BEHDÎNAN- KJK Koordinasyonu Üyesi Çiğdem Doğu, Kürt gençlerinin Avrupa’da başlatacağı uzun yürüyüş eylemine dikkat çekerek, “Bu yürüyüş de gerçekten çok anlamlı ve önemli. Özellikle Kürt gençlerinin Önder Apo’yu sahiplenmesi, dostlarımızın, enternasyonal gençlerin bu hamleyi sahiplenmesi, bu yürüyüşe katılması gerçekten çok anlamlı. Bu yürüyüş tabii ki bir kendini özgürleştirme, gençleri özgürleştirme yürüyüşüdür. Bu vesileyle ben bu gençlerimizin, gençlik örgütümüzün organize ettiği bu yürüyüşe de bütün gençleri davet ediyorum, çağırıyorum. Gerçekten güçlü bir eylem olmalı, radikal ve etkileyici bir eylem olmalı.” dedi.
KJK Koordinasyonu Üyesi Çiğdem Doğu, Jîna Emînî’nin 2 yıl önce İran “Ahlak Polisleri” tarafından katledilmesi ardından Rojhilatlı kadınlar öncülüğünde başlayan ve tüm dünyaya yayılan “Jin Jiyan Azadî” serhildanının 2’inci yılı, Amed’in Rêzan (Bağlar) ilçesine bağlı Tavşantepe köyünde 8 yaşındaki Narin Güran’ın katledilmesinin politik ve ideolojik boyutu ve birinci yılına giren “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesine ilişkin Medya Haber Tv’ye değerlendirmelerde bulundu. Söyleşinin tamamı şöyle:
Öncelikle yıl dönümü vesilesiyle başta Jîna Emînî olmak üzere onun şahsında bu serhildanlara katılan ve orada şehit düşen, bu serhildanlara katılıp da idam edilen tüm özgürlük mücadelecisi insanlarımızı saygıyla, sevgiyle ve minnetle anıyorum.
Jin, Jiyan, Azadî sloganı, Önder Apo’nun da belirttiği gibi, çağımızda sihirli bir formül olarak ortaya çıkan bir formül. Bu son yıllarda birden ortaya çıkan bir gerçeklik değil. Bunun ortaya çıkartmış olduğu bir mücadele geleneği, bir direniş mirası var. Şunları soruyoruz. Kadınlar açısından isyan nasıl gelişmeli? Yapılan bütün bu haksızlıklara ve zulme karşı, aşağılamaya karşı nasıl bir isyan geliştirilmeli?
Jin, Jiyan, Azadî felsefesi ve zihniyeti etrafında gelişen bir mücadele geleneği var. Kürdistan’da gelişen kadın hareketinden, kadın ordulaşmasından başlayarak bugüne kadar yürütülen bir mücadelemiz var. Mücadelemiz bir açıdan hem özgürleşen kadın kimliği-kişiliği ama bir yandan da özgürleşmek isteyen, bunun için mücadele eden bir erkek kimliğini de ortaya çıkarttı.
Bugün çok yoğun ve zorlu bir savaş süreci içerisindeyiz. Evet, biz sömürgeciliğe karşı savaşıyoruz. Biz arkasında NATO’nun olduğu bir güce karşı savaşıyoruz. Bu sömürgeciliğe karşı savaş aynı zamanda özgür kadını, özgür erkeği, özgür bir toplumu, özgür bir yaşamı yaratma mücadelesi oluyor. Bu vesileyle bunları da vurgulamak istiyorum.
KADINA VE ÇOCUĞA KARŞI ÇOK CİDDİ BİR SAVAŞ YÜRÜTÜLÜYOR
Türkiye açısından ya da o zemin üzerinden biraz daha değerlendirirsek tartışmamız belki daha konu odaklı gidebilir. Türkiye’deki kadına dönük katliamlar gerçekten zirvesini yaşıyor. Son olarak Narin’in katledilmesiyle birlikte herkesin daha fazla tartıştığı bir konu olarak gündeme geldi.
Türkiye’deki çocuk katliamı, kayıp ve tecavüz rakamları 2023’e geldiğimiz zaman neredeyse 250 bini aşan bir düzeye gelmiş. Düşünelim; 2023 yılı içerisinde 250 binden fazla çocuk ya katledilmiş, ya tecavüze uğramış ya kaybolmuş. Bu bir savaş bilançosudur.
Kadına karşı bir savaş gerçekliği var ama çocuklara karşı da çok ciddi yürütülen bir savaş gerçekliği var. Türk devletinin bize karşı yürüttüğü bir savaş var. Biz bu savaş bilançosuna bile baksak, böyle bir rakam yoktur. Sadece Türkiye sınırları içerisinde… Bunun doğusu batısı da yok, kuzeyi güneyi de yok. Nereye baksak böyle bir katledilme gerçekliği ile karşı karşıyayız. Özellikle çocukların katledilişi çok ağır bir durumdur. Narin’in katledilmesi üzerinden bunlar biraz daha görünür hale geldi. Bir kız çocuğunun 8 yaşında katledilmesi ilk değil. Mesela daha yeni Tekirdağ’da 2 yaşındaki bir çocuğa tecavüz edildi. Ağrı’da Leyla, Rabia Naz vardı. Daha yüzlerce, binlerce çocuk aslında hep gündemimize geldi. Bu hafızayı canlı tutmak çok önemli.
Gündeme geliyor, tartışılıyor, kınanıyor. “Hesabını soracağız, peşine düşeceğiz” denilip aslında hep bir yerde bırakılıyor. Dolayısıyla her bir durum ortaya çıktığında sanki ilk defa olmuş gibi. Ya da öyle geliyor. Ama bu da çok hem trajik hem de çok kötü bir durum aslında.
NARİN KÜRDİSTAN’I HATTA TÜRKİYE’Yİ İFADE EDEN BİR GERÇEKLİKTİR
Bu katledilme olaylarını biraz bütünlüklü değerlendirmek gerekiyor. Türk televizyonlarında da çokça tartışılıyorsa da, sanki toplumu dedektif haline getirip, işte ortada bir cinayet var, bu cinayette amca mı suçlu, baba mı suçlu, anne mi suçlu, komşu mu bilmem işçi mi, şu mu bu mu suçlu diye bir senaryo var. Olayın gerçek nedeni nedir, bunun arkasındaki ideolojik siyasi gerçeklik nedir, ve bir bütün Türkiye’de yaşanan bütün bu cinayetlerle katledilmeyle alakası nedir; bunlardan kopartıp sanki bir dedektif filmi izlercesine bir tablo ortaya çıkıyor. Bu çok tehlikeli bir şey. Çünkü bu bireysel bir durum değil ya da bir aileyi ilgilendiren bir durum değil. Bu, bir bütün Kürdistan’ı ilgilendiren bir durumdur.
Narin aslında neyi ifade ediyor? Narin 8 yaşındaki bir kız çocuğudur. Narin aslında Kürt halkını temsil eder. Narin Kürdistan’dır. Daha da genelleştirirsek; Narin aslında Türkiye’dir. Türkiye’nin çocuklarıdır. Binlerce, milyonlarca çocuğu ifade eden bir gerçekliktir. Bu gerçeklik çok karanlık bir biçimde katledildi. Daha da karartılmaya çalışılıyor gördüğümüz kadarıyla. Peki bunu neyle izah edeceğiz? Narin niye katledildi? Bunu böyle salt teknik boyutuyla; “Narin şunu gördü de bundan böyle oldu” gibi ele almak çok yanlış.
Bir kız çocuğunun katledilmesinin ne gerekçesi olabilir? 8 yaşında, bu kadar canlı, bu kadar neşeli, hayat fışkıran bir kız çocuğu. Bu kızın katledilmesinin nasıl bir nedeni olabilir? Soruyu böyle sormak da çok yanlış. Çocuklar katledilemez, kadınlar katledilemez, insanlar katledilemez.
KÜRTLERE KARŞI YÜRÜTÜLEN SAVAŞTAN BAĞIMSIZ DEĞİLDİR
Narin’in katledilmesini Türkiye’de yaşanan Kürtlere karşı yürütülen savaştan, kadınlara karşı yürütülen savaştan, çocuklara karşı yürütülen savaştan bağımsız ele almak mümkün değildir. Bunu yaptığımız anda, aslında her ne kadar iyi niyetle peşine düşeceğiz, bunun faillerini de hesap soracağız desek de yapamayız. Neden? Çünkü gerçek düşman kimdir, yani gerçekten bunun failleri kimlerdir; bu soru bir muamma olarak ortalıkta kalıyor.
Türkiye’deki kriz gerçekliği bunalımı da aşan bir şey. Mesela bu krizin sosyolojik yapısı nedir? Nasıl bir sosyolojik gerçeklik açığa çıkarttı? Bunu mutlaka sorgulamamız lazım. Türkiye’de nasıl bir sosyoloji var? Kürdistan’a nasıl bir sosyoloji dayatılıyor gibi konuları esastan tartışmak gerekiyor. Bir dedektif gibi değil de ideolojik, politik, ekonomik olarak bu olayın gerçekliğini ele almakta fayda var. Dolayısıyla bu katletme olayını Kürdistan’da yürütülen sömürgeci savaştan bağımsız ele alamayız. İnsanlar nelere alıştırıldı mesela? Türkiye’de insanlar nelere alıştırıldı? Kürt insanları, Kürt halkı neye alıştırılıyor? Bunu çözümlemek çok önemli. Mesela Narin bir çuvalın içerisine konuldu, çok vahşi, çok vicdansız ve insafsız bir biçimde götürülüp derenin kenarına bir taşın altına konuldu. Bu çuval neleri çağrıştırıyor; gerçekten biraz düşünmek lazım.
Mesela birkaç ay önce Meclis’te hayvanları katletme yasası çıkartıldı AKP MHP öncülüğünde. Ve o yasanın çıkmasıyla birlikte her sokakta çuvala konulmuş hayvan ölüleriyle karşılaştık.
Kürdistan’da bize karşı yürütülen savaşta birçok kere o sarı torbaları gösterdiler. Bir savaştır; karşılıklı savaş içerisinde elbette ki ölümler de oluyor ama ölümü böyle göstere göstere, katletmekten zevk duyar gibi milyonlarca insana göstere göstere yapmak elbette ki bir psikoloji, bir sosyoloji yaratıyor. İnsanlar bu sarı torbalara alıştı, insanlar çuvallara alıştı. İnsanlar birilerinin sokak ortasında katledilmesine alıştı. Döve döve bir kadının öldürülmesine alıştılar. Bir çocuğun istismar edilmesine alıştırıldılar. Türk devletinin, özellikle de AKP-MHP hükümetinin Kürdistan’da yürüttüğü savaş gerçekten çok kirli bir ortam yarattı. Bu savaş alabildiğine milliyetçiliği kışkırttı. Bugün görüyoruz; her yerde Kürtçe konuşuyor diye, Kürtçe şarkı söylüyor diye, halay çektikleri için insanlar cezalandırılıyor.
Elbette ki temiz, dürüst Müslüman halkımız açısından tabii ki çok farklı, onları aynılaştırmadan ifade ediyorum ama dini kendi çıkarları için kullanan tarikatlar, çete örgütleri, DAİŞ’vari yapılanmalar, mafya örgütlenmeleri var. AKP-MHP faşist hükümetinin Kürtlere karşı yürütmüş olduğu savaşta işte böyle bir çeteleşme açığa çıktı ortaya. Bunlar toplumu zehirliyor, her şeye alıştırıyor. Kürtleri, kadınları öldürmeye alıştırıyor mesela. Çocukları öldürmeye, çocukların tecavüz edilmesine alıştırıyor. Dikkat edelim; zaten bütün bu katliamları yapan kişilerle Süleyman Soylu’nun mutlaka bir fotoğrafı vardır, MHP’li kesimlerle mutlaka bir alakası vardır, fotoğrafları vardır. Ahbaplarıdırlar. Milliyetçilikle cinsiyetçilik, kadına karşı düşmanlık çok paralel bir biçimde ilerliyor. Ne kadar milliyetçiliği kışkırtıyorsa farklılıklara, halklara karşı, başta Kürt halkı olmak üzere çok yoğun saldırıyor. Ama bir yandan kadın da bir farklılıktır, bir iradeyi ifade eder. Bir yandan aynı biçimde kadınlara karşı yönelimde görüyoruz. Dolayısıyla böyle bir tazyik var.
KATİLLER AHLAT’TA FOTOĞRAF ÇEKTİRENLERDİR
Narin kayboldu mesela. Görüyoruz ki bu ailede uyuşturucu meselesi, fuhuş meselesi, silah kaçakçılığı meselesi var. Hüda Par’la ilişkiler var. Kur’an kurslarının çok çirkin bir biçimde kullanılması meselesi var. Ama olaya bakıyoruz; Narin 19 gün boyunca bulunamadı. Burada bir karartma çabası oldu. Allah’tan Ensarioğlu konuştu da olayın AKP ile, Hüda Par’la bağlantısını itiraf etti. Onun söylemesi çok iyi oldu. Aslında dünyanın başka bir ülkesinde böyle kimliği olan bir insan böyle bir laf etse kesinlikle hakkında dava açılır. Kesinlikle tutuklanır. Ama kimse bunun hesabını sormuyor. Herkes eleştiriyor. Ama eleştirmek ayrı, hesap sormak ayrı bir şey. Neden bunun hesabını vermez? Ama görülüyor ki orada bir şey saklanıyor. Çünkü çok politik bir olay, çok politik bir durum var.
O köy de tartışmalık bir pozisyonda. Fakat orada yaratılan bir sosyoloji var. Hizbulkontra partisini aldılar, yasal bir parti konumuna getirdiler. Biz biliyoruz, bunun arkasında o var. AKP ile Hüda Par’ın ittifakı var. DAİŞ’le ittifakı var yani. 26 Ağustos’ta sanırım “Malazgirt Zaferi” diye kutlama yaptılar Ahlat’ta. Hepsi el ele verip ellerini kaldırdılar, fotoğraf çektirdiler. Aslında o fotoğraf, Narin’i öldüren fotoğraftır. Olayın politik örgüsünü, politik muhatabını en iyi anlatan, ifade eden, hani katil kim diye sorarsak; katil bu fotoğraftakilerdir. Katil Erdoğan’dır. Katil Devlet Bahçeli’dir. Katil işte o Hizbulkontra Partisi’nin başkanıdır. Bizim açımızdan netleşen bir şeydir bu. Yok amcası yapmış, yok dayısı yapmış, annesi bilmem ne. Olayı bu kadar magazinel bir şeye döküp de kimse o asıl katilleri bir muammaya dönüştürmesin. Bu da bir faili meçhule dönüşmesin. Faili meçhul illa ki cenazesi bulunamadı değil yani. Cenazesi bulunmuş ama faili yok. Failini yok ediyorlar, siliyorlar. Bu olay üzerinden buraya odaklayarak ifade etmek istiyorum ki, bütün katliamlar böyle. Kürtlere düşmanlık üzerinden yaratılan bir atmosfer ve bir sosyolojik gerçeklik var. Buna alıştırılan, uyuşturulan bir toplumsal gerçeklik var. Bunun üzerinden de olaylar muallakta kalıyor.
Geçtiğimiz ay Amed’de üç olay yaşandı. Seyyar satıcılar başları açık olan kadınlara, “o saçlarınızı örtün yoksa kafanızı koparırız, kafanızı keseriz’ dediler. Yine bir lokantada oturan kadınları dışarıya çıkardılar. Ve bunların hepsi polislerin gözleri önünde yapıldı. Bu tip olayların, saldırıların önünü kesecek olan bu mücadeledir. Sen kendini savunacaksın tabii ki. Kimdir geliyor seni sokağında, seni rahatsız ediyor? Diyor, sen havuza giremezsin, sen bunu yapamazsın. Bunlara bu hakkı veren kimdir? Biliyoruz ki devlettir. Ama sen ondan hesabını soracaksın.
Mehmet Ali Birand’ın yıllar önceki 32. Gün programında, aynı köye gidip, o köyde Hüda Par’ın katlettiği insanları bulmuşlardı. Böyle bir gelenekten de geliyor burası. Bu süreç şimdi de devam ediyor. Tabii bunu şimdi biraz daha farklı gerekçelerle kapatmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla kirli savaş ittifakının ortaya çıkarmış olduğu sonuçlardır. Bunlar ciddi işaretlerdir.
Bu köy, bu aile için “bu cinayet feodal yapılanmanın sonucu” falan diyorlar. Bu da çok gerçekçi olmayan, aslında çok isabetsiz bir değerlendirme. 20. yüzyılın tespitleriyle bunu değerlendiremezsin. 20. yüzyılın tespitleriyle sen Türkiye’yi değerlendiremezsin. Şimdi o köyde ne feodalizm kalmış ki! Kimse feodalizmle bu pisliği örtmeye çalışmasın. Orada AKP-MHP ve Hizbulkontra ortaklığının yarattığı kirli bir ortaklık var. Yani kirli bir ittifak, kirli bir saldırı var ve bu Narin’de patladı.
Hep deniyor ki Narin neye şahit oldu? Ben bundan ziyade şöyle düşünüyorum. Bir aile toplanıp da bir çocuğu öldürmeye karar veriyor. Narin öyle gözüküyor ki, aslında itaati kabul etmeyen bir kız. 8 yaşındaki bir çocuk ama aslında itaati kabul etmeyen bir kız. Çocuklara sus dersin, bazıları hemen susar, hiçbir şey söylemez. Bir çocuğu korkutarak susturabilirsin ama anlaşılıyor ki Narin aslında susmayan bir kız. Gerçekten itaat etmeyen bir kız.
AİLE GERÇEKLİĞİNDE ÇOK CİDDİ BİR KİRLENME SÖZ KONUSU
İşte burada da neden kadınlar katlediliyor sorusunu sormak lazım? Neden? Kadınlar reddettiği zaman katlediliyor. Kadınlar özgür yaşamak istediklerinde, erkeğin hakimiyetini istemediklerinde katlediliyorlar. Devletin dayattığı şeyleri kabul etmediklerinde katlediliyorlar. Narin belki 8 yaşındaki bir kız çocuğu ama zaten çocuklar özgürdür. Narin belki Kur’an kursunda bir şeylere itaat etmemiş olabilir. Narin aile içerisinde bir şeylere itaat etmemiş olabilir. Narin o köy ortamı içerisinde gördüklerini kabul etmemiş olabilir.
Deniliyor ki, mezarlıkta 3 tane mezar isimsizdir. Bunlar kimdi? Bir küçük köy içerisinde bu isimsiz olan kişiler kimlerdi? Kim bilir kaç insanı katlettiler? Kim bilir kaç insanı şiddetle susturuyorlar? Gözlerimizin önünde bir kadının yüzüne tokat atıldı. Böyle de hiçbir şeyden sakınmayan bir gerçeklik var. Dedik ya, bir sosyoloji yaratılıyor. Bu sosyolojide kutsal aile var. Zaten Ensarioğlu da dedi ki, “aile dostlarımızdır”. “Hassasiyetleri var” dedi mesela. Peki o kız çocuğundan daha önemli hassasiyet ne olabilir? Bu kirli ittifakın, bu kirli savaş ittifakının bir de böyle bir aile vizyonu var işte. Dolayısıyla en çok tartışılması ve reddedilmesi gereken şey de budur.
Burada şunu da vurgulamak isterim. Devlet de kalmamış. Her şey aslında AKP-MHP olmuş, Erdoğan olmuş. Yaratılan bu kutsal gerçeklikle, yaratılan kutsal aile aslında aynıdır. Kadın hareketlerinin bunu çok daha fazla tartışması gerekiyor. Kutsallaştırılan tek adam, tek başkan. Bu gerçeklikle kutsallaştırılan aile gerçekliği aslında çok kirletilmiş. Bir anne nasıl böyle olabilir? Bir baba nasıl böyle olabilir? Bir amca nasıl böyle olabilir? Burada aile gerçekliğinde bile çok ciddi bir kirlenme söz konusu. Bu kirli savaş ittifakının ortaya çıkartmış olduğu gerçeklikle Edirne’de de, Tekirdağ’da da, Antalya’da da, Trabzon’da da, Kürdistan’da da her yerde yaratılmış olan bu kutsal aile gerçekliğini çok iyi tartışıp buna karşı da mücadele yürütmemiz lazım.
Şimdi her yerde uyuşturucuları bunlar satıyor, bunlar dağıtıyor. Mafya dediğin kimdir? Mafya, devlettir zaten. Hepsi MHP’lidir. Tamamıyla devletle ortaklaşıyor. Bir yandan fuhuş, bir yandan uyuşturucuya alıştırma, bir yandan tamamen internet dünyasına hapsolmuş, düşünemeyen, sorgulamayan bir insan gerçekliği var. Tamamen kendi kültürel kimliğinden, kodlarından koparılmış, ahlaktan, politikadan koparılmış bir genç nesil yaratılmış.
Diğer yandan devlete bağlı olan tarikatlar var. Şüphesiz devlete alternatif olmak isteyen dini kesimler, örgütlenmeler de var; onları ayrı bir yere koyarak, halkımızın temiz dini duygularını ayrı bir yere koyarak söylüyorum. Devletin tamamen kendi siyasal kirli amaçları için kullandığı bir tarikat kesimi var. Bir yandan toplumun, ailenin ahlakını koruyalım diyorlar. Sen nerede ailenin ahlakını koruyorsun? Narin’in ailesinde nerede ahlak var? Gerçekten gözümüzün içine baka baka bir de yalan söylüyorlar. Bunlara bu kadar silahı veren kimdir? Bunlar silah ticareti, uyuşturucu ticareti yapıyorlar, fuhuş yapıyorlar. Bunlar köydeki en zengin topraklara sahip olan kesimler. Galip Ensarioğlu’nun dostlarıdır. Şimdi peki o zaman bu ailenin neresi kutsal? Mesela buradaki anneye, abiye bakalım. Baba iki dakikalık konuşmasında otuz üç kere devletten bahsetti, değil mi? Sen niye otuz üç kere devletten bahsediyorsun? Demek ki bu devlet senin pisliğinin de üzerini örtmüş. Bu babanın, bu amcanın neresi kutsal? AKP, Hüda Par ve DAİŞ ortaklığıyla Kürdistan açısından baktığımızda, işte bu işbirlikçilik, bu ihanet gerçekliği böylesi bir aile yapısını ortaya çıkartıyor. Bunu iyi görmek lazım.
DİNİ BÜTÜN AİLELERİMİZ DEVLETİN ÖRGÜTLEDİĞİ KURSLARIN YANINDAN BİLE GEÇMEMELİ
Halkımız elbette çocuklarına ahlak vermek istiyor. Bazı dini bütün ailelerimiz çocuklarını buna göre yetiştirmek istiyorlar ama nereye göndereceklerini bilsinler. Kuran kursuna mı göndermek istiyor; adresi belli olsun. Temiz yerlerimiz var; eğer göndermek istiyorlarsa oralara göndersinler. Ama böyle ne idüğü belirsiz, bilmem Hizbulkontra’nın, AKP’nin, devlete bağlı olan tarikatların örgütlediği kursların yanından bile geçmemeliler. Zaten halkımız böyle yerleri kabul etmemeli. Bir yandan fuhuşu, uyuşturucu, tecavüzü, kadın katliamlarını, çocuk katliamlarını yaygınlaştıran, bir yandan da din-Allah adına toplumu kirleten, bu kadar kutsal temiz olan değerleri de kirleten bir yapı var. Dolayısıyla bunlara karşı çok duyarlı, uyanık olunmalı ve kesinlikle mücadele edilmeli. Kesinlikle kimsenin hakkı yoktur.
Jin, Jiyan, Azadî sloganları atıldı Narin için yapılan eylemlerde. Çok anlamlıdır. Bunların hepsine, bütün bu katledilmelerin hepsine Jin, Jiyan, Azadî serhildanlarıyla cevap verilmelidir. “Jin Jiyan Azadî”, bir isyan ruhudur. Aslında bir öz savunma ruhudur. Kendini savunmaktır, çocuğunu savunmaktır. Kadın arkadaşlarını savunmaktır. Aslında bir anlamda kalmışsa ailenin güzel ve kutsal değerleri, onları savunmaktır. Ama şimdi korkunç bir saldırı var, dolayısıyla bunları politik olarak görmek lazım. Mesela AKP’nin çok kurnazca yaptığı bir şey de nedir? Diyor ki, bu olayı politikleştirmesinler. Dikkat ettiyseniz, Erdoğan ve tayfası “bu olayı politikleştirmesinler” dedi. Adli bir olay gibi ele alıyorlar. Bu çok politik bir olay. Dolayısıyla buna karşı da politik mücadele yürütmek gerekiyor. Buna karşı öz savunma mücadelesini vermek gerekiyor. Tıpkı Jîna Emînî’in katledilmesi ve onun şehadetinin ardından Jin Jiyan Azadî serhildanları geliştiyse her çocuğun ölümünde, her kadının ölümünde böyle serhildanlar olmalı ki bu kadınların, bu çocukların ölümlerinin önünü alabilelim. Bu yaratılmış olan, bu kirli ittifakın yaratmış olduğu bu gerçekliğe karşı dayatılan bu normalleştirme gerçekliğine karşı kesinlikle bizim mücadeleyi yükseltmemiz lazım. Başka yolu yoktur bunun.
DÖNEM ÖNDER APO’NUN İSYANI ÇİZGİSİNDE İSYAN ETME ZAMANIDIR
Jin Jiyan Azadî söylemi Kürdistani bir çıkıştır. PKK’nin çıkışı, Önder Apo’nun çıkışı Kürdistani’dir. Ama bir de kadın özgürlüğüyle çok doğrudan bağlantısı olan bir isyan gerçekliği var, ki Önderlik onu sık sık zaten ifade etmiştir. Mesela daha çocuk yaşlardayken kız arkadaşının çok küçük yaşlarda evlendirilmesini kabul etmediğini söylemiştir. Kendi kız kardeşlerinin bilmem kaç çuval buğday karşılığında çocuk yaşta evlendirilmesini yüreğinin kabul etmediğini söylüyor. Aslında ilk isyanı odur Önder Apo’nun. Dolayısıyla PKK gerçekliğinin ortaya çıkması, PKK içerisinden kadın mücadelesinin, Jin Jiyan Azadî felsefesinin çıkması biraz bununla bağlantılıdır.
Jin Jiyan Azadî belki üç kelimeden ibarettir ama hem Kürtler açısından hem de kadınlar açısından yeniden doğuşu ifade ediyor. Bir birey gerçekliği açısından da baktığımızda yeniden doğuşu ifade ediyor. Bir isyan çağrısı yani. Bu yüzden Önder Apo’nun isyanı öyle sıradan bir isyan olarak gelişmedi. Bu nedenle çok radikaldir. Bu nedenle de 26. yılını dolduran bir ağırlaştırılmış tecrit, soykırım sistemi içerisinde hapsediliyor Önderliğimiz. Bu kadar kadın özgürlüğünü savunduğu için, bu devletlerin kutsallığına, bu devletlerin aile kutsallığı adı altında her türlü köleliği, her türlü egemenliği dayatmasına karşı olduğu için hapsediliyor. Bu egemen sistemin temelleriyle köklü bir biçimde mücadele ettiği için, buna karşı isyan ettiği için tecrit bu kadar ağırlaşmıştır.
Önderlik hamlesi devam ediyor, yürüyor. Bu hamlenin daha da radikalleşmesi, daha da güçlendirilmesi, isyan ruhunun daha da yükseltilmesine ihtiyaç var. Çünkü bu o kadar ağırlaştırılmış bir soykırım sistemi herhangi bir isyanla aşılacak bir gerçeklik değil. Herhangi bir isyanla, herhangi bir eylemle, herhangi bir mücadeleyle, herhangi bir sözle, herhangi bir duayla değil; gerçekten herkesin seferber olduğu, örgütlü, bilinçli mücadeleyle aşılır. Bu sistemin esas dayattığı politikalar nelerdir diye düşünüp eyleme geçmeliyiz. Bütün bunların bilinci olarak ve böyle bir ruhla Önder Apo’ya fiziki özgürlük hamlesini yürütmemiz lazım. Dönem, Önder Apo’nun isyanı çizgisinde isyan etme zamanıdır. Bunu hem kadına karşı yürütülen saldırılar açısından hem de genel anlamda Kürdistan’a karşı yürütülen saldırılar açısından söylüyorum.
Ama bir de bütün dünya çapında kadınlar tehlike altında. Bütün dünya insanlığı, bütün doğa, hayvanlar, herkes çok büyük bir tehdit altında. Örgütlü kötülük olarak ifade edilen durum bu aslında. Sistem bunu yapıyor. Hegemon erkeklik sistemi ve kapitalist modernite güçleri, özellikle Türkiye açısından baktığımızda sömürgeci faşist sistem bunu çok örgütlü bir biçimde yapıyor. Bunu bir de topluma yayıyor. Toplumda bunun işbirlikçilerini yaratıyor. Toplumda bunun işbirlikçi erkek tiplemesini açığa çıkartıyor. Aslında her katliam yapan erkek bir Erdoğan’dır. Erdoğan şu anda cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi yönetiyor. Orada bir erkek tiplemesini açığa çıkarttı. Erkek egemen hiçbir iradeyi tanımayan, kadın iradesini, halkın iradesini tanımayan hatta yanındaki eski dostlarının bile iradesini tanımayan bir erkek tiplemesidir. Bir hegemon erkek tiplemesidir, sistem tiplemesidir, sömürgeci, faşist bir tiplemedir. Bunu erkek başta olmak üzere bir bütün topluma yayıyor. Kadın katliamlarını ve çocuk katliamlarını yapanların birçoğunun cezasız kalmasının bir nedeni de budur.
Verilere göre çocuğa karşı işlenen suçlarda 36 bin failden sadece 7 bini cezalandırılmış. 29 bin fail dışarıda elini kolunu sallayarak geziyor. Tabii bu sadece resmi rakamlar. Bunun dışında yargılanmayanlar var, resmi olarak kayıtlara geçmemiş olanlar da var. Organize bir sistem var yani. Hukukuyla, ekonomisiyle, mafyasıyla, çetesiyle, başkanıyla, cumhurbaşkanıyla, hükümetiyle, bakanlıklarıyla, bunun toplumdaki ayaklarıyla, tarikatıyla, fuhuş örgütleriyle, uyuşturucusunu yapanla, işte Hüda Par gibi bazı partilerle ve bir de işte toplumdaki dayanakları olan işbirlikçi kesimlerle bunları yapıyor. Kürdistan açısından özellikle ihanetçi bir tipoloji yaratılıyor. Böyle bir sosyoloji yaratılmak isteniyor. Bunun görülmesi gerçekten çok önemli.
Dolayısıyla bu noktada da Önder Apo, muazzam bir bilinç aydınlanmasını ifade ediyor. Hem Kürdistani olma, özgür Kürtlük anlamında ama hem de özgür kadınlık, özgür erkeklik anlamında gerçekten muazzam bir bilinç, moral, cesaret kaynağıdır Önder Apo. Ve isyanı bu yüzden de çok güçlüdür. Bu yüzden bu düşman bu kadar Önderlikten korkuyor. Bir cümlesinden korkuyor. Bir cümlesinin dışarıya sızmasından bu kadar korkuyor. Çünkü Önder Apo, isyan ruhudur.
HAMLEYİ ÖNDER APO’NUN İSYAN VE İNŞA RUHUYLA BÜYÜTMELİYİZ
Geçen yıl 10 Ekim’de enternasyonal dostların başlatmış olduğu hamle vardı; o hamle de birinci yılına girecek. Dolayısıyla birinci yıl dönümüne girerken hem Dünya’da hem Kürdistan’ın bütün parçalarında Kürt kadınlarının, Kürt halkının bir bütün yürütmüş olduğu bir hamle süreci. Bu hamle sürecinin bir çizgiyi, bir sınırı artık aşması gerekiyor. Bizim Önder Apo’nun daha fazla o İmralı’da kalmasına tahammülümüz kalmadı. Önder Apo bunu hak etmiyor. İnsanlık da bunu hak etmiyor. Kürt halkı da bunu hak etmiyor. Kadınlar olarak biz de bunu hak etmiyoruz. Dolayısıyla yapacağımız şey nedir? Bütün planlamalarımızı daha örgütlü, daha kitlesel, daha düşmanı adım attırmaya zorlayacak hale getirmeliyiz. Eylemleri böylesi bir baskıyı yaratacak bir dozaja ulaştırmak, bir düzeye ulaştırmak hepimizin insanlık görevidir. Biz kadınlar olarak da kadınlık görevidir, Kürtler olarak Kürtlük görevidir, temel görevimizdir. Dolayısıyla Önderlik hamlesini böyle bir ruhla, yani Önder Apo’nun isyan ve inşa ruhuyla, Önder Apo’nun radikal özgürlük ruhuyla, hem güçlü isyan eden ama aynı zamanda hem de güçlü alternatifini yaratan, bunun örgütlenmesini yaratan, bunun mücadelesini, bilinçlenmesini süreklileştiren ruhuyla büyütmek gerekiyor. Jin, Jiyan, Azadî gerçekliğiyle de daha da büyütmek gerekiyor.
İmralı, insanlık dışı bir sistemdir. Hep söylüyoruz ama bu bir slogan, bir propaganda değil. Gerçekten insanlık dışı bir mekanizmadır. Örgütlü kötülüğün zirvesi İmralı’dır. Zaten bütün kötülükler oradan dalga dalga yayılıyor. Dolayısıyla bu kötülüğü kaynağında kurutalım. Bu çağımızın dayatılan en büyük kötülüğünü, en büyük faşizmini, en büyük soykırımcı, sömürgeci rejimini kaynağında kurutalım. Kaynağı neresidir? İmralı’dır. O zaman bizim yeni döneme girerken bu Uluslararası Komplo’ya, bu İmralı rejimine son verecek noktayı koyacak adımları atmamız, mücadeleyi yükseltmemiz, eylemlerimizi daha da radikalleştirmemiz gerekiyor. Ben bütün bu mücadele sürecine katılan insanlarımızı, dostlarımızı, halkımızı, kadınları, özellikle de özgün boyutuyla kadın hareketleri olarak daha da güçlendirmeye ve daha da büyütmeye bir kez daha çağırmak istiyorum.
SALDIRILARA KARŞI POLİTİK VE ÖZ SAVUNMALI MÜCADELE VERMELİYİZ
Birçok gelişmenin iç içe geliştiği, her şeyin birbirini etkilediği bir sürecin içerisinden geçiyoruz. Tekrar vurgulamak isterim ki, bizim bütün saldırılara karşı hem genel anlamda Kürtlere karşı gelişen sömürgeci, soykırımcı, faşist saldırılara karşı ve hem de bir bütün kadına karşı geliştirilen savaş düzeyinde sistemli olarak geliştirilen bu saldırılara karşı politik ve öz savunmalı olarak mücadele etmemiz lazım.
Bütün bu saldırıların her birisi bir isyan, bir serhildan gerekçesidir. Narin, 10 tane serhildan gerekçesidir. Amed’teki o saldırılar, o küçük çocuklara tecavüz 100 tane serhildan gerekçesidir. Kadınların katledilmesi 100 tane serhildan gerekçesidir. Bir türkü söyledi diye Kürtlerin tutuklanması serhildan gerekçesidir. Bunları böyle rutin olaylar olarak görmeyelim. Kimse bunları rutin olaylar olarak görmesin. Mücadeleyi daha örgütlü, daha politik, daha öz savunmalı bir düzeye ulaştırmalıyız. Kadın hareketlerine çağrımız bu temeldedir. Bu temelde daha da ortaklaşmalıyız. Türkiyeli kadın hareketleriyle de Ortadoğulu kadın hareketleriyle de daha fazla ortaklaşan bir mücadele gücünü açığa çıkartmamız lazım. Yoksa birer birer öldürüyorlar, öldürecekler. Bunu yapacaklar. Biz daha fazla öldürülmeyi kabul etmiyoruz. O yüzden bu mücadeleyi büyütmeliyiz.
GENÇLERİN YÜRÜYÜŞÜ RADİKAL VE ETKİLEYİCİ OLMALI
10 Ekim hamlesi birinci yıl dönümünü dolduruyor. Özellikle 10 Ekim’le birlikte eylemlerin daha da güçlendirilmesine dönük çağrımı yinelemek isterim. Onun dışında 21 Eylül’de Avrupa’da yapılacak 32. Geleneksel Kürt Festivali var. 32 yıl boyunca aslında her yıl kendisini yenileyerek aslında yürüten bir çalışma. Çok değerli ve anlamlı. Özellikle Kürt kültürüne bu kadar saldırıların yoğunlaştığı, asimilasyon ve soykırımın bu kadar zirveleştiği bir dönemde böyle bir çalışmanın yürütülmesi çok önemli. O yüzden bütün Avrupa halkımızı ve dostları, enternasyonal dostları bu festivali daha da güçlendirmeye, daha güçlü geçmesi için herkesi katılmaya çağırıyorum.
Ve yine Kürt gençlerinin Avrupa’da başlatacağı uzun yürüyüş eylemi var. Bu yürüyüş de gerçekten çok anlamlı ve önemli. Özellikle Kürt gençlerinin Önder Apo’yu sahiplenmesi, dostlarımızın, enternasyonal gençlerin bu hamleyi sahiplenmesi, bu yürüyüşe katılması gerçekten çok anlamlı. Bu yürüyüş tabii ki bir kendini özgürleştirme, gençleri özgürleştirme yürüyüşüdür. Bu vesileyle ben bu gençlerimizin, gençlik örgütümüzün organize ettiği bu yürüyüşe de bütün gençleri davet ediyorum, çağırıyorum. Gerçekten güçlü bir eylem olmalı, radikal ve etkileyici bir eylem olmalı.