HABER MERKEZİ-
Türk devleti kimi kodlar temelinde kurulmuş, şekillenmiş ve günümüze kadar da bu kodlar temelinde varlığını sürdürmüştür. Her şeyden önce kuruluşu itibarıyla tekçiliğe ve inkara dayandığı için bir özel savaş rejimi olarak şekillenmiştir. Bu anlamda karakteri faşizmdir. Dönem ve süreçlere göre değişen, sadece bu faşizan rejimin tonu olmuştur. Kara faşizm, beyaz faşizm, yeşil faşizm olarak da lanse edilen tüm bu dönemlerde öz hiç değişmemiştir. Kürt’ün, komünistin, sosyalistin ve kendisini Türk olarak lanse etmeyen tüm toplumsal, etnik ve dini yapıların inkarı ve ırkçılık temelinde tekçi bir Türk ulus devlet yapılanmasını açığa çıkarma amaç ve gayesi esas özü teşkil etmiştir. Bu öze ulaşma temelinde oluşturulan bir özel savaş rejiminin adı oluyor Türkiye Cumhuriyeti.
Katliam, asimilasyon, göçertme, demografik değişim, yozlaştırma bu özel savaş rejiminin en temel uygulamaları olmuştur. Hiçbir dönem bu gayeye hizmet etmeyen sivil siyasetin önü açılmamıştır. Tam tersine sivil siyaset olarak kendini lanse eden tüm iktidar yapılanmaları esasta bu özel savaş rejiminin bir aparatı olmanın ötesinde bir anlam ifade etmemiştir. Derin devlet olarak da lanse edilen, esasta bu özel savaş merkezi olmuştur. Ancak özel savaş rejiminin aparatı da olsa amaca hizmet etmeyen, kendisine verilen misyonu yerine getiremeyen, bu anlamda demokratik sol aydınlanmanın önüne geçemeyerek rejim için bir beka sorunu oluşturan iktidarlara da darbe mekaniği ile sürekli müdahalelerde bulunulmuş, askeri zor ve faşizan baskı ile rejim için oluşan tehdit bertaraf edilmek istenmiştir.
BAŞTAN BAŞA BİR DARBELER TARİHİ
Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti tarihi, baştan başa bir darbeler tarihidir. Yani bu tekçi, ırkçı ve inkarcı öze dayanan özel savaş rejimine karşı Kürtler, sosyalistler ve demokratların sürekli bir mücadelesi olmuş ve bu anlamda rejim her daim beka sorunu yaşayarak ve bunu ortadan kaldırma adına askeri müdahalelere başvurarak varlığını korumayı esas almıştır. 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 darbesi ve 12 Eylül 1982 darbesi bilinen ve etki düzeyi en yüksek olan, açıktan rejime el koyma biçiminde hayata geçirilen darbeler olmuştur. Ancak esasta ise yüzlerce süreci darbe olarak nitelemek en doğrusudur. Muhtıralar, tehditler, kimi fiili durumlarla açıktan el koyma biçiminde değil de var olan siyasi yapıya ayar verme, hizaya çekme temelinde özel savaş rejimini aşan bir sivil siyasete hiçbir zaman müsaade edilmemiştir.
100 yıllık bir süreç boyunca kendisini her yönüyle kurumsallaştırarak bugüne getiren Türk özel savaş rejimi, esasta darbe dinamiğine dayanarak ve askeri zoru toplumun başında Demokles’in kılıcı gibi sallayarak, kendi varlığını koruyup güvenceye almıştır. Bu darbelerden en önemlisi, kapsamlısı ve toplum üzerinde kalıcı izler bırakanı, kuşkusuz 12 Eylül faşist cuntası olmaktadır. O günden bugüne 42 yıllık sürece damgasını vuran bu faşist cuntayı anlamadan güncele takılı yaklaşım ve bakış açıları ile bugünü anlamak mümkün değildir. O dönemde tutuklanarak zindana atılan MHP’nin kurucusu, derin devletin ve NATO Gladyosunun en etkili elemanı faşist Alpaslan Türkeş “Biz içerdeyiz ama fikirlerimiz iktidardadır” demekteydi. Bugünde iktidar AKP gibi görünse de gerçekte derin devletin bugünkü en has elemanı ve yapısı Bahçeli ve MHP esas iktidardır, hayat bulan onların düşüncesidir. Kuşkusuz bu 42 yıllık sürecin bu denli bir bütünlük ve süreklilik temelinde ele alınıp yürütülmesinin nedenleri vardır. O açıdan ister Kürt halkının özgürlüğü bağlamında isterse Türkiye’nin demokratikleşmesi bağlamında olsun bugün yaşanan, tüm toplumsal sorunları anlamanın ve çözüm gücü olmanın yolu 12 Eylül darbesinden bugüne yürütülen süreci bütünlüklü ele almak ve doğru anlamlandırmak olmaktadır.
HEP MEŞRULAŞTIRILMAYA ÇALIŞILIYOR
12 Eylül darbesinin nedenleri olarak kimi hususlar hep vurgulanıyor. Siyasi istikrarsızlık, ekonomik sebepler, bu temelde alınan ve hayata geçirilmek istenen 24 Ocak ekonomik kararları, siyasi cinayetler, güvenlik sorunları, SSCB’nin Afganistan işgali, İran İslam Devrimi gibi dış etkenler vb. kimi gerekçeler ortaya konularak esasta bu faşist darbeye bir meşruiyet kazandırılmak istenmektedir. Elbette o dönem de Türkiye’de çok ciddi toplumsal, siyasal, ekonomik krizler yaşanmaktaydı. Demirel’in başbakanken “70 Cent’e muhtacız’’ sözü yaşanan krizleri açıkça ortaya koymaktadır. Ancak içeride ve dışarıda yaşanan bu krizlerin hepsi ne tek başına ve darbenin esas nedenidir ne de bunlar yaşanıyor diye böylesine faşist bir darbeye meşruiyet kazandırabilir. O açıdan darbenin esas nedenini doğru ortaya koymak, sonraki tüm sürecinde doğru anlaşılmasını beraberinde getirecektir.
Öncesi olmakla birlikte Türkiye’de sosyalizm fikriyatının toplumsallaşması ve toplumu etkilemesi süreci esasta 1960’lar sonrasıdır. Türkiye’deki radikal solun 68 Kuşağı olarak tanımlanması da bu nedenledir. 60’ların sonlarına gelindiğinde öğrenci gençlik öncülüğünde sosyalizm mücadelesi artık rejimi tehdit eder boyuta gelmiştir. Var olan iktidarlar bunun önüne geçememekte, Türkiye’de Devrim koşulları hızla olgunlaşmaktadır. Bu durumu varlığına ciddi bir tehdit olarak gören özel savaş rejimi 12 Mart 1971 darbesiyle yönetime el koyar ve elindeki askeri zora dayanarak Türkiye devrimci gençlik mücadelesini tasfiyeye girişir. Tümden tasfiye etmese de Önderlerini idam ederek, büyük kısmını zindana atarak ve toplumu korku cenderesine alarak önemli oranda zayıflatıp, kendi varlığı için tehdit olmaktan çıkarır.
1973-74 yıllarından itibaren bir yandan sol örgütler yeniden toparlanmaya çalışırken, diğer taraftan Önder Apo öncülüğünde özgürlük mücadelesinin temelleri atılır. Önce ideolojik grup olarak başlayan bu yeni çıkış, hızla gelişir. 76 sonrası Kürdistan’a dönüş kararı ile mücadele tüm Kürdistan’da boydan boya hızla yayılır. 1978 yılında partileşme ve Hilvan-Siverek başta olmak üzere askeri eylemselliğe başlama süreci özel savaş rejimini oldukça ürkütür. 1938 Dersim isyanını bastırdıktan ve 42 yıllık baskı ve asimilasyon süreci ile artık Kürtlerin bir daha mücadele edemeyeceğini düşünen rejim, ortaya çıkan Apocuları ve PKK’yi oldukça önemser ve daha gelişmeden tasfiye etmeye yönelir. Önce Maraş Katliamı ile darbeye giden yolu döşer, sıkıyönetim ilan eder. O dönemde içeride ve dışarıda yaşanan tüm kriz ve siyasal durumları da gerekçe yaparak darbeye altyapı oluşturup meşruiyet kazandırır ve 12 Eylül 1982 günü ise Türk ordusu yönetime el koyar. Nasıl ki 12 Mart faşist darbesinin temel amacı Türkiye’de gelişen sosyalist mücadeleyi bitirip tasfiye etmekse, 12 Eylül darbesinin temel amacı da Önder Apo öncülüğünde hızla gelişen Kürt Özgürlük Mücadelesini daha büyümeden ezmek ve tasfiye etmektir. Bu anlamda 12 Eylül faşist darbe rejimi esasta PKK’yi bitirme üzerinde kurgulanmış ve günümüze kadar da taktik ve stratejileri değişse de yaşanan savaş süreci tümüyle bu amaca hizmet etmiştir. Dolayısıyla bütünlüklü bir süreçtir ve bugün de yaşanan süreç 12 Eylül faşist darbesinin devamı niteliğindedir.
BUGÜN YIKIMIN EŞİĞİNDE
12 Eylül faşist cuntasının Türkiye ve Kürdistan toplumunda etkileri oldukça derin ve kalıcı olmuştur. Faşizan her türlü uygulamayı sınırsız kullanan, toplumun üstüne karabasan gibi çöken, her türlü toplumsal ve demokratik nüveyi kendisine tehdit olarak gören ve yok etmeye yönelen, Kürt soykırımını kalıcı olarak sonuca götürmek isteyen, bunun için en kirli özel savaş yöntemlerini hayata geçirmede sakınca görmeyen dört başı mağrur bir faşist özel savaş kurumlaşması 42 yıldır başarıya gidememiştir. PKK ve onun şahsında Kürt Özgürlük Mücadelesini yok etmek isteyen, bunu varlığı için en büyük tehlike olarak gören ve tüm dünya gericiliğini de arkasına alarak tasfiyeye yönelen Türk özel savaş rejimi, PKK’nin destansı mücadelesi ile bugün yıkımın eşiğine getirilmiştir.
12 Eylül faşist cuntası Kürt soykırımını esasta Amed zindanında sonuca götürmek istemiş, bu amaçla insanlık tarihinde eşi benzeri görülmeyen bir vahşet uygulamasıyla içeriye aldığı on binlerce yurtsever, sempatizan ve PKK kadroları şahsında Özgürlük Mücadelesi bitirilmek istenmiştir. Ancak Önder Apo’nun ortaya çıkardığı büyük düşünce gücü temelinde devrimci inanç, bağlılık, kararlılık ve irade faşizmin vahşetine galebe çalmış, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Ali Çiçekler şahsında gelişen fedai direniş faşist darbe rejimine ilk yenilgiyi tattırmıştır. Zindan direnişi gerilla mücadelesinin zeminini yaratıp direnişi büyütme çağrısı olmuş, mücadele 90’larda halklaşarak yenilmez bir duruma gelmiştir. Bugün Önder Apo’nun İmralı Direnişi öncülüğünde, Kürdistan dağlarında fedai çizgide gerillanın yürüttüğü ve Türk özel savaş rejimini çöküşe götürdüğü mücadele aynı zamanda 42 yıllık 12 Eylül faşizminin yıkılışını ifade etmektedir.
12 Eylül faşizmine karşı 42 yıldır kesintisiz yürütülen bu destansı mücadelenin esas yaratıcısı ve yol göstericisi Önder Apo, güç kaynağı kutsal şehitlerimiz olurken mücadelenin her alanın da öncüsü ve belirleyicisi konumunda olan Kürt gençliği olmuştur. Apocu Hareket bir gençlik hareketi olarak ortaya çıkmış, öyle şekillenmiş bu anlamda gençlik her daim mücadelenin esas yürütücüsü, zafer teminatı olmuştur. 12 Eylül faşizmi güçsüz, iradesiz, sorgulamayan, kendisine kayıtsız şartsız biat eden, ırkçı, milliyetçi bir gençlik şekillendirmek istemiş ancak bunda başarılı olamamıştır. Önder Apo bu faşist amacı bozmuş, iradeli, sorgulayan, sosyalist bilinçle donanan, direngen, mücadeleci bir devrimci gençlik kuşağını ortaya çıkarmayı başarmıştır. Zindanda faşizme karşı direnen de, teslim olmayan da, dağda silahlı mücadeleyi geliştiren de, toplumsal mücadelenin öncülüğünü yapan da işte bu Apocu gençlik olmuş, destansı direnişi ve kahraman şehitleri ile Kürt Halkının ve ilerici insanlığın umudu olmayı başarmıştır.
GÜNCELDEKİ SÜRDÜRÜCÜLERİNİ YENİLGİYE UĞRATMAK
Kapitalist Modernitenin tüm yozlaştırma ve insanlıktan çıkarma yaklaşımlarına, Türk Özel savaş rejiminin tüm çürütme ve dejenere etme politikalarına karşı Kürt gençliği, Önder Apo’nun felsefesi temelinde özünde insan olmakta ısrarın ifadesi olmakta, bu anlamda tüm insanlığın değerlerini temsil etmektedir. Pek çok ulustan devrimci, sosyalist gencin PKK saflarına katılması, Önderlik paradigmasını esas alması ve PKK’yi insanlığın kurtuluş öncüsü görmesi bu gerçekliğin ifadesi olmaktadır. Bu anlamda Apocu gençlik, faşizme karşı direniş kadar insanlığın feyiz aldığı ve umudu haline getirdiği Önderlik paradigması temelinde belirlenen Demokratik Konfederal Sistemi ve Demokratik Ulusu inşa etme görevinden de kendisini sorumlu görmeli, faşizmi yıkarken alternatifini oluşturmanın da öncülüğünü yapmayı esas almalıdır.
Yine dönem stratejimiz olan Devrimci Halk Savaşı sürecine en aktif ve öncü düzeyinde katılım gençliğin görevi olmaktadır. Devrimci Halk Savaşının bilincini oluşturma, örgütünü kurma ve toplumsal eylemsellik ve meşru savunma ayağını örgütleme gençliğin temel dönemsel görevi olmaktadır. 42 yıllık Kürt soykırım rejimi olarak şekillenen 12 Eylül faşist darbe yönetiminin günceldeki sürdürücülerini yenilgiye uğratmak, Önderliğin özgürlüğü temelinde halkımızı özgürleştirmek ve bölge halkları ile demokratik ulus anlayışı temelinde özgür bir gelecek yaratmak ancak bu temelde mümkün olacaktır.