HABER MERKEZİ- Ronahi Lolan’ın Kaleminden
“Kürdistan toprakları üzerinde gerçekleştirilen doğa kırımının haddi hesabı yok. Faşist soykırımcı TC devleti Kürt coğrafyasına karşı sınırı olmayan bir tecavüz politikasıyla her yeri talan ederek hedeflerine ulaşmanın arayışı içerisinde. Her gün alternatif – muhalif medya haberlerinde ” yok ediliyor, tahrip ediliyor, yakılıyor, kesiliyor, biçiliyor, bombalanıyor.” diye biten cümlelerin günlük yaşam literatürümüzde en çok dillendirdiğimiz kelimeler haline gelmesinin içerdiği tek bir anlam var ki, o da ; KÜRDİSTAN TALAN EDİLİYOR! gerçeğidir demiştik. Tabi bu kelimelerin ardı sıra niçin ” direniyor, boyun eğmiyor, vazgeçmiyor, mücadeleyi bırakmıyor” kelimelerini de duyduğumuzu ve okuduğumuzu; telekomünikasyon, bilgi ve enformasyon çağının devasa tekniği karşısında yaylaların, ormanların ve tepelerin başını tutmuş ”Em bimrin ji dev ji axa xwe bernadin” (Ölsek de toprağımızdan vazgeçmeyiz) diye haykıran eli sopalı kadınlar neyine güvendiğini; bu cesareti nereden alıp da sömürgeci – soykırımcı güçlere parmak sallama cüretinde bulunuyor olduklarını kadının toprakla kopmaz bağını tarihsel olarak irdeleyerek anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Kadının toprakla kopmaz bağının kendi bedeni ve rahmi gibi sürekli akış halinde olan, değişen dönüşen, üreten ve besleyen doğa ve toprağın ürün vermesiyle yani Neolitik Devrimle beraber geliştiğini belirtmiştik. Yerleşik yaşam da toprağın tüm bereketini ve kutsallığını kadına sunmasıyla başlıyor. Toprak kadın için artık aidiyet, namus, emek ve var olma koşulu haline geliyor.
Toprağın ekip biçilmesiyle başlayan yerleşik yaşamdan sonra bir de bu yerleşik yaşam düzenini korumanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Çünkü ilkel komünal anacıl toplum düzeninden uygarlaşmaya doğru giden süreçte emek gücüyle değil, işgal yoluyla rahat besin elde etmek isteyen erkek zihniyetinin hakim güç haline geldiği kabileler verimli topraklarda yerleşik yaşam düzenine sahip kabilelerin kendine yurt edindiği toprakları işgal etmek için bu topraklara akmaktadır. Aynı zamanda kadının doğal otoritesini, toplum içerisindeki yürüten ve yöneten konumunu hazmedemeyen kurnaz avcı erkek aklı tarafından da kadının emeğine – ürünlerine (104 Me) saldırı vardır. Dolayısıyla yerleşilen toprak üzerinde giderek aşiret, kavim, millet, ulus şeklinde genişleyen toplum kadının emeği, toprağı ve üretimi üzerinden tarih içerisinde binlerce kanlı çatışma ve savaşlara tanıklık etmiş ve hala etmektedir.
Sümer, Mısır, Babil, Asur, Fenike uygarlıklarının; Med, Pers, Makedonya, Roma, Mitani, Bizans, Sasani imparatorluklarının; Emevi, Abbasi, Selçuklu, Eyübi, Safevi, Osmanlı devletlerinin; Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya, Avusturya, Çin, Rusya, Amerika gibi emperyalist ulus devletlerinin arasında geçen savaşlar kadın şahsında toplumun köleleştirilmesi savaşlarıdır. Kadının özgür toplumunu ve demokratik yaşam düzenini alaşağı ederek düzeni kendi çıkar çarklarına göre dizayn etme savaşlarıdır. Tüm bu erkek egemen zihniyet savaşlarıyla köleleştirilmiş kadın ve köleleştirilmiş toplum gerçekliğine rağmen toprakla ve yurduyla olan bağında aidiyet, namus duyguları köleleştirilememiş kadının tarihsel derinliği olan mücadelelere de öncülük ettiği aşikardır. Ana Tanrıça kültürünün kalıntılarını yitirmeyen kadının emeğini gasp etmek isteyen sömürgeci erkek zihniyetine karşı İnanna, Tiamat, İştar, Hypatia, Meryem, Fatma, Besê, Perixan, Collantay, Sara, Zilan gibi yurtsever kadınlar öncülüğünde daima tarihsel direnişler gelişmiştir. Günümüzde ahlak, namus, kültür, yurt sevgisinden geriye ne kalmışsa onların anka kuşu misali kendilerini yakıp toplumu yeniden diriltmek uğruna sergiledikleri amansız direniş sayesindedir.
Emperyalizme karşı savaşarak üzerinde kökleştiğimiz toprakları korumak ve bunun için ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmek en onurlu yaşam duruşudur. Bu duruş bin yıllar önce kadın zihniyle gelişen emeğe ihanet etmemektir. Yurda duyulan sevgi kadının emeğine duyulan sevgidir, yani özgürlüğe ve yaşamaya duyulan sevgidir. Ülkeye verilecek değer kadın etrafında gelişen toplumsal, ahlaki, kültürel, inançsal ve bilimsel yaratımlara verilecek değerdir. İyi, güzel ve doğru bir yaşam ancak böyle varılabilir. Yurtseverlik bu esasları büyük bir iradeyle, fedakarlıkla ve bağlılıkla pratikleştirmektir. Yani iyi, güzel ve doğru bir yaşam için yurdunu, değerlerini içten ve dıştan gelebilecek her tür saldırıya karşı koşulsuz korumak ve bunu hiçbir çıkar gözetmeden sevgiyle, tutkuyla, fedakarca yapmaktır.
İnsan zihni esnek, akışkan bir yapıya sahiptir. Hep ilerleme, yeni şeyler üretme, gelişme halinde olmak durumundadır. İlerlemenin, gelişmenin kıstası da kimlik kazanmak, değer yaratmak ve bu değerler üzerinden kendini yaşatmaktır. Lakin bizler 12.000 yıl öncesinde hatta milyarlarca yıl öncesinde yaratılan ve bugüne kadar taşınmış değerler üzerinden kendimizi kimliklendirmezsek yalnızca temel fonksiyonlarıyla yaşama tutunmaya çalışan ve anlamsız yaşayan canlılar haline geliriz. Haliyle kimliksiz ve değersiz yaşamak insan doğasına aykırı bir durum oluyor. Söz konusu bu değerlerin başında da yurt gelir ve sonrasında yurt üzerinde oluşmuş ahlaki, kültürel, inançsal, sanatsal, felsefik, bilimsel vb. değerler gelir. Yurt olmadan bu değerlerin hiçbirini yaşayamaz, yaşatamaz, koruyamaz ve geleceğe taşıyamayız. İşte özüne yabancılaştırma politikalarının etkilerine direnen kadın bu yakıcı gerçekliğin farkındadır. Parçalara bölünmeyi, yakılmayı, uçurumlardan ve köprülerden süzülüp asi sular içinde bir damla olmayı, giyotinlerde ve dar ağaçlarında idam edilmeyi, hakikat zerrelerini evrene saçmak için patlamayı göze almasının; bilim ve teknik çağının leviathanlarına (deniz canavarı) parmak sallama cüretinde bulunmasının sebebi anlamlı özgür bir yaşamın ve tarihsel mirasın yok edilmesine karşı ölüme gidebilecek denli fedai bir duruşla bu yaşamın savunulmasıdır.”
Devamı gelecek…