BEHDÎNAN- Viyan Halo’nun Kaleminden
AMED ZİNDAN DİRENİŞİNDEN ZAP’A
PKK MİLİTANLIĞININ
ZAFER RUHU!
“12 Eylül’ün “her anı bir ölüme bedel” ağır işkence koşullarında “Düşmanı sevindirmemek için bir AH! Bile demedim” diyerek kadın özgürlük mücadelemizde savaşarak özgürleşenlerin, özgürleştikçe güzelleşenlerin Sembolüdür Ş.Sara…
1970`lerin başlarında tüm dünyada 68 devrimci gençlik kuşağının yarattığı bir atmosfer olsa da Türkiye ve Kuzey Kürdistan`da durum tam tersinedir. Türkiye Ortadoğu’daki üç önemli ülkeden biridir. İran, İsrail ve Türkiye. Bu süreçte İsrail’in yaşadığı iç savaş, İran şahının devrilmesi Türkiye’yi her üç ülke içerisinde ‘’en güçlü olan’’ konumuna getirmiştir. Dolayısıyla NATO’nun Ortadoğu’daki gücü olabilecek konumundadır. NATO Türkiye’yi büyük bir güç haline getirmek için darbe ile orduyu yönetime getirmek, bununla hakimiyetini mutlak kılmak istemiştir. Esas kaygısı da Türkiye’de devrimci bir örgütlenmenin ya da ayaklanmanın olmasıdır. Tüm dünyayı saran 68 Devrimci gençlik kuşağının Türkiye’de de ayak izlerinin duyulması ve yükselmesiyle Türkiye solunda tarihe isimlerini yazdıracak devrimci önderler, gençlik önderleri açığa çıkmış ve bu döneme öncülük etmişlerdir. Bu dönemde Önder Apo’nun çocukluğundan başlayan çelişkileri ve arayışları onun devrimci mücadelede karar kılmasına ve tarihi bir öneme sahip olan “Kürdistan Sömürgedir” tezinin ortaya çıkışına zemin sunmuştur. Bu dönemde kimi Kurdistanî gruplar olsa da kendilerini Kürt olarak tanımlamaktan bile kaçınan ve Kürdistan ismini anmaya bile çekinen bir pozisyondadırlar. Haliyle bu ortamda Önder Apo öncülüğünde ilk ideolojik grubun örgütlenmesi ve Kürdistan’a yönelmesi Apo’cuların ne diğer sol örgütlere ne de kendilerini Kurdistan devrimcileri olarak tanımlayan diğer gruplara benzemediğinin erkenden anlaşılmasına ve devamı günümüze kadar gelen saldırı, şiddet, yozlaştırma, asimilasyon ve soykırım saldırılarının başlayacağı bir süreç olmuştur. Daha ilk grup aşamasındayken Maraş katliamıyla başlayan bu süreç 12 Eylül Askeri Darbesi ile zirveye ulaşmıştır. Ardından 12 Eylül OHAL uygulamaları bir sistem olarak yerleşmiş ve günümüze kadar Kürdü imha ve inkâr amaçlı devam etmiştir. 1980’lerin başında devlet Apocu’larla savaşabilecek tüm güçleri devreye koymuş ve Apoculara karşı topyekûn bir saldırı başlatmıştır. Bu süreçte kendilerini Kurdistan devrimcileri olarak tanımlayan kimi gruplar da Ulusal Demokratik Güç Birliği adında bir oluşum örgütlemiş ve saldırıların başını bu oluşum çekmiştir. Tabi bu süreç başlamadan önce Türkiye solunun devrimci önderlerinin katledilmesi ve hareketlerinin tasfiye edilmeye çalışılmasıyla ardından Apoculara dönük yapılan bu örgütlü ve planlı saldırılar Önder Apo’nun bir darbe hazırlığı olduğunu öngörmesine ve erkenden tedbir almasına zemin sunuyor. Suriye’ye çekilme, Lübnan’da hazırlıkların yapılması ve belli bir kadro yapısının buraya çekilip eğitilmesi bu dönemde Önder Apo’nun öngörülü ve tedbirli hareket etmesiyle hareketin tasfiyesinin önüne geçmiştir. Hatta bu süreçte Önderlik Türkiye soluna özelde de DEV-YOL’a haber gönderiyor, ‘’darbe olacak tedbir almalısınız, Lübnan’da hazırlıklarımız var burada yedek gücünüzü oluşturabilirsiniz’’ diyor. Fakat DEV-YOL’un cevabı; ‘’bu süreçte böyle bir darbe olmaz’’ temelindedir. 12 Eylül darbesi ile birlikte Kürdistan’da saldırıların boyutu değişmiş ve tarihte benzeri görülmemiş bir boyuta ulaşmıştır. Düşman hem Türkiye’de hem de Kuzey Kürdistan’da duruma hâkim olmuştur. Çatışmalar ve şahadetler yaşanmış dolayısıyla günümüz koşullarına kolay gelinmediği bilinmelidir. Yürütülen bu mücadelenin hepsi Önder Apo’nun öngörüleri ve emeği sayesinde gelişmiştir.
Bu dönemle birlikte PKK militanlığının zafer çizgisi zindanlarda açığa çıkmıştır. Düşman Türkiye soluna yönelmiş, sonuç almış ve büyük oranda tasfiye etmiştir. Düşmanın bu zaferinden sonra saldırıların yönü bir bütünen Kürdistan’a dönmüş ve Kürdistan’da da yoğun tutuklama, baskı ve zulümle büyük oranda sessizlik hâkim kılınmıştır. Binlerce kadro, yurtsever, sempatizanın yakalandığı bu süreçte aylarca süren gözaltı uygulamaları bir işkence yöntemine dönüşmüş daha sonra da Amed zindanı bir işkence hane olarak dizayn edilmiş ve akıl almaz işkenceler uygulanmıştır. Amed zindanında tam bir iradesizleştirme, kırım politikası uygulanmıştır. En ağır fiziki işkencelerin yanında her türlü psikolojik işkence de uygulanmakta, pişmanlık yasası ile türkleştirme ve soysuzlaştırma politikası izlenmektedir. Amed zindanının her anı bir ölüme bedel ağır işkence koşullarında, dayatılan teslimiyet ve ihanet çizgisine karşı H.Mazlum’un eylemiyle başlayan, Dörtlerin Mazlum’un yaktığı ateşi gürleştiren eylemi ve Kemal Pir’lerin büyük ölüm orucu eylemiyle devam eden bu süreç dönemin direniş ve zafer ruhunu açığa çıkarmıştır. Tüm bu eylemlerin paralelinde örgütten haber alma imkanı çok kıt ve bazen de hiç olmamasına rağmen tek başına hem kadınlar koğuşuna önderlik edip düşman karşısında kadının beş bin yıldır erkek egemen zihniyetine karşı her türlü baskı ve işkenceyi görmesine rağmen derinlerde bir yerlerde hala kendisini koruyan direngen damarlarını yeniden canlandırmış hem de ağır işkence koşullarında “düşmanı sevindirmemek için bir AH bile demedim” diyen Ş.Sara, daha o dönemde PKK’de Kürt kadının direnişçi çizgisinin hem öncülüğünü yapmış hem de pratiğini sergilemiştir. Diğer koğuşlarda çözülmeler ve ihanetler yaşanırken Ş.Sara bulunduğu koğuşta tek bir ihanet ya da zayıflık yaşanmasın diye tüm gücüyle hem fiziki olarak düşmana karşı direnmiş hem de yanında bulunduğu kadınlara da direnmeyi ve asla teslim olmamayı öğretmiş ve de sonuç almıştır. İşkenceci Esat Oktay’ın şahsında tüm erkek egemen sistemin kirli yüzüne tükürmüş, örgütlenen ve savaşan kadının asla diz çökmeyeceğinin mesajını vermiştir.
12 Eylül darbesinden 15 Ağustos atılımına kadar direnişin ve zafer çizgisinin öncülüğünü zindanlar yapmaktadır. 15 Ağustos atılımı ile birlikte Kürdistan’da yeni bir mücadele dönemi başlamış ve bugüne kadar, her gün bire bin katarak büyümüş, devrimci halk savaşı stratejisi ile halk ordulaşmasını yaratmıştır.
Tabi bu sürecin direniş ve zafer çizgisi nasıl ki günümüzün temellerini atmışsa 12 Eylül darbesinin Kürdü iradesizleştirme, türkleştirme ve yok etme politikası, günümüze kadar gelmiş ve her geçen gün en ağır şekilde uygulanmaya devam etmektedir. Yol ve yöntemler değişse de politika hiç değişmemiş ya ölüm ya teslimiyet dayatılan tek seçenek olmuştur. PKK’nin daha ilk grup aşamasındayken nasıl ki Gladio devreye girmiş ve bölgede savaşabilecek tüm güçleri PKK ile savaştırmışsa bu süreç sonradan farklı zaman aralıklarında köy korucuları, Hizbul-kontra, Hüda-par, DAİŞ vb. çeteler ve şimdi de KDP’yi savaştırarak işbirlikçiliği diri tutmaya çalışmakta ve bu şekilde sonuç almak istemektedir. Yine Kürdün diline, kültürüne, varlığına her türlü düşmanlığını “çok konuş Türkçe konuş” sloganı ile başlatıp bugünün Kürtçe şarkı dinlediği için katledilen, işkence gören, gözaltı ve tutuklamalara maruz kalan gençlerin yaşadıklarının zeminini sunmuştur. 12 Eylül darbesiyle tutuklanan onlarca PKK’li kadın tutsağın teslim alınmak ve iradesizleştirilmek için maruz kaldığı taciz, tecavüz ve işkence günümüzün kalıcı ve resmi fuhuş sektörüne dönüşmüştür. Kürdistan’da genç kadınlara dönük bizzat MİT tarafından eğitilmiş ve özel olarak görevlendirilmiş elemanlarla aşk ve sevgi adı altında fuhuşa zorlanmakta, madde bağımlısı haline getirilmekte ve sonu ya intihar ya da katledilme ile sonuçlanan bir gerçeklik yaratmıştır. Yine bu dönemde başlayan köy boşaltmaları ve zorunlu göç bugün Kuzey Kürdistan sınırlarını aşmış Başuré Kürdistana kaydırılmıştır. 12 Eylül faşizmi günümüze Kürdün halayından Şehidinin Kemiklerine kadar tahammül edemeyen, doğasına, ağacına düşman bir özel savaş rejimi ile kalıcılaşmış ve Kuzey Kürdistan ile Türkiye özelinde bütün Ortadoğu 12 Eylül’ü yaşamaktadır. Türkiye’de 12 Eylül sürecinden günümüze dek özel savaş uygulamalarında hiçbir değişim yaşanmamıştır. Bu durumun en somut örneği de Önderliğimiz üzerinde uygulanan işkence ve tecrit koşullarıdır. Bugün 12 Eylül faşizminin uygulamalarının zirvesi olarak nitelendirebileceğimiz ve dünyada eşi benzeri görülmemiş olan İmralı tecrit ve işkence sistemi ile Önder Apo şahsında tüm Kürt halkı teslim alınmak istenmekte ve Kürt soykırım politikası bu şekilde sonuçlandırılmak istenmektedir. Fakat 12 Eylül’ün devamı olan ve 9 Ekim ile başlayıp 15 Şubat uluslararası komplo ile devam eden bu süreç, Önder Apo’nun eşsiz direnişi ile boşa çıkartılmıştır. Büyük bir karşı devrim olarak Demokratik Modernite Paradigması ile karanlığa gömülen dünya halklarına ışık olmuştur. Yine Amed Zindanlarının direniş ve zafer ruhu, Kürdistan Özgürlük Gerillasının şahsında Ankara’dan Zap’a düşmanın beyninde patlamıştır. Ş.Sara’nın yarattığı özgür kadın çizgisi bugün binlerce genç kadının özgürce savaşma zemini olmuş, YJA-STAR şahsında tecavüzcü ahlaksız düşmana karşı öz savunmasını kuşanarak tüm dünyaya “Jin Jiyan Azadi” felsefesini yaymıştır.
Şimdi ahlaksızca yürütülen ve sınırı olmayan bu faşizme karşı toplumda öncünün öncüsü rol ve misyonu olan genç kadınlar olarak Devrimci halk savaşı temelinde Demokratik Moderniteyi inşa etme ve bulunduğumuz her yerde bunun mücadelesi ve savaşını yürütmenin tam da zamanıdır. Önder Apo “Hazineler kaybedildiği yerde aranır” dedi. Kaybettiklerimizi nerede arayacağımız gün gibi açık ve nettir. Yine Önder Apo’nun dediği gibi “Yeter ki biraz toplumsal namus, biraz da aşk ve akıl olsun!”