne anlama geliyor? Her gün küfreden ve Kürt katliamı yaptıran niye kendisinin elini tutmuş kaldırıyor? Utanmıyor mu, hiç anlamıyor mu bunu? Kürtlere karşı savaştırmak için bir oyundur. Geçmişte, yüzyıl önce nasıl yaptılarsa, Lozan sürecinde başarılı oldularsa aynı şeyi şimdi tekrarlamak istiyorlar. O zamanki işbirlikçilik, ihanetin uğursuz rolünü şimdi bazıları yine oynama peşindeler. Bundan uzak dursunlar. Yoksa zararını görürler. Yani buna Özgürlük Mücadelesi izin vermez. Bu temelde halkımıza da çağrı yapıyorum. Bu en büyük tehlike. En kötü oyun. Bu gerçeği görelim. Bunlara karşı net tutum olmalı. Açık tavır olmalı. Önder Apo diyordu; “Böyle işbirlikçi ve hainleri tükürüğümüzle boğalım”. Sokağa çıkamamalılar. İnsan içine girememeliler. Yüzlerine tükürülmeli. İşbirlikçilik ve ihanet boğulmayı hak ediyor. Onlar boğulmadan özgürlük mücadelesini geliştirmek, zafere taşımak mümkün değil. Onlar boğulmadan sömürgeci, soykırımcı düşmanı yenmek mümkün değil. Çünkü düşmanın en çok koruyucu, güçlendiricisi onlar oluyorlar. Bu bakımdan da faşist, sömürgeci, soykırımcı, zihniyet ve sisteme karşı mücadele, işbirlikçiliğe ve ihanete karşı mücadeleyle iç içe kesinlikle birbirinden ayrılmıyor. Etle tırnak gibi birbirine bağlı.
Bu temelde herkes duyarlı olmalı. Bakur’da da yeni bir Barzani oyununun ortaya çıkmasına kesinlikle izin, fırsat verilmemeli.
BARIŞTAN DEĞİL, BARIŞ SAVAŞINDAN SÖZ ETMELİYİZ
1 Eylül aslında savaş günüydü. Yani ona “barış günü” dediler ama 1 Eylül 1939’da Hitler faşizmi sınırı aşarak Polonya’ya saldırdı. 2. Dünya Savaşı denen savaş öyle başladı. Yani o 6 yıl süren, 50 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan büyük felaket savaş, 1 Eylül 1939 Hitler saldırısıyla başladı. Bunu işte tersine çevirmek için sosyalist, ilerici, demokratik çevreler barış günü ilan ettiler. Savaş bitsin, barış olsun diye.
Barış çağrıları oluyor ama belirttiğiniz gibi bir savaş var. Hem de bu yıllarca sürüyor, on yıllarca sürüyor. Ne zaman biteceğine dönük hiçbir ışık yok. Böyle bir savaş ortamında peki barıştan nasıl söz edebiliriz? Ancak barış için büyük savaş verirsen, o zaman bir anlamı olabilir. Yoksa “barış istiyorum yani barış iyidir, savaştan vazgeçsin herkes”, demekle kimse vazgeçmez savaştan. Savaş sona ermez. Ancak savaşı isteyenler kadar savaşa karşı çıkan, barış isteyenler de bu savaşa karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütmeliler ki barış olsun.
Barış ancak demokrasiyle, özgürlükle birlikte olur. Özgürlüğün, demokrasinin olmadığı yerde barış mı olur? Olmaz tabii ki. O halde yani özgürlüğü ve demokrasiyi kazanmak, özgürlük ve demokrasi için mücadele etmek, savaşmak gerekiyor. İşte bu, en büyük barış savaşı. Barıştan değil de barış savaşından söz etmeliyiz bugünkü durumda. Özgürlük ve demokrasi savaşının en büyük öncüsü, önderi, temsilcisi, çözüm gücünün Önder Apo olduğu ortada. Böyle yapmak isteyenler de bu öncülüğü görmeliler, Önderliği görmeliler. Onun mücadelesiyle birlik olmalılar, birleşmeliler. Özellikle de Türkiye’de böyle olabilmeli.
DEMOKRATİKLEŞME OLMADAN BARIŞ OLMAZ
Çok fazla barışa ihtiyacı var Türkiye’nin. Kürt düşmanı zihniyet ve sistem, en son AKP-MHP faşizmi, Türkiye’yi Kürt savaşında en ölçü, ahlak, hukuk tanımaz, dinlemez hale getirdi. Türkiye’nin her tarafını kan gölüne çevirdi. Buna dur demek için elbette ki Türkiye’de barışı dayatmak lazım. Onun için de bu neyle olur? Özgürlüğü ve demokrasiyi dayatmak lazım. Kürt özgürlüğü olmadan, Türkiye’nin demokratikleşmesi olmadan barış olmaz.
Barış bunlarla etle tırnak gibi iç içe. O halde barışı kazanmak için özgürlük ve demokrasi savaşına, antifaşist savaşa seferber olalım, dememiz gerekiyor. Bütün barışseverlerin böyle büyük bir antifaşist direnişin, mücadelenin içinde olması, antifaşist direniş cephesini ya da birliğini, ittifakını geliştirerek AKP-MHP faşizmini yıkmayı hedefleyen bir büyük özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmeliler.
Buna Türkiye’nin ekmek sudan daha fazla ihtiyacı var. Bunu gerçekleştirecek güç de Kürtler. Her şeyleriyle mücadele ediyorlar. Bütün mücadeleleri zaten özgürlük mücadelesidir, demokrasi mücadelesidir. Kürde özgürlük istiyor, Türkiye’ye, Ortadoğu’ya, Dünya’ya demokrasi istiyor. Bu barış mücadelesi demektir. Bunun öncüsü de Önder Apo.
Türkiye’nin özgürlük, demokrasi güçleri, kadın ve gençlik hareketleri bu mücadeleyle daha güçlü birleşmeli. Anti faşistim diyen herkes bu gerçeği görüp, bu güçlerle birleşerek gerçekten de anti faşist hareketi büyütüp, geliştirip Türkiye’yi bu AKP-MHP felaketinden kurtarmaya çalışmalı.
Üçüncü Dünya Savaşı bir gerçek. İlginç yani. Bazılarının, derler ya kemiği yok, düşünceleri kemiksiz. İkide bir “savaş olacak” diyorlar. Tayyip Erdoğan çıktı dedi, “Dünya Savaşı ileride olabilir, hazırlanmak lazım.” Şimdi herkes onu tekrarlıyor, savaşa hazırlık yapılıyor. Savaş onlarca yıldır oluyor zaten. Yani onlarca yıldır savaş var. Bunu nasıl göremiyor insanlar?
Birinci Dünya Savaşı nasıl sona erdi? Ekim Devrimi’yle sona erdi. İkinci Dünya Savaşı o ortamda gelişmiş, farklı bir durumdu. Ama yani kapitalist modernite sistemi dünyayı yeniden paylaşmak, daha fazla sömürü yapmak için iç çelişki ve çatışmalarından, savaşlarından çıkartan Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği oldu. Sovyetler Birliği çöktü, savaş yeniden başladı. Üçüncü Dünya Savaşı dedik buna. Önder Apo böyle değerlendirdi. 1990’da Körfez Krizi ve savaşı oldu. Ondan bu yana da zaten bu savaş sürüyor.
Savaşın içinde olmazsa, insanlar savaşı yaşamazsa bunu anlamıyorlar. İkide bir farklı bir durum olunca kendine göre değerlendirme durumuna düşüyorlar. Bundan kurtulmak lazım. Kimisi “daha hazırlık yapılıyor” diyor. Kimisi Ukrayna ile başladı diyor. Öyle değil. 1990 başından bu yana 35 yıldır yaşanan bir dünya savaşı gerçeği var.
1923 KOŞULLARI BİR DAHA OLMAYACAK
Bu savaş nerede sürdü? Ortadoğu’nun her yerinde. Birinci Dünya Savaşı nerede sürdüyse, savaş tarihini açsın incelesin merakı olanlar. Görecekler ki Üçüncü Dünya Savaşı da orada sürüyor. İşte Afganistan’dan, Yemen’den, Libya’ya, oradan Irak’a, Suriye’ye tüm Osmanlı toprakları yeniden savaş halinde. Üçüncü Dünya Savaşı denilen şey, aslında Birinci Dünya Savaşı’nın Ekim Devrimi ile farklı biçimde sonuçlanma durumunu, Ekim Devrimi’nin yarattığı sistem çöktükten sonra 100 yıllık gelişmeyi de gözeterek yeni bir sonuca götürme arayışı oluyor. O zaman esas savaşı çıkaranların arayışları, Ekim Devrimi’nden dolayı sonuca gitmedi. Ne Alman-Osmanlı cephesinin ne de İngiliz-Fransız cephesinin, ittifaklarının amaçları sonuca gitmedi. Niye? Çünkü Rusya’da bir alternatif doğdu. Korktular ondan. Onu engellemek için kendi aralarında farklı uzlaşmalar yapmak zorunda kaldılar. TC bu ortamda doğdu. Lozan Anlaşması böyle oluştu. Onlar da sanıyorlar çok iyi savaştık, kutluyorlar, zaferler kazandık diye. Öyle bir şey yok. Konjonktürü iyi değerlendirdiler. Politikayı iyi değerlendirdiler. Biraz direnç de gösterdi Kemalist hareket. O koşullarda bu sonucu aldı.
1923 koşulları bir daha olmayacak. Tayyip Erdoğan oraları okuyor, okuyor. Abdülhamid’i okuyor. Tekrar öyle bir şey olur ve ben de ikinci bir Abdülhamid ya da ikinci bir Mustafa Kemal olur muyum diye çalışıyor ama nafile.
Diğer alanlardaki savaşlar, Ukrayna Savaşı, savaşın Karadeniz’e yayılmasıdır. Birinci Dünya Savaşı da yayılmıştı zaten. Pasifik gerginliği, çatışmaları bunlarla bağlantılı. Bu savaşı görmek lazım. Eğer şöyle derse bu savaşı tahlil edenler, İkinci Dünya Savaşı atom bombasının kullanımıyla sona erdi. O halde bir daha Dünya Savaşı ancak atom bombası kullanılırsa olur ya da ona Dünya Savaşı deriz; ona bir şey demem ben. Henüz o düzeyde bir atom bombası kullanılmış değil ama nükleer bombalar taktik düzeyde her yerde kullanılıyor. Gelsinler Zap’ta nasıl kullanıldığını gösterelim meraklı olanlara.
O bakımdan bu savaş bu biçimde sürüyor. Gazze’deki bu temelde oldu. Filistin halkını buraya kurban ediyorlar. Şimdi Lübnan’a yayılacak, Suriye’ye sıçrayacak diyorlar.
Birinci Dünya Savaşı’nda savaş merkezi olan, Ortadoğu’nun savaş merkezi olan her yer şu anda öyle. Ve bu giderek Türkiye’nin üzerine gidiyor. Türkiye’de odaklanmaya gidiyor. Bunu bazıları gördü Türkiye’de, anladılar. Merkez orasıdır. 1918’den sonraki gelişmeler ortadan kalkacak, Türkiye savaşın merkezi olacak, odağı haline gelecek.
TÜRKİYE’NİN YAŞAMASININ TEK YOLU DEMOKRASİ CEPHESİ
Bunun farkındalar. Bunu engellemek için İsrail-İran savaşı çıkartmaya çalışıyorlar. Hamas’la İsrail savaşı çıkardılar. Hizbullah-İsrail savaşı çıkarmaya çalışıyorlar. Tüm güçleriyle savaşın Türkiye’ye yaklaşmasını engellemek istiyorlar ama nafile! Öyle yapamayacaklar. Bunu net ifade edelim. Bu savaş gelecek, Türkiye’de odaklanacak. Türkiye savaşın merkezi olacak. Türkiye’yi bu durumdan kurtaracak tek şey, Kürt özgürlüğü temelindeki demokratikleşme ve bölge halklarıyla demokratik birlik yaratarak, Demokratik Ortadoğu Konfederalizmine giderek, bu savaşı karşı demokrasi cephesi, barış cephesi örgütlemesidir. Türkiye’nin yaşamasının tek yolu bu.
Başka yöntemle, başka biçimde hiç kimse bu savaşın içinden çıkaramaz. Tayyip Erdoğan gibi Suriye’ye, Irak’a yayılarak, açılarak savaşın içine balıklama girilir. Bu savaşı yürütenler, aslında bir ajan gibi kullanıyorlar Tayyip Erdoğan’ı. Sonunda sıra Türkiye’ye gelecek. O zaman diyecekler “gel bakalım”. Yani “hesabı ver”. “Evet, yüz yıldır bu şeyleri yaptın ama artık o devir geçti” diyecekler. Bu dönem gelecek.
Demin de belirttim; aslında bunu önceden gören Önder Apo oldu. Bunun halklar için ne kadar zarar içerdiğini değerlendirdi, önlemeye çalıştı, alternatif düşünceler geliştirdi, siyasi projeler geliştirdi, çözüm iradesi ortaya koydu. Ama engellendi, engelleniyor. İşte uluslararası komplo saldırısı, bunu engelleme saldırısıdır. Önder Apo’dan 42 aydır hiçbir haberin alınamaması, aslında bu siyasete işlerlik kazandırmak içindir. Bu felaketi önleyecek gelişmeyi engellemek için Önder Apo’nun bir kelimesinin bile dışarı çıkmasını bu nedenle engelliyorlar.
Bunu herkes açık net görmeli, anlamalı. Öyle barış istiyoruz, şu bu demekle olmaz. İş ciddidir. Herkes aklını başına toplasın. Kapitalizmi doğru anlayalım. Kapitalizm modernite sisteminin iç ilişkilerini doğru anlayalım. Birinci Dünya Savaşı’nı açalım, okuyalım, inceleyelim. 100 yıllık gelişmeleri… Yani haddi nedir Türkiye’nin İsrail’e kafa tutacak, İsrail’e karşı yeni bir enerji yolu projesi çıkaracak? Sermayenin en uç noktası İsrail. Bütün ABD’si, İngiltere’si hepsi arkasında. İsrail mi var? Onlar vardır.
Bu bakımdan mevcut durum daha doğru anlaşılmayı gerektiriyor. Bu Dünya Savaşı gerçeğinde böyle kafa bulandırmamak lazım. Hala “hazırlık olacak, sonra gelecek, şu bu” laflarından herkes vazgeçsin. Tehlike büyük. Bu tehlikeyi önlemek için savaşıyoruz biz. Tehlikenin daha ağır sonuçlar doğurmasını önlemek ve mümkünse barışa ve demokrasiye ulaşmak için savaşıyoruz. Herkes bunu anlasın. Gerçekten bunu isteyenler, buna güç ve destek versinler. Sözümüz bu, çağrımız, davetimiz bunadır.
EKOLOJİK TAHRİBATA FIRSAT VERİLMEMELİ
İnsanın insan üzerindeki sömürüsüyle doğa üzerindeki sömürüsü baskısı paraleldir. Dolayısıyla faşist baskı, terör sömürü, kadın üzerinde erkek egemen zihniyet ve sistemin baskısı ve sömürüsü, diğer yandan doğaya karşı saldırı ve sömürü demek. Toplumun özgür yaşamı, demokratik yönetimi, kadın özgürlüğü temelinde bunu sağlamak demek ise, doğayla barışık olmak demek, doğayla iç içe olmak demek, doğadan beslenmeyi bilmek, doğayla birlikte yaşamayı bilmektir. Doğayı tahrip etmek, aslında baskı ve sömürüyü, faşist diktatörlüğü, erkek egemen sistem ve saldırıyı azami düzeyde geliştirmek demektir. Böyle ele almak gerekiyor. O halde nasıl ki kadın özgürlüğünü istiyoruz, toplumun özgürlüğünü istiyoruz, demokrasi istiyoruz; bunu ancak uygun bir doğada gerçekleştirebiliriz. Onun için de atmosferimizi, bu doğayı tahrip eden, yağmalayan, yakan, yıkan saldırılara karşı -ki HES yapıyorlar, maden arıyorlar, yaşanmaz hale getirdiler ülkeyi, üretim yapamaz hale geldi toplum, zehirleniyor hep- seferberlik halinde mücadele etmek lazım. Hava olmazsa, ekonomik üretim yapacak imkanlar olmazsa, toprak, çevre, yeşillik olmazsa nasıl yaşayabiliriz? Canlılar nasıl var olabilir? Olamaz işte. Bazılarının azami karı için bunlar tahrip ediliyor. Buna fırsat vermemek gerekiyor.
Direnmeli herkes. Daha çok bilinçlenmek gerekli. Toplumsal ekoloji hareketleri, bilinci, örgütlülüğü, eylemi daha fazla gelişmeli.
Bu temeldeki her duruşu, mücadeleyi çok önemsiyoruz. Bütün halkımızı, bütün köylüleri, koçerleri oldukları her yerde kendi topraklarına, kendi varlıklarına sahip çıktıkları gibi sahip çıkmalılar. Kesinlikle bu faşist, sömürgeci, soykırımcı sistemin doğa talanına izin vermemek gerekiyor.
Bu temelde yürütülen mücadelelerin hepsini selamlıyoruz. Kendine özgürlükçü, demokratik diyen herkes destek vermeli, katılmalı. Az katılım oluyor. Zayıf kalıyor. Kendi başına kalıyor çoğu yerde. Köylüler çok değerli anlamlı direnişler yürütüyorlar ama yeterince dayanışmayı ve desteği bulamıyorlar. Böyle olmaz. Kendini özgürlükçü, demokratik sosyalist gören, demokratik siyasetten sayan herkes, her şeyden çok buraya sahip çıkmalı. Öncelik burada olmalı.
Kadın özgürlük temelindeki toplumsal özgürlükle doğaya sahip çıkma iç içedir. Birlikte yürütülmesi gereken, kazanılması gereken şey. Bu bakımdan da mevcut zayıf yaklaşımları aşmak ve ekolojik mücadeleyi her alanda daha örgütlü ve etkili hale getirip faşizme karşı savaşı bir de bu cepheden çok daha etkili vermek gerekiyor.
Çağrımız bütün kadınlara, bütün halkımıza, bütün Türkiye’deki halklara dönüktür. Çünkü AKP-MHP faşizmi insan düşmanı, halk düşmanı, kadın düşmanı, Kürt düşmanı olduğu gibi aynı oranda da bir doğa düşmanıdır, orman düşmanıdır, toprak düşmanıdır. Bu düşmanlığın önünü kesmek lazım artık.
32. KÜRT KÜLTÜR FESTİVALİNE ÇAĞRI
Frankfurt’taki 32. Kürt Kültür Festivali’nin önemini şöyle tanımlayabiliriz zamanlama bakımından. Önder Apo’nun fizik özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlemizin birinci yılının sonuna gidiliyor. Yıl dönümü yaklaştığı dönemde gerçekleşen bir eylem oluyor; ki o zaman daha fazla anlam kazanıyor.
Bir gelenek olarak yıllık Kürt Kültür Festivali olma durumu var. Bu önemliydi. Kürtler kendi varlıklarını ortaya koydular. Avrupa halklarına insanlığı tanıttılar. Kültürlerini yaydılar. Demokratik taleplerini dile getirdiler. Bir bu yönü var. Ama bu yılki festivalin bir de küresel özgürlük hamlemizin, Önder Apo’nun fizik özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlemizin birinci yıl dönümünü ifade eden bir eylemlik oluyor. Buna göre de bu şeyi düzenlemek, geliştirmek gerekli. O halde daha çok çalışmalıyız, daha fazla önem vermeliyiz. Hem geleneksel festival çok güçlü olmalı, hem de bu festivali küresel özgürlük hamlemizin birinci yıl dönümü eylemi haline getirmeliyiz. Ya da birinci yıl dönümünde zirve yapan bir kitlesel eylem durumuna çıkarmalıyız. Avrupa’daki halkımız, dostlarımız kesinlikle böyle tanımlamalılar ve sahip çıkmalılar, seferber olmalılar.
Bir zirve yaptırmalılar küresel özgürlük hamlemize. Bunda en büyük görev, sorumluluk gençliğe düşüyor. Dikkat edilirse; gençlik zaten Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için sürekli eylem halinde. Festivalin öncesinde de uzun yürüyüş başlatıyorlar. Festivali hazırlıyorlar aslında, onun ortamını hazırlıyorlar. Öncülük ediyorlar.
Bu önemli, anlamlı. Zaten gençliğe yakışan da bu oluyor. Hem yürüyüşlerini, uzun yürüyüşlerini festival ile birlikte küresel özgürlük hamlemizin etkinliğiyle, eylemiyle birleştirmeliler hem de küresel özgürlük hamlemizin yeni bir zirvesi yapabilmek için büyük çaba harcamalılar, öncülük etmeliler buna. Seferber olmalı bütün gençler, Kürt gençleri ve enternasyonal gençler, tüm genç dostlarımız, genç yoldaşlar kesinlikle bunun anlam ve önemini görüp ona göre yürüyüşlerini en görkemli, en geniş katılımlı, en somut talepli yapmalılar hem de sadece onunla yetinmemeliler, yani festival hazırlık çalışmalarına öncü düzeyde en etkin katılmalılar.
Ben şimdiden festivale katılım çağrısı yapıyorum. Kutluyorum da festivali. Özellikle de Kürt gençliğini ve enternasyonel gençliği böyle bir festivalin en görkemli geçmesi için seferber olmaya çağırıyorum.