BEHDÎNAN– Medya Haber televizyonunda yayınlanan programda konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Türk devleti, KDP ve Irak arasındaki anlaşmanın ardından Başûrê Kurdistan’daki sivil katliamlarına dikkat çekerek, Medya Savunma Alanlarına DAİŞ çetelerinin taşındığını ifade etti. Türkiye, KDP, DAİŞ ve Hizbulkontra’nın Kurdistan Özgürlük Hareketine karşı işbirliğine işaret eden Besê Hozat, KDP’ye sert yüklendi.
KDP’nin DAİŞ’le ittifakının hiç bozulmadığını, bugün de bu iki gücün Kürtlere karşı soykırım savaşında yer aldığını belirten Besê Hozat, “KDP’nin bütün amacı, Türk devleti gibi Özgürlük Hareketini tasfiye etmektir, Kürt soykırımını sonuca götürmektir. KDP’nin bütün tarihi öyledir” dedi.
KDP’nin ve Hizbulkontra’nın politikalarına karşı Kürtlerin ve Kürt aydınlarının çok ciddi tutum koyması gerektiğinin altını çizen Besê Hozat, “Ajanlar, toplumumuz içerisinde kendisini yaşatamamalıdır, barınamamalıdır. Halkımız bunların barınmasına asla müsaade etmemelidir” şeklinde konuştu.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın değerlendirmeleri şöyle:
Bugün 7 Eylül, Kemal Pir yoldaşın şehadetinin yıl dönümü. 12 Eylül’de Hayri Durmuş yoldaş şehadete ulaştı. 15 Eylül’de Akif Yılmaz, 17 Eylül’de de Ali Çiçek yoldaş şehadete ulaştı. Büyük Ölüm Orucu Direniş şehitleri şahsında şahsında tüm devrim ve özgürlük şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.
Yine 9 Eylül 1979’da Siverek direnişi var. Cuma Tak ve beş yoldaşının şahsında bütün Siverek şehitlerini de saygı ve minnetle anıyorum. 4 Eylül 2011’de İran’la savaşta Casusan’da değerli komutan Simko Serhildan yoldaşın şehadetinin yıl dönümü. Ben Simko yoldaş şahsında tüm Rojhilat ve Kürdistan şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
ULUSLARARASI KURUMLAR TECRİT SUÇUNUN ORTAĞIDIR
Özgürlük hamlesi gerçekten çok önemli bir düzey yakaladı. Ciddi bir kamuoyu oluştu, gündem oluştu. Bir yılını da tamamlamak üzere. Ben inanıyorum ki, oluşan bu hava üzerinden önümüzdeki yıl çok güçlü bir biçimde bu hamle sürecek ve mutlaka başarıya ulaşacak.
Bu yakın süreçte de Nobel ödülü alan 69 aydının Avrupa Bakanlar Komitesi’ne, Avrupa Konseyi’ne, AİHM’e, CPT’ye, Erdoğan’a birçok ilgili kurumlara ve kişilere gönderdiği mektup vardı. O mektuplara Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Başkanı cevap verdi. Yine AİHM’den, CPT’den cevap geldi.
Şu ortaya çıkıyor. Gerçekten mücadele güçlü verilirse, çok etkili çalışma yürütülür ve buna inanılırsa mutlaka bunun sonucunu almak da mümkün oluyor. Yıllardır sessiz kalan, her türlü girişime, her türlü çabaya cevap vermeyen, adeta kör sağır ve dilsizleri oynayan uluslararası kurumlar şimdi bir biçimde konuşmak zorunda, kamuoyuna açıklama yapmak zorunda, yazılan mektuplara cevap vermek zorunda kalıyorlar. Bu önemlidir; çünkü bu kurumların hepsi Avrupa Konseyi, Avrupa Konseyi’ne bağlı. CPT, AİHM, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, hepsi şu anda Türk devletinin işlediği bu insanlık suçunun birer ortağıdır. Yıllardır bunu destekliyorlar. Önder Apo 25 yıl 7 aydır büyük bir işkence ve tecrit sistemi altında tutuluyor ve bütün bu kurumlar da bu suçun ortağıdır.
SADECE AÇIKLAMA YAPMAKLA KURTARAMAZLAR
Uluslararası bir sistemdir İmralı sistemi. Bu sistemi kuran bu güçlerin kendileridir. Türk devleti yıllardır İmralı merkezli Kürtlere karşı da bir soykırım savaşı yürütüyor. İmralı’da da korkunç bir savaş yürütülüyor. Bu anlamda İmralı da bu savaşın merkezi durumundadır ve yaklaşık 26 yıldır bu kurumlar adeta kör, dilsiz ve sağırları oynuyorlar. Şimdi mücadele geliştikçe, büyüdükçe, halkımızın, halklarımızın, dostlarımızın bu konudaki kararlılığı, ısrarı görüldükçe, her biri teşhir oldukça, bu insanlık suçunun bir ortağı olarak teşhir oldukça tabii ki konuşmak, bir biçimde açıklamalar yapmak durumunda kalıyorlar.
Bu önemlidir fakat bununla sınırlı kalmamalı. Bu kurumlar, uluslararası sözleşmelere sahip çıkmalıdır. Bu kurumlar uluslararası sözleşmelerin uygulanmasından sorumlu kurumlardır, bunun muhataplarıdır. Türk devleti şu anda tüm uluslararası sözleşmeleri, uluslararası hukuku çiğniyor, ayaklar altına alıyor, Türk devlet hukukunu da ayaklar altına alıyor ve bu durumda bu kurumlar uluslararası hukuku, uluslararası sözleşmeleri Türk devletine uygulatabilmelidir, uygulatmalıdır. Sadece açıklama yapmakla bu işi kotaramazlar.
ÖNDER APO’NUN SAĞLIK, GÜVENLİK VE ÖZGÜRLÜK KOŞULLARI SAĞLANMALIDIR
Bu anlamda bu düzey yakalanana ve sonuç alınana kadar tabii ki bu mücadele devam etmelidir. 17-18 Eylül’de de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplanıyor, 10 yıldır Türk devletinin İmralı’da yaptığı hukuk ihlallerini görüşecek, bunları tartışacak. Bu konuda Asrın Hukuk Bürosu’nun da, birçok çevrenin de, Küresel Özgürlük Hamlesi’ne katılan tüm dostların da, halkımızın da ciddi bir duyarlılığı ve çalışması var. Bu süreci de yakından takip ediyorlar. Bu anlamda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde de bu soykırım suçunun, insanlık suçunun çok ciddi gündeme girmesi, bu konuda bir tutumun ortaya çıkması son derece önemlidir. Burada da ortaya çıkacak tutum şu olmalıdır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’ye uluslararası sözleşmeleri, uluslararası hukuku uygulatabilmelidir ve bu tecrit ve işkence sistemi son bulmalıdır. Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları sağlanmalıdır. Bu anlamda bu kurumlar da kendi sorumluluklarına sahip çıkmalıdır. Bu kurumlar İmralı sistemini kuran kurumlardır; buna da sahip çıkmaları gerekiyor. Artık bu insanlık suçuna ortak olmamaları gerekiyor.
TÜRKİYELİ AYDINLARDAN DAHA GÜÇLÜ BİR TUTUM BEKLİYORUZ
Berlin’de Barış ve Demokrasi Konferansı oldu. Birçok ülkeden aydın, akademisyen katıldı bu konferansa. Çok sayıda Türk akademisyen de, Türkiyeli akademisyen de, aydın da, yazar da bu konferansa katıldı. Bu da çok önemli ve değerli bir çalışmaydı. Ben bütün bu çalışmalarda emeği geçen herkesi kutluyorum ve selamlıyorum. Hepsine tek tek teşekkür ediyorum. Gerçekten çok değerli çalışmalardır, çok önemli bir emektir bu. Tabii herkes bir bakıma kendi özgürlüğü için çalışıyor. İnsanlık değerlerini savunmak ve korumak için çalışıyor. Önder Apo tüm bunları ifade ediyor. Bu anlamda değerlidir. Fakat ben özellikle şunu belirtmek istiyorum. Çünkü bu Berlin’deki Barış ve Demokrasi Konferansı’na çok sayıda Türkiyeli aydın ve akademisyen de katıldı. Türkiye’de de gerçek aydın, gerçek yazar diyebileceğimiz çok değerli bilim insanları var. Bu anlamda Kürt sorununa da Türkiye’nin demokratikleşmesine de son derece duyarlı ve kendilerini sorumlu da görüyorlar. Türkiye’nin temel sorunlarına vicdanlı, ahlaklı aydın bilinciyle, duyarlılığıyla yaklaşıyorlar.
2016 yılında da Barış Akademisyenleri adıyla ciddi bir inisiyatif geliştirdiler. Yüzlerce, binlerce aydın-yazar savaşa karşı ortak bir tutum ortaya koydu. Bir imza kampanyası geliştirdi. Bu çok önemli bir gündem yarattı, yankı yarattı. Siyasi olarak, toplumsal olarak ciddi bir etkisi de oldu. Türkiyeli aydınlardan benzer bir tutumun daha güçlü bir biçimde bu süreçte geliştirilmesini bekliyorum ve gerçekten bu konuda beklentimizin olduğunu da ortaya koymak istiyorum.
Aydın dünyası her zaman toplumsal sorunlara duyarlı, sorumlu yaklaşmıştır. Aydın olmanın gereğidir bu. Aydın, zaten bu demektir. Türkiye’nin örneğin temel toplumsal sorunlarıyla, temel tarihsel sorunlarıyla ilgilenmeyen, bu sorunların çözümüne kafa yormayan, bunun mücadelesini vermeyen, çabası içerisinde olmayan kişiler aydın olamaz, kendisine aydın diyemez. Bu anlamda da bu barış akademisyenlerinin böyle bir süreçte de daha güçlü bir tutum ortaya koyması önemlidir. Tecrit işkence sistemine karşı, savaşa karşı çok güçlü bir tutum ortaya koymalılar.
Bu savaşın son bulması da Önder Apo’nun özgürlüğünden geçer. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü Önder Apo’nun özgürlüğünden geçer. Bu anlamda Türkiyeli aydınlar da bu süreçte daha güçlü bir rol oynamalı. Sadece konferanslarla, çalıştaylarla sınırlı kalan bir yaklaşım, bir çaba ve emek olmamalı. Bu süreçte daha güçlü bir biçimde etkide bulunmalılar.
BAKUR ÖZGÜRLÜK HAMLESİNİN MERKEZİ HALİNE GELMELİDİR
1 Eylül’de Türkiye’de özellikle Bakurê Kurdistan, Wan, Amed, İstanbul merkezli güçlü bir toplumsal mücadele gelişti. Yürüyüş oldu, sonrasında güçlü mitingler gelişti. Bu önemliydi. Uzun süredir, özellikle geçen yıl açısından Bakur’un hamleye önemli bir katılımı oldu. Biliyorsunuz Özgürlük Yürüyüşü, Özgürlüğe Ses Ver eylemleri gerçekten önemliydi. Newroz, 4 Nisan; bütün bu günler de güçlü karşılandı. Bakur, önümüzdeki yıl açısından da giderek özgürlük hamlesinin merkezi haline gelmelidir. Bakur ve Türkiye özgürlük hamlesine öncülük yapmalıdır, temel merkez rolü oynamalıdır. Bu anlamda 1 Eylül’de ortaya konulan bu irade süreklileşebilmelidir. Giderek tüm Bakur’a, Kürdistan’a ve Türkiye’ye yayılmalıdır. Dört parça Kürdistan’da ve ülke dışında toplumsal direnişin, siyasal mücadelenin başını Bakurê Kurdistan ve Türkiye çekebilmelidir. Ve ortaya çıkan bu güç, bu potansiyel örgütlü bir iradeye ve inisiyatife dönüştürülebilmelidir. Türkiye’de ve Bakurê Kurdistan’da tecride, faşizme, savaşa, ihanete karşı barış ve demokrasi hareketi mutlaka örgütlendirilmelidir. Ve bu, süreklileşen bir mücadele, bir direniş içerisinde olabilmelidir.
Bir yıl bitiyor. 10 Ekim’de hamlenin ikinci yılına gireceğiz. Siyasi, hukuksal mücadeleyi, paradigmanın dünyaya taşırılmasını, toplumsal mücadeleyi daha güçlü bir biçimde önümüzdeki ikinci yılda yürütmeliyiz ve mutlaka Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarını sağlamalıyız, fiziki özgürlüğünü sağlamalıyız ve bu hamleyi başarıya ulaştırmalıyız. Bu bir yıl, böyle bir sonucun ortaya çıkacağını hepimize gösterdi. Bu anlamda daha kararlı, daha inançlı, daha iddialı bir biçimde direnişi kitleselleştirerek ve evrenselleştirerek, çok daha fazla küreselleştirerek, tüm dünyaya yayarak bu hamleyi mutlaka başarıya ulaştırmalıyız.
TÜRKİYE KDP ANLAŞMASI SONRASI SİVİL KATLİAMLAR GERÇEKLEŞTİRİLİYOR
Bu süreçte çok değerli, çok sayıda yoldaşı şehit verdik. Özellikle Berwar Dersim, Nûjiyan Amed, Orhan Bingöl, Tekîn Goyî, Kêla Memê’de şehit düşen Serhat, Xebat, Yılmaz Dersim, Zamani arkadaşları, yine Rosîda yoldaş ve Rosîda yoldaşla birlikte şehit düşen yoldaşları, Sozda Armanc ve Eylem yoldaşları, ve tüm bu yoldaşlar şahsında tüm Ağustos ve Eylül şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Irak, Türkiye ve KDP anlaşması sonrası sivillere dönük saldırılar, katliamlar geliştirildi. Seyîdsadiq’ta Gulistan Tara, Hêro Bahadîn, yine Dukan’da 3 yurttaş, Şarbajêr’de yine 3 yurtsever insan katledildi. Bradost’ta bir çoban katledilmişti. Behdînan’da zaten öncesinde çok sayıda yurtsever insan katledildi. Daha önce Bradost’ta da yine sivil katliamlar yaşandı. Özellikle bu son yıllarda sivil katliamlarda çok ciddi bir artış var. Bu katliamlar Ankara, Bağdat ve KDP anlaşması sonrası da giderek artıyor. Türk devleti artık sivilleri katlediyor, halkı katlediyor.
Behdînan’da zaten çok ciddi bir katliam söz konusu. Köyler yakılıyor, yıkılıyor, bombalanıyor. Her taraf yakılıyor, ateşe veriliyor. Bu alanlar insansızlaştırılıyor. Bütün bunlar elbette bir soykırımdır. Soykırım nedir? Soykırım budur. Soykırım saldırılarıdır, katliamdır. Bu anlamda Türk devleti soykırım suçu işliyor. İnsanlık suçu işliyor, katliam yapıyor. Mevcut durumda Irak da buna ortaktır. Irak da bundan sorumludur. Biz açıklama da yaptık. Türk devleti kadar artık biz Irak’ı da sorumlu tutacağız. Özellikle bu sivil katliamların artması, Bağdat, Türkiye ve KDP anlaşmaları sonrasında daha fazla arttı. Çok pervasız bir biçimde yurtsever insanları katlediyor, çocukları katlediyor. Şarbajêr’de bir çocuk katledildi. Daha önce de birçok yerde çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden insanları katlettiler, kimseden ses çıkmıyor. Çünkü Bağdat ve Başûrê Kurdistan yönetim işin içindedir. Bu anlamda katliam yapıyor.
İŞGAL ALANLARINA ÇOK SAYIDA ÇETE GETİRİLDİ
Ben bu saldırılarda yaşamını yitiren tüm yurtseverleri saygıyla anıyorum. Ailelerine, halkımıza başsağlığı diliyorum. Türk devletinin bu soykırım politikalarına ortak olanları da şiddetle kınıyorum ve lanetliyorum.
Bu konuda KDP’nin rolü üzerinde önemli durmak lazım. Şimdi Kuzey ve Doğu Suriye’deki işgal alanlarından bir sürü çete üyesini de Behdînan’a getirmişler,. Türkiye’de de zaten bir sürü çete devşirilmiş eğitim kamplarındadır; işgal alanlarına getirdiler.
Bunda KDP’nin rolü de çok önemlidir. 2014’te Türk devleti, KDP ve DAİŞ bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre Musul DAİŞ’e teslim edilecek. KDP Şengal’i DAİŞ’e teslim edecek, Şengal’den gücünü çekecek. DAİŞ, Musul ve Şengal’i alacak. Ondan sonra Şengal’i hem Musul’un savunması olarak kullanacak hem de Rojava’ya saldırıda Şengal’i merkez yapacak, oradan Cizîr Kantonu’na saldıracak. Cizîr Kantonu’nu DAİŞ aldıktan sonra KDP’ye devredilecek, Başûrê Kurdistan’a dahil edilecek. Ondan sonra Kobanê ve Efrîn alınacak, burası da DAİŞ’e teslim edilecek. Kerkûk de KDP’ye teslim edilecek. Kerkük petrollerine de Türkiye ortak olacak.
TÜRKİYE-DAİŞ-KDP İTTİFAKI HİÇBİR ZAMAN BOZULMADI
Türkiye, KDP ve DAİŞ bu temelde bir anlaşma yaptı. Şimdi bu anlaşmada Türkiye’nin rolü anlaşılmasın diye, gizli kalsın diye, bilinçli bir biçimde DAİŞ geldi, Musul Konsolosluğu’nu güya ele geçirdi. DAİŞ geldi, Musul Konsolosluğu’na girdi. O zaman Öztürk Yılmaz vardı, Türkiye’nin Musul Konsolosluğu olarak. Daha sonra bazı açıklamaları oldu, susturdular. Türkiye rolünü DAİŞ-KDP ile yaptığı anlaşmayı gizlemek için bunu yaptı. Böyle bir anlaşma yaptılar.
Daha sonra bu güçler arasında bazı sorunlar çıkınca DAİŞ yönünü Hewlêr’e çevirdi. DAİŞ yönünü Hewlêr’e verince durumlar değişti. Ondan sonra mecburen KDP gerillanın ayağına kadar gitti. Barzani gidip Maxmur’da arkadaşlara teşekkür etti. Çünkü DAİŞ gerçekten Hewlêr’i alacaktı, Maxmur’u da dağıtacaklardı. Şimdi Türkiye bu biçimde böyle bir oyunla gerçek niyetini gizlemeye çalıştı. Şimdi bakıyoruz, DAİŞ şu anda Behdînan’dadır.
Türkiye-DAİŞ-KDP ittifakı hiçbir zaman bozulmadı. Zaten baştan itibaren DAİŞ’i örgütleyen Türkiye’dir. Uluslararası güçler DAİŞ’ten faydalandı, yararlandı ama esas örgütleyici güç, DAİŞ’i örgütleyen güç, AKP’nin kendisidir. Bu bir gerçektir. Türkiye’nin kendisidir yani. Baştan itibaren Türkiye-DAİŞ-KDP ittifak içindeydi. Şimdi Hüda Par’ı da, Hizbulkontra’yı da buna dahil etmişler. Bu ittifak temelinde DAİŞ, şu anda Medya Savunma Alanlarındadır, Behdînan’dadır.
Bunun çok iyi anlaşılması gerekiyor. Türkiye-DAİŞ-KDP-Hizbulkontra ittifakı, mevcut durumda güncellenerek devam ediyor. O zaman da Hizbulkontra ciddi rol oynadı. Kobanê savaşında, DAİŞ’in Rojava’ya saldırısında çok ciddi rol oynadı. Aynı ittifak şu anda yine devam ediyor. Ve bu ittifakla Türk devleti sonuç almaya çalışıyor. Irak’ı da şimdi bu sürece, bu son anlaşmalarla birlikte dahil ettiler. Neden? Çünkü Türk devleti bu savaşı yürütemiyor. Bu ittifakla şimdi savaşı yürütmeye çalışıyor.
KDP BAŞTAN BERİ SOYKIRIM SAVAŞI İÇİNDEDİR
2019’dan bu yana bir soykırım savaşı yürütüyor. İşgal ve ilhak savaşı yürütüyor. Ve yıllardır da çok ciddi bir tıkanmayı ve çıkmazı yaşıyor. Sonuç alamıyor. Gerçekten adeta gerilla, Türk devletini Medya Savunma Alanlarında, özellikle Zap’a ve Metîna’ya kilitlemiş durumdadır. Bu kilidi bir türlü kıramıyor. Şimdi bu kilidi kırmak için Irak’ı buna dahil etti. Hizbulkontrayı buna daha aktif dahil etmeye çalışıyor. KDP’nin, DAİŞ’le zaten baştan beri bir ittifak vardı. O ittifak hiç bozulmadı. O ittifak temelinde sürekli Özgürlük Hareketine ve Kürtlere karşı bir savaş yürüttü, bir soykırım savaşı yürüttü. Şimdi buna Irak’ı da dahil ederek daha güçlü bir biçimde yürütmeye çalışıyorlar. Bizim bunu çok iyi görmemiz lazım.
KDP baştan itibaren bu soykırım savaşının içerisindedir. KDP’nin bütün amacı Türk devleti gibi özgürlük hareketini tasfiye etmektir, Kürt soykırımını sonuca götürmektir. KDP’nin bütün tarihi öyledir. Öyle çok eski tarihine girmeyelim ama yakın tarih açısından bazı şeyleri belirtelim, önemlidir.
KDP, PKK’nin terör listesine girmesi için çok ciddi bir siyasi ve diplomatik çalışma yürüttü. Çok yoğun çalıştı ve başarılı oldu. PKK’yi terör listesine aldırttı. KDP, uluslararası komplonun sonuca gitmesi için, Önder Apo’nun tasfiye edilmesi, Önder Apo’nun tasfiyesi üzerinden de Özgürlük Hareketinin tasfiye edilmesi için çok aktif bir rol oynadı uluslararası komploda. İşte Washington Anlaşmaları var. Sonrasında Önderlik Suriye’den çıkarıldı. Şimdi tecrit, işkence sisteminin gelişmesinde ve sürdürülmesinde de Barzaniler çok aktif, belirleyici bir rol oynuyor. Rojava işgal saldırılarında Barzaniler çok ciddi bir rol oynadı. Çok ciddi siyasi, diplomatik mücadele yürüttü, çalışma yürüttü ve bu işgalin içerisinde yer aldı. Rojava işgalinin içinde yer aldı.
KDP ROJAVA DEVRİMİNİN BOĞULMASI İÇİN ELİNDEN GELEN HER ŞEYİ YAPTI
Şu anda Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî KDP’nin eseridir. KDP ihanetinin, ajanlığının yol açtığı bir sonuçtur. KDP, Rojava Devrimi’nin uluslararası alanda resmiyet kazanmaması için, kabul edilmemesi için elinden gelen her şeyi yaptı. Rojava Devrimi’ne hiçbir zaman devrim demedi. Devrim olarak kabul etmedi. Bu devrimi boğmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Devrim aleyhine, devrimi karalamak, tasfiye etmek için hem siyasi, diplomatik çalışma yürüttü, hem Türk devletinin işgal saldırılarında yer aldı, her yönüyle Türk devletinin işgal saldırılarını meşrulaştırdı, hem de devrimi boğmak için tam kuşatmaya aldı. Tüm Rojava-Başûr arasında derin hendekler kazdı. Her yerde teşhirini, karalamasını yaptı. Şimdi Özgürlük Hareketi’nin tasfiye edilmesi için Türk devleti ile birlikte bu soykırım savaşında yer alıyor. Kürt soykırım politikalarını sonuca götürmek için çok aktif bir biçimde çalışıyor. DAİŞ ve Hizbulkontra ile birlikte şu anda dört parça Kürdistan’da aktif bir çalışma içerisindedir. Ajanlaştırmayı geliştiriyor. Hizbulkontra’nın lideri Hewlêr’e geldi, Mesut Barzani ile görüştü. İttifak gücüdür. Şu anda KDP de, Hizbulkontra da Türk Özel Harp Dairesi ile çalışıyor. Özel Harp Dairesi’nin bir parçasıdır, Kürdistan ayağıdır. Bakur merkez olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçalarında da Özgürlük Hareketi’nin bitirmek, imha ve tasfiye etmek, Kürt soykırım politikalarını sonuca götürmek için çok yoğun bir çalışma yürütüyorlar. İttifak içindeler. DAİŞ ile de bu ittifak sürüyor. Bu ihanetçi-ajan şebekeye karşı çok güçlü bir tutum alınması gerekiyor. Şu anda KDP’nin, Barzani’nin pozisyonu işbirlikçiliği aşmıştır. Bu durum sadece işbirlikçilikle tanımlanamaz, kavramsallaştırılamaz. İhanet ve ajanlaşma şebekesidir. Böyle bir yapıdır.
KÜRT AYDINLARI ÇOK CİDDİ TUTUM ORTAYA KOYMALI
Şu anda Kürt toplumu içerisinde de çok ciddi ajanlaşma geliştiriyorlar, ajanlık geliştiriyorlar. Ciddi bir çürüme yaratıyorlar. Yurtseverlik değerlerini çürütüyorlar. Buna karşı çok ciddi tutum alınması gerekiyor. Bütün bu saldırılar KDP’nin, Parastin’ın verdiği bilgiler temelinde oluyor. Geçen programda Abbas arkadaş da açıkladı. Çok sayıda gerilla kaybı KDP’nin, Parastin’ın verdiği istihbari bilgilerle sağlandı. Sivil kayıplar da öyledir. Nerede Türk devletinin bir saldırısı varsa mutlaka orada Parastin’ın verdiği yer bilgisi var. İstihbari bilgi var. Yurtseverlere dönük de öyledir. Yurtseverler Parastin’ın verdiği bilgilerle katlediliyor. Kürdistan’da sadece ajan-ihanetçi bir kesim bırakılmak, yaratılmak isteniyor. Kürdistan’daki yurtsever kesim tasfiye edilmek isteniyor. İradesi kırılmak isteniyor, teslim alınmak isteniyor. Bu saldırılar bunun içindir. Yurtseverlerin iradesini kırmaya, teslim almaya dönüktür. Kürdistan’da ihanetçi ajan anlayışı örgütlemenin zeminini yaratmak içindir.
AJANLARA KARŞI ÇOK CİDDİ MÜCADELE YÜRÜTÜLMELİ
Buna karşı çok güçlü tutum almak lazım. Özellikle Kürdistan’daki aydınlar, Kürt aydınları bu ihanetçi-ajan şebekeye karşı çok güçlü tutum ortaya koymalıdır. Halkımız çok güçlü tutum ortaya koymalı, mücadele etmelidir. İçinde hiçbir ajanı barındırmamalıdır. Ajanlara karşı çok ciddi bir mücadele yürütülmelidir. Ajanlar, toplumumuz içerisinde kendisini yaşatamamalıdır, barınamamalıdır. Halkımız bunların kendisini barındırmasına asla müsaade etmemelidir. Bu işbirlikçi-ihanetçi ajan çizgiye karşı çok güçlü bir toplumsal, siyasi mücadele yürütülmelidir. Özellikle aydınlar, Kürdistan’daki yurtsever çizgide olan tüm partiler, örgütler, yapılar, aşiretler, kesimler buna karşı çok güçlü bir tutum almalıdır.
Bu, gerçekten halkımızın geleceği açısından büyük bir tehlike oluşturuyor. Halkımızın, halklarımızın özgür ve demokratik geleceğini tehdit ediyor. Ben bu temelde herkesi daha güçlü tutum almaya çağırıyorum.
HİZBULKONTRA JİTEM’İN BİR KOLU OLARAK KULLANILDI
Hizbulkontra, Türkiye Özel Harp Dairesi’nin örgütlediği bir güçtür. JİTEM ile birlikte yıllarca çalıştı. JİTEM’in bir kolu olarak, tetikçi gücü olarak 90’lı yıllarda Kürdistan’da yurtseverlere karşı kullanıldı. Binlerce yurtsever bu Hizbulkontra eliyle çok vahşi bir biçimde katledildi.
Birçok aydın, birçok dindar insan, yurtsever, Kürt toplumu bu biçimiyle sindirilmek, iradesi kırılmak, teslim alınmak istendi. Kürdistan’da büyük bir korku yaratılmak istendi. Bu tetikçi güç, JİTEM’in kolu olarak bu biçimde yurtseverlere ve Özgürlük Hareketine karşı kullanıldı. Bu açık. Uluslararası komplo geliştiğinde, Önder Apo tutsak alındığında hareketin tasfiye olacağı umuduna kapıldı Türk devleti. “Artık Öcalan’dan sonra bu hareket ayakta kalamaz. Bu yapı da başımıza bela olabilir. Çünkü hepsi azılı bir vahşi katile dönüşmüş” denildi ve o yüzden JİTEM ve Özel Harp eliyle bunlara bazı suikastlar yaptırıldı. Gaffar Okan suikastı, aslında JİTEM’in, Özel Harp’ın bir planıydı. Bunlara bilinçli yaptırıldı ve bazı suikastlar daha yaptırıldı. Devleti, bunlar gerekçe yaparak Hizbulkontra’nın üzerine gitti. Zaten liderleri öldürüldü, bazıları öldürüldü, geri kalanlar da tutuklandı. Devlete tehdit oluşturur kaygısıyla bu biçimde etkisiz hale getirilmeye çalıştı. İçeride tutuldular yıllarca.
HİZBULKONTRA’YI KÜRTLERE KARŞI KULLANMAK İSTİYORLAR
Şimdi baktılar PKK tasfiye olmadı. Komplo sonrası da Önder Apo’nun direniş çizgisinde, demokratik ulus paradigmasında büyüyerek, yayılarak mücadelesini sürdürdü. Gerçekten bölgeselleşen bir hareket haline geldi, evrenselleşen bir hareket haline geldi. AKP de, Erdoğan da hareketi tasfiye etmek için, Kürt Soykırımı politikasını sonuca götürmek için iktidarda tutuluyor. Yıllardır savaş yürütüyorlar harekete karşı, her türlü yol yöntemle. Sonuç alamadılar ve Türk devleti tekrar bu kontra yapıya ihtiyaç duydu. İçeride tutukladığı Hizbulkontra üyelerini serbest bıraktı. Onlara alan açtı Kürdistan’da, bir sürü maddi imkan sağladı. En son genel seçimlerde AKP listesinden 4 Hizbulkontra üyesini de meclise taşıdı. Belediyeleri kazanmak için Batman başta olmak üzere Mardin’de, Amed’de, Kürdistan’ın bazı kentlerinde devletin desteğiyle çok ciddi bir çalışma yürüttüler. AKP-MHP faşist rejimi her türlü imkanı bunlara açtı. Bazı yerlerde de, sözde vekil olarak seçilen kişiler de esas olarak AKP oylarını bunlara kaydırdı.
Meclise koymak, meşruiyet kazandırmak, bunları Kürdistan’da meşrulaştırmak ve çalışma zemini oluşturmak için bunu yaptı. Şimdi tekrar bunları sahneye çıkardı ve sürekli görünür kırmaya çalışıyor. İşte Malazgirt yıl dönümünde götürdü. Ahlat’ta Erdoğan, Devlet Bahçeli, Hizbulkontra’nın lideri ve Türk ordusunun kuvvet komutanları ortak bir poz verdiler. O resim neyi ifade ediyor? O resim, Kürt düşmanı, soykırımcı sömürgeci, Türk faşist devletinin resmidir. İşte bu Hizbulkontra’nın lideri de o resmin karesinde yer aldı.
Hizbulkontra baştan beri Özel Harp Dairesi’nin bir örgütlemesiydi. JİTEM’le birlikte çalıştı. Şimdi yeniden ihtiyaçları var. Çünkü hareketle baş edemiyorlar. Her türlü silahla savaştılar, sonuç alamadılar. Tekrar buna ihtiyaç duydular. Şimdi aldılar bu Hizbulkontra’yı, bu tetikçi gücü; yine o kareye yerleştirdiler. Şimdi hem siyasi alanda hem askeri alanda bir güç olarak Özgürlük Hareketi’ne karşı, yurtsever Kürt halkına karşı kullanmak istiyorlar. Hemen sonrasında zaten Hizbulkontra liderinin hızlı bir biçimde Hewlêr’e gelişi, Başûr’daki diğer kontra yapıyla, ihanetçi-ajan şebeke lideriyle bir araya gelmesi de zaten bu resmi tamamlıyor.
Hizbulkontra’nın Kürtlükle, İslamiyetle yakından uzaktan hiçbir alakası yoktur. Bunların İslamiyetle de yakından uzaktan hiçbir ilişkisi yoktur. Bunlar Kürt halkının dini duygularını istismar ediyor. Kürt halkının dini duygularını sömürüyor sadece. Din maskesi altında bunu yapıyor. AKP de yıllardır din maskesiyle İslamiyeti istismar ederek adeta İslamiyeti bir silah olarak Türkiye toplumu üzerinde, Kürt toplumu üzerinde, Ortadoğu toplumu üzerinde kullanmaya çalışıyor. Erdoğan’ın nasıl dini imanı para ve iktidarsa, Hizbulkontra’nın dini imanı da Türk devletine tetikçilik yapmaktır. İktidar da diyemeyeceğim. Çünkü onlara öyle iktidar miktidar da vermezler. Tetikçiler bunlar. Kullanacaklar, ondan sonra tasfiye edecekler. İşi bitti mi tasfiye edecekler.
HALKIMIZ HİZBULKONTRA’YA KARŞI GÜÇLÜ MÜCADELE VERMELİDİR
Halkımız bu konuda, bu paramiliter güce karşı halka düşman, soykırıma ortak, soykırım politikalarının, soykırım savaşının bir parçası haline gelen bu güce karşı çok güçlü bir mücadele vermelidir. Özgür basın bunu çok fazla teşhir etmelidir. Ben özgür basının bu konudaki çabalarını çok yetersiz buluyorum. Bu çok tehlikeli bir yapıdır. Şu anda Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi ile baş edemiyor. 10 yıldır soykırım savaşı yürütüyor. Her türlü teknikle, her türlü kirli yol ve yöntemle bunu yürütüyor. Kimyasal silah da kullandı, termobarik bomba da kullandı. Her türlü silah kullanıyor, her türlü yapıyı kullanıyor. KDP’yi de yanına aldı, DAİŞ’i de saldırttı, Irak’ı da ortak etmiş. Yine sonuç almayacağını düşünüyor ki, Hizbulkontra’yı şimdi siyasi alanda, askeri alanda tekrar sahneye çıkardı. Hizbulkontra şimdi Başûrê Kurdistan’da da ciddi örgütleniyor. Ajan örgütlüyorlar Başûrê Kurdistan’da. Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de ajan örgütlemeye çalışıyorlar. Her yerde çok yoğun bir ajan örgütlemesi geliştirmeye çalışıyorlar. O yüzden Başûrê Kurdistan’da da ofis açmışlar. Özel Savaşçı MİT, Barzaniler ve Hizbulkontra 24 saat her gün toplanıyor. Toplantı, planlama yapıyor ve o temelde harekete geçiyor. Özgürlük Hareketi’ne karşı günlük olarak planlama yapıp savaşıyorlar. Buna karşı çok ciddi siyasi, ideolojik, toplumsal mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Bu çok tehlikeli bir yapıdır.
ULUSLARARASI GÜÇLER AKP YOLUYLA ORTADOĞU’YU KONTROL ETMEK İSTEDİLER
AKP 2002’de bir amaç, bir hedef temelinde iktidara getirildi. AKP bir ABD, İngiltere ve İsrail projesidir. İktidara getirilmesinin temel bir nedeni de Özgürlük Hareketini tasfiye etmek. Kürdistan’da ve Ortadoğu’da 2000’li yıllarda tüm demokratik devrimci dinamikleri ortadan kaldırmak istiyorlardı. 3. Dünya Savaşı’nın geldiği aşama da bunu gerekli kılıyordu. Uluslararası Komplo da zaten 3. Dünya Savaşı’nın önemli bir aşamasında geliştirildi. ABD Ortadoğu’ya, Irak merkezine ciddi bir müdahale yapacaktı ve komployu geliştirdiler. Özgürlük Hareketi’nin ve bölgedeki devrimci demokratik güçlerin 3. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı kriz ve kaos ortamından yararlanmasını istemediler. Hem Kürdistan’da demokratik bir devrimin gelişmesini istemediler hem de demokratik bir Ortadoğu devriminin gelişmesini istemediler. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi uluslararası kapitalist modernite, küresel kapitalist emperyalist sistem açısından bir tehlike, sorun olarak görüldü. Dolayısıyla AKP’yi iktidara getirdiler.
AKP yoluyla hem Kürdistan’da dini kullanarak Kürtleri kontrol altına almaya çalıştılar hem de dini kullanarak İslam alemini… Ortadoğu toplumu ekseriyetle zaten İslam dinine inanıyor. Ortadoğu’yu AKP yoluyla Türkiye üzerinden Ortadoğu’yu kontrol etmek istediler. Dolayısıyla Ortadoğu müdahalesini bu tarzda bunun zeminlerini, koşullarını oluşturarak rahat bir biçimde gerçekleştirmek istediler. Dolayısıyla bir proje olarak AKP geliştirildi. Bir proje olarak Türkiye’de AKP iktidara gelirken, elbette AKP’nin de Türkiye derin devletiyle ciddi bir ilişkisi vardı. Zaten AKP derin devletle birlikte iktidara geldi. AKP, derin devletten bağımsız olarak iktidara gelmedi. Derin devlet projesiydi aynı zamanda. Derin devlet de zaten NATO’nun Gladio yapısıdır Türkiye’de. Bunu zaten söylemeye bile gerek yok. Dolayısıyla şimdi bunu gerçekleştirmek için, bu hedeflere ulaşmak için baştan itibaren AKP DAİŞ’i örgütlemeye başladı, DAİŞ’i örgütledi. Kürdistan’da da DAİŞvari yapıları örgütlemeye çalıştı. Ortadoğu’da DAİŞ örgütlemelerine gitti. Ve derin devlet de Türkiye Gladio’su da AKP’yi destekledi, önünü açtı. Bu temelde böyle bir süreç geliştirdi.
AKP BÜYÜK BİR ÇÖKÜŞÜ YAŞIYOR
İşte o iki buçuk yıl süren diyalog süreci de -bazı kesimler buna çözüm süreci diyor-, bir taktikti. Çünkü ciddi anlamda AKP iktidarı o dönemde ciddi bir krize girmişti. Devrim olmuştu, dengelerini bozdu, her şeyi alt üst etti. Fethullah Gülen cemaatiyle ciddi bir çatışmaya girmişlerdi. Gerilla mücadelesi çok güçlenmişti. Devrimci Halk Savaşı çok ciddi zorluyordu. Bütün bunlar iktidarı çok sarsmıştı. Böyle taktik bir süreç geliştirdi. Fakat hiçbir zaman hedefinden şaşmadı AKP. AKP, bu süreçte tüm argümanlarını tüketti. 2015’ten sonra da zaten iktidardan düştü. İktidardan düşünce de 15 Şubat sözde darbe girişimini tertiplediler. İleride gerçekler açığa çıkacak. Erdoğan bu işin içindeydi. Kontrollü bir biçimde, buna ihtiyaçları vardı. Onun üzerinden sıkıyönetim ilan ettiler ve her şeye el koydular. Tüm devlete el koydu AKP. MHP ile de ittifak geliştirdi. Kendi ideolojisi ve anlayışı temelinde Türkiye’nin tüm kurumlarını, tüm yapısını ordusuyla, polisiyle, yargısıyla, meclisiyle, eğitimiyle, her şeyle yeniden yapılandırma çabası içerisine girdi. O temelde de yeni bir anayasa yapmak istedi. Böyle faşist, diktatöryal anayasal bir sistemi Türkiye’de oturtmaya çalıştı. “Yeni Türkiye yüzyılı bu olacak” dedi. Tarih olarak da, hedef olarak da 1071 Malazgirt Zaferi’nin 1000’inci yıl dönümünü de hedef gösterdi. O yıla kadar “AKP, hegemonyasını tam tesis edecek” dedi. “Erdoğan da ikinci Atatürk olacak” dedi. Böyle bu motivasyonla, böyle bir amaçla yola çıktı.
Peki, gelinen aşama ne? Gelinen aşama tam bir çöküş. Tabii bütün bunlara ulaşmak için ne yapması gerekiyor? Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmesi gerekiyor. Engel, Özgürlük Hareketi. Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeden Kürt soykırımını sonuca götüremez. Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeden, Kürt soykırımını sonuca götürmeden Türkiye’de faşist, diktatöryal anayasal bir sistemi tamamen inşa edemez. Buna göre bir toplum yaratamaz. Bir kurumsallaşmayı her yerde geliştiremez. Çünkü Hareket, güçlü mücadele etti. Kürt halkı çok büyük bir direniş geliştirdi dostlarıyla birlikte. Ve AKP-MHP faşist iktidarı, işte Türkiye’nin derin devleti Gladio, özellikle 2015’ten bu yana yürüttü Türkiye’yi. AKP bir bütün olarak MHP’leşen bir çizgide bu süreci götürdü.
ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN TASFİYESİ İÇİN AKP’Yİ AYAKTA TUTUYORLAR
Gelinen aşamada AKP de büyük bir çöküşü yaşıyor. AKP içerisinde zaten çok ciddi bir erime yıllardır var. AKP’ye inanan, AKP’yi liberal, demokrat sanan, gerçekten Türkiye’nin sorunlarını, Kürt sorunu başta olmak üzere çözeceğine inanan birçok Kürt, birçok liberal kesim zaten AKP’nin maskesi düştükten sonra, gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra, AKP’nin de bir Gladio olduğu, Gladio’nun bir ittifak gücü olduğu ortaya çıktıktan sonra ondan koptu. AKP’nin etrafında rantçı, talancı, ırkçı, şoven, faşist kliklerin hepsi toplandı.
Şimdi bunlar arasında da bir güç çatışması var. Şu anda Türk devleti içerisinde AKP-MHP-Ergenekon-DAİŞ ittifakı içerisinde, rejimi içerisinde de bir güç çatışması var. Rant paylaşımında sorun var. Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için, Kürt soykırım politikalarını sonuca götürmek için ısrarla AKP’yi ayakta tutuyorlar, Erdoğan’ı iktidarda tutmaya çalışıyorlar ki, bu planı sonuca götürsünler. O çatışmaların üstünü sürekli örtüyorlar, sürekli böyle farklı gündemlerle gündem saptırıyorlar.
AHLAT’TAKİ RESİM AKP-MHP İKTİDARININ ÇÖKÜŞÜNÜN RESMİDİR
Mesela dikkat edin; AKP medyası, günün 24 saat sürekli Gazze-İsrail’i veriyor. Kendisi bir soykırım savaşı yürütüyor, her gün katliam yapıyor, Kürtlere zulüm uyguluyor ama bütün bunların üstünü örtüyor. Türkiye’de büyük bir ekonomik çöküntü var, korkunç bir yoksullaşma var, çöküş var, bunun üzerini kapatmaya çalışıyor. Korkunç bir ahlaki çöküş var; bunun üzerini kapatmaya çalışıyor. Korkunç bir siyasi kriz var, devlet içi çatışma var, bunun üzerini örtmeye çalışıyor. Her yerde tepki var, işçiler, emekçiler, çevreciler, emekliler ayağa kalkmış; herkes isyan halindedir, toplum cinnet getiriyor, aileler toplu intihar ediyor. Yani bütün bunların üstünü örtmek için tek gündemi var. Diyor; bugün yarın 3. Dünya Savaşı çıkabilir, 3. Dünya Savaşı’nı tartışıyor. Halbuki 35 yıldır 3. Dünya Savaşı var. Bütün bunların üstünü kapatmak için Gazze’yi tartışıyor, Gazze-İsrail savaşını tartışıyor. Her gün CHP’de kim cumhurbaşkanı olacak sorusunu tartışıyor. Her gün terörle mücadeleyi, hareketle mücadeleyi tartışıyor. Her gün silahların, SİHA’ların propagandasını yapıyor. Bütün bu sorunların üstünü örtmeye çalışıyor, gündemi saptırmaya çalışıyor. Bu, çöküşün ifadesidir, çöküşün itirafıdır. Bu, Türkiye’deki çöküşün çok açık bir resmidir. Ahlat’taki resim de Türk soykırım rejiminin AKP-MHP- Hizbulkontra-Ergenekon rejiminin çöküşünün resmidir. Bunun ilanıdır. Orada Kürtlere diyor; “ben bu ittifakla bu soykırım politikalarını sonuca götüreceğim. Seni katledeceğim, seni soykırımdan geçireceğim, seni bitireceğim.” Fakat gerçek o değil. Gerçek, kendi bitişinin fotoğrafıdır o. Kendi bitişinin ilanıdır. Gerçek budur. Şu anda çökmüş bir devlet var Türkiye’de. Ve isyan halinde olan, her yerde parça parça patlayan, ayağa kalkan bir toplumsal hezeyan var, bir toplumsal isyan hali var; bunun üstünü örtmeye çalışıyorlar.
CHP BEKLENTİLERE CEVAP VERMEDİ
CHP, toplumun desteğiyle 31 Mart yerel seçimlerinde çok önemli bir başarı sağladı, Türkiye’nin birinci partisi haline geldi. Ve toplumun da beklentileri oluştu doğal olarak. Toplum destek verdi çünkü. Kürtlerde de bir beklenti oluştu. Özellikle Kürt sorununun çözümüne dönük, savaşa, tecride karşı tutum almasına dönük bir beklenti oluştu. CHP’nin yerel seçimlerden bu yana yaklaşık 5,5 – 6 aya yakın bir zaman geçti. CHP’nin performansına bakalım, siyaset, anlayış ve tarzına bakalım; çok başarılı olduğu, bu beklentilere cevap verdiği söylenemez.
CHP, yerel seçimlerden sonra 2,5 ay normalleşme, sözde yumuşama tartışmalarıyla gündemi doldurdu. Adeta zaman kaybettirdi. AKP-MHP faşist rejimine de zaman kazandırdı. Onların biraz bir nebze de olsa nefes almalarını sağladı. Zamanı gerçekten çok yersiz bir biçimde, kötü bir biçimde harcadı. Hatta böyle toplumda da ne yaptığı anlaşılmayan dengesiz bir siyaset yürütüyor, eleştirilerine yol açtı.
Günümüze kadar da kim cumhurbaşkanı olacak, şu mu olacak, bu mu olacak; bu tartışmalarla gündemi doldurmuş durumdadır. Çok gereksiz ve yersiz bir gündem. Böyle bazı mitingler yapıyor, toplumun bazı sorunlarını, açlık, yoksulluk sorunlarını gündeme getirmeye çalışıyor, daha çok ekonomi üzerinden bir gündem oluşturmaya çalışıyor. Bu da temel bir sorundur ama AKP-MHP, Türkiye’nin bütün ekonomik kaynaklarını savaşa akıttı. Türkiye’nin ekonomisini çökertti. Çok ciddi bir ekonomik krizin, bunalımın, buhranın olduğu bir gerçektir yani. Çok ciddi bir yoksullaşma, açlık Türkiye’de yaşanıyor; bu bir gerçek. Elbette bu da temel bir sorun ama bu sorun bir sonuçtur. Kürt soykırım savaşının yol açtığı bir sonuçtur. Ekonomi, savaşla çökertildi. Şimdi bu da bir gerçek. Bunu derken Türkiye’nin ekonomik sorunları, toplumun yoksulluğu, açlığı gündeme girmesin, bunun üzerinden iktidar, rejim teşhir edilmesin, bu temelde muhalefet yapılmasın demiyoruz. Elbette bu da yapılmalı. Fakat çok oportünist, son derece liberal bir çizgide, bu rejimi, bu iktidarı çok fazla zorlamadan bir siyaset yürütüyor.
TECRİDE, SAVAŞA KARŞI TEK BİR AÇIKLAMALARI YOK
Öyle gerçekten toplumun beklentilerine cevap oluşturan bir muhalefet tarzı yok. Şu anda Türkiye’nin en temel sorunu ne derseniz, Türkiye’nin en temel sorunu kesinlikle Kürt sorunudur. Bütün bu sorunların, devletin bu kadar çökmesinin nedeni de Kürt sorunudur. Kürtleri tasfiye etmek, Kürt soykırım politikalarını sonuca götürmek için devleti tüm kurumlarıyla çökerttiler. Toplumu yoksulluğa, açlığa mahkum ettiler. Savaştır, Kürt sorunudur bunun merkezinde. Mesela CHP’nin, Kürt sorununun temel bir sonucu olarak gelişen Önderlik üzerindeki tecride karşı tek bir kelimesi, tek bir cümlesi yoktur. CHP’nin gerçekten tecride karşı tutumu nedir? Büyük bir hukuksuzluk var burada. Türkiye hukuku, devlet hukuku şu anda uygulanmıyor. Adaletten, hukuktan bahsediyor CHP. Ne adaleti hukuku? İmralı’da hukuk uygulanmazsa sen Türkiye’ye nasıl hukuk getireceksin? Türkiye’de nasıl hukuk uygulayacaksın?
Savaş var. Türkiye’nin temel bir sorunu savaştır. Kürt inkarı, imhası olduğu için korkunç bir soykırım savaşı yürütülüyor. Savaşa karşı CHP’nin tek bir tutumu, tek bir sözü yoktur. Bir cümle kurmuyor yani. Kürt sorununun çözümüne dönük tek bir politikası, tek bir sözü yoktur. Türkiye’nin temel sorunları konusunda politika yürütmeyen, siyaset yapmayan, muhalefet yapmayan bir parti radikal muhalefet yapamaz ki, bu faşist iktidara karşı radikal mücadele yürütemez ki! Bu konuda sınıfta kalmış durumdadır CHP. Gerçekten CHP muhalefetinden çok fazla bahsedilemez.
DEMOKRATİK SİYASET HERKESİ DEĞİŞTİRİYOR
CHP’nin gündeminde değişim tartışmaları var. Değişen CHP, değişen Türkiye sloganları var. Elbette CHP, bu devleti kuran partidir. Bu devletin kuruluş felsefesi, ideolojisi CHP’nin kuruluş felsefesi ve ideolojisidir. CHP, bu kuruluş felsefesini ve ideolojisini güncellemeden, bu tekçi, merkeziyetçi, inkarcı, imhacı kuruluş felsefesini ve ideolojisini değiştirmeden, aşmadan yeni bir CHP yaratamaz, dolayısıyla yeni bir Türkiye de yaratamaz. Şimdi Sivas’ta tüzük kurultayı yapıyorlar, sonra program kurultayı yapacaklar. CHP’yi yeniden yapılandıracaklar, yeni bir değişime gidecekler. Bazı değişikliklere de gittiler. Örneğin eşit temsiliyet. İşte demokratik siyasetin mücadelesi, demokratik siyasetin yarattığı bir sonuçtur bu. Bütün sistem içi partilerde bile bir değişim yaratıyor. Bugün CHP eşit temsiliyeti tartışıyorsa, yarın CHP’de de eş başkanlık sistemini, belediyelerde de eş başkanlık sistemini adım adım tartışmak durumunda kalacak. Yani demokratik siyaset, özgürlük mücadelesi gerçekten herkesi değiştiriyor. Herkes kendi çıkarı temelinde ele alıyor ama ciddi bir değişim de yaratıyor.
SİVAS’TAKİ CHP KONGRESİ ANLAMLIDIR
Ondan öte CHP’nin gerçekten programında nasıl bir değişimi olacak? CHP Kürt sorununa dönük nasıl bir program, nasıl bir strateji ortaya koyacak? Tüzük ve program kurultayının Sivas’ta yapılması da önemlidir. Yani Sivas Kongresi olduğunda, Sivas Kongresi Kurtuluş Savaşı öncesi yapılan bir kongreydi. Ve Kurtuluş Savaşı verilmeden önce Kürt-Türk ittifakı sağlandı bu kongreyle. Kurtuluş Savaşı, Kürt-Türk ittifakı sağlandıktan sonra, Türklerin ve Kürtlerin, Türkiye’de yaşayan diğer farklı kimlikten toplulukların ortak mücadelesiyle Kurtuluş Savaşı kazanıldı. Bugün Çanakkale’de Türk evlatların mezarı kadar Kürt evlatların da mezarları var. Türkiye’nin, Cumhuriyet’in kuruluşunda Kürtler de çok büyük bedel ödedi. Dolayısıyla Türkiye ortak vatandır. Türklerin, Kürtlerin, Türkiye’de yaşayan tüm halkların ortak vatanıdır. Bu anlamda tabii anlamlıdır Sivas’ta yapılması, böyle bir mesajın verilmesi. Belki de Ahlat’a karşı da bir mesaj oluyor, bilemiyoruz. Ahlat’ta Erdoğan’ın verdiği mesaja karşı da CHP’de, kendi cephesinde böyle bir mesaj da veriyor olabilir. Fakat bunun içeriği önemli, bunun uygulaması önemlidir.
Mesela Sivas Kongresi’nden sonra Türkiye’de yapılan 1921 Anayasası çok demokratik bir anayasadır. 1921 Anayasası Kürdistan’da muhtariyeti kabul eden, özellikle otonomiyi kabul eden bir anayasadır. Şimdi CHP yeniden değişim, yeniden dönüşüm, “yeni CHP ile yeni Türkiye” diyorsa, o zaman CHP kuruluş felsefesini ve ideolojisini güncellemelidir. Gerçekten CHP, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında Kürt sorununun demokratik çözümüyle, Türkiye’yi demokratikleşme hedefiyle, anlayışıyla mücadele etmelidir, muhalefet etmelidir. İktidarı da bu anlayışla hedeflemelidir. Yoksa ne CHP değişir, dolayısıyla ne de -CHP’nin deyimiyle- Türkiye değişir. Yani değişim olacaksa bu temelde olması gerekiyor. Yoksa şimdiye kadar CHP’nin verdiği mücadele ve muhalefet tarzıyla ne CHP’de ne de Türkiye’de herhangi bir değişim olmaz. Bu bir gerçektir.
SİSİ’YE YAKINLAŞMASI KÜRT HAREKETİ KARŞISINDAKİ YENİLGİSİYLE BAĞLANTILI
Bu yakın süreçte Erdoğan’ın Sisi’yle de bir görüşmesi oldu. Daha önce biliyorsunuz; köprüleri atmıştı, her türlü hakareti yapmıştı Sisi’ye. “Darbeci”den tutalım her türlü lafı söylemişti. Şimdi görüştüler. Elbette bunun nedenleri var. Bu, iktidarın yaşadığı çöküşle, çözülüşle alakalı bir durumdur. Kürt Özgürlük Hareketi karşısında verdiği savaşta yaşadığı büyük bozgunla, yenilgiyle alakalı bir durumdur. Sonuç alamıyor. Artık bölge ülkeleriyle, herkesle arasını iyi yapmaya çalışıyor. Bir biçimde herkesten yararlanmaya çalışıyor. Sisi’yle görüşmesinin temel bir nedeni de aslında budur.
Şimdi tartışıyorlar. Esas olarak şunu değerlendiriyorlar; “Doğu Akdeniz’de, Mısır’la ilişkiler bozuk olduğu süreçte Mısır, Doğu Akdeniz’de çok ciddi bir ilerleme kaydetti. Büyük bir hakimiyet alanı oluşturdu. Enerji hatları, anlaşmaları yapıldı. Birçok denklem kuruldu ve Türkiye bunun dışında tutuldu. “Şimdi bizim bir biçimde bu denkleme dahil olmamız lazım. Doğu Akdeniz’de yine inisiyatifi ele geçirmemiz lazım. Dolayısıyla Mısır’la da görüşerek bizim de bu denklemin içerisinde yer almamız lazım bir biçimde” diye daha çok buna odaklıyorlar. Elbette bu da var. Bu gözardı edilemez. Gerçekten Türkiye, özellikle Kızıldeniz-Doğu Akdeniz üzerinde oluşturulacak projeler ve oluşturulan denklemler içinde çok yer almadı, dışında tutuldu. Zaten 7 Ekim Hamas saldırısının arkasında Türkiye’nin olmasının temel nedeni de oydu. Bu planları ve projeleri sabote etme temelindeydi. Elbette bu boyutu var. Fakat esas bir boyutu da Sisi yoluyla aslında Şam’ı Türkiye’nin çıkarları, politikaları temelinde yumuşatmak istiyor. Kürt soykırım politikaları temelinde Şam’ı Kürtlere karşı savaştırmak, düşman bir pozisyon alması temelinde de Sisi yoluyla Esad’ı motive etmeye çalışıyor. Bir pozisyon almasını sağlatmaya çalışıyor. Esas temel neden budur.
Kürtlere karşı bir soykırım saldırısı yürütüyor. Bölgede de bir neo Osmanlı politikası, yayılmacı bir politika yürütüyor. Mısır’ın da tarihsel olarak Arap ülkeleri içerisinde çok önemli bir yeri var. Her zaman böyle lider pozisyonda olmuş bir devlet. Bu anlamda Mısır’ı da etkisizleştirme, sessiz bırakma temelinde bir çaba içerisindedir. Bunu görmek lazım. Şam ile ilişkilerle de bağlantılı bir durumdur.
TÜRKİYE RUSYA’NIN KÜRTLERE KARŞI POZİSYON ALMASINI İSTİYOR
Şimdi aynı çalışmayı aynı çabayı Rusya ile yürütüyor. Rusya’da Ukrayna Savaşı’ndan kaynaklı Türkiye ile ilişkilere önem veriyor. İhtiyaç duyuyor, ticaret yapıyor Türkiye ile. Türkiye’nin Ukrayna’ya desteğini kendince bir biçimde azaltmaya çalışıyor. Türkiye bir NATO ülkesidir. Böylelikle NATO’yu Amerika başta olmak üzere Batı blokunu biraz dünyasını dengelemeye çalışıyor. Kendine göre Rusya’da bir politika yürütüyor. Aynı çeşitli biçimlerde ihtiyaç duyuyor. Rusya’nın da bir Suriye politikası var. Biraz Türkiye’nin çıkarlarını gözeterek de bir Suriye politikası yürütüyor. Suriye’nin de çıkarlarını gözetiyor. Şimdi Kürtlere dönük de bütün bu çıkar politikaları üzerinden bir politika yürütüyor. Tamamen Kürtleri Rusya’ya da düşmanlaştırmak istemiyor. Şimdi böyle bir denge politikası kendince yürütmeye çalışıyor. Türkiye ise Rusya’nın Kürtler karşısında daha fazla pozisyon almasını istiyor.
Rusya’nın mevcut politikası şu. Rusya Rojava’ya, “rejime teslim ol” diyor. Türkiye’ye de diyor, “Adana mutabakatını güncelle, rejimle birlikte Kuzey ve Doğu Suriye sorununu hallet. Tek başına bu işi yapma. Rejimle anlaşarak bu işi yap. Bunun çözümü de Adana mutabakatıdır. Bu mutabakatın güncellenmesidir. Bu, ortak işbirliğini içeren bir mutabakattır. Birlikte bu işi yürüt.”
Türkiye de Adana mutabakatını güncellerken çok şeyi buna katmak istiyor. Çok daha fazla taviz almak istiyor. Tamamen Kuzey ve Doğu Suriye özellik yönetimini tasfiye etme, Rojava Devrimi’ni tasviye etme, Kürtleri soykırımdan geçirme hedefinde. Bu alanda Suriye üzerinde de hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Yıllardır zaten Suriye’yi yakıp yıktı.
RUSYA TÜRKİYE’NİN SOYKIRIMCI POLİTİKALARINA ORTAK OLMAMALI
Kuzey ve Doğu Suriye derken ABD’nin de bir politikası var. ABD de Kuzey ve Doğu Suriye’ye, “Türkiye’ye teslim ol, KDP’ye teslim ol” diyor. Onlarla da böyle bir politika yürütüyor. Şimdi Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi üzerinde, güçleri, halkları üzerinde böyle bir politika yürütülüyor. Çok kirli bir politikadır.
Burada Rusya’nın rolü elbette şu olmalı. Rusya, Suriye’de önemli bir güçtür. Çok ciddi üsler kurdu. Rejimle de ilişkileri çok iyidir. Rejimin ayakta kalmasında da ciddi bir rolü var. Bu bir gerçektir. Türkiye ile de ilişkileri var. Fakat bu kirli çıkar ilişkileriyle, Kürtler buna kurban edilmemelidir. Suriye halkları buna kurban edilmemelidir. Bu Rusya’nın çıkarına da değil, Rusya halkının da çıkarına değil. Yani doğru olan, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile Esad rejiminin uzlaşması ve anlaşmasıdır. Suriye’nin demokratikleşmesi temelinde müzakere ile çözülmesidir. Türkiye’nin bu soykırımcı, işgalci ve ilhakçı, yayılmacı politikalarına karşı tutum alınmasıdır. Bunlara daha fazla müsaade edilmemesidir. Bu politikalara daha fazla ortak olunmamasıdır. Buna son verilmesidir.
Türkiye kirli bir politika yürütüyor. Herkesten faydalanmak istiyor. Rusya, Suriye’de etkili bir güçtür. BRICS içerisinde de Rusya’nın çok önemli bir başat ağırlığı var. Türkiye’yi üye olarak da kabul edebilirler muhtemelen. Artık dünya koşulları da değişmiş. Tek merkezli bir dünya sistemi yok. Çoklu güç merkezleri oluşuyor. 3. Dünya Savaşı’nın bu aşamasında çoklu güç merkezlerinin oluşacağı daha fazla belirginlik kazanıyor. Dünya biraz bu temelde dizayn ediliyor. Artık 20. yüzyıl siyasi sistemi çökmüş durumdadır. Tüm dünyada uluslararası kurumlar iflas etmiş durumdadır. İşte BM’nin bu kadar etkisiz olması, uluslararası kurumların bu kadar etkisiz olmasının temel bir nedeni de budur. Şimdi NATO’yu tekrar güçlendirmek istiyorlar. Çünkü zayıfladı.
TÜRKİYE BRICS ÜYELİĞİYLE RUSYA’DAN DAHA FAZLA FAYDALANMAK İSTİYOR
20. yüzyıl sistemleri, siyasal sistemi tüm ittifak yapılarıyla aslında ciddi bir çöküşü, iflası yaşadı. 21. yüzyılda 3. Dünya Savaşı’nın bu yeni aşamasında -bu artık çok önemli bir aşama ve bir son aşamasıdır- bölge yeniden dizayn edilecek. Bölgedeki siyasi dengeler yeniden kurulacak. Bölge siyasal sistemi yeniden dizayn edilecek. O anlamda dünyada çoklu güç merkezleri de oluşuyor. Öyle Soğuk Savaş sürecinde; 20. yüzyılda olduğu gibi böyle bloklara, katı şeylere dayalı bir dünya da artık yok. Çoklu güç merkezleri de oluşuyor. Şimdi Türkiye bu gerçeğe göre de hareket ediyor. Ben hem NATO’da olurum, hem AB’de adaylık için kendimce bir gündemi oluştururum ama hem de BRICS’de de olabilirim; Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika’da her yerde ittifak geliştiririm, politika yürütürüm, herkesten faydalanırım, diyor.
Özellikle şimdi buna girmesinin çok temel bir hedefi de Kürt soykırımını sağlamada, Rojava Devrimini tasfiye etmede Rusya’dan daha fazla faydalanma çabasıdır. Rusya başta olmak üzere diğer güçlerden faydalanma çabasıdır. Temel bir nedeni de elbette ki bu çağ, bu dünya gerçeğidir. Türkiye bütün dünyanın desteğini alarak Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşıyor. Kürtlere karşı bir savaş veriyor. Bu savaştan sonuç almayacak. Bu, Türkiye’nin daha fazla yıkımını getiriyor. Kesinlikle yıkımını getiriyor. Türkiye’nin her güç tarafından çok kötü bir biçimde kullanılmasını getiriyor, güdümüne girmesini getiriyor. Bu, büyük bir yıkım oluyor Türkiye açısından. Daha önce de belirtmiştik, Önderliğimiz de çok güzel ifade etmişti; Kürdün yokluğu üzerinden Türk var edilemez. Kürdün soykırımı üzerinden yeni bir Türkiye yüzyılı yaratılamaz. Mezopotamya’da Kürt yoksa Anadolu’da Türk de olamaz. Türkiye bu politikayla, Kürt soykırım politikasıyla, bu yayılmacı politikayla kesinlikle Türkiye’yi büyük bir yıkıma götürüyor, Türkiye’yi büyük bir yok oluşa götürüyor. Bu bir gerçektir. Bu 10 yıllık süreçte bunu çok net bir biçimde ortaya koymuştur.
TÜRKİYE’DE BİRLEŞİK BİR EKOLOJİ HAREKETİ GELİŞMELİDİR
Ekolojik mücadele çok önemli bir mücadeledir. Çağımızın da, günümüzün de en temel mücadelesidir. Çünkü gezegenimiz yok ediliyor. Ülkemiz yok ediliyor, talan ediliyor, yıkılıyor. Coğrafya tüm kültürüyle, tarihiyle, her şeyiyle ortadan kaldırılıyor. Coğrafya yok edilirse insan yok olur. İnsanlık yok olur, yaşayamazsın. Bu gezegen olmasa sen yaşayabilir misin? Yaşayamazsın. Su olmasa, toprak olmasa, hava olmasa, güneş olmasa yaşayamazsın. O açıdan ekoloji mücadelesi çok önemlidir. Ve şu anda Türkiye’de de büyük bir ekolojik yıkım var.
Kürdistan’da da zaten soykırımın bir parçası olarak büyük bir yıkım var. Türkiye’de büyük bir talan politikası var. En son Hopa’da da bir insan katledildi. Ekoloji hareketini, çevre mücadelesini sindirmek için, insanların iradesini kırmak için bu katliamları da yapıyor. Gözdağı veriyor.
Asla geri adım atmamalıdır. Bu konuda Kürdistan’da ve Türkiye’de birleşik bir öz savunma, ekoloji hareketi gelişmelidir. Çok güçlü bir mücadele yürütülmelidir. Ve bu mücadele birleşik yürütülmelidir. Yoksa toplumun, insanın yaşayacağı ne temiz bir toprak, ne temiz bir su, ne temiz bir hava, ne ağaç kalacak. Yani coğrafya, mekan kalmayacak, yok olup gidecek.
Toplumdaki cinnetin bir nedeni de budur. Bütün şehirler betonlaşmış. Yeşil yok, temiz bir hava yok, oksijen yok. Hem ekonomik yıkım hem çevre yıkımı toplumun doğasını, genetiğini, psikolojisini, ruhsal yapısını bozuyor. İnsanı insan olmaktan, toplumu toplum olmaktan çıkarıyor. Buna karşı da çok güçlü, birleşik bir ekolojik mücadelenin yürütülmesi gerekiyor.